RSS Feed for This Post

Sistemin Türk tanımı ve ırkçılık fiyaskosu

20080530_derindusunce_org_turkluk.jpg Anayasanın 66. maddesinde Türk tarifi yapılmıştır. Bu tarif aynen şöyledir; “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür”.

Anayasanın bu hükmü ve tarifi konusunda ne söylenebilir? Veya konuya şöyle de girebilirim. Bu tarif karşısında söylenebilecek bir söz kalmış mıdır?

Önce işin mizahı…

Ülkede yaşayan ve kendilerine Ermeni, Rum, Yahudi veya başka kavimlere mensup olduğunu söyleyen kişiler, saçmalıyorlar. Zira anayasaya göre Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşı oldukları için aslan gibi TÜRKTÜRLER. Ve hiçbiri çıkıp da kendilerinin kim olduğunu anayasadan daha iyi bildiklerini söylemek kibrine kapılmasınlar.

Turistlerin dışında bu ülkede yaşayan herkesin Türk olduğu anayasa tarafından yüksek bir ilim ile teşhis edilmiş ve yüksek bir iltifatla kavmi nitelikleri tayin edilmiştir. Öyleyse ülkede Türklerden başka bir kavim ve topluluk yaşamıyor. Bu kadar yeknesak/homojen bir insan topluluğunun olduğu bir ülkede, sonuna kadar Türkçü olmak çok tabi gibi görünmüyor mu?

Anayasa mahkemesinin defalarca ifade ettiği gibi en yüksek hukuk metni/kaynağı anayasa olmasına ve anayasanın da bu ülkedeki tüm vatandaşları Türk olarak teşhis etmesine karşılık, başka kavimlerin varlığından bahsederek bozgunculuk yapmak, kimin haddine…

Haaa… Siz şöyle mi diyorsunuz? Anayasada böyle bir hükmün bulunması “çıplak gerçekliği” değiştirmez. Bu konu hukukun değil, ilmin konusudur ve ilmin konuştuğu yerde hukuk, ilme saygı ile susar mı diyorsunuz? Yine yanılıyorsunuz. Zira sizin böyle söyleyeceğinizi bilen anayasanın size bir cevabı var. Anayasanın 27. maddesi aynen şöyledir;

“Herkes, bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma hakkına sahiptir.

Yayma hakkı, Anayasanın 1 inci, 2 inci, ve 3 üncü maddeleri hükümlerinin değiştirilmesini sağlamak amacıyla kullanılamaz.”

Sanırım herkes anayasanın ilk üç maddesini biliyor. Dolayısıyla sizin ilmi veya fikri çalışmalarınız ve çabalarınız, ilk üç maddenin hükümlerinin değiştirilmesi amacıyla kullanılamaz. Bu durumda neymiş bakalım. Anayasanın 66. maddesine göre hepiniz Türk’müşsünüz ve gevezelikten başka bir şey yapmıyormuşsunuz.

Bu durum Türkçülerin hoşuna gider mi? Eğer bir Türkçü anayasanın bu hükmünden memnun ise, kendi kafasına (ayağına değil, doğrudan kafasına) kurşun sıkmaktadır. Niye? İki sebeple; birincisi, ülkedeki Türk soylu olmayanları Türk sayan bir anayasa karşısında Türkçülük yapmalarının gerekçeleri ortadan kalkar. İkinci sebep ise daha vahimdir. Anayasanın tarifine göre, misak-ı milli sınırları dışındaki Türklerin tamamı TÜRK DEĞİLDİR.

Öyleyse neymiş… Azeriler, Türkmenler, Kırgızlar, Özbekler, Kazaklar vesaire tüm Türk boyları Türk değil fakat Türkiye’deki mesela Ermeniler, Rumlar, Yahudiler vesaire TÜRKTÜR. Buyurun… Akıllara seza bir durum… Bu durumda, Türkiye’de Türkçülerin Kemalist olmasının açıklaması hangi galaksiden ödünç alınmış bir mantıkla yapılabilir ki?

Şimdi işin ciddi tarafı…

Hukuk ile ilmin ilişkisi, dikey değil yataydır. Hukuk, ilmin üstünde yer alamaz. Eğer bu iki mecranın birbiriyle ilişkisini dikey ilişki olarak kabul edeceksek, ilim daha üstedir ve hukuk ilme tabidir. Zira hukuk da sosyal bilimlerden biridir ve genel manada ilme dahildir. İlme dahil ise ilme tabidir.

Fakat Türkiye’de ilim, “gevezelik türünden bir meşgale” olarak kabul edildiği için, hukukun üstünde olması kabil değildir. İlmin ülkede hakikaten “gevezelik yapılacak alan” olmaktan çıkarılamadığı doğrudur. Bunun sebeplerinden biri de hem hukukun ve hem de ideolojinin kendini ilimden üstün görmesi ve ilmi, müstakil bir “disiplin” değil, kendini doğrulaması için “disipline edilmiş” bir gevezelik alanı olarak görmesidir. Ülkedeki profesörlerin beyanlarına bakıldığında görülecektir ki, Kemalizm, ilmin üstünde olduğu gibi hukukun da üstündedir.

Hukuk, hayatı tanzim ederken, hayatın gerçekliklerini ilimden ödünç alır. Bu meyanda mesela “insan ve hayata dair temel tarifler” ilmin inhisarındadır. Hukuk, kendi kaynaklarına dayanarak bu konularda tarifler yapmaz/yapamaz. İlmin yapmış olduğu tarifleri (genel kabul görmüş olanlarını) alır ve kendi metinlerinde kullanır. Çünkü hayatın gelişmesini temin eden hukuk değil ilimdir. İlmi hukuki çerçeveye alır ve sabitlerseniz, hayatın gelişmesini durdurmuş olursunuz.

Hukuk kendini ilmin de üstünde gördüğünde ne olur? Türkiye’de olanlar olur. 12 Eylül cuntacıları birkaç generalle bir araya gelir ve birkaç tane de sivil (sözüm ona profesör istihdam ederek) anayasa yazar ve anayasaya da ilmin ancak ikinci emre kadar serbest olduğunu yazar. Ülkede hukukun kaynağının siyaset olduğunu, darbelerde de “güç” olduğunu hatırlarsak, üç-beş generalin, hukukun ve ilmin kaynağı olduğunu tespit etmemize mani nedir?

Türk devleti denen bu ülkedeki cunta sisteminin, daha Türk tarifini yapamadığını, yapmaya çalıştığı Türk tarifinin ise dünyadaki yüzmilyonun üstündeki Türk unsurunu, Türk olmaktan çıkardığı açık bir vakadır. En netice bu ülkede Türkçülerin (sağ ırkçılar veya ulusal ırkçılar) rahat yaşayabileceği, çünkü devlet ve vatanı bunların sahiplendiği vaka idi. Ne var ki, Türkçüler az okuduklarından mıdır, yoksa başka sebeplerle midir bilinmez, en fazla rahatsız olması gerekenler olduğu halde en az rahatsız olanlardır.

Aslında tüm bu karmaşanın tek bir açıklaması var. Ülkede yaşayan bir avuç Kemalist/laik bir topluluk, oligarşik imtiyaz, iktidar ve kudretlerini kaybetmemek için elinden geleni yapmaktadır. Hiçbir ideolojik tavır, bu ülkede cari olan siyasal sistemin/rejimin temelindeki/kaynağındaki bu imtiyazlı sınıfın yanında yer alma basiretsizliğine düşmemelidir. Bir avuç azınlığın herkesi kullandığı ve istismar ettiği vakası apaçık ortadayken, bazılarının buna taraf veya ortak olması, düşünce zafiyetinden başka neyle izah edilebilir?

Trackback URL

  1. 4 Yorum

  2. Yazan:TT Tarih: Eyl 16, 2008 | Reply

    Öyleyse neymiş… Azeriler, Türkmenler, Kırgızlar, Özbekler, Kazaklar vesaire tüm Türk boyları Türk değil fakat Türkiye’deki mesela Ermeniler, Rumlar, Yahudiler vesaire TÜRKTÜR. Buyurun… Akıllara seza bir durum…
    Geçenlerde yaptığımız Ermenistan maçı ile ilgili tv yayınlarındaki iki haber dikkatimi çekmişti. Bunlardan NTV, Türkiye’deki tek ermeni köyü olan Vakıflı’ya giderek maçı kahvede izleyen ermeni vatandaşları gösteriyor ve onların Türkiye’nin attığı gollerdeki mahçup alkışlamalarını haberleştiriyorken, ATV ise Samatya’da bir ermeni işletmecinin kahvesinden ekranlara vakıflıdakine benzer buruk! gol sevinci görüntülerini yansıtıyordu.

    Her iki yayındaki kurguda dikkat çeken “telkin” ise ermeni vatandaşlarımızın farklı olmadığı hatta Türkiye’den taraf oldukları anlatılmaya çalışılmasıydı. Maçı izleyen ermeni vatandaşlar için de “ermeni türkler” ifadesinin kullanılması da ayrı bir gariplikti. Almanya’daki türklerin doğal olarak maçlarda Türkiye’yi destekleceğini kabul eden bizler Türkiye’deki ermeninilerin ise Ermenistanı desteklemesini anormal, hatta ihanet gibi algılamaya meyilliyiz.. Yani haberleri kurgulayanlar biliyorlarmıdır bu ülkede türk olmamanın sanki bir kabahat olduğu iliklerine kadar işlemiş ve bunu da biz izleyicilere durmadan telkin etmeye çalışıyorlar ve bu bilinçle milli birlik ve beraberliğimizin korunmasına da büyük hizmet ediyorlar!..

  3. Yazan:Ömer Oduncuoğlu Tarih: Eyl 16, 2008 | Reply

    Sayın Haki Demir, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 1970’lerde almış olduğu üç tane karar, Türkiye’deki gayrı müslimleri “yabancı” olarak nitelendiriyor. Bu da Anayasa’nın Türklük ile ilgili maddelerine tamamen zıt.

    Bu kurgunun devlet mantığında halen sürdüğüne ilişkin elimizde güçlü izlenimler de yok değil. Vakıflar meselesi bunun en açık kanıtlarından bir tanesi.

    Yani bilimsel olmamanın ötesinde, devletin kendi yaptığı bu gayrı mantıksal “Türk” tanımına kendisinin bile inanmadığını ve ancak “işine geldiği” noktada bu tanım bağlamında hareket ettiğini görebilmek mümkün.

  4. Yazan:turgutkalemi Tarih: Mar 3, 2009 | Reply

    Şu makale açılmış konuyu daha da açıklar sanırım:

    Hukuki Bir Gerçeklik Olarak Türk Kavramı
    Türk Hukukunda Türk=Türk Vatandaşı=Türklük

    Yazan : Ali İhsan Samurkaş – Kamu Yönetimi Bilim Uzmanı

    Yayınlayan: Turgut Kalemi

    1982 Anayasası’nın 66.maddesine(1) göre, Türk sayılmak için vatandaş olmak yeterlidir. Buna ek olarak, belli bir ırktan, dinden ya da soydan olma şartı aranmaz ve aranamaz. Bu ilke ilke, anayasalı düzene geçtiğimiz 1876 yılından beri uygulanmaktadır.

    Yukarıdaki anayasa hükmü, zaten 1961 Anayasası’nın 54.maddesinden(2) alınmadır. Öte yandan, 1924 Anayasası’nın 88.maddesine(3) göre, ırkına veya dinine bakılmaksızın, vatandaş olan herkes Türk sayılır.

    Aynı ilke 1876 Anayasası’ında (Kanuni Esasi) da vardı. Şöyle ki, bu anayasanın 8.maddesine(4) göre, din veya mezhebi ne olursa olsun, bütün uyruklar (tebaa) Osmanlı’dır. Bu sarayın kendi şalını tebaası üzerine örtmesi politikasıdır.(Osmanlıca da bu amaçla icat edilmiştir).Günümüze kadar ki uygulamaya yön vermek bakımından, bu Osmanlı’lık ilkesinin değerini küçümsemek mümkün değildir. Bu yönlendirici temel ilkeye göre, üye bulunduğu soy kümesi ( etnik grubu) ya da din ülkede çok küçük bir azınlık oluştursa bile, herhangi bir vatandaş, devlet yönetiminde diğer bütün vatandaşlarla eşit ölçüde hak sahibidir.

    Bütün anayasalarımızda vatandaşlığı (=Türklüğü) kazanma ve yitirme yollarınin ayrıca yasalarla düzenleneceği hükme bağlanmıştır. Kanuni Esasi’den farklı olarak, Cumhuriyet anayasalarında, anayasaya bağlı bu konuda çıkarılacak yasalarda kesinkes yer alması istenen bazı kurallara özellikle yer verilmiştir. Sözgelimi, 1924 Anayasası’na göre, Türk babadan gelenlere veya Türkiye’de yerleşmiş yabancı babadan Türkiye’de doğan, burada yaşayan ve reşit yaşa ulaştığında (erginliğinde) vatandaş olmak isteyenlere vatandaşlık verilir. Babaya tanınan bu öncelik, 1961 ile 1982 anayasalarında da sürdürülmüştür. Bu iki anayasanın hükmüne göre, Türk babadan gelenler kesinlikle Türk’tür. Yabancı ile evlenen Türk ananın çocuklarının durumu ise yasa ile düzenlenir. Kadın ile erkek eşitliğine aykırılığı açık olan bu düzenleme ayrıca çelişkilidir de. Çünkü, bu iki anayasanın söz konusu maddelerinde Türk babanın veya Türk ananın çocuğu Türk’tür, hükmü yer almaktadır.Böyle bir hükümden sonra, yabancı ile evli Türk kadınlarının çocuklarına vatandaşlıkla ilgili bir sınırlama getirilmemesi gerekirdi. Neyse ki bu çelişki 403 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanununda (5) giderilmiştir.(6).

    Görüldüğü gibi 1876 Anayasasındaki Osmanlı üst kavramına yüklenen işlev günümüzde Türklük üst kavramına yüklenmiştir.Aralarında iki fark bulunmaktadır : Birincisi, bir arada yaşamakta olan kavimler arasından birisinin (Türk) adı üst kavram olarak seçilmiştir. Başka bir anlatımla, Türk şalı herkesin üzerine serilmiştir. İkincisi ise, “tebaa” kavramı yerini “vatandaş”a bırakmıştır.

    Türklükten ne anlaşılması gerektiğine gelince; bu, 1993 tarihli bir Anayasa Mahkemesi kararında şöyle açıklanmıştır : “Burada Türklük, ırka dayalı bir anlam taşımamaktadır. Her kökten gelen vatandaşların vatandaşlığı ve ulusal kimliği anlamına gelmektedir.”(7).

    Irk sosyolojik bir gerçektir ve hiçbir şekilde yok olmaz. Hukuki gerçek ise her zaman sosyolojik bir gerçeği esas almaz. Başka bir anlatımla, sosyolojik gerçeğin üstüne geçirilmiş bir gerçek hukuk yoluyla yaratılabilir. Bunun an açık örneği, iki gerçek kişinin (sosyolojik gerçeğin) ortak karar vermesiyle hukuki bir gerçek olan limited veya kollektif şirket yaratılmasıdır.Bu hukuki gerçeğe tüzel kişilik denir. Tüzel kişilik evlenme dışında gerçek kişinin yaptığı tüm tasarruflara yapmaya haiz bir kişidir. Osmanlılık ve Türklükte vatandaşlık konusunda birer hukuki gerçektir.

    Irkı esas alan her türlü faaliyetin anayasa ve kanunlarla yasaklandığı hatırlanırsa, bir sosyolojik gerçek olan Türk, Osmanlılıkta görüldüğü kadar olmasa bile sonuçta yadsınmak ya da büyük potada eritilmek istenmiştir. Milletin asli unsurunun özel adının şal niyetine kullanılması birçok psiko sosyal, siyasal, kültürel vs.yeni sorunlar yaratmıştır fakat en önemlisi zihinler karışmış, bulanıklaşmıştır.Kendini Türk hissetmeyen unsurların bir kısmı hukuki Türkü kendilerine dayatılmış sosyolojik Türklük olarak algılamakta ve bu aktüel bir sorun oluşturmaktadır. Osmanlı sarayının çömertçe açtığı şemsiye, onun altında toplananların tümünün hedefi olduğu için saray kendini ülke dışına atarak canını kurtarmaya çalışmıştır.Günümüzde ise asli unsur kendini diğer unsurların hedefi olarak sürekli savunmak zorunda kalmaktadır.

    Dipnotlar:

    (1) Ara başlık: Türk Vatandaşlığı
    “Madde 66 –1. Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.
    2.Türk babanın veya Türk ananın çocuğu Türktür.Yabancı babadan ve Türk anadan olan çocuğun vatandaşlığı kanunla düzenlenir.
    3.Vatandaşlık, kanunun gösterdiği şartlarla kazanılır ve ancak kanunda belirtilen hallerde kaybedilir.
    4.Hiçbir Türk, vatanına bağlılıkla bağdaşmayan bir eylemde bulunmadıkça vatandaşlıktan çıkarılamaz.
    5.Vatandaşlıktan çıkarma ile ilgili karar ve işlemlere karşı yargı yolu kapatılamaz.”

    (2) Ara başlık : Vatandaşlık
    (Maddenin tümü aynıdır, sadece 1961 anayasasının ara başlığında Türk sözcüğü yoktur.)

    (3) Ara başlık yoktur. “Madde 88 – 1.Türkiye’de din ve ırk ayırt edilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese (Türk) denir. (parantez orijinalinde vardır).
    2.Türkiye’de veya Türkiye dışında bir Türk babadan gelen yahut Türkiye’de yerleşmiş bir yabancı babadan Türkiye’de dünyaya gelipte memleket içinde oturan ve reşit yaşına vardığında resmi olarak Türk vatandaşlığını isteyen yahut Vatandaşlık Kanunu gereğince Türklüğe kabul olunan herkes Türktür. (bu bendin sonunda Türk vatandaşlığına kabul karşılığında Türklüğe kabul ifadesinin kullanılmasına dikkat)
    3.Türklük sıfatının kaybı kanunda yazılı hallerde olur.(bir yukardaki vurgumuz burası için de geçirlidi. Yani, Türklükten kasıt doğrudan doğruya Türk vatandaşlığıdır.)

    (4) Ara başlık yoktur. “Madde 8 – Devlet-i Osmaniye tabiyetinde bulunan efradın cümlesine
    herhangi din ve mezhepten olur ise olsun bila istisna Osmanlı tabi olunur ve Osmanlı sıfatı
    kanunen muayyen olan ahvale göre istihsal ve izae edilir.”

    (5) R.G.22.02.1964/Sayı:11638. Kanun 2004 yılına kadar değişiklik geçirmiştir.Bu kanunun
    uygulamasıyla ilgili yönetmelik : 11.02.1964 Tarihli ve 403 sayılı Türk Vatandaşlığı
    Kanununun Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik (R.G. 01.07.1964/Sayı:11742).

    (6) Cem Eroğlu, Devlet Yönetimine Katılma Hakkı, Ankara , s.82-83,126.

    (7) Anayasa Mahkemesi Kararı Tarihi: 23.11.1993, Esas 1993/1, Karar 1993/2.

  5. Yazan:Serkan Çekiç Tarih: Mar 3, 2009 | Reply

    Herkesi türk olarak kabul etmeyip türklüğü belirlemeye çalışan bir anayasa veya türklüğü tamamen yok sayan bir türkiye anayasası daha ırkçı olurdu bence.Bunun alternatifi ne olabilir onunda üzerinde dursaymış daha hoş bir yazı olabilirmiş.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin