RSS Feed for This Post

Başörtüsüne (B)ulaşır Eller

Yazar: Zühre Meryem Kaya 

Hayatımda hiçbir zaman taraf olmadım. Taraftarda… farklı olanları, hayatın içinde klon gibi dolaşmayanları, kendi kimliği ile yol almaya çalışanları hep sevdim. Düşünceleri dinlerken ne olursa olsun “Saçma!” demedim; çünkü her düşüncenin kendi içinde dinlenmeyi önem arz ettiğini bilecek kadar yol almıştım bu hayatta. Şu günlerde ise anlamsız biz yüz ifadesi ile olanları izliyorum. Anlam veremiyorum… Kendi yaşamlarına kısıtlama gelmesinden korkan insanların, buna yargıyı da ortak ederek başka yaşam alanlarını budamasına bir anlam veremiyorum. Üzülüyorum…

Hep dışımızda aradık sorunu oysa içimiz kan kırmızı olmuştu… Ne zaman, halk “memlekette neler oluyor?” uyanışına girse. Birileri başörtüsü sorununu gündeme taşıyıp geçmişte ve bugün olduğu gibi yumuşak karnımıza dokunuyordu. Sırf canımızı yakmak, kutuplaştırmak, bizi gündemin sıcak nabzından uzaklaştırmak için… Artık işin hukuksal boyutu da ilginç bir iğmeye doğru kaydı. Yargı olasılıklar üzerinden hareket etmeye başladı. Oysa kanun koyucular olasılıklarla değil somut adımlarla yaşama şekil vermek mecburiyetindedirler. Hele ki konu kişinin temel haklarından biri olan; eğitimse…

Hiç mi yol alınmayacak bu memlekette. Sağduyulu olmak istedikçe, birileri bizi (halkı) kızdırmak için elinden geleni yapıyor; ama bakın kızmıyoruz, kızmayacağız da çünkü yapmak istediğiniz şeyi size kendi düşüncelerimizle armağan etmeyeceğiz. Sakin kalıp, aklıselim yol alacağız bu memlekette, yavaş adımlarla, halkın özgür yaşaması için gerekli olan her şeyi omuzlayarak. Eminim ki sizlerde; kim olduğunuzu bilmediğim, belki ekmeğimi paylaştığım, aynı caddede yürüdüğüm, aynı okulda aynı sırada oturduğum, aynı memlekette nefes alıp verdiğim, aynı denize baktığım, aynı bayrağın altında İstiklal Marşını okuduğum sizler… Yani dışımızda (Amerika, İngiltere, Rusya, İsrail…) değil, hemen içimizde olan, hemen yanıbaşımızda ki, sizlerde bu sakin yürüyüşü kabul edip aramıza katılacaksınız. Ben buna inanıyorum. Zira ne demiş Atatürk “Yurtta sulh, cihanda sulh.” Bir memleketin refah içinde yaşaması için denklem bu kadar basit. “Yurtta sulh, cihanda sulh”

Cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında da aynı hastalığa yakalanmıştı bu memleket. Birilerinin elleri kadının başörtüsüne uzanmıştı. O günlerde başörtüsü ile ilgili kaleme aldığım bir yazının ( koparılan o kadar patırtıdan sonra ) halen manidar olması sizce de ilginç değil mi?

Başörtüsüne (B)ulaşır Eller

Uzak değil! Hemen yanıbaşımızda bir ülkenin -Irak- geleceği soluk bir siluet gibi belli belirsiz silikleşirken… Rusya halen ütopik bir şekilde dünyanın süper gücü olmak için çırpınırken… Amerika, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin, Pakistan, Hindistan, İsrail nükleer silah üreterek dünyayı saatli bir bomba haline getirirken, bu ülkelerle aynı gezegeni paylaşmak durumunda bırakılmışken… Dünyanın -çok değil- 30-35 yıl sonra nükleer atıkların çöplüğüne döneceğini umursamazken… İran ile kurulamayan siyasi ilişkilerimiz her geçen gün biraz daha çıkmaza girerken… AB’nin üzerimizdeki siyasi baskısını ensemizde bu kadar hissederken… Teröre kurban giden canların kanı kurumamışken ve onların ailelerinin yaraları halen sarılmamışken… Askeriyenin belli belirsiz silah sanayisine çanak tutan operasyonları Irak üzerinde anlamsız bir şekilde devam ederken… Bu kadar karışıklık başımı bu denli döndürmüşken… Şuurları bulandıran, zekâ kırıntısından yoksun bir tartışmanın yüzeye çekildiği bir serüvenin içinde buluyoruz kendimizi.  

Konu aynı, ne zaman bi şeyleri avutmak, unutturmak, karıştırmak, kızıştırmak, kutuplaştırmak -bunlar gündeme göre değişir- istense kadının başörtüsüne (b)ulaşır eller. “Başörtüsü sorunu!” Sorun dedikleri kıyafet tercihi, ama siyasi bir simge olarak kabul ediliyor. Peki, nerden çıktı bu niyet okuma! O halde, erkekler hiçbir şekilde bıyık uzatmasın, saçlar sakallar kesilsin, döğmeler etten kazınsın, kot pantolon ve kumaş pantolon tercihi olmasın. Yekpare olalım hepimiz aynı renk ve aynı şekil giyinelim. Başımızda bir diktatör olsun, orduları yönetir gibi yönetsin bizi. Farklı olmaya çalışanı, ayrışmaya ve kendini ortaya koymaya çalışanı tükürüklerle boğalım. Anlamamak için kalp zekâsını yok sayalım. Uzatılan ele yumruk, akla suçluluk duygusu ve korku yükleyelim. Farklı yaşam biçimlerini görmeyelim, kör olalım. Tercih yapma hakkını belirli seçkin bir zümrenin elleri arasına bırakalım, onlara güvenelim. Sadece tek bir ideolojiye tapınalım.  

“Sür git!” denilen yasaklayıcı zihniyetin ezber bozma zamanı geldi de geçiyor bile. Çünkü hak ve özgürlükleri salt belli bir kesime aitmiş gibi düşünmek ve baskı ile huzur ortamı sağlamaya çalışmak toplumsal barışı zedelemektedir. Yurdum insanı aynı hanede, aynı iş yerinde, aynı sokakta başı açık ve kapalı bir arada yaşıyor ve en iyi şekilde yaşama sanatını icra ediyor. Hatta güneşli bir pazar günü birbirlerini hiç tanımadıkları halde aynı havayı, aynı bankı ve aynı sohbeti paylaşabiliyorlar. Halk başörtülü ya da başörtüsüz diye kendi arasında bir ayrıma gerek duymazken, 85 yıllık Cumhuriyet’in özgürlükten yana olan tüm kazanımlarına hakaretten başka bi’şey değildir bu yasakçı zihniyetin başörtülü kadın üzerinde yaptığı ideolojik baskı.    

Şimdi bi’şeyleri belirtelim ki bilmediklerimizin kölesi olmayalım! İlk olarak; Türkiye Cumhuriyeti mevzuatı içinde, “kılık ve kıyafet kanunu” diye bir kanun yoktur. İnkılâp Kanunları arasında, sadece erkeklerin kıyafetiyle ilgili kanunlar vardır. Bunu da ilkokul sıralarında oturan çocuklar dahi bilir. Tekrarlatmayın şimdi! Yani başörtüsü yasağının kaldırılmasını konuşurken -tartışırken- yıllardır çözülemeyen bu yasağın hukuki bir temeli olmadığını bilmek tartışmanın sonucunu da şimdiden belirliyor gibi. Hak ve özgürlüklerin bekçisi konumumda olan Yargıtay Başsavcısı’nın, başörtüsü yasağının kaldırılamayacağına ilişkin açıklaması ne yazık ki pusulayı yine sessiz kanundan yana vuruyor.  En korkunç olanı ise, anne kodlaması ile hayata şekil verenin “kadın” olduğunun unutulması. Kadını olabildiğince yaşamın merkezine çekmek yerine, başörtüsü yasağı ile hayatın dışına itmek tercih edildi(!) Eğitim hakkı elinden alınarak erkeğe bağımlı hale getirilen kadının yaşam alanı olabildiğince daraltıldı. İşte, asıl tüm bunlar yaşanırken kadın karanlığa itildi ve terk edildi. Ülkede özgürlüklerin savunucu olarak yer alan belirli bir kesimin tüm bunlar yaşanırken lal kesilmesi ise ayrı bir konu… (!)

Yıllardır başörtüsü, başı örtmek dışında birçok şeyi örttü. Sırf bunun için dahi gündeme bir daha gelmemek üzere bu yasağın kaldırılmasının vakti geldi de geçiyor bile.

Trackback URL

  1. 1 Yorum

  2. Yazan:Alparslan Tarih: Eki 28, 2008 | Reply

    Şu yazılanları okudukça “acaba?!” diyorum içimden.. Hatta dışımdan da..
    Acaba gerçekten herkes sağduyulu olmaya başlıyor mu?
    Üniversite son sınıf öğrencisiyim ve bugüne dek arkadaşlarımla çok nadir konuşmuşuzdur siyaset konularını. Nedeni ise aslında çok manidar. “Kavga, gürültü falan çıkmasın da birbirimizi kırıp ayrı gayrı düşmeyelim.” düşüncesi.. Başımızdaki möhim(!)insanlarımız bizi öyle şekil ve durumlara sokmuşlar ki, onlardan biri gibi davranma ya da düşünme zorunluluğu hissediyoruz ister istemez.. Ya filanca gibi düşünmeliyim, ya da falanca gibi..

    Aslında bu durum çok can sıkıcı… Bazı kereler arkadaşlarla konuşmaya çalıştım. Statükocu o kadar çok insan var ki. Hani iğnenin ucu kendine batmadığından çok rahat ve yargılayıcı konuşabiliyorlar. Çünkü bir taraf olmazlarsa bertaraf olacaklarını düşünmekteler ve onlar gibi davranma meyilindeler.
    Soruyorum, hatta anlatıyorum bu başörtüsü mevzuunu, ama o kadar çok şartlanmışlar ki, düşüncelerinde emin olamıyorlar.
    Ne zararı var diyorum Ayşenin sana? Al işte, en yakın arkadaşın.. Kankan.. Sen onun evinde, o senin evinde.. Anneleriniz bu kızı bir daha getirme dedi mi bugüne dek? Neden siyasilerin oyunlarına malzeme veriyorsunuz? O kadar hak verdikten sonra :
    “Ama bence başörtülü girmemeleri gayet iyi,bence de girmemeliler; bak işte açıp da giriyorlar ne kavga var ne de gürültü” diye akıl almaz cevaplar alıyorum..
    Kanım donuyor, kanım.. İrkiliyorum.
    Ve sonra yine “acaba?!” diyorum..
    Acaba bu insanlar diğer kişilerle eşit olmaktan mı korkuyorlar???
    Acaba bu zülme karşı çıkmamalarının sebebi, bu durumdan nemalanmaları ve çıkar sağlamış olmaları mı?
    Acaba sosyalist hatta koyu Atatürkçü geçinen bu insanların gerçekte sosyalizm hakkında bir bilgileri var mı?
    Acaba dogmalara ve gerici diye nitelendirdikleri insanların uygulamalarını yasakçı zihniyet diye tanımlayan bu insanlar, gerçekte ne yaptıklarının farkındalar mı?
    Yoksa kuru laiklik üzerinden bahane bulmayla mı kendilerini avutmaktalar?
    Acaba?

    Bu güzel yazınız için size çok teşekkür ediyorum Meryem Hanım.. Çok açıklayıcı ve nokta yerine geçecek bir yazı.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin