RSS Feed for This Post

Irkçılık… Tabî Gerçeklik ile Yüksek Asalet Arasındaki Sıkışma

20080911_derin_dusunce_org_irkcilik_soyluluk.jpg Irkçılık hem kendi tabiatı gereği problemlidir hem de çözüm çabaları birçok problemle karışarak akamete uğramaktadır. Irkçılığın kendi tabiatındaki problemler az çok bilinir ama çözüm çabalarının başka problemlerle karıştığı fark edilmez.

  Irkçılığın genel kabul gören tabiatı, bir düşünce sisteminden ziyade psikoloji olduğu istikametindedir. Bu doğrudur da… Irkçılığın psikolojik kaynaklı bir tavır alış olduğu tespit edilirken, bunu aynı zamanda temel bir tenkit olarak ileri sürenler, bir noktayı atlamaktadır. Aslında düşüncelerin birçoğunun psikolojik altyapıya sahip olduğu gerçeği… Mesela Marksizm, işçi sınıfının üzerine otururken, ırkçılıktan daha az psikolojik altyapıya sahip olduğunu iddia edemez ki… Bir işçinin komünist olması gerektiğine yönelik Marksist izah, “sınıf bilinci”ne dayanmaz mı? Bu noktada düşünceyi sadeleştirdiğimizde, işçinin komünist olmasının izahının “işçi” olmasından başka bir şey olmadığı, bunun ise psikolojik bir altyapının tezahüründen başka bir mana taşımadığı açık değil mi?

            İnsanların yaşadıkları psikolojik süreçlerin, zihni organizasyonlarını ve fikri faaliyetlerini vakumladıklarını inkâr etmek kabil değildir. Tefekkür faaliyetini psikolojik süreçlerden bağımsızlaştırmak, fevkalade bir güç ve seviye işidir. Bu güç, fikir adamlarında zor bulunabilen bir büyüklüktedir. Ki Marksizm misaline dikkat edilirse, filozofların bile düşünce faaliyetlerini psikolojik süreçlerden azade kılamadığı birçok durum mevcuttur. Kalabalıkların zihni organizasyonlarını ve dolayısıyla tefekkür faaliyetlerini psikolojik süreçlerinden bağımsızlaştıracağını umut etmek ütopik görünmektedir.

            Irkçılıkla ilgili en çetin problem, onun bir psikolojik tavır alış olduğudur. Bunu ırkçılığa tenkit olarak ileri sürmek nihai tahlilde doğru olabilir. Fakat ırkçılık meselesini halledebilecek derinlikte bir teşhis olmadığını da söylemek gerekir. Evet… Irkçılık psikolojik bir tavır alıştır fakat bu tavır alışın kaynağı çok güçlüdür. Irkçılığın bağlı olduğu kaynağın gücüne eş bir karşı gücü keşfedemeden veya üretemeden ırkçılığa yönelik tenkitlerin netice vermeyeceği unutulmamalıdır.

*

            Irkçılığın kaynağına doğru bir tahlil faaliyetine başladığımızda yolumuz nereye kadar uzanır? Ya da ırkçılığın başladığı nokta tam olarak neresidir?

            Irkçılığın başladığı nokta, aile sevgisidir. Bu teşhis biraz damdan düşer gibi görünmektedir ama doğrudur. Ya da anne-baba-kardeş sevgisinin ırkçılıkla ilgili olmadığı düşüncesi aslında yanlış değildir. Aile sevgisinin doğru ve lazım olduğu düşüncesi tabi ki reddedilemez. Veya ırkçılığın kaynağının aile sevgisi olması, aile sevgisini lüzumsuz hale getirmez.

            Buradaki temel paradoks şudur. Bir şeyin kaynağı kendisi değildir genellikle… Bu beşeri meselelerdeki en zorlu konu ve paradokstur. Hayatın temel paradokslarını tespit etmeden yapılacak tefekkür faaliyeti, hayata dair hiçbir problemi çözmemektedir. Bir şeyin kaynağının kendisi olmaması paradoksuna dair birkaç misal verelim ki, konu daha anlaşılır hale gelsin.

            Mesela hukukun kaynağı, hukuk değil siyasettir. Hukuku üreten faaliyet alanı hukuki faaliyetler değil, siyasi faaliyetlerdir. Ülkedeki sisteme dikkat edildiğinde ne dediğim anlaşılacaktır. Siyasi partiler kurulur, seçime girer ve parlamento teşkil olunur. Parlamento ise kanunları (neticede hukuku) üretir. Bu noktadan konuya bakıldığında şu neticeye varmak kabil gibi görünmektedir. Öyleyse hukuk yoktur. Fakat durum bu kadar basit değil. Her şey belli bir tecrit noktasına ulaşıldığında başka bir şeye kalbeder. Bu durum, misalimizde olduğu gibi hukukun olmadığı neticesine ulaşmamızı sağlamaz. Aksine hayatın ne kadar girift olduğunu ve hiçbir alanın (disiplinin) birbirinden tamamen müstakil hale gelemeyeceğini gösterir. Hayat zaten bu şartta mümkün olmaktadır. Disiplinlerin birbirinden tamamen müstakil hale gelmesi durumunda hayatın temel örgüsü çözülmekte ve dağılmaktadır.

*

            Çocuk doğduğunda, “potansiyel insan” olarak dünyaya teşrif etmektedir. O haliyle insan değildir. Fakat insan olmanın tüm kaynaklarına sahiptir. Çocuğun insan olabilmesi uzun bir süreç olan “insanileşme sürecinden” sonra gerçekleşebilir. İnsanileşme süreci, insan olmanın kaynaklarının belirli bir çerçeve içinde disipline edilerek, zihni organizasyonun gerçekleştirilmesini hedeflemelidir. Eğitimin ne olması gerektiği hususu da tam bu noktada ancak izah edilebilir.

            Çocuğun insanileşme sürecinin ilk havzası (veya çerçevesi) ailedir. İnsan, hayvanlardaki gibi hayatı yaşamanın temel imkânlarına sahip olarak dünyaya gelmez. Çocuk, hayatı yaşamanın hiçbir imkânına sahip olmaksızın dünyaya gelir. Dolayısıyla tüm ihtiyaçları ailesi tarafından karşılanır. Bu manada insanileşme sürecinin ilk safhası, hayatın yaşanabilmesi için gerekli olan temel imkânların kazanılmasıdır.

            İnsanileşme sürecinin birinci safhası olan aile hayatı, konuşmayı, yürümeyi, yemek yemeyi vesaire öğrendiği bir hayat dilimidir. İnsan hayatının erken çağındaki bu dönem için çocuk psikolojisindeki gelişmeler ve özellikle de psikolojik altyapılar oluştuğu vakadır. Ne var ki, bu dönemin özelliği, araştırılmasının zor olmasıdır. Fakat şu kadarını anlamak kabildir. Hayatı yaşamayı mümkün kılan temel imkânların kazanılması, çocuk ile aile arasındaki bağın, tahlil edilemeyecek kadar derinlere inmesine ve aynı zamanda güçlü olmasına vesile olmaktadır. İşte bu güçlü ve derin bağ, çocuk için ilk evrenini inşa etmektedir. Evren… İşte tılsımlı kelime… Mensubiyetin ilk türü bu evrende meydana gelmekte ve ilk hayat alanı bu evrende oluşmaktadır. Mensubiyet ve hayat alanı…

            Çocuğun dünyasında mensubiyet, hayatın kaynağıdır. Nizamla tanıştığı ilk hayat alanı ise ailedir. Aile, hayatının kaynağı ve hayatın mümkün olduğu alandır. Dolayısıyla aile dışındaki alan tam bir kaostur. İnsan psikolojisindeki temel temayüllerden biri, kaostan nizama doğru bir kaçış veya arayıştır. İnsan hayatı boyunca da bu temayülden hiçbir zaman kurtulamayacaktır. Nizamın en kestirme karşılığı hayat, kaosun ne kestirme karşılığı ise ölümdür. Dolayısıyla nizama doğru psikolojik akış, hayata doğru akıştır.

            İnsanileşme süreci başlı başına bir tetkik mevzusudur. Burada konu ile ilgili olarak bir parantezlik bahsedilmektedir. İnsanileşme sürecinin devam eden safhaları, bilindiği gibi okul, içtimai çevre ve iradi tefekkür safhalarıdır. Bu safhaları misal olarak kayda geçiyoruz. Yoksa birçok başka safhalardan bahsetmek kabildir.

*

            İnsanileşme sürecinin ilk basamağı olan ailede kazanılan zihni ve fiili itiyatlar, “aşina olan” ile “yabancı olan” arasında temel bir tercihi mecburiyet haline getirmektedir. İnsanileşme sürecinin son safhası olan “iradi tefekkür” veya “tefekkür faaliyetini psikolojik süreçlerden bağımsızlaştırma” seviyesine ulaşamamış olan her insan, hayatının temelini, aşina olan ile yabancı olan tasnifinde kurmaktadır. Aşina olmak ile yabancı olmak tabirleri, konunun en naif şekilde ifade edilmiş halleridir. Malumdur ki, hayatın ilerleyen safhalarında bu tasnif, “dost” ve “düşman” mefhumlarıyla ifade edilmeye başlanmaktadır.

            İnsan psikolojisinin “aşina olana” mütemayil olduğu vakadır. Doğrusu bu temayül, yanlış da değildir. Zira hayat ancak aşina olunanlarla yaşanabilmektedir. Bu noktadaki problem, aşina olan ile yabancı olan şeklindeki tasnifte değil, bu tasnifin muhtevasının nasıl doldurulduğundadır. Zira yanlış doldurulduğunda, dost ve düşman tasnifi ortaya çıkmaktadır. Muhtevanın doğru doldurulmasında da dost ve düşman tasnifinin ortaya çıkma ihtimali vardır ama bu durumda da dost, düşman tasnifinin muhtevasının doğru doldurularak meselenin problem kaynağı olmasının önüne geçilmesi mümkün olabilmektedir.

*

            İnsanileşme sürecinin bebeklik çağında üretilmiş olan ve aslında da mecburen üretilen “mensubiyet”, insanda çok derinlere iner ve çok güçlü hale gelir. Mensubiyetin çerçevesini (her türlü çerçevesini, içtimai çerçeve, kavmi çerçeve, iktisadi çerçeve, sınıf çerçevesi) oluşturan aşinalık ise hayat alanı, hayatını sınırlarını, hayatın akış istikametlerini ve faaliyet türlerini tayin etmektedir. Aşina olmanın muhtevası, hayatın tabi seyrinde ve kendiliğinden dolmuş/doldurulmuş ise, son çerçeve insanın kavmidir. İradi tefekkürle bir şahsiyet inşa edilmemişse, “aşinalık çerçevesinin” kavmi aşması nasıl mümkün olabilir ki?

*

            Hayatın tabi seyrinde meydana gelmiş olan en geniş çerçeve mahiyetindeki kavim, insanlar için hayatı yaşamayı mümkün kılan, kendilerini onunla tanımladıkları, beşeri münasebetlerini (dil beraberliği sayesinde) rahatlıkla kurabildikleri bir havza haline gelebilmektedir. Buradaki sihirli ifade, “hayatın tabi seyrinde” ifadesidir ki, bu netice ancak hayatın tabi seyrinde meydana gelebilmektedir. İradi tefekkür seviyesine gelememiş insanların, psikolojik süreçlerinden bağımsızlaşarak ırkçılıktan kurtulmasını mümkün kılacak zihni bir manivelaya sahip olmaları beklenmemelidir.

*

            Hayatını tabi seyrinde yaşamış olanlar için en geniş çerçeve olan kavim, insanların aile, akraba vesaire sevgilerinde olduğu kadar normaldir. Bu noktada ırkçılığa yönelik her tenkit, kavme yönelik bir saldırı olarak anlaşılmaktadır. Zira bu kişiler için kavim, tabi bir birliktir. Kavmin tabi bir birlik olduğu da ayrıca doğrudur. İnsanın kavmi mensubiyetinin gayriiradî olduğu hatırlandığında, bu birliğe yönelik tenkitlerin muhtevası isabet kaydetmelidir.

            Hakikaten kavmiyetçiliğe yönelik tenkitler, kavme karşı yapılmamalıdır. Kavmiyetçilik vakası ile kavim vakası farklıdır. Kavmiyetçiliğe yönelik tenkit, kavme yöneldiğinde zıddından kavmiyetçilik yapılmaya başlanır. İnsan gayriiradî mensup olduğu kavmine neden düşman olsun ki? Mesela Türk kavmiyetçiliği ile Türk düşmanlığı, kavmiyetçilik bakımından aynıdır ve hatta ikincisi birincisinden daha vahimdir. Zira insan illa yanlış yapacaksa, kendi kavminden taraf olmak şeklinde bir yanlışı, kendi kavmine düşman olmak yanlışına tercih edebilir. İşte ayarın kaçırıldığı noktalardan birisi burasıdır. Tenkitler özünde böyle bir yanlışı barındırmasa bile muhataplarında böyle anlaşıldığı unutulmamalıdır.

            Kavmiyetçilik, insanın aşinalık çerçevesi bakımından çok güçlüdür. Bazı tehdit ve tehlikelerin zuhur ettiği dönemlerde insanların kavmiyetçiliğe çok çabuk savrulduğu vakadır. Psikolojik altyapıların kavmiyetçiliği güçlü bir şekilde beslediği hatırlandığında, insanların savunma reflekslerinin kavmiyetçiliğe kadar geri çekildiği ve orada güçlü bir cephe kurduğu zannı çabuk zuhur etmektedir. Tehdit ve tehlikelerin başka kavimler merkezinde zuhur etmesi, kavim gerçeğini çıplak hale getirmekte ve savunmayı fikri zeminden psikolojik zemine savurmaktadır.

            Kavmin reddi, en büyük ikinci içtimai gerçekliğin reddidir. İnsanların aynı dili konuşarak bir hayat yaşayabileceği böyle bir gerçekliğin reddi, hiçbir fikri gerekçe bulamaz. Kavmin reddi aynı zamanda nesebin reddidir. Zira kavim, en geniş manasıyla nesep silsilesidir. Nesebin reddi, asalet arayışında ciddi problemler meydana getirir.

            Buna mukabil kavmiyetçiliğin reddi, insan haysiyetine davetiyedir. Kavmiyetçiliğin reddi asalet arayışının ana güzergahıdır. Buradaki asaletten kastımız, şahsiyettir. İmtiyazlı bir sınıfı asla kastetmeyiz. Kavmiyetçiliğin reddi, tüm insanlığa bir davetiyedir. Tüm insanlığa muhatap olacak “tefekkür çerçevesi” asaletin kaynağıdır. Kavmiyetçiliğin reddi, fikri hasisliğin reddidir. İnsanın sahip olduğu herhangi doğru bir fikrin, kavmiyetçilik ile sınırlanması (sadece kendi kavminin faydasına sunulması) ve diğer insan kütlelerinden kıskanılması, ne büyük asalet zafiyetidir.

*

            Her yazının neticesinde bir çözüm teklifi olması gerekiyorsa eğer, o şu; İnsanileşme sürecinin ilk safhası olan “benlik inşasının” muhtevasının neyle doldurulacağı sorusunun cevabı, kavmiyetçiliğe geçit verip vermeyeceğini tayin eder. Benlik inşasının muhtevası, nelerle doldurulabilir?

            Benliğin muhtevası, kişinin kendisi (kendi gerçekliği), mensup olduğu sınıf/zümre gerçekliği, ait olduğu kavim/ırk ve sahip olacağı dünya görüşü ile doldurulabilir. Kişinin benliği, ne kadar hacimli olursa, o derecede insan topluluklarını ihtiva edebilir. İşin esası, kişinin benliğinde başlayıp bitmektedir. “Ben” dediğinde ne kadar büyük bir çerçeveyi kastediyorsa o kadar büyük bir insan haline gelmiştir.

            Benlik inşasının muhtevası, bir dünya görüşü ile doldurulabilirse, diğer ihtimaller ortadan kaldırılmış olur. Fakat dünya görüşünün de kavmiyetçiliği teyit etmemesi ve kavimler üstü bir muhtevaya sahip olması gerektiğini söylemeye lüzum yok.

            Sıfır-altı yaş gurubundaki çocuğun benlik inşasında bir dünya görüşünün faal olabileceğini iddia etmek nasıl mümkün olabilir? İşin can alıcı noktası burasıdır. İslam’ın bu noktadaki teklifi, çocuğun benlik inşasını bu dünyanın gerçekliklerinin üzerinde bir metafizik gerçeklik ile yapmaktadır. Allah sevgisinin yerleştiği “benlik” O’nun yarattığı tüm varlığı ihtiva edebilecek kadar hacimlidir. Çocuğun benlik inşası, Allah sevgisi ile gerçekleştirildiğinde sahip olabileceği aşinalık çerçevesi, tüm insanlık olabilmektedir. Zira İslam, tüm insanlığa hitap etmektedir.

*

            Bu yazı ile meselenin tüm boyutlarının çerçevelenemediği doğrudur. Bazı hususların çok özet halde, bazılarının ise sadece mefhum seviyesinde ifade edildiği vakadır. Fakat tüm boyutlarıyla çerçevelenmesinin ne kadar uzun bir yazı gerektireceği açıktır.

Trackback URL

  1. 7 Yorum

  2. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Eyl 11, 2008 | Reply

    Irkçılık elbette bir düşünce sistemi ve dolayısyla da bir siyasi tercih olmaktan ziyade psikolojik bir vakadır.Daha doğrusu ruhsal bir hastalık demek daha yerinde olacak.

    Yazı,bu travmatik hastalığın başlangıç evresine,hangi koşullarda ortaya çıktığına dair çok aydınlatıcı fikirler içeriyor.Ancak tedavi ve rehabilite konusunda bireyin irade ve düşünce gibi donanımlarının ırkçılığın aşılmasında yeterli olabileceğini düşünmüyorum.Elbette bireyin doğru ve güzel olanı keşfetme,ahlaklı ve erdemli bir kişiliğe sahip olma çabasının burda etkili olmayacağı anlamına gelmez.Fakat kabul etmek gerekir ki insan doğası gereği çevresinden,yaşadığı toplumun yaşama kültürü ve davranışlar bütününü oluşturan değerler iklimden etkilenen bir varlıktır.Bu bağlamda ırkçılığın sıradan ve olağan karşılandığı ve aynı zamanda meşrulaştırıldığı bir toplumda bireyin tek başına bu illetin üstesinden gelmesi düşünülemez.Bırakınız üstesinden gelmesini,medyanın ırkçılığı yayan yayın politikası,devlet kurumlarının halkın duygu ve inançlarını istismar etmesinde sınır tanımayışı ve hepsinden önemlisi temel eğitim olarak körpecik beyinlerin türlü hamasetlerle doldurulması,insanların bunu benimsemesine yol açmaktadır.

    Uzun lafın kısası bu tamamen bir zihniyet meselesidir ve bu zihniyetin aşılması için de köklü reform ve düzenlemeler gerekmektedir.Yani demokrasi kültürünün tüm kurum ve kuruluşlarıyla işletildiği,ve bunun toplumca içselleşebileceği bir kültürel dönüşüme ihtiyaç var.Bu olmadan bireyin sadece düşünce ve iradesiyle düzelebilecek bir şey değildir.

  3. Yazan:TT Tarih: Eyl 13, 2008 | Reply

    Bizim ırkçılarımız ülke içinde zayıf konumda olanlara(kürt,ermeni,yahudi vb.) karşı ırkçılık yaparlar.Mesela sıra bir Amerikan,İngiliz,Fransız, İtalyan ve sair gelişmiş ülke vatandaşlarına gelince içinde bulundukları aşağılık kompleksiyle bir anda ırkçılıklarını ve övünüp durdukları ırklarının üstünlüklerini unutuverirler…

  4. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Eyl 13, 2008 | Reply

    Sayın TT,

    Irkçılık konusunda gözden kaçan ancak son derece önemli bir ayrıntıya dikkat çekmişsiniz:aşağılık kompleksi.Zira ırkçılık sadece kendi ırkını üstün ve nitelikli görerek diğer toplulukları hor görmekten ibaret değildir.Bir kişilik bozukluğuna işaret eden bu tutumun çok farklı biçimleri vardır,ki değindiğiniz nokta bizde yaygın olan ırkçılık biçimine çok uyuyor.Ayrıca aşağılık duygusundan beslenen bu kompleksli yapının hor ve hakir gördüğü kesimler,farklı etnik kimliğe sahip topluluklarla da sınırlı değildir.Onlar,kendilerinden daha üstün hissettikleri diğer ulus ve topluluklar karşısında kendilerine ait pek çok değere karşı da aynı kompleksi yaşarlar.Dinden hazzetmezler örneğin…İnançlı insanlara tahammülleri yoktur,her fırsatta küçük düşürücü sıfatlarla tanımlamaya çalışırlar…Opera bale falan diyerek sanatsever geçinirler ama kendi insanına “muhtelif kokan”,”işi gücü olmayan yaşlılar” diye küçümsemekten de pek sakınca görmezler.Ne bileyim kendi dini bayramlarında ortalıktan sıvışmayı marifet sayar,”çağdaşlaşmayı”başka kutlamalarda ararlar.Say say bitmez.İşte,bir arada yaşadığı insanlara bu denli tahammülsüz,kendi değerlerine yabancı ama kendinden üstün gördüğü toplumlara müthiş hayranlık duyan bu tuhaf anlayışlar maalesef “vatanseverliği”de kimselere kaptırmazlar.

    Tabi bu anlattığım model sadece ırkçılığın bir versiyonu.Belirtileri çok daha farklı biçimleri de yok değil elbet.

  5. Yazan:uveys Tarih: Eyl 13, 2008 | Reply

    Sn. Aziz bey veyahut abi….

    Yukardaki..! yazdigim bey, abi sozcuklerine takilmayin lutfen. Sizinle samimi bir bag kurmak adina, hangisini kabul ederseniz onu kabul edebilirsiniz. Sizinle kisisel bir hesabim olmadigi gibi sadece diger bir pLatformada yorumcu arkadaslarin birbirlerini nasil irkci diye sucladiklarini, vede rencide ettiklerine tanik oldum. Ve biri digerini irkci diye suclarken insanin kendisinin’de cok basit bir sekilde ayni hataya uzulerek soyluyorum dustugune tanik oldum. Ve onlara atfen yazmis oldugum bir yaziyi sizinlede paylasmak istedim. Okursaniz sevinirim. Bir kopyasinida buraya yaziyorum.

    Yazan:uveys Tarih: Eyl 13, 2008 | Reply

    Sn. Yorumcu arkadaslar;

    Yorumlarinizi okuyorumda buralara kadar nasil geldiginizi hale cozmeye calisiyorum. Konunun ozunden nasil kopmayi basardinizda asagiki mahalle, yukariki mahalle diye birbirinize meydan okumaya basladiniz. Birisi digerine Kapi gosteriyor. Boyle bisey olamaz ya arkadaslar Turkiye kimsenin tekelinde degil heleki.! Bu sekil bir stratejiyle turkiyenin cografi konumunu diller, dinler arasi diyalogunu goz onunde bulundurmaksizin bunu yapma hakkini nereden buldunuz kendinizde. Buyurun bolun, Laz, cerkez, Kurt, arap, Gurcu, Bulgar gocmeni, yezidi, alevi…V.s Bunlari yapmaya kalkisanlar Azinlik kalabileceklerini goremiyecek kadar korlermi.?

    Bu sekildemi Turkiyeye faydali, olabileceginizi dusunuyorsunuz. Arkadaslar herfirsatta bunu soyluyorum. ovunmek, nutuk amacli degil tabi. Turkiye sevdalisi arap bir ailenin cocuguyum. Turkiyeyi tehdit eden sorunlarin basinda ki..! en buyuk bela bence boluculuk. Herkes birbirini bu anlamda karaliyor lakin kimse sucu ustune almiyor. Bana kalsa toplum, birey olarak herkes suclu. Cunku kimse ustune dusen gorevi layikiyla yapmiyor. Bu ulkede Vatandas, burokrat, hakim, savci herkes birilerine itiaat ediyor. yani kimse tarafsiz degil. Gorsel medyada dahil buna. Sizden ricam devletle, hukumeti birbirine Karistirmayin….

    Herkes birbirini sabote etme yoluna gidiyor. Kimse , kimseyi anliyacagi sekilde dinlemiyor. Bana kalsa toplum icerisinde en cok bagiran, yaygarayi koparan Konuyla bilgisi olmiyandir. Dikkatleri kendi ustune cekebilmek, digerlerinin dikkatini dagitmak adina bunu yaptigini goz onunde bulundurursak bir anlamda basarili sayilabilir. Ama topluma faydasi hic olamiyacaklardandir. Size tavsiyem turkiyenizin cografyasina yogunlasin. Yogunlasirkende turkiyede yasiyan degisik medeniyetlerin , toplumlarin kulturlerini inceleyin bir arada nasil yadadiklarina, yasibileceklerine bir goz atin sanirim kafi gelecektir.

    Tavsiyem hataydan baslayin. Cok sirin bir il olmasinin yani sira cok cesitli medeniyetleri; Kulturleri bagrinda barindiran bir vilayet. Ve hatirlatmadan edemiyecem hatayi kimse ne savasarak nede baskiyla turkiye sinirlarina katmistir. Tamemen oranin halkinin kendi istegiyle (1939′da)Referandumla suriye’ye degilde; Turkiyeye Katilmislardir……

  6. Yazan:uveys Tarih: Eyl 13, 2008 | Reply

    Irkciligin Vede boLuculugun sonu..!

    Buna en iyi ornek yakin zamanda gerceklesen Ve hale devam etmekte olan irak savasini ele alip inceliyecek olursak. Bir anda gerceklesmemis olan bu savasin Temellerinin yillar oncesinde hazirlandigini ve gercekte nedeninin iraqi devrik Lider Saddam Huseyinin zulmunden kurtarmak degilde; Her 10 yilda savasmiyacak olursa ekonimisinin cokecegine inanan Amerikanin nasil bir katliyam yaptigini butun dunya bugun gozleriyle seyretmektedir.
    Dikkatinizi su yone cekmek istiyorum. Dusununki..! Amerikan askerleri iraqin kucuk bir kasabasi olan Saddam Huseyinin dogmus oldugu kasaba olan tikriti ele gecirmesi, isgal etmesi haftalar surdu. Lakin bagdatta sokak arasi buyuk bir savas kopacagini dusunen savasin yorumlayicilari yanildilar. Cunku bagdatta tek bir kursun dahi atilmadi. Cumhuriyet muhafizlari teslim oldu. Bagdatta Amerika-Iraq savasi baslamadan sona ermis oldu.

    Ama iraqta ates hic sonmedi. Ogun bugundur Mezhep savaslari alabildigince devam etti. Devam edecekte. Saddamin esaretinden kurtulmak icin teslim olan Bu milletin sucu yok elbet ama saddamida arar oldular. Amerikanin herzamanki oyunu gene galip geldi burda da. Bol, parcaLa vede yonet..o yuzden rica ediyorum kendi aranizda yaptiginiz boluculuk, irkcilik ne vatana ne millete fayda getirir…

  7. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Eyl 14, 2008 | Reply

    Sayın uveys,

    Bana dilediğiniz şekilde hitap edebilirsiniz.Takılmak bir yana bilakis dediğiniz gibi samimiyet ve içtenliğin işareti olarak memnun olurum.Hele sitete yayımlanan ilk yorumlarınıza verdiğim tepkiye rağmen bu anlayışı gösremeniz ayrıca takdire değer.

    Katılımcı dostlarımızın ırkçılık üzerine yaptıkları tartışmalar bana göre de biraz üzücü.Keşke insanların anlaşabileceği,birbirini dinleyebileceği daha uygun demokratik tartışma zemini olabilse.

    Ne var ki sonuçta insanız ve ister istemez zaman zaman nefsimize yenilmekten kendimizi kurtaramıyoruz.

    Ancak şunu da kabul etmek gerekir ki,tamamen ırkçı söylemlere dayanan incitici,saldırgan ve düzeysiz sataşmalara verilen tepkiyi de aynı ırkçı tutumla bir görmemek gerekir.Evet sözle bile olsa kışkırtıcı ve tahripkar davranışlara aynı şiddetle öc alırcasına karşılık vermek,karşı tarafı yaralamaya kalkışmak elbette tek yol değil ve sağlıklı bir sonuç da getirmez.Fakat dediğim gibi,sarfedilen onur kırıcı sözlere bir tepkinin doğmasını da anlamak gerekir.

    Tabi siz bunu anlayamıyorsunuz demiyorum/diyemiyorum.Zira tepkilerimiz farklı olsa da sağduyuya,toplumsal barış ve uzlaşıya bir zemin yaratma çabası içinde olduğunuzu görmemek mümkün değil.

    *****

    Ayrıca buraya tekrar alıntıladığınız yorumu da daha önce okudum.Anlama ve anlaşılma gayretinizi bu yorumda da dile getirmişsiniz ve samimiyetinizden kuşku duymuyorum.Ancak farkında olmayarak olsa gerek,ırkçılık tanımına girecek davranışlara karşı sürekli bir “bölücülük”vurgusuyla karşı çıkıyorsunuz.Elbette bölücülük de ırkçılık kadar tehlikeli ve toplumsal barışı aynı oranda tehdit edebilecek olumsuz bir potansiyel barındırır.Fakat gördüğüm kadarıyla sizi üzen ve hayrete düşüren karşılıklı yorumlarda “bölücülüğü”savunan ya da bölücülüğe işaret eden bir yoruma da ratlamadım.Yanılıyorsam lütfen düzeltiniz.Zira bütün yorumlar yerli yerinde duruyor ve istediğiniz şekilde alıntı yapabilirsiniz.

    Dolayısıyla her davranışıyla pot kıran,kendisini bu memleketin tek sahibi gibi görüp diğerlerine kapı gösteren,ağzına geleni söyleyerek kin ve nefretini kusanlara gelen uyarıları bölücülükle eşdeğer tutmak doğru değil.

    Size bir abi,kardeş ya da dost tavsiyesi olarak bu hassas noktalara dikkat etmenizi öneririm.Empati kurmak,her ne şekilde olursa olsun diğerini anlamak,anlamaya çalışmak elbette çok güzel bir erdem.Ancak bunu yaparken yargı terazisinden de şaşmamayarak gerçekleri ıskalamamak gerekir.

    Yanlış anlaşılmamayı umuyor sevgi ve selamlarımı iletiyorum.

  8. Yazan:uveys Tarih: Eyl 14, 2008 | Reply

    Sn. Aziz abim,

    Ben bu platformda boluculuk yapiliyor demedim. baska platformda oldugunu ve ordan alinti yaptigimida anlatmaya calistim. Bir kere kaliplasmis olan ve boLuculerin SIK kullandiklari bir slogan Turkun turkten baska dostu yoktur. Ne anlama geliyor? ve burda da bu sloganla karsilastim acaba niye? Kaldiki benim gibi bir Arabi ne denli Turk sayabiliyor bu insanlar? Ayriyeten bu Ulke icin ben 18 ay askerligimi seve-seve yaptim Hicbir zamanda askerligin yapilmasini sacma bulmadigim gibi bu kurumu karalamadim. Her firsatta savundum sayginligina dikkat cekmek istedim. Yani ben bu Vatanida bu milletide diledigim gibi Ozgur irademin bana vermis oldugu guvenle sevemiyecekmiyim..?Yada bunu neden bir avuc yobaz engellemeye kalkiyor? Neise ne Onlara kalsa hepsi vatanini cok seven birer kahraman Onlarin aksine zit goruslu olanlarda bu vatani cok seviyor. Neticede Vatani-Milleti sevmek adina bir Ortak gorusleri var ama yaptiklari eylemlerle, gostermis olduklari tavirlarla birbirlerinden ayriliyorlar. Benim acimdan bu bolunmusluktur. Kendimide su sekil savunabilirim ben bu vatani ahmet, mehmet icin sevmedim. Kaldi ki..! Onlar buna engel olabilsin…Kimse Turkiye’yi kendi tekelinde gormesin. Turkiye sevenlerin. Birakinda sevenlerine kalsin.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin