RSS Feed for This Post

Sürekli Darbe

20080528_derindusunce_org_12_eylul_darbesi.JPG Darbe laflarının gizli kapaklı bir fısıltı olmaktan çıkıp sorumlu ve sorumsuz ağızlarda sakız gibi çiğnendiği bir ortamdan rahatsız olmayan Türkiye’nin tadı yok. Siyaset sınıfının itibarı, bir miting sonrasının kaldırımlarından süpürülen çöp kadar değersiz. Son otuz yılda antimiliter tavrıyla tanınan bütün çevrelerde, artık gizlenmeye bile gerek görülmeyen hoşnutluk hâkim. Jakobenizm, yıllardan sonra paslanmış mafsallarına yağ damlatarak yoğun geçmesi beklenen bir dönem için kültür-fizik hareketlerine başlamış durumda.

Bu kadarını gerçekten hak ettik mi derseniz; bugün öyle bir noktadayız ki, darbe yapılmasıyla, bundan sonra hiç yapılmayacak olması arasında bir fark kalmadı; yaşadığımız durumu “sürekli darbe” olarak nitelendirmek hiç de yanlış olmaz. İşin en hazin tarafı, geçirmekte olduğumuz köpürtülmüş krizin tamamen anayasal esaslara uygun bir düzlemde cereyan etmesi. Bu arada dünya siyaset literatürüne “sürekli darbe  ile işleyen  anayasal parlamento sistemi”  olarak adlandırabileceğimiz yeni bir model kazandırdığımız ve bu modeli yirmi beş senedir başarıyla çalıştırdığımız için ne kadar övünsek yeridir.

Türkiye’de askeri müdahalelerin görünür gerekçeleri yanında, siyasi sistemi dönüşüme uğratmaya yönelik düşüncelere de dayandığı söylenebilir. Gerek 1960 müdahalesi, gerekse 1980 müdahalesi sonrasında ortaya konulmak istenen siyasi yapı bu fikri destekleyen uygulamalar olarak dikkati çekmektedir. 1960 öncesinde iki partili bir sistemden söz etmek yanlış sayılmaz. Bu durumda iktidar partisine(Demokrat Parti) karşı bir tutumun tabii olarak muhalefet partisini (Cumhuriyet Halk Partisi)güçlendirmeye yönelik sonuçlar vermesi beklenmelidir.1960 darbesini yapan askerlerin kahir ekseriyeti DP’ye karşı çıkarken, kendi eğilimlerinin tabii temsilcisi CHP’nin güçleneceğini biliyorlardı.1960 sonrasında kanunen DP adını taşıyan bir parti kurmak mümkün değildi ama, bu partinin oylarının en azından önemli bir kısmının CHP’ne akmayacağı da tahmin edilebiliyordu. İhtilalciler bu maksatla Yeni Türkiye Partisi (YTP)’ni kurdular. Ardından, emekli bir orgeneral (Ragıp Gümüşpala) başkanlığında Adalet Partisi(AP) kuruldu. Halk seçimlerde yönetimin sağ partisi yerine AP’ye daha fazla meyletti. AP, DP’nin devamcısı olarak iktidar oldu. Ancak AP, DP’yi tasfiye edenlerin kurduğu sistemi hiçbir zaman tasfiye sürecine sokamadı. 1960’larda basın ve bürokrasi mekanizması, aşırı sol eğilimleri gürbüzleştiren bir atmosfer oluşturmuştu. Ordunun 1970 sonrasında 12 Mart Muhtırası’yla bir taraftan bu mekanizmayı boşa çıkartan, öte yandan siyasi iktidarı saf dışı bırakan tutumu üzerinde dikkatle durmak gerekir. 1960’da siyasi iktidara karşı açıkça tavır koyan ordu, 1970 sonrasında başka şeylere de (aşırı sol eğilimlere) karşı tavır koymak durumunda kaldıysa, bunun dünya dengeleriyle alakalı olduğu düşünmek daha isabetli olacaktır. (ABD-SSCB dengeleri) 1980’in 12 Eylül’üne yaklaşıldığında sosyal demokrat CHP ile liberal AP tek başlarına iktidar olma güçlerini yitirmişlerdi. Öte yandan sokak savaşlarının boyutları her türlü kitlesel ümidi eritecek ölçülere varmıştı. Daha köktenci olana ve otorite tesis edebilene doğru bir eğilim kaçınılmaz olabilirdi. 12 Eylül, böyle bir eğilimin sona erdirilmesi için de gerekli görülmüş olabilir. Nihayet 12 Eylül anarşiyle birlikte siyaseti de durdurarak hükmünü icra etmeye başladı. 

Bu modelin, “bu kadar kusur kadı kızında da olur.”cinsinden ufak bir ayıbı da yok değil; sürekli darbe ile işleyen sistemimiz ne yazık ki ülke sınırları haricinde hiçbir işe yaramıyor. “Yüzde yerli ve milli” niteliklere sahip bu sistemin bir başka ülke tarafından işletilebilmesi için söz konusu ülkeye önemli miktarda “malzeme” ve mantalite yardımıyla bulunmamız şart; “malzemeden” ne anlaşılması gerektiği malum; içinde yaşadığımız  “sürekli darbeyle işleyen anayasal düzen”e faaliyet ve yorumlarıyla katkıda bulunan hemen her kurumdan aklı başında üç-beş yetkili kastediyorum. “Mantalite” konusunda tam bir fikir sahibi olmak için son on yılını Türkiye’de geçirmesine rağmen zihin selametini ve sağduyusunu henüz kaybetmemiş bir yabancı gözlemcinin Türkiye izlenimlerine başvurulabilir.

Her ne ise, kırk yıllık “demokrat”ların bile bıyık altından onayladığı bir darbe ihtimalinin bu kadar konuşulması , “darbe” kavramını bile ne kadar cılk hale getirdiğimizin resmidir; bunu bırakıp darbenin ertesi günü neler olacağına bakalım; darbenin ertesi gününü birlikte tasavvur edelim; aslında kırk yıllık ömür içinde darbenin muhtelif varyasyonlarını bizzat yaşamış olan kuşaklar neler olabileceğini azbuçuk kestirebilir; tafsil etmek gerekmez. Şu kadarı söylenebilir ki 12 Eylül’den sonra “11 Eylül’ün suyumu çıkmıştı?” türünden hayıflanmalara düşen zevat, demokrat güçlerin “vallahi iyi oldu; darbe oldu da rahatladık.” Demesini beklememeliyiz.

Sistem işte böyle işler.

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin