RSS Feed for This Post

Özgürleştiren bir eğitim mümkün mü?

20080929_derin_dusunce_org_egitim2.jpg  İnsanın derinliğine inen, şahsiyetini, kültürünü, ahlakını, öz’ünü belirginleştirip olgunlaştıran bir eğitim modeliyle daha henüz tanışamadık. Merkeze insani vasıfları, düşünceyi, özgürlüğü, ahlakı ve vicdanı almayan bir eğitim sisteminden bireyin ve toplumun eğitilmesini, insanlaşmasını ve özgürleşmesini bekleyemezsiniz. Rekabete dayalı, yarıştırıcı bu şekliyle arda kalanları ezen ve sindiren bir mantığın hâlihazırdaki eğitim anlayışında yürürlükte olması insanlık adına gerçekten vahim bir tablodur.

Ülkemizde eğitim, neredeyse başarı ve başarısızlık üzerine konumlandırılmıştır. Başarmak için; başını kaldırmadan çalışmak, ezberlemek, bu uğurda çokça para harcamak gerekiyor. Yani çocuklar bir nevi yarışa hazır hale getiriliyor. Bu “yarışa hazırlanmak” sözcüğü bizim ülkemizin öğretmeninden, velisine hatta eğitim bakanına kadar dillendirilip neredeyse çocuklara empoze edilir hale gelinmiştir. Bir tek hedef vardır “başarmak”, başarısızlık neredeyse insan olmamak gibi bir şeydir. Bu acımasız rekabet duygusunun sadece öğrenciler için geçerli olduğu sanılmasın toplumun her katmanında, bilimin her dalında, sanatta, müzikte vs. varlığını ağır bir şekilde hissettirdiği bilinmelidir. Bu duygunun büyük savaşlar çıkartabilecek kadar tehlikeli bir duygu olduğu gerçeği nedense hep göz ardı edilmektedir.

Bireyi, toplumu, fıtratı, özgürlüğü, erdemi ve ahlakı hesaba katmaksızın bir eğitim sistemi oluşturulamaz. Ancak Türk eğitim sisteminin -şimdilerde kırılmaya çalışılıyorsa da- tek tipleştirici bir yanının olduğu bilinen bir gerçektir. Aynı zamanda üsten alta kumanda edilen hiyerarşik yapılanmasıyla da ziyadesiyle militariktir… Farklı tercihlere, farklı algı ve yorumlara, eleştirel düşünceye kapalıdır. Bağımsız ve özgürlükçü düşüncelerin üretilemediği okullarımızda tüm bireylerin birbirine benzemesi esas alınmaktadır. Bu durumda birey kendisine, diğerlerine ve sonrasında da tüm insanlığa yabancılaşmaktadır.  İnsanın kendisini bulmasının ve özgür olmasının yolunun eğitimden geçtiği göz ardı edilmektedir. Peki, nasıl bir eğitim sistemiyle bu mümkün olabilir? Örneğin bizim ülkenin okulları bireyi yabancılaşmaktan kurtarıp, insanın kendisini gerçekleştirmesinde ne kadar aktif rol oynuyorlar? Eğitim kurumlarının, devletlerin tek tipleştirici ve uysallaştırıcı eğitim programlarıyla kendilerini ne kadar donattıklarıyla alakalı bir durumdur bu..Devletlerin resmi ideolojilerini etkinleştirmesinin en iyi yolunun “okul” olduğu ve bu anlamda okulları bir araç olarak kullandıkları gerçeğiyle karşı karşıyayız.

 Eğitim kurumlarının(okulların) öğrettiği gibi seven, hisseden, bilen, öven, düşünen bir birey Dünya’ya gelmiş olmanın şaşkınlığını bir türlü üzerinden atamayacaktır ve yabancılaşmaktan kurtulamayacaktır.. Öğrenciler tarih, kültür, öz, erdem, ahlak ve inanç gibi kavramlardan yoksun yetişmektedirler.

“Nasıl bir eğitimle?” sorusu sorulmuyor

Etimolojik olarak eğitim; Latincedeki “educare”(edücation) kelimesinden türetilmiş olup “yetiştirmek” anlamına gelmektedir.Ne yazık ki piyasa ekonomisinin gerektirdiği şartlar çerçevesinde yetiştirilen bir nesil var karşımızda..Bu aynı zamanda kapitalist üretim şeklinin getirdiği bir eğitim anlayışıdır.O yüzdendir ki TV’lerde “eğitim şart!” denilmektedir.Eğitimine ihtiyaç duyulan kesimler vardır.Her şeyin eğitimle düzeleceğine ilişkin sarsılmaz kanatlar mevcuttur.Ancak bu gibi söylemleri ağızlarından düşürmeyenler “Nasıl bir eğitimle?” sorusunu hiç akla getirmezler ve mevcut eğitim politikalarını hiç eleştirmezler.Ya bu kadar cahillik, ahlaksızlık,çürüme,saygısızlık,şiddet vs. gibi bir toplumun yapısını derinden sarsan olumsuzluklar sadece ve sadece şu anki “eğitim” politikaları neticesinde gerçekleşiyorsa! Ki öyledir. O takdirde eğitimin içeriği, ne ifade ettiği, hangi temellere dayandığı, felsefesi üzerine tekrardan kafa yormak gerekiyor.

Bu ülkenin sosyal ve siyasal gerçekliğine, tarihine, kültürüne, inancına, dünyayı algılayış biçimine yaslanmayan hiçbir eğitim müfredatı ve de eğitim modeli bu ülkeye uymamakta ve başarısız olmaktadır. Manevi yozlaşmayı beraberinde getirdiği gibi bilim ve teknoloji adına da hiçbir ilerleme kaydedilmemektir. Ancak oyuncakları olan(cep telefonu,mp3 çalar vs. gibi teknolojik aletler!) ve bunları kullanabilen, oyuncaklarını tamir bile edemeyen bir nesille karşı karşıya olduğumuz bilinmelidir.

Eğitim mutlaka özgürlükçü bir temele yaslanmalıdır

Dünyayı, hayatı, içinde yaşadığımız ülkenin sosyal, siyasal ve ekonomik meselelerine olan bakış açımızı, algılayış biçimimizi geliştirdiğimiz tutum ve tavırları hep eğitim kurumlarından edindiğimiz bilgi, birikim ve duygularla belirliyor ve bu doğrultuda hareket ediyoruz. Burada eğitim kurumlarının devletin kendisine bağımlı, uyumlu ve uysal yurttaşlar yetiştirme merkezi görme işlevinin büyük bir önemi vardır. Devletin kurguladığı ve müdahil olduğu bir eğitim sistemimin merkezinde doğal olarak “itaat” yer almaktadır. Matematik dersinde bile bireyin milli meselelere yönlendirilmesi bu duruma verilebilecek küçük bir örnektir. Hâlbuki merkeze insani vasıfları, farklılıkları, düşünceyi, demokrasiyi, evrensel insan haklarını almayan bir eğitim sisteminden bireyin ve toplumun eğitilmesini, insanlaşmasını ve özgürleşmesini bekleyemezsiniz.

Eğitim sadece fabrikalara iş gücü sağlama, sanayide, teknolojide durmadan alet üretme, icat yapma, sermeyenin ihtiyaçlarını karşılama şeklinde ele alınıyor ve bu minvalde işlev görüyorsa ki bu bir nevi “araç” tır artık her türlü olumsuzluğun eğitim kurumlarından fışkıracağına emin olabilirsiniz. Eğitim bireyi özgürleştirici bir süreç olmaktan asla çıkarılmamalıdır. İnsanlığı, ahlakı, erdemi önceleyen bunun yanında bilim üreten, teknoloji üreten, sanat, kültür ve edebiyatla uğraşan bilinçli, kaliteli nesiller yetiştirme amacını gütmelidir. Ülkemizde eğitim özgürlükçü bir anlayışla yeniden şekillenmediği sürece bırakınız mevcut sorunları çözmeyi bu sorunlara her gün bir yenisinin daha ekleneceği akıldan çıkarılmamalıdır. Hâlbuki on altı yıl boyunca eğitim kurumlarının tezgâhından geçen bir bireyin “herkes için adalet herkes için özgürlük” düsturunu içselleştirip bunu rahatlıkla dillendirmesi gerekirdi.

 Bir ülkenin farklılıklarla barışık, özgür bireylerini yetiştirmenin yolunun kuşkusuz özgürlükçü bir anlayışla şekillenmiş, hukukun, insan haklarının, demokrasinin, bilimin, sanatın ve felsefenin doğru anlatımlarla kazandırıldığı bir eğitim sisteminden geçeceği bilinmelidir. Avrupa Birliği ülkelerinde gerek eğitimle ilgili gerekse insan haklarıyla ilgili ciddi sorunların yaşanmamasının altında bu eleştirilerin, hesaplaşmaların ve çözüm modellerinin uygulanması yatmaktadır.

Sendikalar ideolojik, proje üretmiyorlar

Eğitim iş kolunda faaliyetlerini sürdüren örgütlenmeler hala ideolojik, pragmatist ve “muhalif bilinçten yoksun” bir yapıda işlev görmektedirler. Ayrıca eğitime dönük ciddi projeler üretememektedirler. Bu durumda “eğitim” ciddi bir sorun olarak hala vahametini korumaktadır. Eğitim çalışanlarının eğitime ve buna bağlı olarak ülke sorunlarına duyarlı, daha evrensel, daha eleştirel, özgürlükçü ve insan haklarına saygılı bir bilinçle yaklaşmaları beklenirken ideolojik yapıdaki sendikalarının tutumları yüzünden aynı binanın çatısı altında kendi aralarında ayrışmalar yaşamaktadırlar. Bu durumda elbette ki eğitim ve öğretimin kalitesinden bahsedemeyiz. Sivil toplum örgütleri kendi aralarında çatışmadan, ayrışmadan çok yönlü, çok kültürlü, demokratik, farklılıklara açık, özgürlükçü ve kaliteli eğitim- öğretim modelleri ve projeler sunmak zorundadırlar. 

Sendikalar tüm işi MEB’e bıraktıkları sürece eğitim adına hiçbir sorunumuzu halledemeyiz. Daha uzun yıllar eğitim sisteminin tıkanıklığından bahsederiz. 2008-2009 Eğitim-öğretim döneminde eğitim anlayışımızı sorgulamak ve hâlihazırda uygulanan ilkel yönetmelikleri gözden geçirmek durumundayız. Örneğin hala görev ve sorumluluk duygusu gelişiyor diye küçücük çocuklara okullarda nöbet tutturulmaktadır. Öğrencilerimizin normalde nöbet saatinde derste eğitim-öğretim görmesi gerekirken sorumluluk duygusu adı altında çalıştırılması ya da 12-13 yaşlarında bir çocuğun, koskoca okulun bekçiliğini yaparak güvenliğini sağlaması sizce normal midir? AB ülkelerinin hiçbirinde çocuklar çalıştırılmaz ve onlara güvenlik görevlisi muamelesi yapılmazken bizdeki bu yanlış uygulamanın özellikle bu yeni eğitim-öğretim döneminde kaldırılması dileğiyle…

Trackback URL

  1. 22 Yorum

  2. Yazan:fuatogl Tarih: Eyl 30, 2008 | Reply

    Eğitim iş kolunda faaliyetlerini sürdüren örgütlenmeler hala ideolojik, pragmatist ve “muhalif bilinçten yoksun” bir yapıda işlev görmektedirler.

    Ilahi ogretmen-sen, ideolojik ama muhalif bilincten yoksunmus. Sari sendikaciligin bilindik slogani. Bizim memlekette oyledir, icinde sol goruslu oldu mu o ideolojik olur. Ama icinde sag goruslu oldu mu ideolojik olmaz.

    İnsanın derinliğine inen, şahsiyetini, kültürünü, ahlakını, öz’ünü belirginleştirip olgunlaştıran bir eğitim modeliyle daha henüz tanışamadık.

    Insanin derinligine inen mi!? Egitim sistemi?
    Øz de neymis? Bir egitim sisteminden bahsederken insanin ozune inen, derinlik vs. gibi seylerden bahsetmek de ne demek? Aman sakin daha fazla inilmesin, zaten inilmis vaziyette…12 Eylul zihniyetini yeniden ureten anlayislar bunlar. Bunlarin ne anlama geldigini hepimiz biliyoruz. Muhalifmis gorunmek adina yapilip, kurulu sistemi sureklilestiren seyler bunlar. Maalesef ogretmen-sen in durumu varolan sistemin surdurulmesine hizmet etmekten ve muhalif olani bastirmaktan ote bir islev gormuyor.

  3. Yazan:ufuk Tarih: Eyl 30, 2008 | Reply

    Harika!
    Ne kadar da güzel özetlemişsiniz ve ne kadar da kendinizden eminsiniz öyle…Kuzum sen bu ülkede yaşamıyor musun? Hala kravatı bile cumhuriyetin en önemli sembolü sanıp serbest bırakılmasını istemeyen okullarda laik devleti korumak ve cumhuriyetin kurumlarını sahip çıkmak adına THK’nin öğrencilerden fitre ve zekat adı altında gasp ettiği paraların toplanmasına yardımcı olan (nedense kamusal alanda sadece bu ibadete göz yumuluyor!) sol sendikalardan söz ediyoruz.Başörtüsüne karşı çıkan 28 Şubat’ta binlerce başörtülü eğitimcinin işten çıkarılmalarına göz yuman hatta işten çıkarılmalarını isteyen bağnaz,darbe yanlısı, antidemokratik sözde sivil bir sendikadan bahsediyoruz.Söz konusu sivil toplum olunca sağ da en az sol kadar iş bilmezdir bu ülkede en önemlisi sıkı bir devletçidir.İktidarla işbirliği yapacak kadar utanmazdırlar..Bu ülkede başkalarının yani parti liderlerinin kurmuş oldukları sendikaları benimseyen bunları sahip çıkan hatta “benim sendikam” diyerek caka satan eğitimciler bulunmaktadır.Ne acı! Ne utanmazca! Yıllardır bir araya gelip sendika bile kuramamış olanların başkalarının kurduğu sendikaları sahiplenmesi hatta idelojik dediğim için bana kızmaları gerçekten çok vahim…

    Derinlik, öz,şahsiyet gibi kavramlar kuşkusuz insanla alakalıdır:)Yıllardır darbelerle bu ülkede yaşayan insanlardan bir bir alınan, bir kağıt parçası gibi buruşturulup çöpe atılan değerlerdir.Senin okul kitaplarında hala darbeler meşrulaştırılıyor.Çocuklarda ne karakter ne haysiyet ne de insanla alakalı bir değer bırakılıyor.Ders kitaplarını okuyun içinde bir tane insani değeri yücelten bir bilgi var mı?
    Kurulu düzeni devam ettiren sendikalar bu ülkede siyasi partilerin kurduğu eğitimcilerin de sazan gibi atladığı,kiminin devletçi,kimimin darbeci,kiminin milliyetçi olduğu ama hiçbirinin özgürlükçü ve sivil olmadığı sendikal anlayışlardır.İşte öğretmen-sen dediğin sendikayı biz eğitimciler kurduk inanmayacaksın ama parti yok arkamızda yaslandığımız 3-5 kişiyiz ama sendikamızı biz kurduk.3-5 kişiyiz ama özgürlükçüyüz. http://www.sivildusunce.com öğretmen-sen’in emek verdiği bir sitedir.O siteye takılmadan bu yoruma cevap yazma..

  4. Yazan:fuatogl Tarih: Eyl 30, 2008 | Reply

    Ne kadar da güzel özetlemişsiniz ve ne kadar da kendinizden eminsiniz öyle…

    Yoo, sari sendika nedir ne degildir onu biliyorum sadece.

    Derinlik, öz, şahsiyet gibi kavramlar kuşkusuz insanla alakalıdır:)

    Bunlar muglak her yone cekistirilebilen egitim terminolojisiyle alakasiz kavramlar. Cocuklari ezberden kurtarin, bilimsel standardlara uygunlugu gozeten adam gibi egitim verin, en onemlisi saygi gosterin, onlar kendi yolunu bulurlar. Ozlerini kurcalaya kurcalaya, turk-islam ile sentezleye sentezleye okullar genc beyinleri mahfetmekten baska birsey yapmiyor. Bunlarla ugrasacaginiza sizler daha her okula mescitlerle ugrasiyorsunuz.

    Başörtüsüne karşı çıkan 28 Şubat’ta binlerce başörtülü eğitimcinin işten çıkarılmalarına göz yuman hatta işten çıkarılmalarını isteyen bağnaz…

    Din dersleri ve dini orgutlenmelerden insanlar alacagi dersi aldi kuzum. Cocuklarin egitimden alakasiz hangi turlu iliskilere, kafa yapisina yonlendirildigini gordu goruyor insanlar. Birde bunlari gore gore davanizin bayraktarligini mi yapacaklar? Ve egitim kurumlarinda kilik kiyafet belirlemek “nazilik” filan degildir. Dunyanin bircok ulkelerinde asgari kurallar kaideler vardir. Tutarli olacaksiniz, acikca bir sacmalik olan baskici dayatmaci din derslerine karsi cikacaktiniz zamaninda – bu konuda pek citiniz cikmiyor yanilmiyorsam, o zaman insanlardan davaniza destek bekleyebilirdiniz. Ne islerin dondugunu gordukten sonra insanlarin destek cikmasini beklemeyin.
    El alemi saf mi zannediyorsunuz gercekten?

    Egitimin onunde acil 2 sorun var.
    1 – Bilimsel egitim.
    2 – Demokratik-katilimci egitim.

    Buna dair hicbir tutarli talebiniz gorunmuyor. Mesela soralim hemen: Biyoloji derslerinde dunya standardina da uygunluk icin yaratilis efsanelerinin cikartilmasina ne diyorsunuz, bu durum bilimsel egitim kaydi olanlar icin felaket olmali da, o yuzden soruyorum? Bakalim o kadar “bilim” demenizin anlami neymis?

    Evet sari sendikayi alnindan bilirim… Iktidarin soylemine uygunluk kesin olmasa da en dogru gostergelerden birisi, hakim sistemin surdurulmesi konusunda sergilenen tutum keza ayni. Maasallah hukumete verdiginiz “uyarilar” bile hukumeti titretecek sekilde, mescit…

  5. Yazan:fuatogl Tarih: Eyl 30, 2008 | Reply

    …bu arada, onca yil cit etmezken, AKP ve onun siyasi geleneginin devletin tepesinde catismaya katilmasindan sonra “birden” “sivil” vurgusu yapmaniz da pek inandirici degil! Simdiye kadar iyiydi, sorun cikinca birden sivilliginizi hatirladiniz…Begenmediginiz sendikalara bakarsaniz durumun oyle olmadigini gorursunuz.

  6. Yazan:Levent Cetin Tarih: Eyl 30, 2008 | Reply

    Nobet konusunu abartmissiniz. Okulun guvenligini cocuklar saglamaz. Okul hayatimda sadece 2 kez ana kapida nobet tuttum. O da lise son siniftaydi. Girene cikana kapi acarsiniz, girenlere girme demezsiniz, sadece okul defterine ismini yazmasi icin kalem verirsiniz. Cocuklarin cogu seve seve o isi yapar. Ben yapmak istemeyene rastlamadim pek.
    O gun dersteki nobetci de, teneffusde tahtayi siler bir de o gun beden egitimi dersi gibi disarida yapilan dersler varsa siniftaki esyalarin basinda calinmasin diye bekler. Bunda da cocugun ruhunu orseleyecek birsey goremiyorum.
    Onem verilmesi gereken konu, sinifa girerken “dikkat” cektiren, beden egitimi derslerinde “rap rap” yuruten, Genclige Hitabe’yi, Istiklal Marsi’nin 10 kitasini, dualari, sureleri ogrencilere ezberleten baskici zihniyettir.

  7. Yazan:Levent Cetin Tarih: Eyl 30, 2008 | Reply

    Egitim’in etimolojisi hakkinda emin misiniz sayin yazar. Bana egitim ve educare farkli kelimelermis gibi geliyor. Bakabilecegimiz bir kaynak var mi online?

  8. Yazan:ufuk Tarih: Eyl 30, 2008 | Reply

    Sayın yorumcu fuatogl, konu hakkında bir fikir sahibi olduğunuzu ikna olmuş olsaydım yada siz yazdığınız eleştirilerle bunu ispat etmiş olsaydınız emin olun buraya bir iki açıklama yazmayı düşünüyordum.Ben ısrarla yukarıda verdiğim linkteki bir kaç makaleyi okumanızı istiyorum.
    Sizin için seçtiklerim;
    1-“Herkes için adalet herkes için özgürlük”
    2- Okul ideolojik aygıt olmaktan çıkarılmalıdır
    3-Zorunlu din dersleri bir insan hakkı ihlalidir
    4-Yeni kuşaklara korku aktarılıyor
    5-Birde bu yukarıdaki makale..
    saygılar..

  9. Yazan:Hatice Erdem Tarih: Eyl 30, 2008 | Reply

    Su cok acik, AKP fasizmi isine gelmeyen her engel gibi egitim sendikalarini da etkisizlestirmeye, yandas sendikalar yaratmaya calisiyor. Egitim-sen uzerindeki baskilar nice nice.
    http://www.egitimsen.org.tr/index.php?yazi=1691

    Buyrun, bu AKP zihniyetinin felsefe anlayisi, ogrencilere zorla tanrinin varligini kanitlatmak!

    Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı’nın 2009-2010 eğitim-öğretim yılında okutulacak felsefe dersleri için hazırladığı “öğretim programı taslağı” felsefenin evrensel amaçlarından uzak, dini yönlendirmeye dayalı bir anlayışla derslerin anlatılmasını öngörüyor. Programa göre, derslerde öğrencilerden Tanrı’nın varlığının kanıtlamaları ve her varlığın meydana gelişinde bir amacın olduğunu bulmaları isteniyor.

    MEB Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı tarafından hazırlanan ve 2009-2010 eğitim-öğretim yılında uygulanacak “Ortaöğretim Felsefe Dersi Öğretim Programı ve Kılavuzu” taslağında felsefe derslerinin sanki din kültürü ve ahlak bilgisi dersiymiş gibi okutulması öngörülüyor.

    Dine dayalı öğeler

    Felsefi bilgiden yoksun olarak anlatılan dersler, filozof ve felsefi metinler yerine dine dayalı öğelerle anlatılıyor. Felsefe derslerini din ve ahlak derslerine dönüştüren program taslağında yer alan felsefi bakış açısı olmayan birçok etkinlikte öğrencilerin Tanrı’nın varlığına ilişkin kanıtlara ulaşmaları isteniyor.

    Program taslağında, “Felsefe nedir?” konusuyla ilgili olarak sınıfta yapılması öngörülen etkinlikte “Şeyh Edebali’nin Osman Bey’e nasihati”nin sınıfta okunarak, öğrencilerin söz konusu parçayı yorumlamaları isteniyor. “Varlık Felsefesi” konusunda ise etkinlik önerisi olarak öğrencilerin evrende fark ettikleri düzene ilişkin örnekler vermelerinin istendiği taslakta, “Her varlığın meydana gelişinde bir amacın olduğu öğrencilere buldurulur” ifadesi yer alıyor. Taslakta “Siyaset ve Felsefe” konusunda ise öğrencilerden “Bir saat adaletle hükmetmek, bir sene ibadet etmekten daha hayırlıdır” hadisi üzerine bir komposizyon yazmaları isteniyor.

    ‘Yazar olmadan olur mu?’

    Program taslağına göre din felsefesi konusu anlatılırken, “Tanrı Var ki…” adlı etkinlik önerisinde dersi işleyen öğretmenin öğrencilere bir kitap göstererek, “Yazar olmadan bu kitabın var olması mümkün mü” diye soru sorması öngörülüyor.

    Bu da din bilgisi (!) dersi, sadece bir ornek tabi daha neler var. Ortunmek dini bir gereklilikmis, ben neyim o zaman, fil mi?:

    Eğitim-Sen Genel Başkanı Zübeyde Kılıç, yeni eğitim-öğretim yılında dağıtılan din kültürü ve ahlak bilgisi ders kitaplarının tek bir anlayışı dayattığını belirterek “12. sınıf ders kitabının 89. sayfasında ‘Müslüman toplumlarda örtünme, dini bir gereklilik olarak kabul edilmiştir’ ifadesine yer verilerek ve devamında çeşitli ayetlere gönderme yapılarak örtünme telkininde bulunulmaktadır” dedi.

    Eğitim-Sen Genel Başkanı Zübeyde Kılıç, yaptığı yazılı açıklamada, bu yıl okutulan din kültürü ve ahlak bilgisi ders kitaplarında yalnızca İslam dinine ilişkin bilgiler verildiğini ve İslamın da tekil olarak tek bir anlayışının farklı inançlara ve mezheplere mensup ailelerin çocuklarına yine zorunlu olarak dayatıldığını kaydetti.

    ‘Değişen bir şey yok’

    Kılıç, “Geçtiğimiz yıl, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Danıştay 8. Dairesi tarafından ders kitaplarındaki ayrımcılıkla ilgili olarak alınan kararlar ortadayken, yeni eğitim-öğretim yılında da ders kitaplarındaki Sünni inancı esas alan içerik korunmuş ve ders müfredatında hiçbir değişiklik yapılmamıştır” dedi. 12. sınıf ders kitabında “Dünya Hayatı ve Ahiret”, “Dinlerde İbadetler” başlıklı ünitelerde yalnızca Sünni İslam inancının esas alındığını kaydeden Kılıç, “ ‘Dinlerde İbadet Yerleri’ başlığı altındaysa cami ve mescitlerden söz edilmiş ancak cemevlerinden söz edilmemiştir” görüşünü dile getirdi.

    ‘İnsanlar aşağılanıyor’

    Kılıç, 12. sınıf ders kitabının 89. sayfasında “Müslüman toplumlarda örtünme, dini bir gereklilik olarak kabul edilmiştir” ifadesine yer verilerek ve devamında çeşitli ayetlere gönderme yapılarak örtünme telkininde bulunulduğunu kaydetti. Kılıç, 9. sınıf ders kitabında hiçbir inanca mensup olmayan insanların aşağılandığını belirterek şunları kaydetti: “Din kültürü ve ahlak bilgisi ders kitaplarında tek bir inanç biçimi, farklı noktalara göndermelerde bulunularak öğrencilerin tümüne benimsetilmeye çalışılmakta ve inançların özgürce yaşanması ve tercih edilmesi noktasında tamamen hiyerarşik bir modeli benimsemektedir. Bu noktada Eğitim-Sen olarak sorunun çözümü için öncelikle zorunlu din derslerinin kaldırılmasını talep ediyoruz.”

    Simdi anliyor musunuz AKP ozgurluk kisvesi altinda neden kafayi ‘turbanla’ bozmustur. Eger demokrat olsaydi oncelikle egitim sistemindeki dayatmalara karsi cikar, uzerine orasindan burasindan yeni dayatmalar eklemezdi.

  10. Yazan:çuvaldız Tarih: Eki 1, 2008 | Reply

    Sn.Hatice Erdem,
    Daha önce “Paşam! Sakın din istismarı yapan TSK olmasın?” başlık yazının altında yine sizin tarafınızdan gönderilmiş olan,Erdal İnönü’nün Cukurova Universitesi’nin 30. kurulus yildonumunde yaptigi konusmanın metnini okumuştum.
    Özellikle sizin bu notunuzdan;

    sayamayacağınız kadar çok konuda fikirlerinden yararlandım

    dolayı yazıyı ben de oldukça ilgi ve dikkatle okudum.

    Şimdi de alıntılamış olduğunuz yazıyı Erdal İnönü’nün faydalandığımı düşündüğüm fikirlerin ışığında yorumlamaya çalıştım.Neden farklı algılamalra sahip olduğumuzun cevabı sanırım yorumumun sondan yukarı 3.paragrafında yanıt buluyor.
    İnönü’nün konuşmasının temelini teşkil eden iki husuta sanırım sizinle hehfikirizdir!

    Bilimsel devrim, 16nci, 17nci yuzyilda yapilan buluslarla insanlara baska bir sey ogretti. Yeni bilgi uretme yolunu ogretti. Yeni ve gercekten ise yarar insanlarin yasamini degistiren, duzelten, daha mutlu yapan, daha guclu yapan yeni bilgi uretme yolunu gosterdi. Ugrasiyoruz gelsin diye, demokrasi de bunun en iyi yolu. Baskalarindan daha guclu olmak istiyorsaniz, onlarin bilmedigi seyi sizin uretmeniz gerekir. Bilgi bu sekilde stratejik bir esyadir, bir maldir, stratejik bir varliktir. ulkenin stratejisine agirlik koyan seyler ulkenin topragi, ulkenin insanlari, ulkenin denizi, havasi, madenleri, dogal kaynaklari, halkinin kahramanligi, ama onlarla birlikte halkinin urettigi yeni bilgi.
    Yeni bilgi uretmeyi bilmek ve onu yapmaktir.

    Bu önemli noktaya dikkat çeken İnönü kusurlarımızdan biri olarak eğitimi ve ona egemen olan zihniyeti de konuşmasında tespit etmiş;

    Sonra tarih kitabina baktim, herhalde bilimsel devrim tarih kitabinda olmali. Baktim yok. Tarih kitabinda, Avrupa tarihini anlatan kitapta, bilimsel devrim sozu gecmiyor. Bu anlattigim gelismelerin hepsi anlatiliyor. Yani aydinlanma cagi var, bilimsel buluslar var, buyuk kesifler var, Ronesans, Reform var ama ayri ayri yerlerde ve birbirleriyle hic iliskisi yok. Yani onlari okudugu zaman bir ogrenci, “bunlar bir seri halinde dunyaya gelmistir ve birbirlerini etkilemislerdir. Kesifler ekonomiyi etkilemistir, yazarlar Ronesansi, Reform insanlarin zihnini acmistir.İste bilimsel buluslar, aydinlanma cagini getirmistir,” bunu anlamasina imkan yok cocugun. cunku ayri ayri yerde anlatiliyor. Hatta en yeni buluslarla, en eski buluslar ayni zamanda soyleniyor, o da tabi hicbir fikir vermiyor gelisme hakkinda.
    Oradan anladim ki; henuz daha bizim ortaogretim kitaplarimiz bilimsel degerin ne oldugunu anlatmiyorlar. Kendileri algilamamislar belki ama, ogrencilere bunu algilatacak bir yaklasim sergilemiyorlar. Bunun, birbirinin devami oldugunu birbirlerinin kilidi oldugunu, nedensellik ilkesinin her yerde gecerli oldugunu, bunlari anlamak bu sekilde mumkun degil. Peki, kamuoyumuz ne kadar biliyor bunlari? Yakin zamana kadar kamuoyumuz da hic aldirmiyordu.

    Bu kadar öenmli olan “nedensellik ilkesi açısından”,alıntıladığınız yazıyı paragraf paragraf incelersek:

    Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı’nın 2009-2010 eğitim-öğretim yılında okutulacak felsefe dersleri için hazırladığı “öğretim programı taslağı” felsefenin evrensel amaçlarından uzak, dini yönlendirmeye dayalı bir anlayışla derslerin anlatılmasını öngörüyor. Programa göre, derslerde öğrencilerden Tanrı’nın varlığının kanıtlamaları ve her varlığın meydana gelişinde bir amacın olduğunu bulmaları isteniyor.

    İnönü konuşmasında bakın bu konuya nasıl değinmiş;

    Olaylarin nedenleri, baska olaylar. Dunyadaki baska olaylari incelersek, bu olaylarin nedenlerini bulabiliriz diyorlar.İste ornekleri de var. Yol budur, bunu incelemenin yolu da gozlem yapmaktir, deney yapmaktir ve elde ettigimiz sonuclari da matematiksel yoldan bir araya getirmektir

    Peki henüz bilim adamı olmayan,matematiğin simgesel dilini bilmeyen bu çocuklar “varlığın var oluşundaki amacına(nedensellik)”cevap bulabilmek için GÖZLEMyapmak zorunda kalacaklardır!
    Sizce o çocuklardan başka bu soruya başka bir şekilde cevap bulmaları bekleniyor olabilir mi?Bir çocuğa “yağmur”un meydana gelişindeki amacı sorsanız”çiçeklerin,ağaçların,nehirlerin,denizlerin ve biz insanların su ihtiyacı” olduğu cevabını alırsınız!Oyuncağı yapanın amcalar olduğunu bildikleri gibi insanların da “su” yapmadıklarını bilirler!(gazoz,kola,dondurma dışında :-))
    Neyse konuyu dağıtmayayım ve çocukların bunu nasıl bildiğine dair cevabı İnönü’nün örneğinin içinde bulmaya ve anlamaya çalışalım:

    ornegin John Locke,İngilizlerin o zamanki onemli bir felsefecisi. Psikolojide cigir acan bir kitap yaziyor biliyorsunuz. O kitapta insanlarin butun duygularinin, dusuncelerinin ozellikle fikirlerinin hepsinin, etrafta gordugu olaylardan, aldigi duyumlardan ciktigi yer aliyor.İnsan dogdugunda zihni bir bos kagit gibidir, bos sayfa gibidir, ama bu kagit duyumlarla dolar ve fikirler sonradan cikar. Yani mekanikci bir anlayis getiriyor psikolojiye. Tabi bugunku psikologlar bunu tam kabul etmiyorlar. Onlarin etkisi var, baska etkiler var diyorlar ama olay oyle basliyor. Bunun mekanik yoluyla, bir neden sonuc iliskisiyle insanin ruhi durumunu anlamaya calismasi, Lockeun bu kitabiyla basliyor.

    Şimdi bu öğenim programı taslağı sizce dini bir yönlendirmeye dayalı bir anlayışa işaret ediyor olabilir mi?

    İnönü,işaret ederek dikkat çektiği ‘nedensellik ve gözlem’in ilişkisi ve önemi konusunda yanılmış olabilir mi?

    Çocuklara gözlem yaptırmak ve “varlığın meydana gelişinde bir amacı” hakkında “düşünmeye” yönlendirmenin sebebi sadece “Tanrının varlığını kanıtlamak” olabilir mi sizce?
    Gözlem neticesinde oluşan algılamalar üzerine düşünmek,fikirle üretmek iddia edildiği gibi“felsefenin evrensel amaçlarından uzak” olarak tanımlanabilir mi?

    Felsefi bilgiden yoksun olarak anlatılan dersler, filozof ve felsefi metinler yerine dine dayalı öğelerle anlatılıyor.

    Bu noktada Felsefe Kurumu Başkanı Nuran Direk’in açıklamasına başvurmak gerekiyor.Kendisi de İnönü gibi bugün var olan pek çok sorunun kaynağında eğitim sisitemindeki anlayışın yattığına inanıyor;Gençlerde felsefe sevgisi, geçmişteki felsefeleri öğretmekle yaratılmaz; ancak gencin günlük deneyimlerinden, yaşadığı problemlerden yola çıkarak uyandırılabilir. Felsefe “şimdi” ve “burada” olan üstünde düşünmekle başlar.diyor ve ekliyor; Burada yönetici ilke çocukların bizim sorularımıza değil,kendi sordukları sorulara yanıt bulmak için düşünmeleridir.

    Nuran Direk’in kimliği,duruşu nedeniyle söylediklerini referans olarak almama itirazın olacağını sanmıyorum.

    Felsefe derslerini din ve ahlak derslerine dönüştüren program taslağında yer alan felsefi bakış açısı olmayan birçok etkinlikte öğrencilerin Tanrı’nın varlığına ilişkin kanıtlara ulaşmaları isteniyor.

    Yukarıdaki açıklamalardan sonra bu cümlenin varlık değeri kalmadığına göre üzerinde düşünmenin de pek bir ehemmiyeti kalmıyor.

    Program taslağında, “Felsefe nedir?” konusuyla ilgili olarak sınıfta yapılması öngörülen etkinlikte “Şeyh Edebali’nin Osman Bey’e nasihati”nin sınıfta okunarak, öğrencilerin söz konusu parçayı yorumlamaları isteniyor.

    🙂 Yine Nuran Direk’ten cevap alalım isterseniz;Şunu söyleyebilirim. Çocuklarla çalışırken asla didaktik olmamak gerekiyor. Bu yüzden öykü en iyi tarz. Bence yazın yapıtlarını incelemek ve tartışmak felsefeye başlamanın en kolay yolu. Ancak , metnin felsefi açılımlara izin vermesi lazım. Ben kitap okurken hep kurşun kalemle çizerim. Hep Türkçe eğitiminden şikayet ediyoruz. Bir dil, dilbilgisi kitaplarından değil, roman, şiir, öykü okuyarak öğrenilir. Çünkü hiçbir sözlük, bi sözcüğün bağlamı içindeki anlamını veremez. 4-5 yaşındaki çocuklar öyle sözcükleri kullanırlar ki nasıl öğrendiklerine şaşırıp kalırız. Bir bağlam içinde o sözü öğrenirler. Düşünmek de böyledir. Çocuk, okuduğu metinde,kendisi ile bağlantı kurduğu şey üzerinde düşünür. Öğretmen çocuğun gösterdiği yoldan gitmek zorundadır Burada yönetici ilkei çocukların bizim sorularımıza değil,kendi sordukları sorulara yanıt bulmak için düşünmeleridir.

    http://www.felsefeekibi.com/forum/forum_posts.asp?TID=35174

    “Varlık Felsefesi” konusunda ise etkinlik önerisi olarak öğrencilerin evrende fark ettikleri düzene ilişkin örnekler vermelerinin istendiği taslakta, “Her varlığın meydana gelişinde bir amacın olduğu öğrencilere buldurulur” ifadesi yer alıyor.

    Nuran Direkten alıntıladığım yukarıdaki paragrafdaki son cümleye dikkat lütfen.Nuran Direk ÇYDD Beyoğlu şubesinde ayda 1 seminer veriyormuş.Linkte çalışmaları ile ilgili detaylı bilgi bulabilirsiniz.

    Taslakta “Siyaset ve Felsefe” konusunda ise öğrencilerden “Bir saat adaletle hükmetmek, bir sene ibadet etmekten daha hayırlıdır” hadisi üzerine bir komposizyon yazmaları isteniyor.

    Bu kısma ait yorum yine sizin okunmasını tavsiye ederek DD ye gönderdiğiniz Erdal İnönü’ye ait metinden;

    Ülkenin stratejisine agirlik koyan seyler ulkenin topragi, ulkenin insanlari, ulkenin denizi, havasi, madenleri, dogal kaynaklari, halkinin kahramanligi, ama onlarla birlikte halkinin urettigi yeni bilgi. Bu esas baska ulkelerle yarisma da ister, ekonomik yarisma ister, silahli yarisma, savasma. Orada asil ustunlugu veren sey yeni bilgidir. Yeni bilgi uretmeyi bilmek ve onu yapmaktir. simdi bu sekilde kamuoyumuzda bir anlayis yok, siyasetcilerimizde bu anlayis yok.(siyaset-felsefe ilişkisi !) Hala siyasetcilerimizdeki anlayis, Bilim cok iyidir, guzel bir seydir. Bilim insanlari parlak insanlardir, onlar calismalidir, arastirma yapmalidir. O arastirmalarla bizi dunyada onemli devlet olarak gosterirler. Ama ne kadar paramiz varsa, o kadar da arastirma yaparlar. Paramiz oldukca veririz.
    cunku arastirma yapmak para sarf eder, ama dogru degil bu. Arastirma yapmak yeni bilgi urettigi icin aslinda parayi arttirir, yeni varlik getirir. Gelir getiren bir seydir. Yani biz bilimi paramiz oldugu zaman yapacagiz degil, biz bilim yaptigimiz icin paramiz artacak. Bilime boyle yaklasmak gerekir. Baconin soyledigi bu.
    Gucle bilgilerin ortusmesi demek, Daha guclu olmak istiyorsaniz bilginizi arttirin demek, Daha zengin olmak istiyorsaniz bilginizi arttirin demek. Bu anlayis henuz siyasetcilerimizde yok. Ben de Bakanken ugrastim ugrastim TuBİ TAKin parasini biraz arttirabildim, ama iste o kadar. Ama bu meshur %1 orani arastirma, gelistirmeye ayrilan payin, Milli Gelirin bugun binde 6si. 30 sene evvel binde 3uydu. 30 senede binde 3ten, binde 6ya yukseldi.İyi ama, cok yavas bu yukselis. %1e varacagiz diye her hukumet benim siyasal olaylari izlemeye basladigim 1950li yillardan beri, her hukumet bunu soyluyor. ozellikle 60dan beri ogrenildi her hukumet programinda, Arastirma gelistirmeye ayrilan odenegi milli gelirin %1ine cikaracagiz diye vardir, her hukumet programinda var. Ama bu yapilamiyor, ancak boyle cok yavas ilerleniyor. cunku her butce bolunmesinde mevcut ihtiyaclar ele aliniyor, onlar paylasildiginda, iste ne kalirsa o bilime gidiyor. Yahut universitelere
    gidiyor, ama once universitelere verelim para, arastirmaya verelim para, ondan sonra obur ihtiyaclara bakalim. cunku oraya verdigimiz paradan bize geri para gelecek. O gelirimizi arttiracak, ekonomimizi guclendirecek, ulkeyi daha varlikli yapacak, bu anlayis hala yok.
    İste o anlayis Baconin anlayisi. Bilgiyle gucun ortusmesi demek, o demek. Onu biz tam manasiyla anlamis degiliz, tabi onu anlatmak universitelere dusuyor, genclere dusuyor, yazarlara dusuyor. once kendilerinin inanmasi gerekiyor, sonra baskalarini inandirmasi gerekiyor. Kendilerinin inanmasi gerekiyor. Genclere sesleneyim gene; bilim tarihinde bir yerde okumustum, Osmanli doneminde niye bilim ilerlemedi meselesini aciklayan bilim tarihcilerinden biri sunu soyluyor;
    Gordum ki, Doguda bilim insanlarinin da, kamuoyunun da yaygin konusu olan bilim, arastirma yapmak, bilimle ugrasmak bir zevk meselesidir, bir kisisel takdir meselesidir. (Bu, topluma fazla yarar getirmez, buna fazla para vermeyin) gibi yaygin anlayistan o kadar etkileniyorlar ki, kendileri ortaya cikip cesaretle projelerini savunmuyorlar. (Buraya vereceginiz para israf degildir, buraya vereceginiz para devlete geri gelecektir.) Bunu boyle cesaretle soylemiyorlar. Karsilarindaki siyasetciler, (bu da sanırım adalet-siyaset ilişkisi için örenek sayılabilir)
    (Canim iste bu kadar paramiz var. Bu sene daha fazla veremeyiz. Halkin halini goruyorsunuz, bu fakir insanlar, bu kadar arastirmayi nasil destekleyecek) dedikleri zaman, Galiba, hakkiniz var, bekleyelim, daha zengin olalim o zaman bu arastirmaya gireriz) havasina giriyorlar. Yani bilim insanlari da bilimin ilerlemesi icin gerektirdigi odenegi almak icin, canla basla inanarak ugrasmiyorlar.
    Bu bana yanlis gorunmedi, cunku ben de zaman zaman bu ruh haline dustugumuzu biliyorum. Dogru, hakkiniz var, simdi bekleyelim diye. Ama bunu bizim soylemeye hakkimiz yok. Biz bilim insani olarak istemek, tabi projemiz dogru ise, inaniyorsak, onun gerceklesecegine ve onemli yararlar getirecegine, herhangi bir sekilde onu cesaretle istemeliyiz. Karsidakilerin Bu fakir milletin parasina yaziktir demesine hic aldirmadan o projeyi savunmaliyiz, cunku o bizim gorevimiz. Para yoksa, vermezlerse baska, ama biz onu istemeliyiz. Bizim gorevimiz onu soylemektir, ona inanmaktir ve bunu istemektir.

    Şimdi gelelim size ait son paragrafa;

    Simdi anliyor musunuz AKP ozgurluk kisvesi altinda neden kafayi ‘turbanla’ bozmustur. Eger demokrat olsaydi oncelikle egitim sistemindeki dayatmalara karsi cikar, uzerine orasindan burasindan yeni dayatmalar eklemezdi.

    Benim vurgularınızdan anladığım ise sizin uygulamanın ne getireceğinden çok “kimin” ne getirdiği ile daha çok ilgilendiğiniz.

    Eğer “iyi” yada “doğru” bir şey yapılmışsa ve bu muhalefet edilen/onaylanmayan kişi yada gruba “ait” görünüyorsa,uygulamanın topluma nasıl bir kazanç getirdiğinden çok ideolojik körlüğün sebep olduğu bir duygusallık ile bile,isteye yanlış okumalar yapılarak “yeni” olan tartışmaya bile açılmadan yok edilmeye çalışılıyor.
    Erdal İnönü’yü lütfen tekrar okun,bakın bu tip yaklaşımlarda bulunulmasını o nasıl değerlendirmiş.;

    Onun icin fizikte,
    kimyada, biyolojide, sosyal bilimlerde, siyasette her yerde sonuclarin nedenleri var. Onun icin neden-sonuclari begenmiyorsaniz, yapacaginiz sey, nedenleri degistirmek.
    Son zamanlarda Turkiyede bu anlayis oldukca gelisti. Sivil toplum orgutleri bunu yapiyorlar, sivil toplum orgutleri begenmedikleri bir sonucu degistirmek icin bir araya geliyorlar,ugrasiyorlar, bazen yapiyorlar, bazen yapamiyorlar, ama bu anlayis bati demokrasilerinde cok yaygin bir anlayis. Begenmediginiz bir toplumsal sonucu duzeltmek icin, nedenleri degistirecek bir yola girin, orgutlenin, ugrasin bir sonuc alirsiniz. cabuk olmaz ama bir gun olur. Bos durmayin, kendi haline birakmayin. İste bu anlayis, bence Galileonun 1600lu yillarda yaptigi buluslari anlatmasindan, onlarin propagandasini yapmasindan, onun Bati Avrupayi butunuyle etkilemesinden ortaya cikan bir yaklasim. Bunu Bati Avrupadaki siyasetcilerde de goruyoruz. Bati Avrupadaki siyasetcilerde; ben onlarla konustugum zamanlarda gorurdum, siyasal konular yillarca ayni konu tartisilmiyor. Bir konu cikiyor, tartisiliyor. Bu iktidar, muhalefet lehinde, aleyhinde bir sene iki sene uc sene sonunda
    bir yere variliyor.
    Bizde, mesela universite yasasi yillardir tartisiliyor, cunku tartisanlar, (ben universiteliler icin soylemiyorum, burada siyaset isin icine giriyor) iki parti karsi karsiya geldigi zaman konuyu birakiyor, (ben de icinde bulundugum icin, kendimi de elestirerek soyleyeyim) konuyu birakiyor, sen bunu soyleyecek insan degilsin, cunku sen vaktiyle sunu yaptin. Senin bundan sonra ne yapacagina kimse inanmaz diyor, tabi o da cevap veriyor. Sen benden daha fenasini yaptin diyor. O zaman konu unutuluyor. Konu bir tarafa birakiliyor, karsilikli kim daha gecmiste iyi calisti onu gostermek yarisina donusuyor is. Bir taraf kazaniyor belki ama, konu unutuluyor. Ama tabi konu duruyor, gene tekrar geliyor. O zaman baska partiler cikiyorlar, onlar ele aliyorlar. Onlar da bu defa tam ele alacakken, gene kisisel meseleler isimize karisiyor.
    Bakin bu anlayis, duygusal yaklasim, Batida yok. Ben oyle saniyorum ki; bu 16nci ve 17nci yuzyildaki bilimsel devrim, bu anlayisi ortadan kaldirdi. Bir sonuca varmak istiyorsaniz mantikli dusunmek zorundasiniz. Duygusal dusunerek bir yere varamazsiniz. Hosunuza gider kavga edersiniz, belki karsi tarafi yenersiniz, ama mantikli davranmazsaniz sonuca gidemezsiniz. Sorunu cozemezsiniz.

    Diğer kısma yani din ve ahlak kültürü derslerine(ki diğer dayatma dediğiniz bu derslerin zorunlu olması ise eğer!) ,din felsefinin anlayışına geçmeden size bir soru sormak istiyorum;

    Din ve devlet işlerinin ayrılması amacı ile “din işlerinden sorumlu bir kurum” var.Bu kurum da çoğunluğun Sünni anlayışına uygun olarak devlet bütçesinden ödenek alıp hizmet veriyor.Bu kurumun devlet ile doğrudan ilişkisi sorgulanmıyorken aynı devletin diğer bir kurumu olan eğitim sistemi ile müfredat belirlemesi,dinin,nasıl,kime ve hangi şartlarda öğretildiğinin tartışılmasını ve bunun dayatma olarak kabul edilmesini beklemek sizce yaklaşımın tarafsızlığı konusunda güven verici ve adil bir talep mi?

  11. Yazan:fuatogl Tarih: Eki 1, 2008 | Reply

    @Cuvaldiz;
    Guven verici ve adil bir talep acisindan sunu nasil buluyorsunuz:

    Diyanet laiklige aykiri ve kaldirilmasi gereken bir kurumdur. Egitim sistemi ogrencileri belli bir kaliba gore, belirli bir dini inanisa/algiya gore degil, ogrencilerin mumkun oldugunca ozgur yetisecegi, yaraticiliklarini gelistirebilecekleri bir ortami saglamalidir.

    Birde sunu sormak istiyorum; sizce Hatice arkadasin sikayet ettigi konular gercekten sorunlu degil mi? Yanlisligi “apacik” degil mi?

  12. Yazan:Hatice Erdem Tarih: Eki 1, 2008 | Reply

    Cuvaldiz arkadas,
    Oncelikle vakit ayirip da dusuncelerini ayrintili bicimde ilettigin icin tesekkur ederim. Erdal Inonu’nun konusmasi gercekten lokum gibi akiyor, cok yararlandim.
    Sanirim burada fuat beyle tamamen paralel dusunuyorum (bilmiyorum belki siz de… oyle ama bu ortamda ayrintilara girmek zor oluyor)

    E.Inonu’nun konusmasindan bagimsiz olarak bana felsefe dersi adi altinda kucucuk cocuklara beyin yikayarak tanriyi kesfetme egzersizleri yaptirilmasi (cocuklar islenmemistir, kendilerine yalnizca bir tarafin mantik silsilesi sunulmakta, ne cok tanrili dinlerin argumanlarindan, ne dinsizlerin argumanlarindan, ne de diger muslumanliktan sonra da geldigini iddia eden dini argumanlardan bahsedilmekte, burada bi dayatma oldugu cok acik bence), ortunmenin sanki her sey bitmis de sira ona gelmis gibi ‘ortunmek dini bir gerekliliktir’ diye sunmak (gene ortunmenin kadini asagilayan yonlerine, diger dusuncelere kesinlikle yer vermemek, boyle boyle diyen insanlar da var dememek) son derece yanlis gozukuyor.

    Ben de muslumanim ancak bu gibi dini siyasallastirmaya goz kirpan uygulamalardan son derece rahatsizim.

    iyi bayramlar.
    hatice.

  13. Yazan:çuvaldız Tarih: Eki 1, 2008 | Reply

    Fuat bey,

    Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı’nın 2009-2010 eğitim-öğretim yılında okutulacak felsefe dersleri için hazırladığı “öğretim programı taslağı” felsefenin evrensel amaçlarından uzak. Programa göre, derslerde öğrencilerden her varlığın meydana gelişinde bir amacın olduğunu bulmaları isteniyor.
    Felsefi bilgiden yoksun olarak, felsefi bakış açısı olmayan birçok etkinlikte öğrencilerin varlığına ilişkin kanıtlara ulaşmaları isteniyor.
    Program taslağında, “Felsefe nedir?” konusuyla ilgili olarak sınıfta yapılması öngörülen etkinlikte “Şeyh Edebali’nin Osman Bey’e nasihati”nin sınıfta okunarak, öğrencilerin söz konusu parçayı yorumlamaları isteniyor. “Varlık Felsefesi” konusunda ise etkinlik önerisi olarak öğrencilerin evrende fark ettikleri düzene ilişkin örnekler vermelerinin istendiği taslakta, “Her varlığın meydana gelişinde bir amacın olduğu öğrencilere buldurulur” ifadesi yer alıyor. Taslakta “Siyaset ve Felsefe” konusunda ise öğrencilerden “Bir saat adaletle hükmetmek, bir sene ibadet etmekten daha hayırlıdır” hadisi üzerine bir komposizyon yazmaları isteniyor.

    Metni böyle okursanız itiraz,”fetsefe”nin öğretilme tarzına ve seçilen müfredata,yönteme ilişkin olur.Böylelikle herkesin katılarak fayda sağlayacağı sağlıklı tartışma zemine oluşturulabilir.

    Bu metin “din ve Tanrı” fikrinden uzak kalarak okunduğunda itiraz edilebilecek hususlar sadece seçilecek eserler üzerine olacaktır.Bu da kolaylıkla çözümlenmeyecek bir sorun değildir.

    Kimsenin amacının kişileri soran,kendi ikna olduğu cevapları bulmak için bağımsız düşünebilen insanlar yetişmesine karşı çıkacağını sanmıyorum.

    Ancak bu önerilen yöntemin,“ezberci” tektipleştirilmiş zihniyet oluşumuna engel olacağı kesin.Bu nedenle bazılarının bu yönteme şiddetle itiraz edeceği de muhakkak.

    Birde sunu sormak istiyorum; sizce Hatice arkadasin sikayet ettigi konular gercekten sorunlu degil mi? Yanlisligi “apacik” degil mi?

    Hayır.Zira metin özellikle bir amaca uygun olarak kaleme alınmış,yönlendirici.

    Dediğim ayıklamaları yaparak okuduğunuzda ortada çok da itiraz edilebilecek (en azından konu üzerinde kafa yorup “düşünen”, duygusal olmayan insanlar için) bir “yanlış”lığın olduğunu düşünmüyorum.Ezberci,kabullenici,soru sormaya kapalı,sen ne dersen doğrudur diyen bir önkabul sahibi olmak üzere şartlarndırılmış/ beyinleri yıkanmış,dikte edilen bilgilerin ötesini,fazlasını merak etme duyguları,hevesleri törpülenmiş çocuklardan oluşacak geleceğin “kolay” yetişkinlerine “sahip” olunamayacağına inanmış insanlar elbette “Din ve Tanrı” motifleri ile bir güzel ambalajlanarak sunulmuş böyle bir “yöntemi” elbette kabul etmeyeceklerdir.

    Sanırım siz de metinin ayıklanmış halini okuduğunuzda ortada bir yanlışlığın olmadığını anlamışsınızdır!

    Din,dini inanışlar bir gerçektir.Çocukların, toplumun bütününü,inansa da inanmasa da kuşatmış/etkilemiş olan “inancın” sorgulamasını da yapmasında ne gibi bir sakınca olabilir ki?

    Siz olsanız hangisini tercih edersiniz; bildiklerinizi karşınızdakinin sorarak öğrenmesini mi yoksa soru sormasına,düşünmesine fırsat bile vermeden ezberleterek mi?

    Yanlış olan hangisi?

    Felsefenin en basit evrensel kabul görmüş temeli,düşünmek ve sormak değil midir?Bizim eğitim sistemimiz bu temel üzerine mi inşa edilmiştir?Çocuklar okula gitme yaşları gelene kadar sordukları sorularla ebeveynlerini bunaltmazlar mı?Aklına yatan tatmin edici bir cevap bulana kadar çocuğunuzun aynı soruyu defalarca sorduğuna hiç tanık olmadınız mı;Bu Ne?Neden?Niçin?Niye öyle?Nasıl olmuş?Neden soğuk?
    Konu din yada Tanrı bile olsa çocukları düşünmekten,soru sormaktan uzaklaştırıcı bir yönteme, bir ideolojiye hizmet etmek uğruna bu tip kaynaklanmış detaylarla “yanlışlayarak” itiraz etmeye çalışmak çocukların iyiliğini göz önünde bulunduran güven verici ve adil bir yaklaşım mıdır Fuat bey?.

    Diyanet laiklige aykiri ve kaldirilmasi gereken bir kurumdur.

    Diayanet,devletin kendini tanımladığı “laik” olma anlayışının dışındadır.Devlet diyaneti bir kurumu olarak bünyesinde tuttuğu ve hizmetinden faydalandığı sürece kendini “laik” olarak tanımlayamaz zira kurumun devlet içindeki varlığı “laik” olma iddiasının yalanlamaktadır.Bu iddianın güvenilirliği kalmamaktadır.

    Egitim sistemi ogrencileri belli bir kaliba gore, belirli bir dini inanisa/algiya (İDEOLOJİ’ye)gore degil, ogrencilerin mumkun oldugunca ozgur yetisecegi, yaraticiliklarini gelistirebilecekleri bir ortami saglamalidir.

    Kesinlikle sizinle hemfikirim.Tek bir eksik vardı onu da ben tamamladım.İtirazınızın olacağını sanmıyorum 🙂

  14. Yazan:çuvaldız Tarih: Eki 1, 2008 | Reply

    Hatice hanım,

    Oncelikle vakit ayirip da dusuncelerini ayrintili bicimde ilettigin icin tesekkur ederim.

    Est. Birbirimizi doğru anlamak için bunun elzem olduğunu düşündüm.Bu nedenle de İnönü’den özünü değiştirmemek için kısaltmadan alıntıladığım uzun paragraflarla sizi anlamaya çalıştım.Tamamıyla çuvaldız olarak sizi yanıtlamış olsaydım birbirimiz doğru anlıyor olamayabilirdik zira ben İnönü’den ve eğitim-sen den alıntı yapılmış iki metin okudum gerçekte Hatice hanım nasıl düşünür bilemiyorum.Elbette alıntı metinlere katılmıyor olmasanız göndermezdiniz ama siz ve ben konuşuyoruz burada detaylar önemli.

    Erdal Inonu’nun konusmasi gercekten lokum gibi akiyor, cok yararlandim.

    Ben yazmış olsaydım bu tanımı kullanmazdınız sanırım .-)bu da benim size bayram ikramım olsun o halde. 🙂
    Bizde misafirin getirdiği yiyecek hemen açılır ve ikram edilir.Kalsın ayıp yada misafir gidince biz yeriz demeyiz.Kısaca misaifr hem getirdiğini hem de bulduğunu yediği için mide fesatına uğrar.Anlayacağınız bayram ziaretlerinde misafirlik zor zanaat,sağlam mide istiyor hele 29 gün oruçtan sonra 🙂

    Sanirim burada fuat beyle tamamen paralel dusunuyorum (bilmiyorum belki siz de… oyle ama bu ortamda ayrintilara girmek zor oluyor)

    Olsun ben size yine İnönü lokumu ikram ederim hoş getiren sizsiniz ama olsun nasılsa beraber yiyoruz. 🙂
    Bu ortamda ayrıntılara girmek zor oluyor demek yerine şöyle yapılabilir mesela; “burada yazı/yorum göndererek ısrarla fikirlerini doğru/detaylı anlatmaya çalışanlara” fikir mühendisleri yada tartışma mühendisleri” diploması verilebilir.(Alman prof.İnönü’ye,İnönü’den bize 🙂
    Durum böyle,beğenmiyoruz ama n’apalım alıştık demek yerine ısrar etmek daha iyi olabilir ,ne dersiniz?Böylelikle birbirimizin düşündüklerini öğrenme,
    ve anlaşma şansımız oluyor.

    E.Inonu’nun konusmasindan bagimsiz olarak

    Fuat beye yazdığım cevabi yorumdan anlaşılacağı üzere E.İnönünün lokum gibi dediğiniz konuşma metninin özü tam da yukarıdaki eleştirdiğiniz “yönteme=mantık silsilesine” işaret etmekte.Bu nedenle “bağımsız olarak ele almak” dediğiniz gibi pek mümkün görünmüyor.Elbette siz bunu talep eder ve konuya “bağımsızlaştırma “adı altında farklı bir şekilde yaklaşmayı tercih edebilirsiniz ama o zaman da aşağıdaki taleplerinizin gerçekleşme ihtimaline giden yolun üzerindeki açılan kapıyı bizzat siz kendi ellerinizle kapatmış olursunuz.

    Eğer,işin özü düşünmek, sorgulamak ,farklı perspektiflerden bakabilmek (farklılıkları anlamdırabilmek) adına çocuğa bir alışkanlık kazandırılmasını talep etmek ve bu yönde yapılacak bir iyileştirmeye destek vermek ise eğer ben “din ve Tanrı” kelimelerinden arındırılmış itiraz metninde kayda değer bir sorun yada yanlış görmüyorum.İşimize gelene siyaseten taraf olma duygusallığı ile yaklaşıp itiraz eder yada destek verirsek olduğumuz yerde kalmaya devam ederiz ve aynen İnönünün dediği gibi bu siz-biz siyasi çekişmesine döner ve asıl mesele olan konu unutulur gider.

    bana felsefe dersi adi altinda kucucuk cocuklara beyin yikayarak tanriyi kesfetme egzersizleri yaptirilmasi (cocuklar islenmemistir, kendilerine yalnizca bir tarafin mantik silsilesi sunulmakta,

    Tanrıyı keşfetme egzersizleri,güzel bir tanım.

    Beyin yıkama

    Keşfetme

    Egzersiz yaptırma

    yalnizca bir tarafin mantik silsilesi sunulmakta

    (cocuklar islenmemistir, kendilerine yalnizca bir tarafin mantik silsilesi sunulmakta, ne cok tanrili dinlerin argumanlarindan, ne dinsizlerin argumanlarindan, ne de diger muslumanliktan sonra da geldigini iddia eden dini argumanlardan bahsedilmekte,
    burada bi dayatma oldugu cok acik bence),

    Sizin itiraz ettiğiniz nedir?Keşfetme ve egzersiz yaptırma olamaz sanırım’Keşfetmek amacıyla egzersiz yapılmasını salık veren bir yöntem sonucunda sizin de bildiğiniz gibi “beyin yıkama” gerçekleş(e)mez.

    Bu durumda sizin itirazınızın tek ve elde tutulur gerekçesi olarak ortada “tek tarafın” mantık silsilesi sorunu kalıyor.(mantık silsilesi=yöntem sorununa açıklama yaptığımı düşünüyorum)

    Bu da sizin tek taraf olarak derken aslında “tek tanrılı” dinin sorgulanmasına,üzerinde tartışılmasına karşısınız anlamına geliyor.Siz tek ve çok tanrılı dinlere ait din ve Tanrı sorgulamasına karşı değilsiniz o halde?

    Çocuklara önce Tanrı keşfettirilerek sonra çoklu Tanrılar da kolaylıkla anlatılabilir öyle değil mi?Çok Tanrılı dinler anlatılacaksa buna bir itirazın olmayacağınızı anlıyorum!

    Fuat bey kendi atesit inancını tanımlarken “negatif duruş” demişti ve bunu da anti-tez olarak tanımlamıştı.(yanılmıyorum değil mi Fuat bey?)
    Bir çocuğa dinsizliğin argumanlarını,ateizmi ve onunla ilişkili argumanları öğretebilmek için önce üzerine inşa edilmiş “tez”i* öğretmeniz gerekmez mi?Boşluk (temel olan bilgi reddedilerek yok sayılmış ise!)üzerine hangi mantık silsilesi kurulabilir.

    ortunmenin sanki her sey bitmis de sira ona gelmis gibi ‘ortunmek dini bir gerekliliktir’ diye sunmak (gene ortunmenin kadini asagilayan yonlerine, diger dusuncelere kesinlikle yer vermemek, boyle boyle diyen insanlar da var dememek) son derece yanlis gozukuyor.

    Bu kısma da elbette seve isteye yorum yazmak isterdim ama önce yukarıdaki bazı konuları sizinle tartışarak birbirimizi doğru anladığımızdan emin olmalıyız diye düşünüyorum.Cevaplarınızdan sonra bu paragrafla konuşmaya devam ederiz,tabii isterseniz.

    Ben de muslumanim ancak bu gibi dini siyasallastirmaya goz kirpan uygulamalardan son derece rahatsizim.

    Bu husus içinde geçen “dinin siyasalllaştırılmasından” kastettiğinizin ne olduğunu yukarıdaki sorularıma cevap vermenizden sonra anlayabileceğimi sanıyorum.Sizin neye itiraz ettiğinizi net olarak anlamış değilim çünkü.

    Size de iyi bayramlar.

    *?(fuat bey bunun cevabını daha önce “teizmden sorularıma net cevap alamadığım için seçtiğim duruş ateizmdir demiştir de!)

  15. Yazan:fuatogl Tarih: Eki 2, 2008 | Reply

    @Çuvaldız;
    Öyle böyle değil, baya baya itirazım var. O tarz bir yöntem çok ince bir şekilde truva atına sokulmuş bir beyin yıkama yöntemidir. Kesinlikle ve kesinlikle ne ezberciliği öldürür nede yaratıcılığı geliştirir. Şimdi kılı kırk yarma oyunu oynamamak lazım böyle şeylerde. Yapılan şey açıktır ve bellidir. “Düzen vardır, düzen varsa mutlaka bir ‘sebeb’, yani bir ‘yaratan’ – you know what I mean!!!” Durum budur. Ve bunun ne kadar yanlış ve kritik düşünceyi öldüren bir “kalıp”, “ezber” olduğu ise ortadadır. Buna göre yetişen insanlarımız Fizğin temel yasalarını anlamaktan aciz durumdadır. Kimya okuyup entropi nedir bilmeyen kimyacılarımız var – ve çıkış noktaları yukarıda ‘verilmek istenen’ ezberin sonucu. Dünyada eşi benzeri görülmemiş bir sığlaşma, ve altında hep bu tarz “ezberler” yatıyor maalesef. O yüzden kesinlikle katılmıyorum. Ve dünyanın aklı başına eğitim veren hangi okuluna üniversitesine götürürseniz götürün hepsi daha ilk görüşte aynı şeyi diyecektir 3 aşağı 5 yukarı.

    Bir çocuğa dinsizliğin argumanlarını,ateizmi ve onunla ilişkili argumanları öğretebilmek için önce üzerine inşa edilmiş “tez”i* öğretmeniz gerekmez mi?

    İyi bir tartışmacı olduğunuzu teslim edeyim – ama bunu kabul etmek için biraz saf olmak gerekmiyor mu? Neyin nasıl yapıldığını hepimizin yaşayarak gördüğü Türkiyeden bahsediyoruz. Bu kadar saf yerine koymayın bizi lütfen 🙂 Ben şahsen bu konuda “ön-yargılıyım”. Ve bu ön-yargının, haklı sebebleri olduğuna inanıyorum. Belirli bir hegemonya var eğitim ssteminde, zaten derslerin durumundan bile bu apaçık ortadadır – kuruntu filan değil. Hangi hakim anlayışın eğitim sisteminde hakim olduğunu iyi biliyorum, bu anlattıklarınızın nasıl uygulanacağını, hangi fikirlerin empoze edilmeye çalışılacağını iyi biliyorum. Keşke çocuklar birbirleriyle hiçbir önyargıya kapılmadan inanç ve inançsızlığı tartışabilecek “sembolik şiddet” den uzak bir ortam olsaydı, keşke eğitimci insan malzememiz empoze etme özelliği defalarca tecrübe edilmiş bir hamurdan olmasaydı. Fakat böyle bir ortam yok! Bunu hepimiz çok iyi biliyoruz, belirli bir hegemonya var. Hiçbir çocuk kolay kolay “ben inanmıyorum” yada “ona katılmıyorum bence şöyle şöyle” diyemez ve diyemiyeceğini hepimiz biliyoruz. Diyebilmiş birisi olarak, “sana anan baban hiç mi öğretmedi?” gibi hiçbir öğretmene yakışmayacak tarzda ifadeleri defalarca işittim şahsen. Sorunumuz da böyle bir ortamın ortadan kaldırılıp, herkesin özgürce yaratıcılığını fikirlerini geliştireceği bir eğitim. Bunun yolu da, “düzen vardır o halde sebebi vardır (tanrı), hadi bunu bulun (demek ki var! O halde bulman bekleniyor!)” mantığını ince ince işlemekten geçmiyor kesinlikle. Açıkca söylemek gerekirse, bu zihniyetin zaten beterden beter olan eğitim sistemimizi daha da berbat hale getireceğine inanıyorum.

    Okullarda bilgi verirsiniz, yalın bilgi. Birde bu bilgiyi ISTEDIĞI ŞEKILDE kullanacak boşluk ve ortamı. O şekilde kimin elinde ne olacağı belli olmayan “kanaat” ları işlemek ve özümsetmek okulun, eğitimin, öğretmenin görevi değildir.

    Ve öyle akıl almaz, insanı hayrete düşürecek uygulama var ve öneriliyor ki, bunların açıkca, kategorik olarak çöpe atılmaması, absürdlüğün görülmemesi ve sonra bilim bilim denmesi gerçekten üzücü.

    Bu dediklerimizin hükmü olmadığını biliyorum. Gücü olan yine yapacağını yapacak, üzerine hegemonyasını yerleştirecek zaten açıkca “zararlı” olan eğitimimize. Fakat bu çarpık ve berbat sistemin, kendisini acı acı sürekli bir biçimde göstereceğini de biliyorum.

    “teizmden sorularıma net cevap alamadığım için seçtiğim duruş ateizmdir” demiştir de!

    Tam olarak öyle dememişimdir Çuvaldız arkadaşım. Cevap varmış da ben anlamamışım gibi demek istediniz herhalde. Teizmin yapmaya çalışdığı açıklama yanılgılı, temelsiz ve hiçbir kanıta dayanmadığı için bu açıklamaları kabul etmiyorum. Dolaysıyla benim duruşum ben ateistim dememi bile gerektirmiyor – just follows. Dolaysıyla, din için kullandığımız, din açısından anlamlı olan “inanç” kavramı elbette benim tavrımla hiçbir alakası yok. “Benim dediğimi kabul etmiyor, o halde inançlısın” gerçekten çok sağlam birşey değil. Neyse girmeyelim yine buralara…

  16. Yazan:çuvaldız Tarih: Eki 3, 2008 | Reply

    Fuat bey,

    Ben şahsen bu konuda “ön-yargılıyım”. Ve bu ön-yargının, haklı sebebleri olduğuna inanıyorum.

    Sizin ”ön-yargılarınızdan” haberdarım,daha önce de yazdıklarınızı okumuştum;

    Benım aslında dınlerden hoslanmadıgım fılan mı? Bunu hemen ıtıraf ederım, evet hoslanmıyorum, dogma uretme, ıtaat kulturu, elestiri ve kritik dusunmeyi onleyici ozellikleri vs.vs bircok seyi sayabilirim, genel olarak dinlere karsi oyle bir tutumum var, hakli yada degil.

    Anlıyorum ki;ön-yargılarınıza ve onun kişisel deneyimlerinizden dolayı yine sizin tarafınızdan oluşturmuş sebeplerinin haklılığına siz bu kadar inanmışken “yöntemi” görüp üzerinde kritik düşünüp eleştirmenizi ummak benim için beyhude bir bekleyiş olur.
    Keşke neye inandığınızdan,onu neye benzettiğinizden,kimin ne amaçla ne yapmaya çalıştığından çok sistemin/yöntemin nasıl düzeltilebileceğine dair size ait çözüm odaklı fikirlerizi yazmış olsaydınız. Hiç olmazsa üzerinde düşünülebilecek bir alternatif daha olurdu.Konuya yaklaşım şekliniz annenizinkinden farklı değil.Kişisel deneyimlerinizden,inançlarınızdan yola çıkrak “Truva atına sokulmuş beyin yıkama iddianızı” meşrulaştırmaya çalışıyorsunuz.

    http://www.derindusunce.org/2007/10/02/atamin-ogretmenleri/

    Bu başlıktaki yazıyı ve yorumları okumanızı “sadece” tavsiye ederim.

    Not:

    “teizmden sorularıma net cevap alamadığım için seçtiğim duruş ateizmdir” demiştir de!

    Ateizm bir din yada deger degildir, dogaustu tanri ve din iddiasinin ikna edici bulmayan bir negatif durustur.

    http://www.derindusunce.org/2008/08/18/ateistlerin-afyonu/#comments

    Ben de bu iki cümlenin yazımı dışında anlam bakımından farklı olduklarını düşünmüyorum.

  17. Yazan:fuatogl Tarih: Eki 3, 2008 | Reply

    @Cuvaldiz;
    “on-yargili” dememi o sekilde kullanacaginizi biliyordum. Ve sanki konuyla iliskiliymis gibi benim neden hoslanip hoslanmadigi aktarmaniz da anlamsiz geldi. Ben bunlari kazara da, oyle oldugu icin soyledim, saklamak gibi bir kaygim yok ve on yargi ile hic alakasi yok. Aslinda bunu size yazdiran tavra iliskin birseyler anlatmaya calistim. Nedir bu? Bir insanin sizin dininizden hoslanmamasi, daha dogrusu genel olarak dinlerden hoslanmamasindan “anlamli” birseyler cikartiyorsunuz! Beni dogruluyorsunuz. Ve genel olarak dinsizligi sapiklik, musveddelik olarak goren bir ortamda bunu yaptiginiz icin durumun vehameti bence daha da acik. Degindigim noktalara hic dokunmadan, direktman bu bahsettigim “arka plandan” yola cikip “birseyler” demek istemissiniz – (“bakiniz bu zaten din dusmani bir dinsiz ve boyle oldugu icin mesele kapanmistir tartismaya bile gerek yok – bunu gostermek yeterlidir!” tavri). Alisigim.

    Ben “on-yargima” gerekcelendiriyorum, neden cekinceli durdugumu anlatiyorum. Ama siz direktman “on-yargilarin” sistematik olarak derslerde islenmesine makul gerekceler ariyorsunuz, asil sorunu gormezden gelerek. Dedigim gibi, dunyanin neresine giderseniz gidin – boyle sey olmaz cevabini alacaksiniz! Kafamdan uydurmuyorum, yanlisligi acik secik meydandadir.

    Ikincisi bence tekrar dusunun su teizm meselesini. Birseyin ikna edici olmaktan uzak olmasi baska, “net” olmamasi baska birseydir.

  18. Yazan:fuatogl Tarih: Eki 3, 2008 | Reply

    @Cuvaldiz;
    “on-yargili” dememi o sekilde kullanacaginizi biliyordum. Ve sanki konuyla iliskiliymis gibi benim neden hoslanip hoslanmadigi aktarmaniz da anlamsiz geldi. Ben bunlari kazara da, oyle oldugu icin soyledim, saklamak gibi bir kaygim yok ve on yargi ile hic alakasi yok. Aslinda bunu size yazdiran tavra iliskin birseyler anlatmaya calistim. Nedir bu? Bir insanin sizin dininizden hoslanmamasi, daha dogrusu genel olarak dinlerden hoslanmamasindan “anlamli” birseyler cikartiyorsunuz! Beni dogruluyorsunuz. Ve genel olarak dinsizligi sapiklik, musveddelik olarak goren bir ortamda bunu yaptiginiz icin durumun vehameti bence daha da acik. Degindigim noktalara hic dokunmadan, direktman bu bahsettigim “arka plandan” yola cikip “birseyler” demek istemissiniz – (“bakiniz bu zaten din dusmani bir dinsiz ve boyle oldugu icin mesele kapanmistir tartismaya bile gerek yok – bunu gostermek yeterlidir!” tavri). Alisigim.

    Ben “on-yargima” gerekcelendiriyorum, neden cekinceli durdugumu anlatiyorum. Ama siz direktman “on-yargilarin” sistematik olarak derslerde islenmesine makul gerekceler ariyorsunuz, asil sorunu gormezden gelerek. Dedigim gibi, dunyanin neresine giderseniz gidin – boyle sey olmaz cevabini alacaksiniz! Kafamdan uydurmuyorum, yanlisligi acik secik meydandadir.

    Ikincisi bence tekrar dusunun su teizm meselesini. Birseyin ikna edici olmaktan uzak olmasi baska, “net” olmamasi baska birseydir.

  19. Yazan:çuvaldız Tarih: Eki 3, 2008 | Reply

    Fuat bey,

    Size hitaben yazdığım yorumun herhangi bir satırında “sizler” diyerek genelleme yapmadım. Özellikle sizin tercih ettiğiniz “önyardılı” dikte etmeye yönelik tavrın yanlışlığını anlatmaya çalıştım.Siz ise yine cevap verirken siz-biz çerçevesine hapsedilmiş bir cevap verdiniz.

    Ve genel olarak dinsizligi sapiklik, musveddelik olarak goren bir ortamda bunu yaptiginiz icin durumun vehameti bence daha da acik.

    Karşınızdaki insanın aynen sizin olduğunuzu iddia ettiğiniz gibi ortamdan(ki bu yine sizin oluşturduğunuz önyargılı bir iddia)bağımsız olarak eğitim sisitemini herhangi bir propogandist tavır benimsemeden tartışabileceğini anlayamıyorsunuz.
    Ve bu nedenle de yazmış olduğunuz şu cümlenizde ifade ettiğiniz tutumu sergilemiş olduğunuzu düşünüyorum ve evet siz de bunu ispatlamış oldunuz;

    “bakiniz bu zaten din dostu bir dindar ve boyle oldugu icin mesele kapanmistir tartismaya bile gerek yok – bunu gostermek yeterlidir!” tavri= “Truva atına sokulmuş beyin yıkama yöntemi, Kesinlikle ve kesinlikle ne ezberciliği öldürür nede yaratıcılığı geliştirir. Yapılan şey açıktır ve bellidir.”

    Bunu dediğiniz gibi olmayabileceğini gösterebilmek için metni muhalefet oluşturabilmek için özellikle eklenmiş olduğunu düşündüğüm “din ve Tanrı” kelimelerinden ayıklayarak yazdığımda apaçık duran ve ezberci olmayan yaklaşımı bile görmezden gelmeyi tercih ettiniz ve tavrımı BİLE kılı kırk yarmak olarak değerlendirdiniz.

    Siz sahip olduğunuz,konuya yaklaşım tarzınızda bile iletişim kurabilmek adına değişime tahammülsüzken nasıl olur da değişim,gelişim için sizinle fikir alış verişinde bulunabiliriz?
    Siz sipere yatmış,parmağını makineli tüfeğin tetiğinden çekmeden,gelenin kim olduğuna ne dediğine daki bak(a)madan sürekli boşluğa ateş eden kokmuş bir asker gibisiniz!

    Karşınızdaki ne diyor dinleyin anlayın önce sonra gerekirse ateş edin!Bu kadar korkulacak bir durum yok sizi temin ederim 🙂

  20. Yazan:fuatogl Tarih: Eki 4, 2008 | Reply

    @Çuvaldız,
    Bence korkulacak birşey var ortada. Savunmaya çalışdığınız uygulama/zihniyet hele hele eğitimde korkutucu ve ciddiye alınacak bir sorun – gri dönüşü olmayan sonuçları var nesillere yayılan. Bunu son 20-30 yıllık sonuçlarıyla görüyoruz. 20-30 yıl dememin sebebi, savunmaya çalışdığınız şeyin 12 Eylül le beraber yerleştirilmeye çalışılan zihniyet olması. Farkında yada değil, 12 Eylül ve onun eğitim ideolojisini yeniden üretiyorsunuz, daha da katmerli hale getiriyorsunuz, sadece frekans/şiddet artışı var.

    Ön-yargı dememin sebebi bu. Görüp bildiğimiz şeyin, sizin yukarıda yumuşatmaya çalışdığınız şey olduğu alenen ortada. Bu işi meslek seçmiş insanlar bile durumun ne olduğunu apaçık görüyor, buyurun okuyun bykot etmiyorsanız:
    Dersimiz ‘felsefeden çıkış’
    Bunlar ya felsefeci değil yada toptan kuruntulu önyargılı felsefeciler filan oluyor belkide.

    Bu ne olduğu açıkca belli olan durum eğer açıkca savunulup kabul görebiliyorsa, onu bırak müfredata bile girebiliyorsa, insanların demokrasi,özgürlük,köktenclik vb. meselelerindeki kaygılarının hiç de boş olmadığı anlarız. Hemde hiç değil.

    Eğitimdeki bu geriletici uygulamaların sonuçlarını gördük ve görmeye devam ediyoruz. Kuru ahlak vaazlarıyla, din ezberletmekle, bilimi kuş etmekle neler elde ettiğimizi gördük. Gençlerimiz sokak ortalarında turist tecavüz etmeye kalkışabiliyor toplumda infial yaratmadan, sözde en muhafazakar kesimlerin hipokrasi malzemesi yaptıkları “ürünleri” kendileri tüketim rekorlaı kırıyor, bilimsel bilgi ve kuramları özümseme konusunda iç burkucu bir şekilde dünya “en kötüler” listesinde başı çekiyoruz, dünya alemin gülüp dalga geçtiği şarlatanlar gençlerimiz tarafından ciddiyetle tüketiliyor – her alanda alabildiğine bir sığlaşma…Bu anlayışlarla bu şekilde devam ettikçe durumun daha da berbatlaşacağını hep beraber yaşayarak göreceğiz maalesef.

  21. Yazan:balamir Tarih: Eki 4, 2008 | Reply

    Aslina bakarsaniz benzer gerilimler, tartismalar yillardir Amerika’da da yasaniyor. Bu acidan bizim asiri muhafazakar-mukaddesatci cevrelerin tepkileri ve egitimi dinsellestirmeye calismalarinin hiristiyan fundamentalistninkileriyle benzerligi gercekten de dikkat cekici.

    Bizim felsefe dersine bu sacmaliklarin 12 eylulden beri artan dozda sokulmasiyla burdaki akilli tasarimin biyoloji dersinde evrimin yaninda okutulma talepleri arasinda cok da bir fark yok kanimca.
    Su videolardaki amerikan asiri muhafazakarlarinin argumanlari bizimkilerinkine ne kadar da benziyor
    http://www.pbs.org/wgbh/nova/id/program.html

  22. Yazan:çuvaldız Tarih: Eki 4, 2008 | Reply

    Fuat bey,

    Benim de burada işaret edip dikkati çekmeye çalıştığım ki siz bunu kılı kırk yararak birilerini haklı çıkarmaya çalışmak gibi değerlendirerek bir türlü görmek istemediğiniz noktaları tekrar yazayım;

    Bu eleştirilerde bulunurken “Öğrenci Merkezli” olma iddiası ile geliştirilen yeni programların eski programlara göre eğitimde çağdaşlaşma yönünde çok önemli yenilikler içerdiğini de göz ardı etmemek gerekir.

    Milli Eğitim Bakanlığı, eğitim sisteminin mevcut hali ile eskisi gibi sürdürülemeyeceğini saptamış, yeniden yapılanma iradesini ortaya çıkarmış görünüyor. Bu kendi başına bile çok önemli.

    Evet mevcut,siyasallaşmış örgütsel yapı ile hangi siyasal parti iktidar olursa olsun yapılmaya çalışılan reformlar mevcut iktidarda olanın kendi siyasi anlayışını dayatması olarak değerlendirilecek ve özüne bakılmaksızın muhalefet etme duygusallığının kurbanı olacaktır.Korkum,reform arayışında kabağın gerçek Yapılandırmacı Öğretim kuramı ile Çoklu Zeka Kuramının Öğrenci Merkezli Eğitim kavramının başında patlaması.

    Eleştiri yaparken şunu da değerlendirmek gerek.Bu taslağa yöneltilen eleştirilerden biri de kayseri Üniversitesinde bir grup akademisyenin üzerinde farklı gruplardan destek almadan çalışmış olması.İnsan merak ediyor neden bu taslağa eleştiri yöneltenlerin benzer bir çalışma taslağı mevcut mu?varsa neden eleştirirken bizim hazırladığımız taslak bu hazırlanandan şu noktalarda daha iyi diyemiyorlar da eleştirilerini hazırlanmış “bu taslak” üzerinden yapıyorlar.

    MEB’in vermiş olduğunuz linktekine benzer yazılara cevap olarak yapmış olduğu açıklamada tasalak metinden alınan bazı içeriklerin 1993 tarihli fetsefe ders programında zaten halehazırda olduğunu söylüyor;

    Belirtilen gazete haberinde verilen ve taslak metinden alıntılanan bazı içeriklerin 1993 tarihli felsefe dersi programında da bulunduğu halde bunların şimdiye kadar haber konusu edilmeyerek, bu konulara ilk defa yer veriliyormuş gibi kamuoyunun dikkatine sunulması meslek ilkelerine uygun olmadığı düşünülmekte ve iyi niyetle bağdaşmamaktadır. Konu ile ilgili çalışmalar Bakanlığımızın ilgili birimlerinde gerekli bilimsel ciddiyet içinde sürdürülmekte olup çalışmalar tamamlanınca kamuoyuna duyurulacaktır. Bu aşamada taslak metinler üzerinde yapılan spekülasyonlara itibar edilmemesi önem arz etmektedir. Durum kamuoyunun bilgisine önemle arz edilir.”

    http://www.memurlar.biz/haber/20081003/MEBden-Radikal-Gazetesinin-felsefe-dersi-haberine-yalanlama.php

    Ki sizin de vermiş olduğunuz linkteki bir alıntı 2005 tarihli.

    Kısaca konuyu partizanlık yapmadan tartışmakta fayda olduğunu söylemeye çalışıyorum.

    Diğer taraftan din ve Tanrı inancının çocuklar tarafından anlaşılarak biliniyor olmasında bir sakınca olduğunu düşünmüyorum.Kutuplaşmanın mevcudiyetinden ve bunun sebep olduğu düşmanlıklardan bahsediyoruz.Bunun en temel sebeplerinden biri bilgisizlik.Kişi karşı çıktığının ne olduğunu bilmek durumundadır.Ben dinlerden hoşlanmıyorum/karşıyım diyebilmek için önce neden hoşlanmadığınız konusunda bilgi sahibi olmanız gerekir aksi taktirde bu kulaktan dolma,ezberlenmiş bir tavır sahibi olduğunuz anlamına gelir. Biliyor olmanız inanıyor olmanız anlamına da gelmez.Bu bilgilere sahip olduğunuzda karşınızdakinin ne düşündüğünü anlamanız kolaylaşır.Karşınızdakinin çıkarmış olduğu sonuçlara katılmaz,bu doğrultuda gerçekleştirdiği eylemlerini tasvip etmezsiniz ama sizden farklı sonuçlar çıkarmış olmasına da saygı duyarsınız ve böylelikle ortada yok etmeye dayalı bir kan davası düşmanlığı da olmaz.. mesela kişiler kalkıp kalkınmanın,huzurun,çağdaşlaşmanın ancak dinler yok olduğunda gerçekleşeceğini iddia etme gafletine düşmez de inanan inanmayan birlikte neler yapılabileceğinin yollarını arar.Öyle değil mi Fuat bey?

  23. Yazan:çuvaldız Tarih: Eki 4, 2008 | Reply

    Fuat bet,

    ‘Dini mozaikler’de bazı parçalar eksik
    Üniteler tanıtılırken, ‘Din ve Felsefe’ ünitesinde, ‘Tanrı Hakkındaki Görüşler’ başlığı altında,
    ‘Tanrının Varlığını Kabul Edenler’,
    ‘Tanrının Varlığını Reddedenler’,
    ‘Tanrının Varlığı veya Yokluğunun Bilinemeyeceğini Öne Sürenler’ konularına değinileceği belirtiliyor.
    Ancak taslak programda, ünite içerisinde, konu etkinlik yapılmadan, ‘Tanrı hakkındaki görüşleri bilir ve farklarını ortaya koyar’ kazanımının açıklamalar bölümünde, ‘gerekçelendirme, tutarlılık arama, doğru- yanlış belirleme.

    Tanrının varlığı ile ilgili Teizm, Ateizm, Panteizm, Agnostizim, Deizm gibi görüşlere yer verilmelidir’ ifadeleriyle geçiştiriliyor.

    Ünitede, daha çok ‘tanrının varlığının kanıtlanması’ üzerinde duruluyor.

    Verdiğiniz gazete haberinde eleştiri yapılırken yukaıdaki gibi “eksik bazı parçalardan” bahsedilmiş.Ben o eksik parçanın ne olduğunu anlayamadım,siz anladıysanız yazarsanız sevinirim.

    Eğer bu taslağa “egitimi dinsellestirme calismalari” olarak bakıyorsanız “Tanrının varlığı ile ilgili Teizm, Ateizm, Panteizm, Agnostizim, Deizm gibi görüşlere yer verilmelidir’ denmesine ne diyeceksiniz?

    Bir de eleştiri yapılırken “daha çok tanrının varlığının kanıtlanması” üzerinde duruluyor denmiş.“daha çok” üzerinde durmak ne demek sizce?Sayfa sayısı,kelime sayısı falan mı acaba?

    Eğer böyle ise tarih kitaplarında “daha çok” savaşların anlatılıyor ve “düşmanlarımızın ” kimler olduğuna değiniliyorsa çocuklar birer asker olarak eğitiliyorlar da diyebilir miyiz?

    Tanrı varlığına “daha çok” yer verilince “eğitim dinselleştiriliyorsa” savaşa,şiddete,düşmanlığa daha çok yer verilince de “eğitim militerleştiriliyor” da denmesi gerekmez mi?

    Sizce eğer “Tanrının varlığını red edenler “kısmı üzerinde “daha çok” durulmuş ve “geçiştirilmemiş” olsaydı bu eleştiri kaleme alınır mıydı acaba?

    Bilmem yukarıdaki yorumumda demek istediğime açıklama örneği olarak anlaşılmamı kolaylaştırdı mı?

  1. 1 Trackback(s)

  2. Ara 11, 2008: diyet

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin