RSS Feed for This Post

İnsan ve İşkence

20080528_derindusunce_org_iskence.JPGGoerge Orwell’in muhteşem romanı 1984‘ü pek çoğunuz okumuştur.  Hatırlayın, 101 no’lu odaya götürüleceğini öğrenen düşünce suçlusu ‘mahkum’,   ailesinin bile gözleri önünde öldürülmesine razı olduğunu ama kendisinin o odaya götürülmemesini nasıl da yalvararak istiyordu?

Romanda tüm suçlular 101 no’lu odaya gitme kaygısıyla başa çıkmaya çalışıyor çünkü 101 no’lu odada her suçlu kendi büyük korkusuyla yüzleştiriliyor. Kimisi karanlık, kimisi yükseklik kimise fare korkusu vs. Ve hiçbir suçlu 101 no’lu odadan, gittiği fikirlerle geri dönemiyor. Romanın kahramanı Winston’da tüm işkencelere direnmiş ama 101 no’lu odada teslim olmamış mıydı?

Hasan Cemal’in “Kürtler” kitabını okuyanlar bilirler. Kitabın başlangıç sayfaları meşhur Diyarbakır Cezaevi’ndeki işkenceleri uzun uzun anlatır. Hatta o kadar anlatır ki bu işkence tasvirlerine çok uzun yer verdiği için Hasan Cemal birçok kesim tarafından sertçe eleştirilmiştir. Sanırım yayınlandığı yıl; 2003’de okumuştum, satırlarda gezinirken kanım donmuştu.

Tom Hanks’in oynadığı “The Green Mile”i (Yeşil Yol) pek çok kişi izlemiştir. Cellatlığa meraklı sorunlu karakterimiz, elektirikli sandalye ile idam edilecek olan kişiye işkence çektirmek için gizlice normal prosedürün dışına çıkarak mahkumun başına akımın geçmesini kolaylaştıran ıslak sünger yerine kuru sünger koyuyor ve daha geç sürede pişerek-yanarak ölmesine neden oluyor.

İş yaptığım bir Rustan dinlemiştim. Rus ordusunun içinde yeralan askeri cezaevlerinde gardiyanlar mecburi hizmetini yapan askerlerden oluşuyormuş. Bu askerler yine kendileri gibi mecburi hizmetlerini yapan ama işledikleri adî bir suç nedeniyle yolları cezaevine düşen “tertiplerine” akılalmaz işkenceler yapıyorlarmış. Kendisi de bu cezaevlerine düşmüş ve dışkı yalamaktan, saatlerce tazyikli suya tutulmaya kadar birçok işkenceye maruz kalmış.

Çok çeşitli işkence yöntemleri var; fiziksel, psikolojik, psikiyatrik, farmakolojik, cinsel işkence gibi..

Midesi ve kalbi kaldıracaklar açılım için buraya bakabilir.

İşkencenin tarihi insanlık tarihi kadar eski. Eski Yunan filozofu Aristo mahkumlara işkence yapılmasını destekliyordu. Antik Yunan’da dahil tüm dünyada kölelere işkence yapılması çok yaygın bir uygulamaydı. Roma imparatorluğunda gladyatörler halkı eğlendirmek için arenaya çıkartılır ve ölüm-kalım mücadelesi verirlerdi. Hz.İsa’nın “sağ yanağına vurana sol yanağını uzat” mesajına rağmen Hristiyanlık kilise eliyle işkenceyi sistematik bir hale getirdi. Engizisyon ayıbı hala Kilisenin yüz karası.

Tümevarımcı mantığın ve bilimsel deneyciliğin kurucusu kabul edilen Bacon İngiltere başyargıcıdır ve bir işkence savunucusu ve uygulayacısıdır.

Ortaçağ boyunca Avrupa kıtasında işkence oldukça yaygınlaştı. Hemen hemen 18 yüzyıla kadar insan zekasının tüm hünerleri kullanılarak adeta bir sanat haline gelen ve ‘resmi’ bir biçimde uygulanan işkence Beccarria’nın İtalya’da, Voltaire’ın da Fransa’da gösterdikleri çabalarının önemli etkisi ile gittikçe genişleyen bir tepki görmeye başladı. 1801’de Rusya’da, 1812’de İspanya’da işkenceye kaldırıldı. Aslında İngiltere’de yasal işkence 1640 yılında kaldırılmıştı ama hala bir şekilde sistematik işkence devam ediyordu.

Günümüzde ise.. Wikipedi’den alıntı yaparsak: ” İnsan Hakları Bildirgesi’nde belirtildiği üzere, işkence neredeyse evrensel olarak çok ciddi bir insan hakları ihlali olarak görülür. Üçüncü ve Dördüncü Cenevre Konvansiyonu’nu imzalayan devletler, silahlı çatışma durumlarında korunan insanlara (düşman siviller ve savaş esirleri) işkence yapmayacağını beyan eder, ve Birleşmiş Milletler’in İşkenceye Karşı Konvansiyonu‘nu imzalayanlar hiç kimseye cezalandırmak, itiraf ya da bilgi almak, onlara ya da üçüncü şahıslara baskı yapmak amacıyla kasten acı ve ıstırap çektirmeyeceğine söz verir. Ancak Uluslararası Af Örgütü gibi kuruluşlar her üç ülkeden ikisinin istikrarlı bir şekilde bu konvansiyon ve anlaşmaların ruhuna uygun davranmadığını bildirmekteler.”

Peki işkence kalktı mı? Tabii ki hayır.

Yazının başlarında verdiğim güncel örneklerde de yeraldığı gibi işkence günümüzde resmi olarak yasak olmasına rağmen halen en geçerli “itiraf ettirme” “ceza verme” ve “intikam alma” yöntemlerinden birisi olarak uygulanmaya devam ediyor. Bunun modern ve sevilen tabirle “medenî” olmakla da bir ilgilisi bulunmuyor. (Bkn. Ebu Gureyb Cezaevi işkenceleri.)

İnsanoğlu niçin işkence yapar?

“İşkencenin Tarihi” kitabının yazarı Scott’a göre, en basit ve en yaygın biçimiyle işkence, intikam hırsının, hazır, etkili, tatmin edici ve kaba bir aracı. Yine Scott’a göre, işkence devletten çok bireyle ilişkili intikam biçimlerinde söz konusu, yani, devletin adaleti sağlamak için başvurduğu bir yol olmaktan çok, haksızlığa uğradığını, kendisine ya da ailesine saldırıda bulunulduğunu düşünen bireyde gelişen ceza verme duygusuyla bağlantılıdır. Scott kitabında “bütün işkence biçimlerinin doğasında bulunan bu intikam duygusunda, işkencenin, birey için iktidar, devlet için ise otorite ve diktatörce hükmetme isteği anlamına gelmesi yatar.” diyor.

İşkencenin sebepleri için “intikam-ceza verme” duygusunu kabul etsek bile bu vak’aların neredeyse tamamında işkenceci ile mağdurun arasında doğrudan hiçbir ilişkinin olmadığını görüyoruz. Bilinçaltındaki acılar için müsebbipleri ile alakasız masumlara acı çektirmenin sebebi salt dürtü olabilir mi?

Ben, psikologların tüm açıklamalarına, insan doğasına yapılan bütün biyolojik atıflara rağmen “işkence” nin biyolojik, psikolojik ya da sosyo-kültürel sebepleri hakkında gerçekçi bir bilgi sahibi olduğumuzu düşünmüyorum.

Bir insanın bir başka insana -ya da canlıya- nasıl bir otorite emrinde ve/veya ne amaçla olursa olsun; göz dağlama, diş sökme, tırnak sökme, kaynatarak öldürme, deri yüzme, kızartarak öldürme, kemik kırma, vücüdunu dağlama vb. işkenceleri nasıl yapabildiğini aklıma aldıramıyorum.

Elbetteki bunun determine edilmiş sebepleri de bana açıklayıcı gelmiyor.

Aslında insanın işkence yapabilen bir varlık olması şunu  gösteriyor. İlk çağlardaki insanların törensel tapınmaları, mağara duvarlarına çizdikleri resimler ve sair metafizik göndermelere olan ihtiyaçları  nasıl  darwinian evrim düşüncesinin hilafına insan-hayvan ayrımının en belirgin unsurlarını ifşa ediyorsa ‘işkence’ de olumsuz yönüyle aynı ayrımın ifşası gibi. Bilge Kral Aliya’nın da dediği gibi, insan hemen her ayırdedici özelliği ile tabiatın çocuğu gibi değil,  tabiatın içindeki bir yabancı gibi hareket ediyor. Herhalde ‘dünyaya düşme’ bundan daha aşikar gözlemlenemezdi.

İnsan gerçekten müthiş bir varlık. İslâm’ın “eşrefi mahlukat” ve “esfeli sefiliyn” diye tanımladığı birbirinden hayli uzak noktalara yükselme ya da inme potansiyeli var.

Bu öyle bir sarkaç ki, bir ucu böcek öldüremeyen insanlara uzanırken bir ucu derisini yüzdüğü kişiyi zevkle seyreden “insan”a uzanıyor. İnsanda var olan ve onu hayvanlardan ayıran yegane unsurlar olan  akıl ve vicdan, onu kullanma oranına göre de kişiyi bu yelpazenin değişik noktalarına yerleşmesini sağlıyor.

Ben insana özgü hiçbir şeye şaşırmıyorum ve insanın herhangi bir hasletinin çerçevelenmiş bir sınırının olmadığını düşünüyorum; maalesef buna her türlü işkence dürtüsü de dahil..

İnsan dünyada var oldukça işkence de varolacaktır.

Trackback URL

  1. 1 Yorum

  2. Yazan:gökçe Tarih: May 1, 2010 | Reply

    aynen katılıyorum abicim bende bi şinsanın zevk lamaduğu bi şeyi yapıcağına inanmıyorum ben vicdan azabından öldüm ama napiyim amirim dedi öle ferekti vb. gibi bahaneler kişinin nefsinin kişiyi aldatması ve kişini vicdan azabı çekipte bu zevkten mahrum kalmasını şistemeyen kişi yada kişiler tarafından yapılmış boş laflardır ben bi insanın düşüne taşına canının acıdığını göre göre bile bile bundan zevk alarak işşkence nyapaişmesine inanamıyorum ama maalesef halen ülkemizdede yaygın hemen topu yöntimlere atıyolar yoksa askerlik bitmezmişd esürünürmüşte mesleğinden olumuşta haklının kafderi güvenliği bunsan bağlıymışta getrekliymişte bunu yapan insanlarında birer ailesinin olduğuhnu bilmeek daha vahim

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin