RSS Feed for This Post

Mavi Hayatlar

20080928_derin_dusunce_org_bayram.jpg Yazar: Zühre Meryem Kaya 

 İtinayla seçilmiş koltuklar, duvarlarda sevimli çocuk resimleri, renk ve ışık insanları rahatlatmak için özel seçilmiş gibi duruyor. İnceden bir ses geliyor kulağıma; “bayram geldi neyime, anam anam garibem…” Çocukluğumdan hatırlarım bu cümleyi… Annemin her anne sesi gibi içli, yüreğime dokunan sesiyle bu türküyü okuyuşunu… Yanımda gelişen bu konuşmanın devamına İstemeden -birazda isteyerek- kulak kabartıyorum. “Sekiz yıldır tedavi oluyoruz çocuğumuz olmuyor, eşim çok sabırlı ama benim takatim kalmadı. Her gün yeni bir umut diye başladığımız her tedavinin

sonuçsuz kalması beni çok yaraladı. Bayramlara bile sevinemez oldum. Benim bayramım hamilelik testimin pozitif çıktığı gün olacak. Ben o günü kendi bayramım ilan edeceğim. Bekli de öyle bir bayram hiç olmayacak, ama ben bekliyorum. Her yeni günle yeniden, yeni bir umutla…”İnsan selinin olduğu bir cadde… Caddenin her iki tarafında alış veriş merkezleri, lokantalar, mağazalar, takı satan dükkânlar, parfümeriler, eczaneler, aktarlar, marketler, fotoğrafçılar, elektronik eşya satan mağazalar…  Hulâsasında demir, kum, tuğla, çimentodan oluşan soğuk binalar, ama hepsi süslenmiş. “Hadi, biraz yürüyüş yapalım.” diyen, bir arkadaşımla yol alıyorum bu keyifsiz caddede. İnsan seli arasına bizde karışıyoruz. Tıpkı hemen önümde annesiyle yol alan küçük kız çocuğu gibi… Küçük kız bir mağazanın önünde duruyor, annesini çekiştiriyor gördüğü o kabanı ve ayakkabıyı almak için. Annesi “sonra alacağız, şimdi vaktimiz yok!” diye bitiriyor cümlesini. Sesinde bir tuhaflık sezinliyorum, sanki cümlenin devamında gizlenmiş kelimeler varmış gibi… Benim gibi, küçük kız çocuğu da bu tuhaflığı hissetmiş olacak ki suskunlaşıyor neşeyle bayramlık isteyen sesi. Yanımdaki arkadaşım başka bir mağazadan beğendiği bir ayakkabıyı gösteriyor. Garip şekilli bi’şey, fiyatı hayli yüksek. Benim gözlerim tekrar, telaşla küçük kızı arıyor. Halen önümde yürüyorlar… Küçük kızın isteği annesinin sıcak elleri arasında çoktan eriyip kaybolmuş. Anne yanındaki yakınına -yakını olduğunu düşünmek istiyorum- eğilip; “kabanı daha iki yıllık ben onu yıkadım ütüledim, ayakkabılarını boyadım… Fenada olmadı, tabi bende yavrumun en iyisini giymesini isterim. Her şeyden öte onun bayramını bayram yapmak isterim, ama ne yapayım elimden genle bu.” diye bitiriyor kızına söyleyemediği yarım kalan cümlesini. Anne kız kalabalığa karışıyor, çığlıkları ise kimsenin duymadığı yalnızlığa.

Öğlen saatleri… Hava biraz puslu… İnsanlar büyükçe bir binanın sıralı, küçük camlarından dışarı bakıyor. Binaya yaklaştıkça soluklaşıyor renkler… Binanın içi sürekli temizlense de garip bir koku hakim içerde. Bir hastane koridorundayım… Saat mi, adına ziyaret saati diyorlar… Ziyaret saati… Etrafımda hasta insanlar, hasta yakınları… Umutsuz bir hastalığı omuzlayanlar, bu hastalığa siper olmaya hazır insanlar… “Hiçbir şeyi yoktu, birden yere yığıldı, hastaneye getirdik, beyin kanaması geçirmiş…” diye, ağlıyor bir kadın… Hayat arkadaşının yoğun bakımda olduğunu düşündükçe… Bense onu tanımıyorum, o da beni… Sadece susup, izliyorum… Bir ara göz göze geliyoruz, tedirgin bir sesle “geçmiş olsun” demekle yetiniyor dilim… “Sağol” cümlesinin karşılık bulduğu. Utanıyorum kurduğum bu cümleden. Acıları azaltan cümleler kurmak istiyorum, ama… Susuyorum. Yakınları gelene kadar, yanında en yakını olarak beklemek dışında, hiçbir şey yapamıyorum. Ayrılırken yine o sığ kelime dolanıyor dilime; geçmiş olsun…

Görüşmenin günü oluyor. Özlediniz ya birini, öyle hemen göremiyorsunuz. Gün beklemeniz gerekiyor, gün sayılıyor kavuşmak için. Bir dizi boncuk ısmarlanmış dışarıdaki insanlardan… Burası içerisi. Yüksek, kalın duvarlar… Yüksekliğin içeri ışık sızdırmadığı loş odalar… Duvarlarda rutubet kokusu… Acıtan bir hasret… Ağlatan bir yalnızlık… Küçük sevimli bir takı dükkânındayım. Kendi üretip kendi satan, sanat kokan bir dükkân… Kendime bileklik yapmak için boncuk seçiyorum. Yanımda altmışlarında bir amca bakınıyor ortalığa… Yardım istiyor burayı işletenlerden “İçerde bir kızım var o boncukla oyalanıyor işte… Hangilerini alayım anlamam ki ben a kızım.” tabi diyorlar hemen yardım edelim.  Anlatmaya başlıyor amca, kızının hikâyesini… Burası bize özel, ama özenle seçilen içersi kelimesi, buruk bir tebessüm oluşturuyor dudaklarımda. Dışarıdakiler olarak, içeridekilere ve zaman zaman kendi adımıza bile hiçbir şey yapamamamız ne hazin. Oysa her gün gökyüzünü görme şansıyla uyanmak ne anlamlıdır onlar için. Ya sizin için?

“Bayram” dedikleri o kuş cıvıltılı kelime aslında sevdiklerinizle ve elinizdeki hayat hikâyenizle gökyüzünün mavi olduğunu fark etmektir.

İçinizde ki iyilik duygusuyla ve dışınızda ki insan seliyle beraber nice mavi bayramlar… Mavi hayatlar…

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin