RSS Feed for This Post

Kadınların Dikkatine! “Ben de Varım!”

Kol kola yürüyemediğimiz bir “kamusal alan” , bizim “kamusal alanımız” değildir!

 

Bizler inançlı- inançsız, örtünmeyen-örtünen, kadın hak ve özgürlükleri anlayışı içinde “sen varsan ben yokum” demeyen kadınlar olarak;

Başörtülü kadınların; cahil, yobaz, fesat, takiyyeci, fırsatçı, örümcek kafalı gibi sıfatlarla bir “islami robot” imajıyla değerlendirilerek, ırkçı yaklaşımlarla şiddete maruz bırakılmalarına karşı çıkıyoruz. Başörtüsüz kadınların; cinsel meta, teşhirci ya da bir tahrik mekanizması gibi cinsiyetçi yaklaşımlarla değerlendirilmesine karşı çıkıyoruz. Kadınlar arasında yaratılan uçurumların kadınların ezilmesini ve sömürülmesini kolaylaştırdığını biliyoruz. Ve kadınlara uygulanan baskıların üstesinden, ancak barış ortamında, hak ve özgürlüklerin uygulanmasıyla gelinebileceğini düşünüyoruz.

 

Biz her türlü ayrımcılığın ve adaletsizliğin karşısında olan kadınlar, “kadının yeri kocasının dizinin dibi” anlayışıyla bizleri yok sayan, “genel ahlak” düzenlemesiyle ayrımcılık yapan, kadın özgürlüğüne sınırlar getirmek isteyen bir “er meydanı” olarak devletin kadınlara yönelik her türlü yasağını ve baskısını reddediyoruz. Biz kadınlar; birilerinin bedenimizi modernite, laiklik, cumhuriyet, din, gelenek, görenek, ahlak, namus ya da özgürlük adına denetlemesini istemiyoruz.

 

 

“Herhangi birini yok saymak, onu kendi varlığından kuşku duymaya yöneltir”
Hannah Arendt

 

Biz kadınlar birbirimizden kuşku duymuyor; birbirimize sahip çıkıyoruz!
Çünkü biz kadınlar, farkında olduklarımızla yan yanayız!

Bildiriye destek ve imzalamak için:

eğer “ben de varım” diyorsanız birbirimizesahipcikiyoruz@gmail.com adresine adınız-soyadınızı yazarak bir mesaj atın.

A “public sphere” that we cannot walk arm in arm is not our “public sphere”!

We, as those women, believers and non-believers, veiled or not-veiled,those who act within the frame of women’s rights and liberties and thus who do not claim “if you’re here, then I ain’t”, inside a women right and liberties, are against that;We oppose the racist subjection of veiled women, via being considered as “Islamic robots” by such adjectives as ignorant, bigoted, mischievous, disingenuous, opportunist, fuddy-duddy. We oppose the sexist consideration of not-veiled women as if they are sexual commodities, exhibitionists, seducers. We know that the oppression and exploitation of women are facilitated by the gaps created among them. And we think that the suppression of women can be overcome only in an environment of peace and by the practice of rights and liberties would be able to overcome the suppression over the women.

We, the women who are against all kinds of discrimination and injustice, reject all types of prohibitions and oppressions of the state as a “field of contest for brave men”, which ignores our existence by relying on the understanding that “the place of woman is by her husband’s foot”, which makes discrimination by the regulations on “public morality”, which aims at delimiting women’s liberties. We, the women reject the control over our bodies in the name of modernism, secularism, republic, religion, tradition, custom, morality, honor or freedom.

“Ignoring anyone directs him/her to be suspicious about his/her own existence.”
Hannah Arendt

We, the women are not suspicious of each other, but we look after each other!

Because we, the women stay together with whom we recognize!

Bildiriye destek ve imzalamak için:

eğer “ben de varım” diyorsanız birbirimizesahipcikiyoruz@gmail.com adresine adınız-soyadınızı yazarak bir mesaj atın.

… Bu makale ilginizi çekitiyse…

Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları

Suzan Başarslan’ın dediği gibi “kadına dair söylenmesi gereken ne  kadar söz varsa erkeğin söylediği” bir dünya bu. Sadece söz mü? Yaşama hakkı bile. Bugün Çin’de ve Hindistan’da yüzbinlerce kız bebek daha doğmadan ultrason ile ana karnında görülüp yok ediliyor. Erkeklerin güç mücadelesinde kadınlar eziliyor. Cumartesi anası oluyor, cezaevlerinin önünde sıra bekleyen, şehit tabutlarının üzerinde ağlayan oluyor.  Şampuan veya otomobil satarken bedenini kullandıran, arka planda, silik, soyunan, tüketen, “figüran”… Kadınlara özne olma hakkını vermeyen erkekler mi yoksa bu hakkı alamayan kadınlar mı? Kadınlıklarını kaybetmeden, erkekleşmeden var olabilecek mi birgün kadınlar? 96 sayfalık bu kitapta Kadın’a ait kavgaları ve Kadın’ın kimlik arayışını sorguluyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

 

 Kadın hakları ve Kemalizm

 “Kemalizm Türk kadınına özgürlük verdi” gibi sloganlarla düşünmeye daha doğrusu ezberlemeye itildiği için sık sık  şaşırmaya mahkûm bir kuşak bizimki. Tarihi, belgeleri, siyasî söylemleri ve sloganları aklın imtihanına tabi tutan herkes hayretler içinde kalıyor. “İyi de biz bunu bunca sene nasıl yuttuk?” diye sormaktan alamıyoruz kendimizi.  Kemalist düşüncenin, çağdaşlığın ve Atatürk devrimlerinin yılmaz bekçisi “çağdaş Türk kadını’nın sesi” Cumhuriyet Gazetesi’nin başyazarı olan Yunus Nadi kadınların siyasete atılmasına nasıl tepki vermiş meselâ?  “Havva’nın kızları, Meclis’e girip yılın manto modasını tartışacak”  Kadınlar Halk Fırkası kapatılınca yerine Türk Kadınlar Birliği kurulmuş. O da kapatılınca Cumhuriyet Gazetesi’nde şu başlık atılmış:  “Türk Kadınlar Birliği kapatıldı, fesat çıkaran hatun kişilere haddi bildirildi.” Derin Düşünce Fikir Platformu yakasını resmî tarihten kurtarmak isteyen okurlarına ezber bozan bir kitap öneriyor : Kadın hakları ve Kemalizm ilişkisine alternatif bir bakış

 

Trackback URL

  1. 26 Yorum

  2. Yazan:Nurhayat Tarih: Eyl 26, 2008 | Reply

    Hep Birlikte Özgür Oluncaya Kadar Birbirimize Sahip Çıkacağız
    Yine okullar açılıyor, yine aynı görüntülere şahit oluyoruz:
    Bir grup kadın duvarın berisinde arkadaşlarının serbestçe girip çıktığı okula girememenin sıkıntısını; gencecik bir yaşta yetkili parmaklarca işaret edilmenin eziyetini; kalabalıklar içerisinde yalnız kalmanın hüznünü; eğitim, aş, iş gibi en temel insan haklarını kendisi için ulaşılmaz kılan sistemin utanç verici ağırlığını yaşıyor. Ve her şeyin ötesinde, daha belki yaşları yirmilere henüz varmış genç kadınlar bir özgürlük mücadelesinde ayakta kalmaya zorlanıyor.
    Kadın oldukları için, inandıkları gibi riyasız yaşamak istedikleri için, onlara yıllardır bu ırkçılığa varan ayırımcılığı yaşatanlar bilmeliler ki:
    Farklı inanç, düşünce ve yaşam pratiğinin içinden gelen kadınlar olarak biz onların yanındayız.
    Her gün bir kapıdan geçerken onları “olması gereken” kılıklara sokan ayırımcılığınızdan siz değil biz utanıyoruz!
    Peruk, şapka, kapüşon gibi totaliter laikliğin saçlarını dayatma hakkını kendinizde görmenizden siz değil biz hicap duyuyoruz!
    Önlerine sürdüğünüz “eğitim almak istediğim için suçluyum, bunu biliyor ve imzalıyorum” vesikalarını vicdanlarımız önünde biz reddediyoruz!
    Birimizin tutsak olduğu yerde hiçbirimiz özgür değiliz.
    Birimizin mahrum olduğu yerde hiçbirimiz sahip olduklarımızla mutlu değiliz.
    Birimizin hakaret gördüğü yerde hiçbirimiz itibar sahibi değiliz.
    Bu direnç ve özgürlük sınavında başörtülü-başörtüsüz kadınlar yan yana yürüyeceğiz.
    Ta ki hepimiz özgür oluncaya kadar….
    Birbirimize sahip çıkıyoruz!
    Destek ve imza için: birbirimizesahipcikiyoruz@gmail.com
    Metni görmek için: http://birbirimizesahipcikiyoruz.blogspot.com

  3. Yazan:elif demir Tarih: Eyl 29, 2008 | Reply

    sözde özgür devletiz nedense örtülüler bu özgürlüğe girmiyo daha dogrusu gıremıyo örtülü olma herseyi yap senden iyisi yok ama dınıni yasayamak isteyene milyonlarca zulüm var ama unutmayalım ki, bu dünya fani illa ki bize zulüm edenlere de mevla yanına kar bırakmıcaktır bunu düşünmek beni o kadar mutlu ediyor ki anlatamam acayip moral buluyorum çok şükür yarabbim sana adedince şükürler olsun allaha emanet olun mevla hepimizin yar ve yardımcısı olsun arkadaslar

  4. Yazan:Erkul YILMAZ Tarih: Eyl 29, 2008 | Reply

    Kampanyanızı destekliyorum.Bu işin çözümü gecen gün büyük gazteci Ahmet Altanın yazısında gizlidir. Ezilenler bir olmadıkca daha çok ezileceklerdir. Ezilenleri sosyal kültürel,siyasi ve dinsel farklılıklara ayırarak birbirine karşı duyarlı hale getirmişler ve hepsini birbirine karşı kullanıyorlar.Başörtüsü,zorunlu din dersi,Kimlik sorunu,dinsel özgürlükler.Hepside ezilen ama ezenler bunları gerektiği zaman birbirine karşı öyle bir kullanıyorki hepside ezilmesine ragmen biri diğerinin hakına karşı çıkartılarak hepsinin magduriyeti devam ediyor.Artık aklınızı başınıza alın ezilenler hepinizin sorunu aynı yeter artık birimizin mağduriyeti hepimizin dediğiniz gün hepsi bitecek.Taki ne zaman bunu söylediniz o zaman kurtuluş. Lütfen oturup bir düşünün acele hayat gelip geçiyor.Gelecek nesle miras ezilmişlik degil onurlu vatandaşlık ve güzel kardeşcew bir beraberlik bırakın.Hadi birbirimizin derdi ile dertlenelim. Biraz enpati biraz cesaret ve kuyruk olma yerine baş olmayı hedef koymak herşeyin sırrı.

  5. Yazan:SOSYAL DEMOKRAT Tarih: Eki 5, 2008 | Reply

    Türban bir baskı unsurudur ve eşitliğe aykırıdır. 1980-1998 döneminde türban serbest bırakıldı. Peçeyle, Aczmendi kıyafetiyle, çarşafla üniversiteye geldiler. Siyasi sömürücüler en sonunda taleplerini, “Cuma namazı saatinde ders programı yapmayın”, “Allah’ın ve Hz. Peygamber’in bahsedilmediği kitapları okutmayın” noktasına kadar taşıdılar.
    Türban, kadın özgürlüğüne ve Cumhuriyet ilkelerine karşı bir tavırdır. Düzeni sağlayan kurallara aykırıdır. Türbanın özgürlükle ve demokrasiyle bir ilişkisi yoktur.

    Türban takmak isteyen hanımlar, Gazi Kemal Atatürk’ün kendilerine tanıdığı;
    a) Seçme-seçilme haklarını iade etsinler.
    b) Kocaları veya erkek yakınları olmadan sokağa çıkmasınlar ve çıktıklarında da 4 adım arkadan yürüsünler.
    c) Osmanlı döneminde olduğu gibi haftada iki gün sokağa çıksınlar.
    d) Evlerinden dışarıyı ancak pencerelerinin, cumbalarının arkasından seyretsinler.
    e) Resmi nikahtan vazgeçip, dört tanesi bir erkeğe gitmeyi kabul etsinler.
    f) 1/2 miras hakkını kabul etsinler.
    g) 1/2 şahitliği kabul etsinler.
    h) Kocalarını aldattıklarında, recm edilmeyi kabul etsinler.
    i) Kocası “boş ol” dediği zaman boşanmış olmayı kabul etsinler.
    j) Vücut hatlarını göstermeyecek, torba kara çarşafa girsinler.
    k) İş hayatından çıksınlar.
    l) Araba kullanma, iş hayatı, yalnız seyahat etme gibi sosyal faaliyetlerden Suudi Arabistan’da olduğu gibi vazgeçsinler.
    m) Ameliyat olabilmek için kocasından izin alsınlar.
    Vesaire, vesaire… Ben de o zaman kendilerini destekleyeceğim.

    Ey hanımlar, şimdi sadece başınızı parlak ve rengarenk bir bezle kapatarak parçası olduğunuz oyunun sonucu çok vahim ve karanlıktır. Lütfen aklınızı başınıza alınız. Atatürk sizi birey yaptı. Ücretsiz ve bedelsiz elde ettiğiniz haklarınıza sahip çıkın. Yeniden sizi kul yapmak istiyorlar. Son zamanlarda çıkmaya başlayan yazılardan anlayacağınız üzere türbanınız artık onları kesmez oldu. Bu kıyafetlerinizden ve makyajınızdan dahi rahatsızlık duymaya başladılar.

  6. Yazan:meryem çiftçi Tarih: Eki 16, 2008 | Reply

    sitenizi zaman gazetesi yazarı Nihal Karacanın yazısından öğrendim.Çok beğendim.İnsanların birbirini tanıdıkça önyargılardan kurtulduğuna inanıyorum.Tüm kalbimle sizleri destekliyorum.

  7. Yazan:SOSYAL DEMOKRAT Tarih: Eki 16, 2008 | Reply

    @ Meryem Çiftçi;

    İnsanların birbirini tanıdıkça önyargılardan kurtulduğuna inanıyorum.Tüm kalbimle sizleri destekliyorum.

    Neyi destekliyorsunuz? Gericiliğin simgesi türbanı mı? Siz türbanlı mısınız? Türbanlı değilseniz, yarın bir gün sizin de başınızı kapatmaya çalışsalar ne yapacaksınız? AKP lilerin size destek çıkacağına mı inanıyorsunuz?

    Üniversitelerin bilim yuvası olduğundan haberiniz var mı? Dini simgelerin kamusal alana girdiğinde laik devlet niteliğini yitireceğimizi biliyor musunuz? Öyle özgürlükçülük yapacağım deyip, ülkemizi daha şeriatçı yaptığınızın farkında mısınız?

    Saygılar,

  8. Yazan:rukiye Tarih: Eki 22, 2008 | Reply

    “Turban bir baski unsurudur ve esitlige aykiridir”
    (sosyal demokrat)
    Yanlis anlamayin sadece merakimdan soruyorum,turbanlimisiniz? ki bu kadar rahat basortusu icin bir baski unsurudur diyorsunuz.Bunu basortu takan biri soylese insanlar belki hak verirler ama baortuden hoslanmayan birinin turban baski unsurudur demesi bana komik ve saldirgan bir ifade geliyor zira basortuluyum ve uzerimde hicbir baski unsuru hissetmiyorum.Esitlige aykiridir demissiniz,insanlar birbirine esit olmak zorunda degil.Kimisi pantolon giyer,kimisi mini etek,kimisi carsaf,kimisi pardesu…Sanirim tek tip insan modeli gormek istiyorsunuz, o modele uymayanlari da esitlige aykiri olarak nitelendiriyorsunuz.Dunyada yasiyoruz sayin sosyal demokrat,insanlar birbiri gibi olamaz burda.Acaba sarisinla esmeri yanyana gordugunuzde de mi esitlige aykiri oldugunu dusunuyorsunuz?Ya da pantolonlu ile mini etekliyi yanyana gordugunuzde bunlar da esit giyinmemis deyip sinirleriniz mi bozuluyor?
    Yukarida saydiginiz maddelere gelince insanlar insan olduklari icin zaten bu haklara sahiptirler,bunlar birilerinin birilerine verdigi haklar degildir.Bu derece ortuden rahatsiz olmaniz bencil bir kisiliginiz oldugu izlenimi birakti bende.

  9. Yazan:cansu Tarih: Eki 22, 2008 | Reply

    bu ülkenin derdi başörtüsü ya da türban değildir. bu ülkenin derdi tarikatlar,şehler, mollalar, onların dizinin dibinden ayrılmayan başbakanlar, bakanlar ve abd ve ab tarafından sözde özgürlük adı altında dayatılan irticadır. bu ülkedeki sizin türban dediğiniz sorunun çözümü tarikatlardan kurtularak, abd ve ab kapısından ayrılarak çözülür. dini inanç gereği takılan türban dayatılmaz. biz çok iyi biliyoruz ki türbana özgürlük diyenler mollaların sözünden çıkmayan sözde demokrat ve özgürlükçülerdir.
    özgürlüğü ve demokratlığı bu adamlardan öğrenmeyeceğiz biz kadınlar.
    sorunun farkındayız. çözümünde nasıl olacağını biliyoruz.

  10. Yazan:MER'A-K(ıl) Tarih: Eki 22, 2008 | Reply

    @ Cansu,

    Ben sizi galiba anlamadım ,belki daha iyi anlamam konusunda siz yardımcı olursunuz?

    bu ülkenin derdi tarikatlar,şehler, mollalar, onların dizinin dibinden ayrılmayan başbakanlar, bakanlar ve abd ve ab tarafından sözde özgürlük adı altında dayatılan irticadır.

    Şimdi bu tarikatlar,şeyhler mollalar ABD yada AB li mi demek istiyorsunuz?

    Yada bu tarikatlar,şeyhleri ve mollaları aracılığı ile Türkiye’yi İran’a döndürecek irticai faaliyetler konusunda ABD ve AB yi ikna mı etmeyi becerebilmişler mi demek istiyorsunuz?Bu durumda başbakan ve bakanlar tarikatlardan aldıkları emirleri ABD ve AB ye “siz bunları bize özgürlükmüş gibi dayatın” mı diyorlar?ABD ve AB neyi dayatacakları hususunda bizimkilerden emir mi alıyor?

    dini inanç gereği takılan türban dayatılmaz.

    “mollaların sözünden çıkmayan sözde demokrat özgürlükçüler türbana özgürlük” derken neyi dayatılıyor o zaman?

    Başörtülü kadınlar eğitim almak istiyor çünkü diplomalı ev kadını anne olmak istiyorlar hatta sırf bu nedenle ülkelerinden uzaklarda eğitim almaya bile razı oluyorlar.Neden?Çünkü molla ve şeyhler onlara başörtüsünü değil ama“eğitimi” dayatıyor öyle mi?

    Bakalım anlamış mıyım;mollalar dini inanç gereği türbanı dayatmıyorlar ama onu kullanmayı tercih etmiş olana eğitim özgürlüğü tanınmasını dayatıyorlar öyle mi?İlginç! Bu mollalar çok demokrat o zaman 🙂
    Eğitimli kadınları evde anne ve eş olarak istihdam edeceklerse neden bunu dayatıyorlar sizce?
    Eğitimli kadın kolay itaat etmeyeceği için “sorun çıkaran”a dönüşmez mi?

    Siz de eğitim almış bir kadın olarak kimden ne öğreneceğinizi çok iyi bilebiliyorken başörtülü eğitimli kadınlar neden bunları bilemeyecek olsunlar ki?Başörtülü eğitimli kadınla sizin aranızdaki fark ne?IQ seviyesi mi niyet okuyuculuk mu?

    İrtica yada onun söylentisi ABD yada AB nin işine yaramaz ama Türkiye’yi dünyadan koparmak (ki asıl irtica budur)isteyen tahakkümcü zihniyet sahiplerinin ,özgürlükleri mümkün olduğunca kısıtlayarak,var olma imkanlarının zeminini sağlamlaştırma yönünde çok işine yarar!

  11. Yazan:cansu Tarih: Eki 23, 2008 | Reply

    peki fethullah gülen nerede yaşıyor? ılımlı islam ve yeşil kuşak projeleri sana neyi hatırlatıyor? kimin projeleridir bunlar?

    bu mollaların şeyhlerin evinde kaldın mı hiç? hani şu liselere hatta ilk öğretime kadar inen abla-abi evleri? orda nasıl beyin yıkandığını çok iyi bilir kalan arkadaşlar. bende kaldım. lisedeyken.orda öyle bir duyguya kapılıyorsun ki başım açık ya sanki ben dünyanın en günahkar insanıymışım gibi…..
    sadece bununla da kalmıyor. üniversitede… bir cemaat evinde kalan kıza söylenen ‘ bir arkadaşını daha getirirsen bilmem ne kadar para alırsın! ‘ okulda eğer dersin 15.00 de bitiyorsa en ge. 17.00 de evde olmak zorundasın. hiç bir sosyal hayatın yok. neden ama özgürsün ya napacaksın o kadar saat dışarda git evde kuran oku, senden küçükleri eğit, nasıl kapanacaklarını nasıl namaz kılacaklarını anlat…
    bu insanlar neden kalıyor bu yurtlarda-evlerde? çünkü çok ucuz ! peki ordan nasıl çıkıyorlar? biz özgürlük istiyoruz. türban takmak istiyoruz okulda.

    gerçekten özgürlük dediğimiz şey de bu dimi?

    anayasa mahkemesinin gerekçeli açıklamasını okudum. ayrımcılığa yol açabilir diyor. yine okuduğum üniversiteden nasıl ayrımcılığa yol açtığını iki taraflı örnekle açıklayayım. okulumuzun edebiyat bölümünden bir öğretim görevlisinin dersinden ne hikmetse sadece türbalı arkadaşlar geçebiliyor. şimdi siz nerden bilecek ki türban taktıklarını diyeceksiniz. o kadar bariz ki türban üstünde peruk. ama türbanın yarısı gözüküyor. yada okulumuzun felsefe bölümünde yine bir öğretim görevlisinin dersinden de bu sefer türbanlı öğrenciler geçemiyor.
    elbette bunlar yanlış davranışlar. fakat olacak bu iki başlı eğitim sürdükçe önüne geçilemeyecek.

    ama şu da var madem özgürlük diyoruz. o zaman hocalarda istediğini geçirip istediğini bırakmakta özgürdür!!

    şimdi bilim yuvalarına dogma karıştırdığınız zaman ne olur biliyor musunuz? yine haberlerde okuduk. türbanlı bir hanım doktor 9 yaşından büyük erkeklere bakmam diyor! enteresan değil mi? doktorsun sen ! hipokrat yemini etmişsin.

    ha ama özgürlük diyordık dimi pardon. o doktor da istediği hastaya bakmakta özgürdür!

    arkadaşlar kusura bakmayında bu kadar özgürlük çok fazla!

  12. Yazan:rukiye Tarih: Eki 23, 2008 | Reply

    Bu ulkenin derdi basortusu!!!Ve bunu tarikat,molla,seyh vb.kelimeleriyle saldirarak yapiyor.Basortusu yasaksa herkes icin yasak hicbir molla,tarikat,seyh diktasi kabul etmeme ragmen benim icinde yasak.Tamamen bagimsiz bir inanca sahip olmama ragmen benim icin de yasak.Hulasa basortu yasagi sebebi molla,seyh degil!!!

  13. Yazan:çuvaldız Tarih: Eki 23, 2008 | Reply

    @ Cansu,
    Yeşil Kuşak projesi mi;komunizm ve radikal İslam ile oluşturulan din bariyeri.
    T.C tarihine bakarsanız radikal İslamın söz konusu olduğu bir dönemden söz edebilir misiniz?Cumhuriyetin başlangıcında,komunizmin tavan yaptığı dönemlerde batının muasır medeniyet seviyesine ulaşmak için yapılan devrimlerle radikal İslamı bırakın ılımlısının bile var olabileceği boşluk bırakılmamıştır.Kılığından kıyafetinden tutun harflerine kadar.
    Bu projenin dile getirilmesinden önce 60 darbesi ve 71 muhtırası yaşandı.Ülkemizde dini neredeyse yok seviyesinde (bazen silah gücü ile)tutan ideolojik anlayışın siyasi literatürde adı nedir sizce?Bu dönemlerde radikal İslam varlığından söz etmek mümkün mü peki?Hayır,hatta bu yaklaşımı ile Avrupa’dan ziyade Rusya’ya daha yakın görünmüyor mu?O halde ülkemizde etkisi hafifletilerek “ılımlı” hale getirilecek “radikal” bir din anlayışı mevcut değilse(iran olmayacağız denildiğine göre bu tespit kabul ediliyor demektir) nasıl olur da “ılımlı İslam projesinin bir paçası olunduğu” iddia edilebilir?Ortada ılıklaştırılacak/hafifletilecek yoğunluklu bir din anlayışı yok ise “ılımlılaştırma” size göre din seviyesinin “yukarı” çekiliyor anlamına geliyor!Nerdeyse sıfır seviyesinden oda sıcaklığına taşınmak istenen bir İslam anlayışı sizde “panik “duygusu yaratıyor.Birilerinin sizlerin sahip olduğu haklara sahip olması sizin için sahip olduğunuz hakların “kaybedilmesi” anlamına geliyor.Haklar birinden aınıp diğerine verilen bir şey midir?Bu durumda sizin sahip olduğunuz hakların “sıfır “seviyesinde tutularak yok sayılan insanlara ait olduğunu söylemiş olmuyor musunuz?

    Gelelim ılımlı İslam projesine;
    Şimdi olaylara biraz dinsel bakalım , İslamın ılımlısı olmaz , çünkü kuran mevcut İlahi yapısını muhafaza etmektedir vede hükm ler olduğu gibi yerinde sabit durmaktadır. İslami bakış pencerelerinin ardına gizlenen güçler onyıllar boyu Kuran’ı okun(a)mayan bir kitap haline getirmeyi başarmıştır. İşbu temel üzerine islamiyet bünyesine sayısız ilavelerde bulunulmuş vede günümüzde dinimiz tamamen sahte din adamlarının dilinin ucundan öğrenilecek bir kurum haline gelmiştir.Peki bundan kimler sorumlu?

    Ilımlı islam projesinin temelinde olan , kuran ve islam uygulamalarının belirli periyotlar ile hafifletilmesi vede , kitabı tanımadığı halde islama incilin kabul ettirilmesi ise ülkemiz özelinde bunun anlamı olsa olsa ılımlı Hırırstüiyanlaştırma projesi olabilir Düşünün bugün pek çok insan dinin yerinin sadece kalpler/vicdan olması gerektiğine ve insanların dışarıdan bakan gözlere inanclarını, şeklen bile belli edecek şekilde davranmamasını salık veriyor;bakıldığında etraflarında dini inancı belli olmayacak insanlar görmek istiyorlar! Şekli bir tarafa bırakalım bu inanmış insanların kelam seçimlerine,açıklamak için giriştikleri eylemlere bile din propagandası deyip engel olmaya çalışıyorlar.Merhaba,selam yada aleyküm selam yada bye,iran yolcularını teşhis edebilmek için bir bir selamlaşma kelimesi yetip de artıyor bile.Neden?Tırmanan,İranlaşmaya sebep olacak bir dindarlıktan dolayı mı bu karşı çıkış yoksa yok edilmesi gereken,Hıristiyanlaştırılamamış hala İslami unsurları barındıran özelliklerin yüzyıllar geçmiş olsa bile muhafaza edilebilmesinden dolayı mı?

    Ancak cemaatci,fırkacı, yozlaştırılmış İslam ile siz ve sizin gibi düşünenlerin düşünceleri feth edilebilir.gazetede gördüğünüz bir iki yalan haber size aradığınız karşı çıkma fırsatını sunar.Zaten onlar da bu amaca hizmet etmektedir. Toplum din yasaklamaları ile fırkacı zihniyete prim vermek zorunda bırakıldıkça,onun işbirlikçilerinin fetva ve cemaatlerinde diz çöktükce , islam daha da yozlaşacak tır.Ilımlaştırma adı altında istenen tam da bu değil midir?Bunu idrak edebilmenin yolu İslam’ı, Kuran’ı kendisinden öğrenmektir,gazete kupürlerinden yada yasaklar nedeniyle kontrol edilemez biçimde faaliyet süren ne öğrettiği belli olmayan gizli saklı din adamı müsvettelerinden değil.

    Benim için size başörtüsü takmanız konusunda baskı yapan molla ile üniversiteli kızlara başlarını açmaları yönünde baskı yapan anlayış sahipleri arasında hiçbir fark yoktur.Mollanın dar görüşlü olmasını anlarım ama onunla fikir bağlamında aynı paralelde kalan ama “üniverse”in bir parçası olduğunu iddia edenlerin ise ancak sahtekar olabileceğini düşünürüm.

    anayasa mahkemesinin gerekçeli açıklamasını okudum. ayrımcılığa yol açabilir diyor. yine okuduğum üniversiteden nasıl ayrımcılığa yol açtığını iki taraflı örnekle açıklayayım. okulumuzun edebiyat bölümünden bir öğretim görevlisinin dersinden ne hikmetse sadece türbalı arkadaşlar geçebiliyor. şimdi siz nerden bilecek ki türban taktıklarını diyeceksiniz. o kadar bariz ki türban üstünde peruk. ama türbanın yarısı gözüküyor. yada okulumuzun felsefe bölümünde yine bir öğretim görevlisinin dersinden de bu sefer türbanlı öğrenciler geçemiyor.
    elbette bunlar yanlış davranışlar.

    Anayasa mah.kararından önce burada bir arkadaş ne ki başörtüsü nedeniyle üniversiteye gidemeyenlerin sayısı % 1,mevzu bile etmeye değimez mealinde şeyler yazmıştı.Şimdi bu küçümsenen göz ardı edilen,sayısal değeri bakımından varlığı ehemmiyet taşımayan bu % 1 diğerlerine baskı mı yapma ihtimali mi varmış?

    İki noktadan biri yanlış olmalı ya bu küçümsenen %1 lik sayı yanlış sayı çok daha fazla yada sayılar nedniyle çekince belirten anayasa mahkemesinin “gerekçeli karar”ı yanlış!

    başı açık okula alınmak ayrıcalık değil mi peki?Siz bu sahip olduğunuz ayrıcalığı edebiyat hocanızı suçlarken neden hatırlamıyorsunuz?Felsefe hocanız “yasaklamalardan” güç alan bencil bir tavır sergiliyor,o sıralara dayatılan şartlara razı olup oturmuş kızlara bir çeşit caydırma,yıldırma uygulamıyor mu?Kime baskı yapıyor ki o kızlar?O hoca din düşmanı ise ve “teşhis edebiliyor olmak”onun intikamcı duygularını harekete geçiriyor ve irade gösterip kimliğine uygun vazife icra edemiyorsa görevden alınması şarttır.Onu görevden almayanlar da onun fikirdaşıdır.Bu da üniversitelerin bir “bilim yuvası”değil fikirbirliğine varmış olanların “kamp”ı olduğunun açık ispatıdır öyle değil mi?Orada eğitim alan başörtülü kızlarla mı “bilime dodma” bulaşıyor,zavallı bilim hep karantinada tutulmalı o halde,bünyesi çok zayıf olmalı!

    Hastaya bakmayan doktor da eğitim vermeyen felsefe hocası da aynı derecede görv suçu işlemektedir.

    Fazla dediğiniz özgürlük bu noktada işe yarayabilir ne dersiniz?Eğer siz her ikisine de karşı çıkıp onlara görevlerinden el çektirtebiliyorsanız,hakkınıza sahip çıkabilecek kadar özgürsünüz demektir.Onlardan birine hayır derken diğerini “ama”larla savunmaya çalışıyorsanız işte böyle “bu kadar da özgürlük fazla” diyebilecek duruma düşersiniz.Siz abla-abi evinde beyin yıkandığından behsederken yıkanmış bir beyne sahip olduğunuzun emarelerini gösterdiğinizin farkında mısınız acaba?

    Bu kadar özgürlük fazla diyen biri için bunu sakınmadan yazabilirim.

  14. Yazan:MER'A-K(ıl) Tarih: Eki 23, 2008 | Reply

    @ Cansu,

    peki fethullah gülen nerede yaşıyor? ılımlı islam ve yeşil kuşak projeleri sana neyi hatırlatıyor? kimin projeleridir bunlar?

    İnsanları yaşamak zorunda oldukları ülkelerin siyasal projelerinin bir parçası olarak mı kabul edeceğiz?İlginç bir yaklaşım.

    1.Meclis vekillerinin bazıları yurt dışına sürülen orada yaşayan yada yurt dışında Osmanlı adına büyükelçilik yapmış olanlar,

    1938 meclis vekillerinden bazıları yurt dışına sürülenlerden yada İzmir suikastına adı bir şekilde karışanlardan,

    Bu insanların tümü bir sebepten bir süre yurt dışında yaşamışlar ee bu durumda onlar hangi projenin parçası oluyorlar?

    Sürgün edilmek ve canını kurtarmak için kaçmak zorunda kalmak arasında sizce nasıl bir fark var?

  15. Yazan:cansu Tarih: Eki 23, 2008 | Reply

    meraklı; bu kadar özgürlük fazla derken o felsefe hocasınında, hastasına bakmayan doktorunda özgürlüklerinden bahsediyorum. benim için ikisi de aynı şey. benim başörtüsü ile hiç bir derdim yok takanlarla da. ben gördüklerimi, yaşadıklarımı ve bence türbanın altında yatan amaçları yazdım.
    he ben sırf inancım için takıyorum diyenler de vardır elbet onlara zaten birşey diyemem.

    ama bence bilimin olduğu yerde dogmaya yer olmamalı. bu da benim fikrim.

  16. Yazan:nihan Tarih: Ara 2, 2008 | Reply

    Sevgili din kardeslerim ve diger liberaller,
    Sitenizi ilgiyle takip eden cok genc, lise son sinifta bir okuyucunuzum.

    Kendimi musluman liberal olarak tanimliyorum ve liberalizm hakkinda bilgi edinmeye calisiyorum.
    Gecen gun bir arkadasimla basortusu-carsaf ozgurlugunu tartisirken, ona insanlarin carsaf ya da burkayla bile isterlerse savci olabilmeleri, aileleri isterse carsafla kizlarin okula gidebilmelerinin ozgurluklerin bir geregi oldugunu savunuyordum. Ancak konu cok eslilige geldi ve ona cok eslilige de liberal felsefenin izin verecegini anlatmaya calistim. Ancak kafam karismis durumda.

    Bildigim kadariyla ozgurluklerin besigi Amerika’da cok esliligi emreden ve epeyce bir inanani olan dinler var. Ve gene bildigim kadariyla cok eslilik Amerika’da yasal degil, cok eslilik inancini yasamak isteyen insanlar baski altindalar. Bu sitede okuyoruz amerika gercekten laik diye, neden o zaman yasaklamislar bunu. Bu da ayrimcilik degil mi, adam oyle inaniyorsa napabilir ki? Bir kisinin inancinin geregini yasayabilmesi liberalizmin olmazsa olmazlarindan degil mi?Kara carsafli bir kisi Cumhurbaskanimiz olabilecegine gore cok esli bir kisinin de halk secerse cumhurbaskani, savci olabilmesi gerekmez mi?

    Allah’in selami ile…

  17. Yazan:Sensakrak Tarih: Ara 2, 2008 | Reply

    Nihan,

    Ben liberal sayilmam ama fikrimi soyleyeyim.

    Liberal dusunceye gore cok eslilik karsilikli rıza oldugunda serbesttir.

    Bu konuda ABD’yi esas almak da cok dogru olmayabilir. Cunku ‘laik olmak’ demek otomatikman liberalligi garanti etmeyebilir.

    Cok esliligi rizaya dayali bir tercih ve ozgurluk olarak gormeyen ‘ozgurluk yanlilarina’ sunu sormak gerek: Escinsel evliligi bir tercih ve dolayisi ile ozgurluk olarak goruluyor, bunu ondan ayiran nedir? (kadinin hakki falan gibi gakguk da yapilmamali, rizaya dayali diye bastan belirttik. Hem ozgurlukcu felsefeye gore “dogru davranis, cagdaslasma, modernlesme” gibi kabuller de yoktu)

  18. Yazan:nihan Tarih: Ara 2, 2008 | Reply

    sensakrak, tesekkurler.
    Ama anlamadigim ABD gibi bir ulke neden bunu yasaklamis???
    Biraz arastirdim, amerika’da mormonluk (http://tr.wikipedia.org/wiki/Mormonizm) diye bir -HASA- 1800 kusurda indigine inanilan bir din var. Bu sozde dine gore-ki en son peygamber Hz. Muhammed SAV Efendimizdir, cok eslilik dini bir emir. Ancak amerika bu mormonlari almak icin cok eslilik inanclarindan vazgecmelerini istemis ve hala mormonlari baski altinda tutuyor zira cok esli evlilik yapmis mormonlar hic bir goreve gelemiyorlar, evlerine baskinlar yapiliyor. Bu nasil bir baski, nasil bir ayrimciliktir anlamis degilim. Kemalist rejimin basortusu zulmunden bile daha feci zira burada en azindan sokakta basortume karisan yok.

    Bence ozellikle dini inanclar soz konusu oldugundan herkes istedigini yapabilmelidir. Merak ettigim liberalizm felsefesi bu tip bir olaya nasil bakardi, siz de buna cevap vermissiniz.
    Allah’in selami ile…

  19. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Ara 2, 2008 | Reply

    Sanırım son yorumlarla konu biraz dağılmış görünüyor.Olsun ziyanı yok pek yabancısı olmadığımız bir durum.Yani özgün bir konu üzerine yazılan bir makalenin ardından katılımcıların bambaşka konulara geçmesi artık alıştığımız bir durum.Kısacası şahsen bundan şikayetçi değilim.Benimkisi sadece böyle bir eleştiriye maruz kalmam durumumdan önceden alınmış bir tedbir olarak düşünülebilir:)

    Şimdi mevzuya dönelim.Özellikle dikkatimi çeken “çok eşlilik” tartışması üzerine söyleyecek bir kaç sözüm var.Tabii ilerleyen saatlerde bir kaç satırı bulması da muhtemel:)

    Değerli arkadaşlar,bir kere bir tez veya önerme asla ait olduğu veye dayandığı felsefi görüş veya düşünceye göre “mutlak doğru”luk kazanmaz.Marksizim şöyle der,Liberalizm şunu şunu savunurur,Demokrasi şu tür kriterleri esas alır,öyleyse mutlak doğrudur demekle doğruluk kanıtlanamaz çünkü.Zira her bir görüş ve düşünce,savunucusuna göre “doğru”,karşıtına ise yanlış gelebilir.

    Bizler ancak kendi içinde ne kadar tutarlı olduğunu tartışabiliriz.Mesela özgürlükleri savunan bir düşünce akımı keza bazı özgürlükleri sakıncalı bulursa bu,o düşünceyi tutarsız ve kendi içinde çelişkili kılar.Bu,adalet ve yargı kurumları,din ve inanç biçimleri için de geçerli.

    Dolayısıyla bir konuyu tartışırken hangi felsefi düşünceye,hangi dini inanca ya da dünya görüşüne dayandırdığımızı belirlemek durumundayız.Ha,bunlardan hangisinin bireye,topluma ve tüm dünya insanlığına daha yararlı olabileceğini tartışabiliriz.Ama marksizmi benimseyen biri,Marksist dünya görüşüyle dinsel inançları tartışması ve bağdaştırması pek olası değil.Keza dini inançları ağır basan ve dünya görüşünü bu perspektir üzerine kuran birinden de Marksist düşünceyle aynı kulvarda düşünce ve fikir üretmesi beklenemez.

    Peki,bundan nasıl bir sonuca varıyoruz.Herkesin doğru bildiğini dayatarak diğerine müdahale etmesi ve dolayısıyla sonu gelmez çatışmalara devam mı edilsin?Hayır!Böylesi bir yöntem ne insanlar arasında ne de dinler ve medeniyetler arasında ortalama bir geçim ve uyumu sağlayacak diyalogdan bir hayli uzak.

    O halde orta bir yol bulmak en doğru ve en selametli olanıdır.Yani kimsenin diğerinin inancına,seçim ve tercihlerine,kendisini gerçekleştirmek için başvurduğu yaşam felsefesine karışmayacağı bir yol…İşte böyle bir toplumsal uzlaşıya en çok yakın olan düşünce sistemi liberalizmdir.Tabii bu,liberalizmi savunma iddiasında olanların da kendi içinde tutarsızlığa düşmeyeceği anlamına gelmez.Nitekim sonuçlarını da görüyoruz;diğer inanç ve düşünce biçimlerinde olduğu gibi buradada bir takım istismarlar oluyor ve olacaktır.

    Şimdi esas konuya gelelim.Şu çok eşlilik meselesine yani.Dinen(islam dinine göre)böyle bir tercihe kısıtlama getirilmediğini az çok hepimiz biliyoruz.Hatta bildiğim kadarıyla islam inancında bu yönden bir teşvikten bile sözedilebilir.Seküler anlayış ise buna pek itibar etmemiştir.Etmediği gibi,bu tercih gericilik ve yobazlık olarak addelir.Burada hangisi doğrudur hangisi yanlıştır gibi bir belirleme beni aşar.Ama onaylama ve karşı olmanın neye istinaden yapıldığını,neye dayandırıldığını sorma ve sorgulama hakkına sahip olduğumu düşünüyorum.

    İmdi,seküler dünya görüşüne göre çokeşliliğin ahlaksızlık,gericilik,çağdışılık vs.gibi pek çok sıfatı hakkeden bir tercih olarak addedilmesinin nedenleri ne olabilir?Eşlerin birbirini aldatması mı,kadın hakları ihlali mi,yani sorun nerede başlıyor.Bu ve benzer nedenlerle kadın-erkek ilişkilerine zarar verdiğini,kadın aleyhine bir eşitsizlik yarattığını ve dolayısıyla pek şık ve yerinde bir tercih olmadığını düşünelim.Gayet makul.Ancak bu ayrıntılar dikkate alınarak karşı konulurken”modern”kent yaşamı içinde yasak aşk diye tabir edilen,birden fazla kadınla metres hayatı yaşayarak kurulan ilişkilere ne diyeceğiz?Ben şahsen bu tür bir ilişkisi sabit delillerle kanıtlanan birine gerici,yobaz falan dendiğini hatırlamıyorum.İşte meselenin can alıcı noktası buradadır.Dini bir inanç esasına göre olanları tu kaka,diğerleri başka cici(en azından yobaz ve gerici değil başka bir şey!).Tabii aynı tutumun tersi de var.Hadi her şey serbest olsun,herkes tercihlerinde özgür olsun denilse ve faraza bir kadın dört erkekle evlenmek istese ne olur?Ne mi olur,liberali,demokrati de dahil kıyametler kopar,hatta benim bu satırlara bu şekilde görüşümü aktarmam bile pek doğru karşılanmaz.

    Sonuç:demek ki herkes diğerine karşı saygılı olsa diğerinin seçimine karışmaz ve sadece kendisi için “doğru”olanı seçmiş olur.

    Zaten hayatı,paylaşmayı,sevgiyi,farkındalığı kavramış bir insan neden birden fazla eş istesin.Hayatını bir kişiyle birleştirip paylaşma ve sevgi gibi erdemleri kazanan birinin böyle bir talebi olabilir mi?Ama yok illede bunu isteyenler var ise şayet taraflerın rızası da uygunsa herkes “doğru”bildiği tercihinde de özgür olsun.

  20. Yazan:KEMALİST Tarih: Ara 2, 2008 | Reply

    İslam, siyasi görüşleri olmayan ve toplumları değil bireyleri yönetmeye talip olan bir din olsaydı, türbana ben çok daha fazla hoşgörü ile yaklaşabilirdim. Ama bu dinin kendi doğası son derece tehlikeli toplumlar için, bunun örnekleri çok fazla.

    Sabıkası bol bir din ile karşı karşıyayız. Bir yerde bir müslüman bile olsa, onu kullanarak, çok ilginç bir şekilde süreç içinde yayılmayı ve idareyi ele geçirmeyi öngörüyor bu din.

    Tüm faşist akımların en önde gelen işlerinden birisi hemen ve acil olarak üniformalanmaktır.

    Islam yalnizca bir din degil, totaliter (zorlamaci) ve siyasal bir ideolojidir, amac herkesi ve gunluk yasamdaki her unsuru Islamlastirmaktir. Aksi Islam’in tabiatina aykiridir.

    Turban kullanimi, diger dinsel ritueller gibi dinsel alanlarla yani camilerle vs sinirli kalsa sorun cozulecek. Ama siyasal Islam ideolojisi icin sinir yoktur. Amac toplumun butun yasam alanlarini isgal etmektir. Ritueller dinsel amacli degil, inananlar ve inanmayanlar uzerinde siyasal baski amaciyla kullanilir.

    Islam dininin ozgurlugu gibi gosterilmek istenen turban, Islami yönetici siniflarinin bilincli ve sistematik cabalariyla Islam ideolojisinin “siyasal uniformasi”, “bayragi”, yani “simgesi” haline donusturulmustur. Ne yazik ki demokrasiye gercekten inanan cogu bireyin aslinda “ozgurluk” diye algiladigi sey, “siyasi tek tip bir uniforma” giyme ozgurlugudur.

    Bu baglamda sokaklarda turban giyip gosteri yapanlarla, 1920-30’larin Almanyasinda kollarina gamali hac pazubanti takip “fasizmin ozgurlunu” savunmak ugruna sokaklara dokulen naziler arasinda pek de bir fark yoktur. O donemde Hitler ve cetesine bu ifade ozgurlugu verildigi icin 2. Dunya savasi cikmis, milyonlarca insan heba olmustur.

    Sonuc olarak demokrasi tarihten bu dersleri almak kendi islerligini regule etmek zorundadir. Eli kolu bagli “bakalim demokrasiyi korurlar mi” varsayimiyla bekleyemez. Cagdas demokrasiler masum ozgurluklerle, duzeni istismar eden ve duzene temelde karsi olan ozgurlukler arasindaki ayirimi yapmak zorundadir. Bu ayirimi yapamazsa demokratik duzen yikilir.

  21. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Ara 3, 2008 | Reply

    İslam, siyasi görüşleri olmayan ve toplumları değil bireyleri yönetmeye talip olan bir din olsaydı, türbana ben çok daha fazla hoşgörü ile yaklaşabilirdim. Ama bu dinin kendi doğası son derece tehlikeli toplumlar için, bunun örnekleri çok fazla.(KEMALİST)

    İslam,tıpkı diğer dinler gibi sadece bir inanç felsefesidir.Dolayısıyla toplumlar için tehlike potansiyeli taşıyan durum dinlerin içeriğinde saklı değil.Asıl tehlike dinin istismar edilip yanlış uygulanmasından kaynaklanmaktadır.Bu anlamda evet tarih boyunca din istismarından doğan pek çok olumsuz örnek var ancak bu dinlere mal edilmez.

    Sabıkası bol bir din ile karşı karşıyayız. Bir yerde bir müslüman bile olsa, onu kullanarak, çok ilginç bir şekilde süreç içinde yayılmayı ve idareyi ele geçirmeyi öngörüyor bu din.(K)

    Sabıkalı olan insanlardır,dinler değil.Şayet insanları suça teşvik eden hükümler içerirse bir din,inanç veya düşünce sakıncalı(sabıkalı değil)olabilir.Bir yerde bir müslümanın yapabileceğini herhangi bir din veya ideolojiyi kullanarak bir başkası da aynı şeyi yapabilir.Nitekim yapılıyor da.Bunun islam ya da başka bir düşünceyle ilgisi yok,daha çok kişinin niyetiyle alakalı bir durumdur.Bizde bunun örnekleri çoktur,Atatürk’ün ismini,iktidar ve kişisel çıkarları uğruna istismar edenlerin yaptığı da bundan farklı değil,Güneydoğuda insanların duygularını iktidar ve çıkar emellerine alet ederek sömürenlerin de…Ayrıca demokrasi kelimesini ağızlarından düşürmeyen,aydın,sosyalist vs.geçinenlerin de yaptıkları ortada.Fakat birileri bunu istismar ediyor diye ne Atatürk’ün çizdiği yol kötülenebilir,ne temel hak ve özgürlükler ne herhangi bir din,ne de demokrasi…Sorun,tamamen insan kaynaklıdır ve uygulama biçimiyle alakalıdır.

    Tüm faşist akımların en önde gelen işlerinden birisi hemen ve acil olarak üniformalanmaktır.(K)

    Bu bölüm biraz muğlak olmuş.Ancak faşizan emelleri olanların kendilerine bir araç seçmeleri hiç de zor değil,detayları yukarıda yeterince verilmiş zaten.

    Islam yalnizca bir din degil, totaliter (zorlamaci) ve siyasal bir ideolojidir, amac herkesi ve gunluk yasamdaki her unsuru Islamlastirmaktir. Aksi Islam’in tabiatina aykiridir.

    Bir din eğer topluma(ya da diğerlerine) dayatılırsa totaliter olur.İslamda zorlama yoktur.Zorlamacı zihniyetlerin varolması,İslamın tabiatı gereği totaliter olduğu anlamına gelmez.

    Turban kullanimi, diger dinsel ritueller gibi dinsel alanlarla yani camilerle vs sinirli kalsa sorun cozulecek. Ama siyasal Islam ideolojisi icin sinir yoktur. Amac toplumun butun yasam alanlarini isgal etmektir. Ritueller dinsel amacli degil, inananlar ve inanmayanlar uzerinde siyasal baski amaciyla kullanilir.(K)

    Türban veya başka bir giysi,bu tamamen bireysel bir tercih ve dolayısıyla temel bir haktır.Bir baskıdan sözedilecekse bunu bireysel tercihini kullananda değil yasaklayanlarda aramak gerekir.Kişinin istediği gibi giyinmesi neden bir baskı olarak değerlendirilsin.Ayrıca bireyin hangi alan veya mekanda nasıl giyineceği kendi tasarrufunda olan bir seçimdir,buna başkaları neden ve hangi gerekçeyle karar verebilir.Üstelik de hakkı kısıtlanmış ve mağdur olan baskıcı kabul ediliyor.Bundan daha komik ve absürd bir iddia olabilir mi?

    Islam dininin ozgurlugu gibi gosterilmek istenen turban, Islami yönetici siniflarinin bilincli ve sistematik cabalariyla Islam ideolojisinin “siyasal uniformasi”, “bayragi”, yani “simgesi” haline donusturulmustur. Ne yazik ki demokrasiye gercekten inanan cogu bireyin aslinda “ozgurluk” diye algiladigi sey, “siyasi tek tip bir uniforma” giyme ozgurlugudur.(K)

    Türbanı bir simge gibi düşünenler ve bunu siyaset malzemesi yapanlar olabilir.Ancak birileri böyle düşünüyor diye yasaklanması mı gerekir?Topluma herkes türban takacak ya da tek tip giyinecek diye bir baskı olduğunda bu iddia gerçeklik kazanabilir.Oysa bu yönde hehangi bir zorlama yoktur.Olmadığı gibi türbanlıların ünv.lerde başları zorla açılmaktadır.Peki bu uygulamanın neresi adil,asıl zorbalık ve despotluk tam bu değil midir?

    Bu baglamda sokaklarda turban giyip gosteri yapanlarla, 1920-30′larin Almanyasinda kollarina gamali hac pazubanti takip “fasizmin ozgurlunu” savunmak ugruna sokaklara dokulen naziler arasinda pek de bir fark yoktur. O donemde Hitler ve cetesine bu ifade ozgurlugu verildigi icin 2. Dunya savasi cikmis, milyonlarca insan heba olmustur.(K)

    Yani çarpıtmanın bu kadarına da pes doğrusu!Yoksa Nazilerin haklarının gaspedildiği falan mı düşünülüyor.Yani o dehşet kalabalıklar,kısıtlanan özgürlükleri için mi meydanları dolduruyorlardı?Bu ne biçim benzetme öyle?İnsanın el insaf! diyeceği geliyor.Hani bir olay teryüz edilir de bu kadar olmaz.Ama bir benzetme yapılacaksa,türbanlıların durumu Nazilere değil o dönemde şiddete maruz kalan Yahudilere,Çingenelere ve “Saf Alman”ırkına ait olmadığı düşünülen kesimlere benzetilebilir.Toplumda ayırd edilsin diye bu “temizlenmesi”gereken “unsurlar”ın koluna işaretli pazubentler takılırdı Naziler’e değil(bunu da belirtmiş olayım).Ayrıca milyonlarca insanın fırınlarda yakılıp öldürülmesinden Hitler ve çetesi sorumludur.Dolayısıyla kimin hangi role daha uygun olduğu ortadır.
    Sonuc olarak demokrasi tarihten bu dersleri almak kendi islerligini regule etmek zorundadir. Eli kolu bagli “bakalim demokrasiyi korurlar mi” varsayimiyla bekleyemez. Cagdas demokrasiler masum ozgurluklerle, duzeni istismar eden ve duzene temelde karsi olan ozgurlukler arasindaki ayirimi yapmak zorundadir. Bu ayirimi yapamazsa demokratik duzen yikilir.(K)

    Evet katılıyorum,demokrasinin iyi işlemesi için tarihten çok iyi dersler çıkarılmalıdır.Fakat bu dersler herhalde bireysel özgürlüklerin elde edilmesini bir korku seneryosu haline getirmekle olmuyor.Sıradan ve “masum” isteklerin nasıl adım adım faşizme doğru evrildiğini iyi tahlil etmek için bence Hitler’in Nazizminden,Mussolini’nin devlet faşizminden ibret alınmalıdır;bireysel hak ve hürriyetlerin hayata geçirilmesi,adalet ve eşitliği talep edilmesinden doğan hayali korkulardan değil.

  22. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Ara 3, 2008 | Reply

    Yukarıdaki yorumum alttan ikinci paragrafın sonunda teknik bir hata sonucu, diğer katılımcıdan yapılan alıntıyla birleşik geçmiştir.Birleşmiş olan bölümü aşağıya tekrar geçiyororum.

    Sonuc olarak demokrasi tarihten bu dersleri almak kendi islerligini regule etmek zorundadir. Eli kolu bagli “bakalim demokrasiyi korurlar mi” varsayimiyla bekleyemez. Cagdas demokrasiler masum ozgurluklerle, duzeni istismar eden ve duzene temelde karsi olan ozgurlukler arasindaki ayirimi yapmak zorundadir. Bu ayirimi yapamazsa demokratik duzen yikilir.(K)

  23. Yazan:MER'A-K(ıl) Tarih: Ara 3, 2008 | Reply

    @ Kemalist,

    Siyasal ideolojilere,bilgi ve becerileri ifade etmek üzere benimsenmiş olunan mesleki sorumluluklarından daha çok sadık kalınacağına yemin edilmemiş ve zaman zaman da bu yemine uygun ritüeller sokaklara, meydanlara taşınmamış olsa(hatta zaman zaman bu taşıma işinde silahlı güç araç olarak kullanılmaysa) bunlar kendi alanlarında sınırlı kalsa sorun çözülecek. Ama siyasi ideolojiler için sınır yoktur. Amaç toplumun bütün yaşam alanlarını işgal etmektir.

    Siyasi ideolojiler,din gibi konuları,inananlar ve inanmayanlar üzerinde siyasal baski oluşturabilmek amaciyla kullanırlar.

    Din ve vicdan özgürlüğünün anayasal güvence altına alındığı(!) bir ülkede, bireyin kullanımını tercih etmek hususunda tamamıyla özgür olması gereken başörtüsü, dini, kısıtlı alanlara hapsetmediği sürece kendi ideolojisine yer açamayacağını düşünen kesimin yönetici siniflarinin bilincli ve sistematik cabalariyla, kendi kelimeleri ile “öcü” olarak yarattıkları “siyasal İslam ideolojisinin”, “siyasal uniforması”, “bayrağı”, yani “simgesi” olarak empoze edilmeye ve böylelikle de “siyasal baskı” oluşturulabilmeye çalışılmaktadır.Ne yazik ki demokrasiye gercekten inanan cogu bireyin aslinda “ozgurluk” diye algiladigi sey, “siyasi tek tip bir uniforma” giyme ozgurlugudur;”herkes başı açık olmak zorundadır”gibi!

    Bu baglamda sokaklarda sadece kendilerinin siyasal üniforma parçası olarak gördükleri “türban”a karşı gosteri yapanlarla, 1920-30′larin Almanyasinda kollarina gamali hac pazubanti takip “fasizmin ozgurlunu” savunmak ugruna sokaklara dokulen naziler arasinda pek de bir fark yoktur. O donemde Hitler ve cetesine bu ifade ozgurlugu verildigi icin 2. Dunya savasi cikmis, milyonlarca insan heba olmustur.

    Kendi kelimelerinizi bir de böyle okuduğunuzda kimin kimi “heba” etmeye çalıştığını teşhis edebilirsiniz.Sanırım!

  24. Yazan:ç-z Tarih: Ara 4, 2008 | Reply

    Aziz bey,
    Dün gece çok eşlilikle ilgili yazmış olduğunuz yorumunuzda yer alan şu satırları;“dinen böyle bir tercihe kısıtlama getirilmediği hatta bu yönden “teşvik”ten bile söz edilebileceğini okuduğumda “teşvik” kelimesine takılmış ve günümüzde bu nedenlerin ortadan kalkmış olduğuna bu nedenle de teşvikten söz etmenin doğru olamayacağına dair muhalif bir yorum yazmıştım.Hatta bu konunun, özgürlükleri savunan bir düşünce akımı içinde değerlendirilip herkes diğerine karşı saygılı olsa diğerinin seçimine karışmaz ve sadece kendisi için “doğru”olanı seçmiş olur denilerek eşitsizliğe sebep olacak böyle bir seçim/ahlaksızlık nasıl savunulabilir diye de düşünerek oldukça esef etmiştim.

    Sonra yazdığım o yorumu göndermekten vazgeçtim zira dini gerekçeleri,vahiy edildiği dönemin şartlarını vs.yi sıraladığım yazı ile aslında kendimce “karşı” olduğum bir özgürlüğe “hayır” demek için,tıpkı başörtüsüne karşı olanların Kur’an’a bakıp orada örtünmenin yeri almadığını,bunun gericilik olup,çağdaş kadına yakışmayan bir tercih olduğunu iddia edenlerin yaptığı gibi sebepler aradığımın farkına vardım.Sorun, bu konunun dinen teşvik edilip edilmemesinden kaynaklanmıyor.

    Toplum içinde evlilik müessesinin tarafları olmuş kişilerin, sahip olduğu haklar konusunda eşitliklerini temin edebilmek ve birey mağduriyetinden kaynaklanan toplumsal sorunları engelleyebilmek için kanuni yasaklar/yaptırımlar getirilmiş olması, benim gibi bu konuyu “sorun” olarak kabul eden bazılarımızın talep ettiği çözümün temin edilebilmesine herhangi bir katkı sağlayamıyor.Aksine böyle ihaleci,konformist bir tavırla çözüm(!) için “otorite(!)” ile işbirliğine girerek ve onun yaptırımlarını koşulsuz kabullenerek, toplum mühendisliğine soyunarak, farklı düşünen bireyi ve taleplerini göz ardı ederek yok saymak, bir zaman sonra benim, doğru, bir başkasının da yanlış bulduğu farklı bir konuda itiraz etme hakkımın tamamıyla ortadan kalkmasına sebep oluyor.Fazlası ile teslimiyetçi bu tavırdan güç alan/beslenen otorite(!), bir ebeveynin çocuğunu nasıl eğiteceğinden tutun da kimden kaç çocuk yapması gerektiğine kadar geniş bir alanda müdahil olma hakkına sahip olduğunu ifade etmekle kalmıyor,uyulmadığı halde cezai yaptırımları da olan yasaklamalar dahi üretebiliyor.

    Bu yasaklamalarla gayri meşru etiketi yapıştırılan ilişkiler,namus cinayetlerinin de tetikleyicisi olabiliyor.Bu gayri meşru yaftalamasının baskısı öyle büyük bir korkuya sebep oluyor ki bir kadın doğurduğu çocuğunu bile akıl almayacak yöntemlerle kendi elleri ile öldürebiliyor ya da terk etmek,yok saymak zorunda kalabiliyor.
    Bu çok eşliliği görünürde yasaklamanın sebep olduğu zafiyet ve yozlaşma,”serbest” bırakmanın sebep olacağı,sorumluluğunu tamamıyla bireyin yükleneceği çok eşlilik seçiminin getireceği külfetden daha büyük.

    Velhasıl çok eşliliği bir de bu açıdan değerlendirmek daha önce hiç aklıma gelmemişti zira bu konuyu üzerinde düşünmeye değer bile bulmamış ve yok olmaz öyle şey diye kestirip atmıştım.

    Dediğiniz gibi hayatı,paylaşmayı,sevgiyi,farkındalığı kavramış bir insan karşısındakine karşı saygılı ise neden birden fazla eş istesin ki!Ya da eşlerden biri olmayı neden istesin ki!İstiyorlarsa da bu ilişkinin taraflarından başka kimi hangi sebeple ilgilendirir?Aile hayatı denilen ve tamamıyla bireylerin tercihlerine dayalı bir ilişkiyi hangi otorite kendi arzu ettiği gibi şekillendirme hakkına sahip olabilir?

    Mesela özgürlükleri savunan bir düşünce akımı keza bazı özgürlükleri sakıncalı bulursa bu,o düşünceyi tutarsız ve kendi içinde çelişkili kılar. demişsiniz fakat böyle bir düşünceyi genel geçer olarak kabullenmek,bazı sorunların(yozlaşmanın) var olma sebebinin fazla,sakıncalı olarak tanımlanan “özgürlükler” olduğuna,yasakçı zihniyetten etkilenerek inanmış, dolayısıyla bazı konularda düşünce tembelliğine teslim olmuş biri olarak söyleyebilirim ki inanın çok zor oluyor.Özgürlükleri “sakıncalı” bulup, yasaklayarak yeni sorunlara sebep olmaktan ziyade bu özgürlüklerin kullanımı sonucunda vuku bulması muhtemel sorunların çözümüne odaklanarak konuyu düşünüp,tartışabiliyor olmak, baştan kısasçı bir tavırla ret ediyor olmaktan çok daha faydalı olacaktır.

    Teşekkürler Aziz bey sayenizde kendi ezberimi gözden geçirmiş oldum.

  25. Yazan:ayse Tarih: Ara 4, 2008 | Reply

    Tamam da ortada bir de dini ozgurlukler konusu var. En basitinden mormonizm acikca cok esliligi emreden bir din. Bu konu Kuran’daki ortunme ile ayetten de cok daha acik. Belki turkiye’de 1000 kadar mormon vardir ama amerika’da 2 milyon kadar mormon var. Mormon kitabinda ve peygamberlerinin hadislerinde ve daha sonra brigham young’in sozlerinde acikca var.
    Bence bir liberalin alacagi pozisyon acikca cok esliligi savunmak olmalidir. Cok esliligin yasak olmasi dini ozgurluklere tamamen aykiridir. Bu insanlarin evlerine baskinlar yapilmasi tam bir ayrimciliktir.

  26. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Ara 4, 2008 | Reply

    Sayın Ç-Z,

    Est.Ben size teşekkür ederim,kapıldığım şartlanmadan beni(kısa süreliğine olsa da)uzaklaştırdığınız için.Çünkü öyle bir düşünce ve algı dünyasında yaşıyoruz ki,doğru bildiğine inandığımız bir çok şeyin aslında içinde yaşadığımız toplumsal yapının hafızalarımıza yerleştirdiği “değişmez”lerle sınırlandığının farkına bile varamıyoruz.Bilincimize bir şekilde yerleşen değerler,sadece davranışlarımıza yön vermekle kalmıyor,fakat aynı zamanda duygularımıza da hükmederek şekil veriyor.Hem de vicdanımızı ilgilendiren en masum ve insanı duygularımızı bile.Yani kendimizden emin olduğumuz ve vicdanımızı rahat hissettiğmiz sevgi,hoşgörü,adalet ve eşitlik gibi pozitif duygularla kuşatıldığmız anlarda bile bu şartlanmışlık halinden etkilendiğimizin maalesaf farkına varamıyoruz.Zira insanlık tarihinin birikimleri,oturmuş gelenekleri ve ön kabulleri zaman içinde her toplumun ortalama uyum gösterebileceği bir toplumsal sözleşmeye dönüşüyor.Ve bizler bazan bu temel kuralları sorgulamaya çalıştığımızı düşünsek bile,bir yanımız hep bu sözleşmeye bağımlı kalıyor.İşte aile müessesi de böyle bir gelenekçi yapının sonucu bugünkü kabul gören değeri üzerine oturdu.Dolayısıyla(istisnalar hariç)yeryüzündeki bütün farklı dinlere mensup insanların eşlilik durumunda tekeşliliğe daha çok itibar ettiği ya da daha sıcak baktığını görüyoruz.İşte bu yaygın gelenek,kaynağını dinlerden ziyade(ki burda dinlerin foksiyonu yok anlamı çıkmamalı)toplumların uzun erimli yaşam pratiği ve tecrübelerinden esinlendiği anlamı çıkıyor.Tabii buraya kadar aktardıklarım bahsini ettiğim adapte olma yani bir nevi şartlanmayla ilgili argümanların konusuna girer.Ancak bunun dışında kalanları da var kuşkusuz.Örneğin yorumuna gönderme yaptığım nihan kardeşimizin bizi ezberlerimizden uyandırarak ortaya attığı fikri ele alalım.Bir anda kafalarımız allak bullak oldu.Neden? çünkü adapte olduğumuz yaşam biçimine alternatif bir düşünce ihtiva ediyor.O düşünce ki hem İslam dininde karşılığı olan(yani yasak ve harama girmeyen)hem de özgürlükler bağlamında ele alındığında temel değerlere zararı dokunmayan bir tercihtir(çokeşlilik).

    Peki,hazırlıksız yakalandığımız bu soruya bizim tavrımız,yaklaşımımız nedir?İlk etapta ezberlerimizin(ben buna adapte olma durumu diyorum)yarattığı algıyla karşılıyoruz.Zira inançlı/inançsız,muhafazakar veya seküler,ilk elden,bize o bağlı olduğumuz toplumsal sözleşmeye göre düşünmek daha mantıklı ve cazip geliyor.Sanırım bizler(sizi de bunun içine katayım izninizle)her ne kadar kendimizi sorgulasak da bir yanımız kısmen o toplu mutabakata bağlı kalıyor.Ve elbette birden bire önümüze çıkan yani kafamıza dank eden ince soru beraberinde düşünce ve algı dünyamızı altüst ediyor.Bir yandan gündelik yaşamımızda bir biçimiyle kabul ettiğimiz seçimlerimizle karşılaştırdığımızda bizi düşünce ile pratiğimiz arasına sıkıştıran şaşkınlık,diğer yandan çok da üzerinde durmadığımız ama her an cevap bekleyen sorular.

    Tabii bu düşünce karmaşası bununla da bitmiyor.Mesele sadece şartlanmışlıklarımızı veya ezberlerimizi gözden geçirmek ve yeniden sorgulamakla sınırlı kalmıyor.Bizlere kim olduğumuzu ve gerçekten nereye ait olduğumuzu da yeniden sorgulatıyor bize…Bir daha bir daha düşünmeye,daha derinlere inmeye sürüklüyor.

    İşte böyle sevgili ç-z kardeşim;bir kardeşimiz çıkıp bize bir soru yöneltiyor.O başlattı diyorum:))Önce bana bulaştırıyor…Ben naçizane fikirlerimle sizi düşündürmeye neden oluyorum…Ve siz biraz daha derinlere sevkediyorsunuz beni,diğerlerini…

    Onun için size müteşekkirim.Size ve beni kendimle,vicdanımla,varlığımla hesaplaşmaya,yeniden ve bir daha düşünmeye teşvik eden herkese sonsuz teşekkürler.

  27. Yazan:ç-z Tarih: Ara 6, 2008 | Reply

    Aziz bey,
    Est.Nihan hanımın cevap aradığı için yosun tutmamış taşa benzeyen sorusu,sizin de detaylı ve oldukça düşündürücü yazınız olmasaydı benim bir katkım olamazdı.Dediğiniz gibi zamanın öğüteceği katı düşünce nesneleri olmamak için gayret etmek gerektiğini hatırlatan,sorgulama silsilesine sebep olan herkese teşekkür etmek gerek 🙂 Bu açıdan bakıldığında Ethen Mahçupyan’nın da kaleme aldığı yazı oldukça değerli.

    Yapılan özeleştirilerin,eylemlere yansıyarak hayata aktarılması zaman alabilir ama bu özeleştirilerin,uzlaşılacak pek çok ortak noktanın olduğunun idrak edilebilmesi için başkaları ile paylaşılıyor olması,ihtiyaç duyulan değişimlerin çok daha hızlı bir sürede gerçekleşmesinin önünü açacaktır.

    Biz artık nesneyiz
    Her neslin kendisini iyi hissettiği bir dönem vardır… Bu özgüven sadece hayat koşullarının iyileşmesiyle, kendimizi başarılı hissetmemizle bağlantılı olarak ortaya çıkmaz. Kendi neslimizin bizden öncekilerden daha ‘iyi’ olduğuna dair bir kanaatin dışavurumu olarak yaşanır.

    Geniş olarak bakıldığında benim neslim de 1940 ila 1960 arasında doğanları kapsıyor… Doğal bir ivmeyle sola doğru savrulan bizler Batı’daki 68 olaylarının gölgesinde yetiştik. Bazılarımız kendince onun göbeğinde yer aldı, diğerlerimiz ise onun gölgesini ve kokusunu taşıdı. Bu ‘dış dinamik’ artık farklı bir dünyanın eşiğinde olduğumuzun ve bizden bir önceki neslin atıl hale geldiğinin işaretiydi. Böylece büyük bir kolaycılıkla, başkalarının emeği, enerjisi ve aklı üzerinden sebeplendik. Bu yetmezmiş gibi kendimizin de aynı 68 ruhuyla dolu olduğumuzu, özgürleştirici bir çizgi izlediğimizi sandık.

    Söz konusu yanılgının zaman için nasıl bir zihinsel çarpıtmaya dönüştüğünü kavramak için şimdilerde pek revaçta olan ‘özel olan politiktir’ sözüne bakmak belki de yeterli… Bugün örneğin feministler ve genelde özgürlükçü olduğunu öne süren siyasi hareketler, bu sözü ‘yeterince’ şeffaf bulmadıkları özel hayatları kamusal hale getirmenin gerekçesi olarak kullanıyorlar. Ancak bunun birçok vakada yararlı bir işlevi olduğu öne sürülebilse de, zihniyet açısından bakıldığında epeyce ikircikli bir ahlak anlayışına ve sığlığa tekabül ettiğini görmezlikten gelemeyiz… Nitekim söz konusu sloganın geçmişi tam da o 68 serüvenine dayanmakta ve şu anki kullanımından epeyce farklı bir anlayışı ifade etmekte. Özel olanın aynı zamanda politik olması, o dönemde insanların bizzat kendi özel hayatlarını kamusal alana açmalarına yol açmıştı. Bu nedenle son derece radikal bir tutumdu, çünkü müstehcenliğe varabilecek bir ‘gözetleme’ aktivizminden değil, toplumun sahte ahlaki değerlerini mahkûm eden, politize edilmiş bir umursamazlıktan besleniyordu.

    Bizler 68’de bir itiraz sesi olarak yükselen yeni zihniyeti kavrayamadık… Aynı dönemde benzer gözüken şeyler yaptığımız için kendi zihniyetimizin de farklılaştığını sandık. Ama zamanın öğütmesiyle birlikte bizim itiraz sandığımız sesimiz kolaylıkla en koyu siyasi muhafazakârlıkların parçası oldu. ‘Sol’un günümüzdeki hazin hali bu durumun açık bir göstergesi…

    Bu tutuma paralel olarak bizim neslimiz baskı ve adaletsizlik karşısında da aciz kaldı. Devleti eleştiren, bu uğurda kendilerini feda eden birçok kişinin çabası da sonuçta kaybolup gitti. Çünkü nesil olarak cesur bir duruş sergileyemedik. Devlet karşısında hep temkinli olduk, çekindik, kendimizi sakındık ve yeri gelince de sindik. Bir zamanların ‘devrimcilerinin’ nasıl da aniden sistemin işbirlikçileri haline gelebildiğini şaşkınlıkla izlerken, bu ‘arkadaşları’ da gereğince eleştirmedik.

    Benim neslim kolaylıkla mahkûm edilebilecek kadar akıl ve ahlak yoksunu değildi kuşkusuz… Ama aptallığa ‘aptal’, ahlaksızlığa ‘ahlaksız’ deme cesaretini de gösteremedi. Aptallığa ve ahlaksızlığa kızdık, onun teorisini yaparken de siyasallaştırarak mücadelemizin muhatabı kıldık. Böylece o aptallığı ve ahlaksızlığı normalleştirdik, yaşanabilir hale getirdik, onun üzerinden kendi siyasetimizi anlamlı kıldığımızı sandık.

    Bu yaklaşım artık miadını doldurdu… Şimdi bizim bu tutumumuzu bizatihi ‘aptalca’ ve ‘ahlaksızca’ gören yeni bir gençlik kuşağıyla karşı karşıyayız. Bu yeni nesil öfkeli… Bazılarının sıdkı iyice sıyrılmış… Sözünü esirgemezken biraz çiğ… Ama haklı… Sergiledikleri farklılık söz konusu öfkeyi taşıyan cesaretlerine yansıyor. Aptallığı ve ahlaksızlığı fark edip işaret etmek kendiliğinden akıl ve ahlak ima etmese de, ortaya farklı bir dürüstlük ve samimiyet koyuyor.

    Bu yeni pozisyon karşısında benim neslimin kendini ‘özne’ sanma macerası da sonuna gelmekte. Çünkü karşımızda bizleri ahlaki açıdan sıkıntıya sokan bir siyasi ve insani duruş var. Bu kıskaçtan ne geçmişin kalıplaşmış teorileriyle ne de kendi afyonumuz haline getirdiğimiz bir tür aktivizmle çıkmak mümkün değil. Kabul etmekte yarar var… Biz artık ‘nesne’yiz… Yeni kuşaklar şimdi bizim ne olup ne olmadığımızı anlatacaklar ve biz de dinleyeceğiz. Onlar bizim önümüzden yürüyecek ve biz takip edeceğiz.

    Belki bu süreci yaşamak haddimizi de bilmeyi, daha hakiki olmayı, düşündüğünü söyleyebilecek bir kişilik ortamında buluşmayı sağlar. Ben kendi adıma, kendilerini aldatma eğilimine karşı duran günümüzün öfkeli gençlerini umutla karşılıyorum… Hayatı aydın diline dökülmüş bir riyakârlık içinde geçirmektense, tüm hayatlara sahip çıkmaya çabalayan bu dürüstlük arayışının kıymetini, benim neslimin de bileceğini sanıyorum…

    http://www.taraf.com.tr/makale/2980.htm

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin