RSS Feed for This Post

Değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen cumhuriyet!

Etyen Mahçupyan

İnsanlık tarihinin bizlere öğrettiği çok basit bir kural var… Toplumlar kaçınılmaz olarak süreklilik arz eden bir zihniyet değişimi içinde var oluyorlar ve söz konusu zihniyet tüm toplumsal yaşamı belirleyen bir altyapı oluşturuyor. İdeolojiler, alışkanlıklar, kurallar ve gelenekler hep bu zihniyet çerçevesinin içinde üretiliyor ve değişimle birlikte yeniden ele alınıyorlar. Dolayısıyla her toplumda görünür olsa da olmasa da, alttan alta süregiden bir konuşma ve tartışma dinamiği var. Sanki kendiliğinden konuşuyor ve bir sonraki birlikteliğin tohumlarını atıyoruz. Bu konuşmalar bazen 20. yüzyılın başında olduğu gibi çatışmacı, otoriter bir zihniyetin içinde yapılıyor ve bedeli de insan hayatı ile ödeniyor. Ama bazen de günümüzde olduğu üzere demokratlığın arandığı dönemlere denk geliyor…

Bugün Türkiye toplumunun içsel konuşmasının engellenmesi giderek zorlaşmakta. Gerçek tartışmaların su yüzüne çıkmasına herkes hazır olmalı. Kimlikler etrafındaki sorgulamalar zaten bir süredir gündemde. Cemaatçi bir toplum olmanın sonucu olarak bu meselelerin daha popüler olması da doğal. Ancak Türkiye artık vatandaşlık, hukuk ve devlet/toplum ilişkisi alanında da yeni konuşmaların eşiğinde duruyor. Zihniyet değişimi hükmünü icra ediyor… Toplum belki de son yüz yıl içinde ilk kez doğrudan devleti sorguluyor…

Bu açılımın önemli tartışmalarından biri Anayasa’nın değiştirelemez maddeleri etrafında yaşanmakta. Geçenlerde yapılan bir sempozyumda anayasalarda değiştirelemez maddelerin olmaması gerektiğini savunanlar, bu tür maddelerin toplumsal değişimle uyum sağlama açısından engelleyici olduğuna işaret etmişler. Gerçekten de hukuk, ancak toplumsal meşruiyet kabulleri içinde kaldığı takdirde işlevsel olabilir ve değişen değer yargılarını içselleştiremediği takdirde bizzat bir sorun haline dönüşebilir. Ancak bu teze karşılık bazıları da dünyanın birçok anayasasında böyle maddelerin varlığını, asıl bu maddelerin nasıl bir işlev yüklendiğine bakılması gerektiğini vurgulamışlar.

Olayı kuramsal bir bakışla ele almanın güçlüğünü baştan teslim etmek gerek… Çünkü Türkiye’de değiştirelemez maddeler atrafında yürütülen bir devlet siyaseti var. İnsanlar doğal olarak söz konusu deneyime bakarak ‘değiştirilemezlik’ özelliğine tepki gösteriyor. Bu değiştirelemezliğin aslında devletin toplum üzerindeki tasallutunun da değiştirilemez olduğunu ima ettiğinin farkındalar.Buna karşılık değiştirelemeyen maddelerin olması gerektiğini savunanlar, zaten genelde de devletçi bir konumdalar ve bu maddeleri Cumhuriyet’le bağdaşık olarak sunuyorlar. Öyle ki Anayasa’nın değiştirelemez maddeleri aslında Cumhuriyet’in temel ilkelerinin koruyucusu haline geliyor. Böylece söz konusu maddelerin değişebilir olmasını istemek, Cumhuriyet’in temel ilkelerinin de değişmesini talep etmekle eşdeğer oluyor.

Bu durum devletçi ideolojinin elinde bir koz, muhalefeti sindirme aracı olarak kullanılıyor. Dolayısıyla muhalefet de gözünü bu malum anayasa maddelerine dikmiş durumda. Cumhuriyet rejiminin muhtemel demokratikleşmesinin ancak o maddelerin değişebilirliği sayesinde gerçekleşebileceği düşünülüyor. Yaşanan gerilim bu noktada da durmuyor, çünkü devlet son derece müdanaasız. Düşünün ki Anayasa’daki bu maddeler sadece ‘değiştirilemez’ değil, ‘değiştirilmesi teklif dahi edilemez’ nitelikte… Yani devlet Cumhuriyet’in temel nitelikleri konusunda bir düşünme ve konuşma yasağı getiriyor… Cumhuriyet’in anti demokratik olduğunun görünmesinden hiç de gocunmuyor. Karşımızda toplumsal değişimden haz etmemek bir yana, bu değişimi anlamayan ve kural koyarak önleyeceğini sanan bir devlet türü var.

Yukardaki tablo siyaseti hukuk tartışmasının önüne çekmiş durumda. Devletin hukuku siyaseten kullanma stratejisi, bugün toplumun da hukuksal meselelere siyasetin içinden bakmasına neden oluyor. Dolayısıyla anayasalarda değiştirelemez maddelerin olup olamayacağı tartışması, devletin halen sürmekte olan uygulamalarının ve bakışının gölgesinde kalıyor…

Oysa bir an için siyasetin çekiciliğinden sıyrılarak asıl başlama noktasına, yani topluma dönmekte yarar var. Toplum kaçınılmaz olarak heterojen, çoğul ve değişken bir varlık. Buna bağlı olarak da kendini ‘bilmeyen’ bir özne… Bu ‘bilme’ işlevi siyasetle mümkün hale geliyor, çünkü siyaset toplumun konuşup tartışabileceği, böylece kendi içindeki her türlü farklılığın sesini duyabileceği bir kamusal alan yaratıyor. Dolayısıyla irade sahibi bir‘toplum’ olmak, böyle bir siyaset alanının da varlığını şart koşmakta . Öte yandan siyaset alanının ürettiği kararların da toplumsal çeşitlilik karşısında meşru olması lazım ki, sahiplenilsin ve sorunsuzca hayata geçebilsin. Bu meşruiyeti sağlayan kurallar dizisine kabaca ‘hukuk’ deniyor… Kuramsal açıdan hukuk bir toplumun nasıl yaşamak istediğine dair genel ortak kabulleri yansıtıyor. Ancak pratiğe gelindiğinde siyasetin de sınırlarını çizmiş oluyor.

Dolayısıyla hukuk siyaseti önceleyen, onu mümkün ve meşru kılan bir zemini ifade etmekte. Çünkü meşruiyet, siyasi kararların toplumsal onayını gerektiriyor ve hukuk da siyasetin bu durumu dikkate almasını sağlıyor. Diğer bir deyişle, hukukun zaten siyaset karşısında bir ‘değişmezliği’ temsil ettiği söylenebilir… Ne var ki değişen toplumun değerlerinin hukuka yansıması da kendiliğinden değil, siyaset yoluyla olmakta. Bu nedenle siyasetin alanı içinde bizzat hukukun tartışılması da var. Böylece günümüzdeki ikilemin içine doğru geliyoruz: Siyaset hem mevcut hukuka göre davranmak, hem de gerektiğinde o hukuku değiştirmek durumunda…

Demek ki mevcut hukukun içinde öyle bir anlayış olmalı ki, siyaset ona dayanarak hukuku değiştirebilsin. Bunun anlamı hukukun değişebilen ve değişemeyen iki kısımdan oluşması ve değişebilirliğin tam da değişemez olan sayesinde gerçekleşmesidir. Kısacası toplumsal bütünlüğü sağlamaya yönelik her hukuk sisteminin ‘bu hukuk değişebilir’ diyen değişemez bir maddeye muhtaç olduğunu söyleyebiliriz. Günümüzde bu koşul aynı anlama gelen daha siyasi bir önerme ile ifade ediliyor: ‘Bu cumhuriyet bir demokrasidir.’ Çünkü ‘demokrasi’ zaten her şeyin değiştirilebilir nitelikte olduğunu vurguluyor. Eğer bir cumhuriyet demokrasi ise, o toplumun ilerde nasıl yaşayacağının bugünden bilinmesinin imkansız olduğu da kabullenilmiş demektir. Bugünün toplumsal değerleri yarını kurmakta acizdir, çünkü yarının değerlerini bilemeyiz ve kendimizinkileri onlardan daha üstün tutamayız.

Kısacası bir hukuk sistematiğinde ‘değiştirilemez’ nitelikteki maddeler ancak değişimi mümkün kıldığı ölçüde demokratik anlamda meşru olabilir. Bu değiştirilemezlik içeriksel değil, yöntemsel bir alanla ilişkilidir. Yani demokrat zihniyetteki rejimlerde hukuk bazı fikirleri, anlayışları veya değerleri ‘değiştirilemez’ kılamaz. Ama o fikir, anlayış ve değerlerin çoğulcu bir yapı içinde oluşmasına izin veren yöntemi korumaya çalışır. Böylece toplumsal talep ve tercihler doğal kanallar içinde siyasete ve hukuka yansıyabilirler.

Ancak gerçeklik biraz daha karmaşık… Çünkü toplumlar heterojen olmanın ötesinde farklı iktidar alanlarına sahipler ve her zümrenin bu alanlardan yararlanma hakları pratikte eşit dağılmaz. Dolayısıyla demokrat bir rejimde sadece değişimi garanti altına almak yeterli görülmeyecek, bu değişimin kimin inisiyatifinde olduğu da sorgulanacaktır. Açıktır ki çoğunlukçu bir toplumda söz konusu değişim toplumun en güçlü veya en kalabalık kesimi tarafından belirlenme ihtimaline sahiptir ve bu durum azınlıkta kalanların mağduriyetini yasal hale getirebilir. Bu istenmeyen gelişmeyi engellemek üzere değiştirilemez maddenin şu şekli alması düşünülebilir: ‘Bu cumhuriyet insan haklarını temel alan bir demokrasidir.’

Böylece toplumsal kararların azınlıkların haklarını ihlal edemeyeceğine dair bir sınırlama getirilmiş olmakta… Söz konusu eklemenin önemi, artık salt yöntemsel değil, içeriksel bir koşul getirilmesindedir. Diğer bir deyişle demokrasinin nasıl anlaşılması ve uygulanması gerektiğini de söylemektedir. Oysa bu alanda tercih yapmanın meşruiyeti bizzat topluma düşmektedir… Bu nedenle de böylesi bir sınırlama getirebilmek, ancak toplumu da kuşatan daha büyük bir norma muhtaçtır. Günümüzde ‘evrensel insan hakları’ anlayışı tam da bunu yapıyor… Her toplumu insanlığın ortak birikiminin parçası kıldığı ölçüde, onları daha demokrat bir cumhuriyet üretmeye de zorluyor. Öte yandan bunun bir garantisi yok… Çünkü ne her toplum kendisini ortak bir insanlığın parçası olarak tahayyül etmek, ne de insanlık birikiminden aynı şeyi anlamak zorunda değil.

Böylece asıl meseleye, toplumların kendileriyle ilgili tahayyüllerine ve bunun ardındaki zihniyete geliyoruz. Bu meseleyi irdelemek üzere yukarıdaki değiştirilemez madde önermesine geri dönelim. ‘Bu cumhuriyet insan haklarını temel alan bir demokrasidir’ diyebilmek için de bir toplumsal onay gerekmekte. Ama ya çoğunluk bilinçli olarak azınlık haklarını ihlal etmek istiyorsa? Çoğunluğun dediğinin oluyor olması o rejimi bir ‘demokrasi’ yapar mı? Anlaşılıyor ki, çoğunluğun tercihlerinin siyasete yansıması ille de bir rejimi demokrasi yapmıyor… Ama cumhuriyet yapıyor… Böylece cumhuriyet ile demokrasi kavramlarının niçin günümüzün tartışmalarında karşı karşıya geldiğini de anlıyoruz. Çünkü artık ‘cumhuriyet’ olmak bir değer ifade etmiyor… ‘Nasıl’, yani hangi zihniyette bir cumhuriyet olunduğu önemli, çünkü herkesin rahatlıkla gözlemleyebileceği gibi faşist bir cumhuriyet kurmak da son derece mümkün.

Çoğunluğun tahakkümünü ima eden bu tür rejimlerde yukardaki değiştirilemez maddeye rastlanmayacak, rejimin demokratik niteliği de ancak çoğunluğun garanti edilebildiği durumda savunulucak, çoğunluğun sürekli çoğunluk olarak kalma yönündeki tasarrufları ise hukukun parçası haline getirilecektir. Bu durumda, anayasanın değiştirilemez maddelerinin de hep çoğunluk kimliğini koruması kimseyi şaşırtmamalıdır. Çünkü karşımızda toplumsal çeşitliliği muhatap alan bir demokrasiden ziyade, demokrasiyi araçsallaştıran bir tahakküm rejimi bulunmaktadır…

Ama bazı ülkelerde sorun daha da vahim… Bu ülkelerde çoğunluk kimliği imtiyazlı bir zümrenin asli niteliği haline dönüşmüş, dolayısıyla çoğunluk rejime rehin düşmüş olabiliyor. Vesayetçi bir düzenin garanti edilmesi açısından çoğunluğa bile güvenilemiyor… Bu nedenle söz konusu ülkelerde ‘bu cumhuriyet bir demokrasidir’ deyip durulamıyor ve içerikle ilgili değiştirilemez maddelerin eklenmesine çalışılıyor. Böylece rejimin çoğunluk tarafından da değiştirilemez olması isteniyor…

Türkiye bu durumu yaşayan birkaç örnekten biri… Cumhuriyet aslında bir demokrasi değil vesayet rejimi ve bu halde kalmasını sağlamak üzere de Anayasa’ya değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek içeriksel sınırlamalar konmuş durumda. Diğer bir deyişle Anayasa, toplumun ‘nasıl’ tercih yapacağıyla değil, ‘hangi’ tercihleri yapacağıyla ilgili değiştirilemeyecek kurallar koyuyor. Rejimin vesayetçi niteliğini esas almakla kalmayıp, bu vesayetçiliği ‘cumhuriyet’ olarak adlandırıyor.

Bunun anlamı cumhuriyetin toplumun ötesinde ve üstünde yer almasıdır. Bu cumhuriyet bir toplumun değil, belirli bir zümrenin tanımlamasına muhtaç bir ideolojinin cumhuriyetidir… ‘Teklif dahi edilemezlik’ özelliği ise toplumun bu duruma razı gelmesi gerektiğinin, toplumun gerçekte edilgen olduğunun açıkça söylenmesidir. Bu meyanda değiştirilemez maddelerin diline sinmiş olan ‘çağdaşlık’ söyleminin de, aslında demokrasi karşıtlığını simgelediği ni görmek hiç de zor değil.

Türkiye’de cumhuriyetin temel ilkeleri hiçbir zaman eşitlik, özgürlük, adalet olmadı… Toplumsal çeşitliliği ve değişimi dikkate almayı ima eden bu kavramlar, demokrat zihniyete tabi bir ahlak anlayışı geliştirmek için müsaitti. Ancak bizde Cumhuriyet’in ilkeleri laiklik, milliyetçilik ve devletçilik bağlamında ifade edildi. Böylece hiyerarşik, dinsel ve sabitleştirici bir ahlak anlayışı rejime egemen kılındı. Toplum bilenler ve bilmeyenler, ya da yararlı ve zararlılar olarak ayrımlaştırıldı. Sonuçta toplum, doğası gereği ‘yararlı’ olduğu ve gerçeği ‘bildiği’ varsayılan bir zümrenin vesayeti altına sokuldu. Buna da cumhuriyet dendi… Söz konusu rejimin değişmemesini sağlamak üzere de, kerhen razı olunan ‘demokrasinin’ anti demokratik olmasını sağlayacak bir hukuk üretildi…

Bizim sahip olduğumuz ‘değiştirilemez’ maddelerin işlevi budur… Böyle bir rejime muhatap olunduğunda ‘değiştirilemezliğin’ nasıl alternatif şekillerde, demokrasiyi besleyen bir anlayış içinde kullanılabileceği de kolaylıkla gözden kaçabilir. Oysa asıl mesele değiştirilemez maddelerin varlığı değil, bunların hangi zihniyeti taşıdıkları. Toplumsal değişimin siyasete yansımasını sağlayan yönteme ilişkin maddelerle, temel insan haklarını koumaya çalışan içeriksel maddelerin de ‘değiştirilemez’ olduğu bir rejim tasavvur etmek pekala mümkün. Bu noktaya toplum olarak konuşarak, tartışarak ve ortak bir irade üreterek varmak da öyle…

Ama biz henüz bu yolun başındayız… Önce bizleri esir eden ‘değiştirilemezlerden’ kurtulmak gerekiyor…

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin