RSS Feed for This Post

Türkiye zencileri ve bayram

20081001_derin_dusunce_org_zenciler_bayram.jpgAhmet Altan birkaç yazı üst üste, bence Türkiye’nin en ama en temel meselesini yazdı…
Bu ülkede kendi tercihinin dışında içine doğduğu ortamdan ötürü “zenci” kabul edilen insanlar var… 
 Kürtler, Aleviler, gayrimüslimler ve Sünni-dindarlar bu ülkenin zencileri…
 Bu kimliklerini ifade ederek, bu kimliklerinden kaynaklanan tezahürleri hayatlarında yaşayarak bu ülkenin beyazlarından olamazlar…
 Öte yandan gerçek anlamıyla zencilik olgusu görünür bir şey, direkt kendini belli eden bir şey… Dolayısıyla ırksal kimliğinden, siyah derinden kaçamazsın… İnkâr etsen, beyazmış gibi yapsan da işe yaramaz…
 Bizde ise devletin zenci olarak gördüğü ve sistematik olarak acı çektirdiği kimlikler kendini gizleyebilir… Kendini inkâr ederek bir yerlere gelebilir… Öte yandan iki kimlik formu bu kapsamın dışındadır. Onlara da birazdan geleceğim…
 Ara ara bizim devlet sisteminin de “kökencilik”i tutar. Şu yargıç “şu kökenliymiş”, bu general “bu kökenliymiş” diye şayialar dolanır. İlgili kişiler bunu inkâr eder… Tamamen asimile bir insan bile olsa o kişinin kökeninden ötürü potansiyel suçlu ilan edilip işinden olduğuna da şahit olunur bazı zamanlar. Ama her zaman öyle değildir… Zaten her zaman ve sistematik olarak öyle olsa bu devlet çoktan yıkılmış olurdu… 
 

Temel kural “Bu ülkede her şey ama her şey olabilirsin ama Kürt, Alevi ya da Sünni-dindar olamazsın” kuralıdır… Gayrimüslimler noktasında bu kural dahi geçerli değildir… İşte o noktada gerçek anlamda ırkçı bir devlet rejimi vardır bu ülkede… Sabah akşam inkâr da etsen gayrimüslim bir ailede doğmuşsan bu devletin valisi, emniyetçisi, diplomatı, subayı hatta astsubayı dahi olamazsın… Gayrimüslim yurttaşlarımız da Aleviler, Kürtler ya da Sünni-dindarlar gibi on milyonları aşan nüfusta olsalardı böyle ahlaksız bir politikayı bu kadar pervasızca uygulamak amiyane tabirle “yemez”di tabii… Ama zaten o iş hemen devletin kuruluş dönemlerinde “halledildi”.
 Sünni-dindarlar noktasında ise ilginç bir durum var. Bu kimlik Kürtlük yada Alevilik gibi değil. Bir yaşam tarzına ilişkin bir kimlik… 
 İslami kimliğin yaşam tarzına yansıyan bazı net tezahürleri var… Aslen Kürt olan Abdurrahman Yalçınkaya kimliğini inkâr eder, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na kadar gelir hatta LAST (Laik yaşam tarzına sahip Sünni Türk) egemenlerin kahramanı bile oluverir… Ama İslami yaşam tarzınızla oralara zaten gelemezsiniz… Erkek olarak da bir yere kadar kıvırmak mümkün ama hele kadınların bu anlamda hiç şansları yoktur… Savcıyı ve yargıcı bırakın kâtip hatta mübaşir bile olamazlar. Zaten hukuk fakültesine de gidemezler…
 Aslında bu bağlamda türbanlı kadınlar mecazi değil gerçek anlamda bu ülkenin zencilerini temsil ederler… Kaçamayıp, inkâr edemeyecekleri sabit bir kimlik formudur bu… Çünkü türbanlı kadınlar direkt bir görünürlülüğe sahip… Siyah deri gibi kaçılıp, inkâr edilemeyecek bir dışlanma damgası bu ülkede türban…
 Bu meseleler içinde en çok türbanı konuşmamız, türbanlı kadınların bu derece tartışılıyor olması bu sebeptendir… Mesela hiç beklenmeyecek yer ve ortamlarda İslami kimlikli erkeklerle karşılaşabilirsiniz… Görünüşünden belli değildir, sohbet edince sizi kendine yakın hissetmişse söyler… Kürtler ve Aleviler bazında da cinsiyet farketmeksin bu durum böyledir… Bu “zenci” kimlikler birçok yerde bu şekilde araya sızma yapabilirler… Fakat türbanlı kadınlar yapamaz… Yaptığı an “kara derileri” sebebiyle farkedilirler, gözler onlara döner… Plajda rahat edemezler, gözde bir mekânda, işyerinde rahat edemezler, lüks bir araba kullanırken rahat edemezler… Direkt “Bak türbanlılar buraya da gelmiş” olur… “Bak türbanlılar en lüks arabaları kullanıyor” olur… Olur da olur…
İşte o sebeple, türbanlı kadınlar bu anlamda “kara derileri”ni üzerlerinde taşıdıkları için LAST egemenlerin bilinçaltındaki ırkçılıkla özdeş o hastalıklı duyguyu varlıklarıyla sürekli kaşıdıkları için, bu ülkede en çok türban meselesini konuşuyoruz…
 LAST egemenlerin gözünde türbanlı kadınlar sadece görünürlükleriyle bile sürekli bir nefret edilme objesidir. O manevi işkenceyi sürekli üzerlerinde hissederler…
Bu devlet düzeni zencinin zenciye kırdırtılmasıyla ayakta durdu hep… Bunu da hep başardı… Bu bayramda kendimize sormamız gereken şey “Bu daha ne kadar böyle sürecek,” sorusudur bence…
Bu ülkenin zencileri öbür “zenci”lerden bahsederken egemen beyazların diliyle konuşmaya daha ne kadar devam edecek? 
 Bilin ki bu kepaze durum devam ettikçe bu ülke zencileri asla ve asla gönlünce bayram edemeyecek…
 

Herkesin gönülden bayram edebildiği günleri bu ülkenin de görmesi dileğiyle bayramınızı kutlarım…

Trackback URL

  1. 4 Yorum

  2. Yazan:Levent Cetin Tarih: Eki 1, 2008 | Reply

    Bu ulkede sadece irki ve milli azinliklar degil, gayler, sismanlar, ozurluler, hayvanlar, koyluler, gecekondulular, arabesk muzik dinleyenler, evlilik disi beraber yasayanlar ve daha sayamadigim bir cok tur insan da zencidir. Bakin cevrenize. Daha cok goreceksiniz.

  3. Yazan:Nurgül Kaner Tarih: Eki 2, 2008 | Reply

    Sezen aksu bir şarkısında beni kategorize etme, benle oynama diyordu. İki kişilik aşk ilişkisinde bile, kişilerin birbirlerini aynılaştırmaya çalışması nasıl bir çatışmaya sebep oluyor, sonunda ayrılıktan başka yol görünmüyorsa; devlet ideolojisi ve yönetiminde de vatandaşları ,bize benzeyenler, benzemeyenler kategorisine koyarsak, çatışma ve ayrılıktan başka bir yol görünmeyecek.

    Vatandaşlar, bireysel hayatında ne kadar devlet ideolojisini reddederse o kadar çok toplumsal kargaşa yaşayacağız ve ya aşacağız ya dibe batacağız.

    Yukardan aşağı mı günahlarımızdan arınacağız, yoksa aşağıdan yukarı mı? Aşağıdan yukarı doğru arınma daha gerçekçi görünüyor. Yasayı değiştirdim demekle, yılların birikimi kirli tortulardan arınamayız. Evrile, devrile adam olacağız.

  4. Yazan:Oktay Çaparoğlu Tarih: Eki 2, 2008 | Reply

    Ülkemizde, siyasal alanın, toplumun geniş kesimlerinin dışında durmakta özel çaba harcadığı bir alan olduğu gerçeği üzerinden birkaç şey paylaşmak istiyorum.

    Siyasal yaşamın aktörü olan siyasi partilerin, DEVLETİN RESMİ POLİTİKALARINI örerken, merkeze HALKIMIZI almadığı, farklı ÇIKAR VE GÜÇ HESAPLARI üzerinden İKTİDARIN olanaklarından faydalanmak doğrultusunda bir rol oynadığı açıktır. Ve şimdi ülkemizdeki siyasal aktörlerin, neden toplumsal çelişki ve sorunlara ve halkın istemlerine karşı bu denli uzak olduklarını ve kitlelerin hangi mantıkla mevcut çelişkili duruma onay verdiklerini yada sessiz kaldıklarını tartışalım.

    Bir siyasi parti değildir burada kastedilen yalnızca. Yaşamımıza, bilincimize ruhumuza kadar nüfuz etmiş bir KABULLENİŞ VE İTAAT kültürü ve bunu sürekli kılan KORKU TOPLUMU VE POLİS DEVLETİ’dir.

    Korkularımız üzerinden, sürekli bir biçimde kendimize ÖTEKİLER yaratıyor ve o ÖTEKİLER üzerinden kendi korumacı-statükocu tavrımızı ve bağnaz tutumumuzu derinleştiriyoruz.

    Diyalog kapılarını kapatıyor, meselelerin özünü tartışma şansını kaçırıyoruz.

    Öyle ya, meselelerin özünü tartışabilecek bir olgunluk ve rahatlama düzeyine asla gelemiyoruz.

    İç ve dış düşmansız yaşayaman bir devlet örgütlenmesi ve onun resmi ideolojisinin paralelinde bizler de benzer çıkmazlar yaşıyor ve sürekli olarak üretilen çelişkilerde boğulup gidiyoruz.

    Yaşamın belli bir sistem içerisinde ilerlediği Avrupa ülkelerinde, en sağından en soluna tüm siyasi partilerin ortaklaştığı birşey vardır;

    HALKA HİZMET GÖTÜRMEK… DAHA YAŞANILIR BİR ÇEVRE VE SOSYAL ORTAM YARATMAK… YAŞAMI DAHA GÜZEL KILMAK…

    Politik tercihler değişse de Avrupalılar oy verirken, KİM GELECEĞİ MEVKİYİ HAKEDECEK DÜZEYE SAHİP diye düşünür ve oyunu ona göre kullanır. Ve Oturmuş bir kitlesi vardır her partinin ve her partiyi oluşturan güç TABANIN KENDİSİDİR.

    tÜRKİYE’DE HERŞEYİN tavandan dikte edildiği GERÇEĞİNİ HESABA KATARAK DÜŞÜNÜRSEK, BİZE DÜŞEN VATANDAŞLIK GÖREVİ, YUKARIDAN DAYATILAN VE BELİRLENEN KİŞİLERE, SIRF SAVUNDUĞUMUZ PARTİ YÖNETİMİ VE HATTA BAŞKANI ÖYLE İSTİYOR diye OY ATMAK, ONU SEÇMEK…

    Halbuki mevcut seçim sistemine baktığımızda zaten o parti barajı geçiyorsa biz oy kullanmasak da ilk iki veya üçüncü sıraya kadar milletvekili çıkarabiliyor.

    Yerel seçimler için ise, yörenin belirlediği aday genel başkan tarafından lağvedilip devre dışı bırakılıp, merkez yanlısı adaylar gösterilebiliyor.

    Tamamen anti-demokratik bir kurum haline gelen ve sözümona DEMOKRASİNİN GARANTİSİ-GÜVENCESİ olan siyasi partiler, seçimlere, DEVLETİN İMKANLARINI BİR RANT ARACI GÖREREK VE ONDAN MAKSİMUM DÜZEYDE FAYDALANMA AMACIYLA giriyorlar.

    Hizmet üretiminin arkasında bile HALKA HİZMET değil esas.

    Daha fazla mal kaçırmak, daha fazla parsa toplamak…

    Hal böyle olunca KİRLİ DÜZENİN KİRLİ SİYASETİNİN KİRLİ ÇARKLARINA uzak kalmayı isteyen halkımız, alışılagelmiş bir biçimde babadan kalma alışkanlıklara devam ediyor ve 5 YILDA BİR gidip oyunu kullanıyor ötesine de karışmıyor.

    Bir hesap sorma mekanizması olmadığı için de SEÇTİĞİ KİŞİNİN YANLIŞLIKLARINA TABANDAN BİR MÜDAHALEDE DE bulunamıyor.
    Hiçbirşeyi değiştiremeyeceğini düşünerek, kendini çaresiz hissediyor ve TEK BAŞINA NE YAPABİLİRİM Kİ diyerek kurulu düzenin dönen çarkına müdahele etmeden başına gelen tüm olumsuzluklara katlanmak pahasına susup oturuyor.

    Dönem dönem ortalık kızışınca da, öteki parti ve taraftarlarına ateş püskürüyor, tepki gösteriyor ama pratik anlamda rahatsızlığını ifade edeceği bir alan yaratmıyor.

    Gidip savunduğu siyasi partide politika yapmıyor, aktif rol almıyor.

    Birileri de uyanık davranarak halkımızın bu İCAZETİNDEN ACİZLİĞİNDEN faydalanıyor…

    Demokrasi, SEN BANA OYUNU VER BEN DE SENİN ADINA BİRŞEYLER YAPAYIM demek değildir. Ama maalesef ülkemizde aksak ağır ve aciz bir demokrasi olduğu için demokrasi kurumları da bu şekilde işlemektedir.

    Ve bizler, zaten yolsuzluklara, namussuzluklara, zamlara, vergi kaçaklarına, hortumlamalara,adam kayırmalara, torpile, insan hakları ihlallerine alışkın bir toplum olduğumuz için artık bu kavramları NORMAL sayıyoruz ve bunun üzerinden OYUM BOŞA GİTMESİN diyerek, ülkesine ve halkına verecek hiçbirşeyi olmayan siyasi partilere OY veriyoruz.

    Biliyoruz hiçbirşey değişmeyecek. Ama birimiz AMAN TÜRBANIMA ELLEMESİNLER, DİNİMİ YERE SERMESİNLER, DİN DÜŞMANLARI KAZANMASIN diyerek koşuyor partisine oy veriyor, diğeri de AMAN ŞERİATÇILAR, BÖLÜCÜLER, İRTİCACILAR, CUMHURİYET VE LAİKLİK DÜŞMANLARI BENİ NAMAZA ORUCA KAPANMAYA ZORLAMASIN İÇKİME KARIŞMASIN ÜLKEMİ BÖLMEYE KALKMASIN diye gidiyor oy veriyor partisine.

    Zaten başkaca da bir beklenti içine girme duygusunu ve inancını yitirmiş.

    Ekmeğin günden güne küçüldüğü ve ülkenin büyük bir ekonomik çöküntü ve sosyal yıkım yaşadığı, siyasal alanın militarist-darbeci etki altına girdiği, gericileştiği, bağnazlaştığı ve yozlaştığı bir süreçte, temel haklar ve özgürlükler noktasında tamamen teslimiyetçi bir tavır ortaya koyuyor Türkiye insanı. Ve kaderci davranıyor.

    Bu anlamda, bazı sonuçlar üzerinden tartışmaya devam edelim….

    Siyaset neden bu hale geldi?

    İnsanlarımız geleceğinden umutsuz ve hiçbirşeyin daha iyiye gideceğine inanmıyor fakat neden halen kendisini karanlığa ve açlığa kurban eden bir düzeni sorgulamaktan onun dışında düşünmekten ve kendi alternatifini yaratmaktan bu denli uzak duruyor?

    Önüne konulanlar üzerinden algıladığı ülke sorunlarına karşı bile yeterli duyarlılığı ve eylemsel tepkiyi veremiyor…

    Neden?

    Ve neden, düzenin yarattığı kamplaşmalarda zihinsel anlamda bu denli gönüllü ve aktif bir refleks gösteriyor?

    Kendisinden farklı düşünen, farklı görünen, farklı inanan ve farklı politik tercihlerde bulunan insanlara karşı neden çok sert ve düşmanca tepkiler veriyor?

    Mevcut sistemin işleyişini ve kendini örgütleme biçimini çözmek bu soruların yanıtını bulmamızı da sağlayacaktır.

    Düşünmeye ve sorgulamaya davet ediyorum sizleri…

    Umutsuzluğun ve inançsızlığın kök saldığı, adalete olan güven duygusunun köreldiği ve insanların gelecek kaygısı taşıdığı bir ülkede, ezilen tüm kesimlerin, birbirine düşman olmasını açıklamak ve mevcut statükoya boyun eğmelerinin nedenini ortaya koymak oldukça önemli.

    İşsiz Türk, topraksız Kürdü sevmez, Vergi borcuna batan Sünni Esnaf, asgari ücrete mahkum yaşayan Aleviyi sevmez, biri birine DİNSİZ, öteki diğerine YEZİT der. Biri birine BÖLÜCÜ diğeri ötekine DUYARSIZ ZALİM KATİL der. Biri birine NAMAZ sorar öteki berikinin TÜRBANINA takar bu böyle sürer gider.

    Halbuki emekçilerin ve yoksul ezilen halkların çıkarlarının ortak olduğu açık bir gerçektir ve HAK MÜCADELESİ verildiği ve yuttaşlık bilinciyle biraraya gelindiği takdirde EKMEĞİMİZ VE ÖZGÜRLÜKLERİMİZ de çoğalacaktır.

    Birlik ve dayanışma duygusu bu anlamda oldukça önemlidir.

    Ama empati kurma ve birbirimizi anlama noktasında SİYASAL-KÜLTÜREL-DİNİ-ETNİK-DÜŞÜNSEL ayrışmalar yüzünden ciddi açmalar yaşamaktayız.

    Evet, işte bu çelişkiler üzerinden sizleri düşünmeye sorgulama ve anlama çabasına girmeye davet ediyorum.

    Düşünmek, ve doğru halkayı yakalayarak, meselelerin özüne inmek, ÇARPITILAN ÜSTÜ ÖRTÜLEN BASKILANAN VE GİZLENEN GERÇEKLERİN ortaya çıkarılması ÖZGÜR EŞİT ADİL VE MÜREFFEH BİR DÜNYA YARATILMASI için elzemdir…

    Sevgiyle ve dostça kalınız…

    Oktay Çaparoğlu

  5. Yazan:snowqueen Tarih: Eki 6, 2008 | Reply

    Kürtler, Aleviler, gayrimüslimler ve Sünni-dindarlar bu ülkenin zencileri…

    Evet Sünni Müslümanlar gerçekten bu ülkenin gerçek zencileri,bayram tatilimi Kayseri gibi “zenci ve fakir müminlerin yaşadığı” bir yerde geçirince daha iyi kavradım, inanırmısınız bir tane cami yok sokakta, her yer okul, cami inşa etmek yasak, evlerde ibadet yapıyolar gizlice, devlet camiyi ibadethane statüsünde kabul etmiyor, hacca gidemiyorlar,
    okullarda zorla Hristiyan din kültürü ve ahlak dersi adı altında “hallelujah”lı duaları ezberliyorlar, belediye tesislerinde müslüman yemeği yasak, sipariş edemiyorsun, illa domuz eti, illa şarap, müslümansan ticaret yapamıyorsun, iş bağlantısı kuramıyorun. Onlar o denli zenci ben de o denli elittim yani…


    Mesela hiç beklenmeyecek yer ve ortamlarda İslami kimlikli erkeklerle karşılaşabilirsiniz… Görünüşünden belli değildir, sohbet edince sizi kendine yakın hissetmişse söyler…

    Kadınlar için öyle değildir

    İslami kimlikli erkeklerle, islami kimlikli kadınların neden “görünüş” farkı olduğu da işin başka bir boyutu. Neden “görünüşten” belli olan kadınlar oluyor misal?
    Yoksa orada da “egemen erkek” profili olmasın?

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin