RSS Feed for This Post

YÖK yavu?

Rektör atamaları sonrası yaşanan tartışmalardaki komediyi izliyor musunuz? Hakikaten ibretlik bu olanlar.

Star’dan Ahmet Kekeç bugünkü yazısında bu konuyu işlemiş ve  “Beter olsunlar” demiş. Buyrun:

Haysiyetli öğretim üyeleri istifa ediyormuş. Biri, denilenlere göre, kendini yerden yere atmış. Bu antidemokratik rektör atamaları da nerden çıkmışmış, faşizme mi gidiyormuşuz, bu kadar da olmazmış ki canım…

Sezer (seçim, liste, YÖK tercihi takmadan) çatır çatır atama yaparken bu arkadaş ve benzeri arkadaşlar susuyordu.
Hiç demiyorlardı, ‘Dünyanın hangi demokratik ülkesinde Cumhurbaşkanlarının rektör atadığı görülmüştür? Bu faşist bir uygulamadır…’

Çünkü Sezer, ‘bizim çocukları’ atıyordu.

Bizim çocuklar atandığında, ‘antidemokratik’ olan sistem, ne hikmetse birden ‘demokratik’ oluyordu.

Esasında öyledir…

Demokratik ülkelerde Cumhurbaşkanları rektör atamaz.

Bu, ayıptan da öte, antidemokratik ve faşizan bir uygulamadır.

Fakat bu ‘haysiyetli öğretim üyeleri’nin aklı neredeydi?

Hatırlayacaksınız… Hükümet, önce Erkan Mumcu’nun, sonra Hüseyin Çelik’in Milli Eğitim Bakanlığı döneminde, bir ‘YÖK tasarısı’ hazırladı ve tartışmaya açtı.

Niye böyle bir şey yaptı?

Bu YÖK çünkü, darbe anayasasının ürünüydü ve CHP’lisinden ANAP’lısına, AK Parti’lisinden İP’lisine, bir tek seveni yoktu.

Türkiye’deki her siyasi partinin programında, mutlaka YÖK’ün değiştirilmesi yahut kaldırılmasına ilişkin vaat cümleleri bulunuyordu. Öğrenciler ve akademisyen çoğunluğu da nefret ediyordu bu kurumdan.

İnanmayacaksınız ama, Ergenekon sanığı İlhan Selçuk bile eleştiriyordu bu eğitim-öğretimle ilişkisini kesmiş anti demokratik kurumu.

Sezer bile eleştiriyordu…

Hükümet hazırladığı tasarıyı önce YÖK’ün, sonra üniversitelerin, sonra da üniversitelerarası kurulun ve tabii sivil toplum örgütlerinin görüşüne sundu. Gelgelelim YÖK ve üniversitelerarası kurul üyeleri, bu hükümetin hazırladığı bir tasarıyı ‘asla tartışmayacaklarını’, ancak kendilerinin hazırlayacağı bir tasarı üzerinde uzlaşma görüşmeleri yapabileceklerini bildirdiler.

Hükümet ‘peki’ deyip tasarıyı geri çekti.

İşi, istekli ve cevval üniversitelerarası kurula bıraktı.

İstekli ve cevval kurul, çok kısa bir vade içinde, en geç 2003 sonuna kadar, tasarıyı hazırlayıp hükümete sunacağını söylüyordu.

Kısa vade doldu, Çölaşan’ın kavramsallaştırdığı ifadeyle ‘tık’ yok.

2003 sonuna gelindi; tık yok. ‘Hadi 2004’ün başı olsun’ denildi. Tık yok. ‘Şubat, Mart, Nisan olsun’ denildi. Tık yok.

Aylar ayları, mevsimler mevsimleri kovaladı ve 2004’ün sonuna gelindi. Yine tık yok… 2005 ve 2006’ya gelindi, yine tık yok… 2007’de yine tık yok…

İstekli ve cevval kurul oyalama taktiği güderken (başkanları Doğu Perinçek’ten akıl almaya devam ederken), Milli Eğitim Bakanlığı da kendi tasarısı üzerinde başlattığı ‘uzlaşma görüşmeleri’ni sürdürüyordu.

Derken, bir sabah, kafası bozuk bir şekilde YÖK Başkanı Erdoğan Teziç çıktı ve YÖK olarak uzlaşma görüşmelerinden çekildiklerini açıkladı.

Sebep?

Milli Eğitim Bakanlığı, YÖK’ten izin almadan (demek ki kendilerini yasama ve yürütmenin üzerinde bir konum biçiyorlardı), eski rektörlerden oluşan ‘danışma kurulu’ ile temasa geçmiş ve onların görüşünü almış… Bu, YÖK’ün onuruyla oynamakmış, YÖK böyle bir şeye asla müsaade etmezmiş, YÖK devrimciymiş, YÖK Atatürkçüymüş, YÖK cumhuriyetin bekçisiymiş, YÖK şuymuş, YÖK buymuş…

İpe un sermekle kalmadılar. Kendi sözümona ‘demokratik tasarıları’nı da geri çektiler.

Sonra da, üzerlerine vazife olmayan işlere burunlarını soktular:

Biri çıktı, ‘Cumhuriyetimizin temel niteliklerini korumak ve kollamak sorumluluğunu taşıyan tüm kişi ve kuruluşları’, yani orduyu göreve davet etti.

Bir başkası, ‘Devletin laik yapısını değiştirmeye yönelik düzenlemeye karşı’ halkı ulusal seferberliğe çağırdı.

Bir başkası 27 Mayıs’ı ve Adnan Menderes’in akıbetini hatırlattı.

Biri de çıktı (halkın vergileriyle halka tafra yapan bir terbiyesiz), bu ülkenin seçimle gelmiş Başbakanını ‘halayıka’ benzetti.

Şimdi ağlıyorlar.

Bırakın ağlasınlar.

Hatta beter olsunlar.

 

… Bu makale ilginizi çektiyse…

 Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor.

Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 19 Yorum

  2. Yazan:Cüneyt Tarih: Ağu 9, 2008 | Reply

    Öte yandan “o zaman Sezer’e ses cikarmayanlar simdi neden agliyorlar?” diye sorarken âdil olmak icin “o zaman Sezer’e veryansin edenler simdi neden susuyorlar?” sorusunu da sormak lazim ki iki cenahin da birbirinden pek farki olmadigi daha bir aciga ciksin.

  3. Yazan:sensakrak Tarih: Ağu 9, 2008 | Reply

    Tepeden tırnağa herkesin şikayetçi olduğu YÖK ile alakalı yapılmak istenen değişikliğe canla başla direnenler şimdi ne taklalak atıyorlar. Acınılası durum. Gerçekten acınılası.

    Cüneyt’e de katılmıyorum. Bu tepeden bakan, güya makul ve demokratmış izlenimi veren bakışı görünce -kusura bakmasın- burunumu tutarak yaklaşıyorum.

    O zaman Sezer’e veryansın edenler tuttular YÖK kanunu C. Başkanlığı yetkilerini değiştirmeye kalktılar neler olduğunu gördük. Sivil anayasa dediler al görmüş boğaya döndü bazıları. Başörtüsü özgürlüğü gibi son derece basit bir özgürlük talebi yüzünden ülke yargı darbesini kıl payı atlattı.

    Şimdi YÖK’ü kaldırmaya kalksalar, Sivil Anayasa deseler yine farklı şeyler olmayacak. Ki CHP sivil anayasa gibi şeylerin sözkonusu bile olmaması gerektiğini söyledi. Ee bu noktadan sonra halim selimlik de enayilik olur artık. Madem 12 Eylül anayasasından memnunsunuz onun kurumlarından ve Evren’in formüle ettiği 2.5 partili, güçlü cumhurbaşkanılı sisteminden memnunsunuz o zaman çekecesiniz. Böyle başa, böyle tarak.

    Hal bu iken iki tarafa bakıp farkları yok demek için insanın içindeki adalet duygusunun kazınmış olması gerekir. YÖK bir kurum varken, onun elemesinden geçmiş bir liste varken hangi demokrasiden sözediliyor da, Cumhurbaşkanı’nın bu elemeden geçmiş listeden “demokratik” bir seçim yapabilme ihtimali var sanılıyor? Eğer YÖK tamamen ortadan kalkasa da direk öğretim üyelerinin seçtiği liste Cumhurbaşkanının önüne gelse, tmm. O zaman eleştiri anlamlı olur. YÖK’ü kaldırmak/yeniden düzenlemek isteyenin Sezer’e veryansın edenlerin desteklediği mevcut iktidar olduğu ancak tepesindeki demoklesin kılıcından dolayı bunu başaramadığı da ortada olduğuna göre ağlayıp slzlamaya gerek yok.

    Galiba Cüneyt gibilerin dillendiremedikeleri şey, “sistem değişmesin hem de Sezer’in zihniyetindeki adamlar atansın sadece, yani ülkenin gerçek sahibi azgın azınlıktan birileri..” gibi bir yaklaşım. Değilse bir çözümü vardır elbet, paylaşır bizimle.

    Değil mi Cüneyt?

  4. Yazan:Sinan Yuce Tarih: Ağu 9, 2008 | Reply

    Öte yandan “o zaman Sezer’e ses cikarmayanlar simdi neden agliyorlar?” diye sorarken âdil olmak icin “o zaman Sezer’e veryansin edenler simdi neden susuyorlar?” sorusunu da sormak lazim ki iki cenahin da birbirinden pek farki olmadigi daha bir aciga ciksin.

    Gerçekten yerinde bir tespit. Bu da aslında şimdiki cumhurbaşkanımızın bu tutumuyla Ahmet Necdet Sezer’den pek de bi farkı olmadığını gösteriyor. O dönem Sezer’i eleştiren çevrelerin aynı şeyleri Gül yapınca “bu hep böyleydi zaten, niye eleştiriyorsunuz” pişkinliği göstermeleri son derece çirkindir.

  5. Yazan:blue Tarih: Ağu 9, 2008 | Reply

    Gül’ün tavrının doğru olup olmadığını anlamak için şuna bakmak lazım:
    Gül’ün atadığı adaylar dinci, tarikatçı, bilmem ne kendi ideolojisinde (!)ki adamlar mı? Hayır… Alakası yok. Ortak özellikleri açık fikirli, liberal, çalışkan insanlar olmaları. Kadri Yamaç gibi öğretim üyelerine, öğrencilere hafiyelik yapan, kendi ideolojisine sahip olmadığı için öğrencilere geçer not vermeyeceğini açıkça beyan eden hasta zihniyetler…
    Abdullah Gül’ün yaptığı, üniversitelerde onyıllardır işi ideolojiyle kotaran, üniversitesini siyaset kurumu haline getirmekten başka dişe dokunur hiçbir iş yapmamış kenelerin tasfiyesinden ibaret. Ellerine sağlık…
    Olayın Sezer’in ideolojik kadrolaşmasıyla hiçbir paralelliği yok… Evet cumhurbaşkanının rektör atamasına karşı çıkmak liberal bir tutumdur. Ama bu şimdi mi aklınıza geldi birader? Size bas bas bağırdık o kadar, etmeyin eylemeyin, bakın hep beraber karşı çıkalım bu YÖK denen ucubeye, kalksın meret. En azından kanunu değiştirelim, bu başına buyruk kurum üniversitelere takoz olmasın, özgürleşsin, özerkleşsin üniversiteler diye… Eden bulur abicim. Hiç ağlamayacaksınız. Bu kulağınıza küpe olsun. Biraz samimi olun, faşistlikten tevbe edin. Bin kere tevbe etseniz de yine gelin… Gelin, gelin…

  6. Yazan:fuatogl Tarih: Ağu 10, 2008 | Reply

    Bir zamanlar ODTÜ-ÖTK diye birşey vardı. O anlayışlar çoktan yok edildi maalesef.

    Üniversitelerde kim vardır? Öğretim üyeleri, Araştırma görevlileri, Öğrenciler, oralarda çeşitli kademelerde çalışanlar. Seçilecek insanlar bunlar tarafından seçilmeli!
    İsteyen bunu daha da sıkıştırıp tek bir cümlede ifade edebilir. Bu kadar basittir.

    YÖK mü? oda çöpe, ait olduğu yere, mümkünse anayasasıyla beraber.

  7. Yazan:Sinan Yuce Tarih: Ağu 10, 2008 | Reply

    Benim hatırladığım kadarıyla Sezer’in atamalarında en büyük yaygara 2 oyu almış bir kişiyi rektör yapmasıyla koparılmıştı. Fakat “o öyle yapmış, şimdi biz de aynısını yaparız” şeklinde bir anlayış pek de doğru değil. Sonuçta bu da bizi tutarsızlığa götürür.

    Bizim burada en çok eleştirdiğimiz nokta o günlerde Sezer’i oy dağılımına dikkat etmeksizin atama yapmakla eleştiren kesimin, aynısını Gül yapınca sesini çıkartmaması hatta bazen “açık fikirli, liberal, çalışkan insanlar olmaları” nedeniyle demokratik tercihlerin göz ardı edilebileceğini savunmaya başlamalarıdır.
    Fakat aman diyelim: AKP’nin kapatılması sürecinde bu uygulamaya karşı olan bizlerin savunmasının temelini sayısal çoğunluğa dayalı “demokratik meşruiyet” oluşturuyordu. O süreçte kapatma yanlıları tarafından yapılan argümanın temelinde “demokratik meşruiyet”in, laikçi ve elitist bir bakış açısıyla hiçe sayılması vardı.
    Bu yüzden Gül’ün yapmış olduğu rektör atamalarında sayısal çoğunluğa dikkat etmemesine göz yummak ikircikli bir tutumdur ve bu AKP ve Gül karşıtı kesimin eline daha fazla koz vermektir. Yoksa ben de YÖK yasasının şu anki halinden memnun değilim. Fakat endişem bu tür ara çözümlerle(!) YÖK reformuyla yapılacak köklü çözümlerin ertelenmesidir.

    Neyse efendim, meseleyi daha fazla uzatmadan benim de katıldığım Murat Belge’nin yazısını paylaşalım:

    . . . CHP’li sözcü zaten olanca açıklığıyla itiraf etti: Sezer “bizden” biri; o yapınca tabii ses etmeyiz. Ama AKP yapınca bu gürültüleri çıkarmak “vatan vazifesi”dir. Gizlisi saklısı, tevili yok. Bu işin bir tarafı ve şüphesiz ilginç olmakla birlikte asıl önemli tarafı değil. 12 Eylül’den beri uygulanan yasa Cumhurbaşkanı’na yaptığı şeyi yapma hak ve yetkisini veriyor. O da bunu kullandı.

    Ama, kullanmakla iyi mi yaptı?

    Burada, “siyasî gerçekçilik” konusuna girilecek mecburen. “Bize karşı bütün yapılanlardan sonra, ‘melek’ rolüne mi çıkalım? Seçilmeyen kişilerin şu son dönemde ne yaptığını, nasıl davrandığını seyrettik. Buna rağmen, bir dönem daha aynı şeyleri yapmalarına kendi elimizle imkân mı verelim?” Evet, bütün bunlar söylenebilir. Gene de ben, demokratik ilkeleri yerleştirmek için kaybedilmiş gibi görünen zamanın aslında kaybedilmiş bir zaman olduğunu düşünmüyorum. “Şimdi sıra bizde” diyerek aynı çarkı döndürmeye devam etmek, anti-demokratik mekanizmayı kalıcılaştırmak demektir ve uzun vadede AKP’ye de hayrı dokunmaz.

    Peki, benim önerim, “en çok oy alanın” rektörlüğünü onaylamak mı? Şu kısa vadede, evet. Bu ilkeye saygının gereği olarak. Ama uzun vadede sistemin tamamımın yanlış olduğu kanısındayım (12 Eylül uygulamalarının hepsi böyle zaten). Başka ülkeleri bilmem ama, Türkiye’de her şey çığırından da, zıvanasından da çıktığı, daha uzun zaman kolay kolay olması gereken yere dönmeyeceğine göre, üniversitede rektör seçiminin beldede belediye başkanı seçiminden bir farkı kalmıyor. “Beni seçin de size lojman yapayım”, “markette ucuzluk imkânı sağlayayım” falan diyerek rektör adayı olunabiliyor. Üstelik kazananlar da böyleleri. Bunların akademik hayatla, o tür değerlerle hiçbir ilgisi yok.

    Onun için şimdi yalnız özel üniversitelerde bulunan “mütevelli heyeti” uygulaması genelleştirilebilir. Yani, devlet üniversitelerinde de böyle bir yapılanmaya gidilebilir. Bu yapılanmada, pek kıvanç duyduğumuz “taşra üniversiteleri”nde, yerel ihtiyaçlara daha fazla temsil imkânı da sağlanabilir (tabii bunları yapmak için, malum bürokratik “toplum korkusu”ndan kurtulmak gerek).

    Ayrıca, “Rektörlük”, tamamen akademik bir unvan olmalıdır. Çeşitli üniversitelerin çeşitli maddî işleri olur, oluyor: döner sermaye uygulamasından yurt yapımına, kampusların düzenlenmesine, kentle ilişkilere uzanan işler. Bunlar, sonuçta, “müteahhitlik” işleri. “Ben üniversiteye yüzme havuzu yaptırdım” diyerek ortalıkta dolaşan bir “rektör” olmamalı. İngiltere’de “vice-chancellor” derler, “rektör yardımcısı” işini üstlenen, akademik kariyerden gelmeyen biri vardır. Onu da “mütevelli” seçer. Bütün bu maddî işleri “mütevelli heyet”le iletişim içinde o yürütür. Rektör elbette bilgi sahibidir, ama doğrudan karışmaz.

    Bununla da her şey anında düzelmez elbet (bu kadar bozulduktan sonra), ama düzelmeye başlayabilir.

  8. Yazan:kapistonai Tarih: Ağu 10, 2008 | Reply

    Kekeçin yazısı okuyucuyu istenilen yöne öyle güzel kanalize ediyorki. Akp nin yök nu değiştirmek için uğraştığını ama gene engellendiğinden bahsediyor. Okuyucuda hım akp değiştirecekmiş izin vermemişler. Vah vah. Şimdi buna değinip bu değişikliğin neler içerdiği konusunda tek kalem oynatmaması ilginç. Erkan mumcunun yök nu yek olarak değiştirip eğitimi pazara açmaktan gayri hiçbir demokratik açılımı olmayan bu tasarıyı üstünden okşayarak karşı tarafa gol atmaya çalışıyor. Diğer taraftan bu tasarı konusunda o zamanki yök yönetimi eğitimin piyasalaştırılması konusunda bir görüş ayrılıkları yoktu. Sorun gene yönetim erkinin kimde bulunacağı konusunda çıktı. Yani öyle demokratlarla –azgınazınlık arasında bir çekişme falan değildir. Olanları anımsamak için birkaç link verdim;

    http://www.antimai.org/ba/ozgurm2.htm
    http://www.bianet.org/bianet/yazdir/16980
    http://www.ikincicumhuriyet.org/arsiv/arsiv2135.html
    http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=62193

    Diğer taraftan bu iki cenahın birbirinden çok farklı olmadıklarına bende katılıyorum. Ama ilkesellik açısından da fark yok değil. L.doğan tılıç güzel yazmış

    Cumhurbaşkanı’nın YÖK’le imtihanı diye bir yazı yazdıktan sonra, tatilde de olsam, rektör atalamaları üzerine bir yazı yazmak ve o imtihanın sonucunu açıklamak farz oldu. Cumhurbaşkanı Gül, malumunuz, hafta ortasında YÖK’ün kendisine gönderdiği adaylar arasından bir seçim yaparak 21 üniversitemizin yeni rektörlerini belirledi. Sonra da, bu seçimin ve geride bıraktığı zor günlerin stresini atmak için Akdeniz’in mavi sularında mavi tura çıktı. Atamalar takdiri, tatil de hakkıdır, ne diyeceksiniz…

    Ahmet Necdet Sezer’in aynı konudaki “takdiri”ni alkışlamışsanız, neden en çok oy alanları atamadı gibi bir soruyla Gül’ün “takdiri”ne karşı çıkmak pek tutarlı olmaz. Tutarlılık önemlidir. Tutarlılık, herşeyden önce, bazı ilkelere sahip olmayı ve o ilkeleri farklı zaman ve koşullarda işinize geldiği gibi eğip bükmemeyi gerektirir. Sezer’in ilkeleri vardı ve “anti-demokratiklik” eleştirilerine de göğüs gererek o ilkeler doğrultusunda attı, kimini benim de eleştirdiğim adımlarını. İlkelerini bazan binilip bazan inilecek trenler gibi görmedi!

    Gül, kendisini Çankaya’ya taşıyan süreçte hep demokrasi kavramını bayrak yaptı. Seçimden, seçmen iradesinin kutsiyetinden söz etti. Seçildiği andan itibaren de “herkesin cumhurbaşkanı” olacağını söyledi. Gül’ün YÖK’le imtihanı hep gölgesinde ilerlediği “demokrasi bayrağı”yla da imtihanıydı. Bir tutarlılık ve samimiyet sınavıydı. Rektör atamalarında tabii ki bir takdir hakkı vardı, ama o takdiri siyasi yaşamı boyunca hep dilinden düşürmediği “demokrasi”, “seçmen iradesi” gibi kavramların ışığında mı kullanacak yoksa Sezer’de eleştirdiği yönde kullanıp kendiyle mi çelişecekti? İkinciyi yaptı.

    Diyarbakır’da AKP’den milletvekili adayı olmuş birini, Samsun’da Refah Partisi’nden aday olmuş birini, 9 Eylül’de aile bireyleri AKP’de yönetici olan birini rektör atadı. “Üniversitede Özgürlük” bildirisine imza atmayı rektörlük için bir ölçü saydı. Sezer’de eleştirdiği şeyi yapıp bir görüşün militanı gibi davrandı. Herkesin cumhurbaşkanlığını değil, AKP programı doğrultusunda davranan bir cumhurbaşkanı olmayı seçti.

    AKP hükümet olmakla yetinmeyen; geçmiş iktidarların tersine, yalnızca devlet kurumlarını değil, meslek odaları ve sendikalar dahil memleketteki bütün örgütlenmeleri kendi rengine boyama hırsına sahip bir parti. Şimdi hedefinde üniversiteler var.

    Üniversiteleri bir siyasi partinin arka bahçesi haline getirme çabası tehlikeli bir oyundur. Reislerin kontrolündeki koridorlar, kantinler; uzun saçlı küpeli diye dövülen öğrenciler, öğretim üyeleri; oruç tutmuyor diye öğrencilerin canından edilip köprülerden atıldığı günler oldu üniversitelerimizde. Asla tekrar yaşamak istemeyeceğimiz günler…

    YÖK’ün Çankaya’ya gönderdiği liste üzerine yazdığım yazıyı “En önemlisi, Gül’ün YÖK’le imtihanı, devletin tepesinde demokrasinin ne ölçüde ‘ilke’ sayıldığını gösterecek” diye bitirmiştim. Gösterdi!

    Şimdi, bu apaçık görünen gerçeği kimin ne kadar gördüğünü göreceğiz. Bakalım “üniversitede özgürlük” isteyenler bu atamaları o “militan demokrat” tavırlarıyla nasıl bağdaştıracaklar? Bakalım, seçmen iradesini atanmışların iradesine yem etmemeye yeminli liberaller bu atamaları ne ölçüde sindirecekler? Bakalım, “ilkeler”i anımsatıp Sezer’e ateş püskürenler aynı ilkeleri ne zaman anımsayacak?

    Gül YÖK’ün başlattığı işi YÖK’ten de “cesur” bir adım atarak tamamladı. Şimdi, üniversitelerin bilimselliği ve özgürlüğü adına çok daha sağlam durulması gereken bir dönem başlıyor. Bu da üniversite hocaları için bir sınav. “En çok oyu alanlara saygı”, “demokrasi”, “özgürlük” sözlerini dillerinden düşürmeyen her renkten liberalin tutarlılık sınavı da şimdi başlıyor.

  9. Yazan:kapistonai Tarih: Ağu 10, 2008 | Reply

    Kekeçin yazısı okuyucuyu istenilen yöne öyle güzel kanalize ediyorki. Akp nin yök nu değiştirmek için uğraştığını ama gene engellendiğinden bahsediyor. Okuyucuda hım akp değiştirecekmiş izin vermemişler. Vah vah. Şimdi buna değinip bu değişikliğin neler içerdiği konusunda tek kalem oynatmaması ilginç. Erkan mumcunun yök nu yek olarak değiştirip eğitimi pazara açmaktan gayri hiçbir demokratik açılımı olmayan bu tasarıyı üstünden okşayarak karşı tarafa gol atmaya çalışıyor. Diğer taraftan bu tasarı konusunda o zamanki yök yönetimi eğitimin piyasalaştırılması konusunda bir görüş ayrılıkları yoktu. Sorun gene yönetim erkinin kimde bulunacağı konusunda çıktı. Yani öyle demokratlarla –azgınazınlık arasında bir çekişme falan değildir. Olanları anımsamak için birkaç link verdim;

    http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=62193
    http://www.bianet.org/bianet/yazdir/16980
    http://www.antimai.org/ba/ozgurm2.htmhttp://www.ikincicumhuriyet.org/arsiv/arsiv2135.html

    Diğer taraftan bu iki cenahın birbirinden çok farklı olmadıklarına bende katılıyorum. Ama ilkesel duruş açsından da fark yok değil. L.doğan tılıç güzel yazmış alakalı olarak

    Cumhurbaşkanı’nın YÖK’le imtihanı diye bir yazı yazdıktan sonra, tatilde de olsam, rektör atalamaları üzerine bir yazı yazmak ve o imtihanın sonucunu açıklamak farz oldu. Cumhurbaşkanı Gül, malumunuz, hafta ortasında YÖK’ün kendisine gönderdiği adaylar arasından bir seçim yaparak 21 üniversitemizin yeni rektörlerini belirledi. Sonra da, bu seçimin ve geride bıraktığı zor günlerin stresini atmak için Akdeniz’in mavi sularında mavi tura çıktı. Atamalar takdiri, tatil de hakkıdır, ne diyeceksiniz…

    Ahmet Necdet Sezer’in aynı konudaki “takdiri”ni alkışlamışsanız, neden en çok oy alanları atamadı gibi bir soruyla Gül’ün “takdiri”ne karşı çıkmak pek tutarlı olmaz. Tutarlılık önemlidir. Tutarlılık, herşeyden önce, bazı ilkelere sahip olmayı ve o ilkeleri farklı zaman ve koşullarda işinize geldiği gibi eğip bükmemeyi gerektirir. Sezer’in ilkeleri vardı ve “anti-demokratiklik” eleştirilerine de göğüs gererek o ilkeler doğrultusunda attı, kimini benim de eleştirdiğim adımlarını. İlkelerini bazan binilip bazan inilecek trenler gibi görmedi!

    Gül, kendisini Çankaya’ya taşıyan süreçte hep demokrasi kavramını bayrak yaptı. Seçimden, seçmen iradesinin kutsiyetinden söz etti. Seçildiği andan itibaren de “herkesin cumhurbaşkanı” olacağını söyledi. Gül’ün YÖK’le imtihanı hep gölgesinde ilerlediği “demokrasi bayrağı”yla da imtihanıydı. Bir tutarlılık ve samimiyet sınavıydı. Rektör atamalarında tabii ki bir takdir hakkı vardı, ama o takdiri siyasi yaşamı boyunca hep dilinden düşürmediği “demokrasi”, “seçmen iradesi” gibi kavramların ışığında mı kullanacak yoksa Sezer’de eleştirdiği yönde kullanıp kendiyle mi çelişecekti? İkinciyi yaptı.

    Diyarbakır’da AKP’den milletvekili adayı olmuş birini, Samsun’da Refah Partisi’nden aday olmuş birini, 9 Eylül’de aile bireyleri AKP’de yönetici olan birini rektör atadı. “Üniversitede Özgürlük” bildirisine imza atmayı rektörlük için bir ölçü saydı. Sezer’de eleştirdiği şeyi yapıp bir görüşün militanı gibi davrandı. Herkesin cumhurbaşkanlığını değil, AKP programı doğrultusunda davranan bir cumhurbaşkanı olmayı seçti.

    AKP hükümet olmakla yetinmeyen; geçmiş iktidarların tersine, yalnızca devlet kurumlarını değil, meslek odaları ve sendikalar dahil memleketteki bütün örgütlenmeleri kendi rengine boyama hırsına sahip bir parti. Şimdi hedefinde üniversiteler var.

    Üniversiteleri bir siyasi partinin arka bahçesi haline getirme çabası tehlikeli bir oyundur. Reislerin kontrolündeki koridorlar, kantinler; uzun saçlı küpeli diye dövülen öğrenciler, öğretim üyeleri; oruç tutmuyor diye öğrencilerin canından edilip köprülerden atıldığı günler oldu üniversitelerimizde. Asla tekrar yaşamak istemeyeceğimiz günler…

    YÖK’ün Çankaya’ya gönderdiği liste üzerine yazdığım yazıyı “En önemlisi, Gül’ün YÖK’le imtihanı, devletin tepesinde demokrasinin ne ölçüde ‘ilke’ sayıldığını gösterecek” diye bitirmiştim. Gösterdi!

    Şimdi, bu apaçık görünen gerçeği kimin ne kadar gördüğünü göreceğiz. Bakalım “üniversitede özgürlük” isteyenler bu atamaları o “militan demokrat” tavırlarıyla nasıl bağdaştıracaklar? Bakalım, seçmen iradesini atanmışların iradesine yem etmemeye yeminli liberaller bu atamaları ne ölçüde sindirecekler? Bakalım, “ilkeler”i anımsatıp Sezer’e ateş püskürenler aynı ilkeleri ne zaman anımsayacak?

    Gül YÖK’ün başlattığı işi YÖK’ten de “cesur” bir adım atarak tamamladı. Şimdi, üniversitelerin bilimselliği ve özgürlüğü adına çok daha sağlam durulması gereken bir dönem başlıyor. Bu da üniversite hocaları için bir sınav. “En çok oyu alanlara saygı”, “demokrasi”, “özgürlük” sözlerini dillerinden düşürmeyen her renkten liberalin tutarlılık sınavı da şimdi başlıyor.

  10. Yazan:Sensakrak Tarih: Ağu 10, 2008 | Reply

    Neymiş, Sezer zaten demokrat değilmiş, katı laikmiş, cumhuriyeti korumuş bu yüzden onun o atamaları yapması normalmiş. (Ne yani hani Anayasa’da TC demokratik hukuk devleti yazıyordu? Şimdi bizi demokrat olmayan bir cumhurbaşkanımız mı vardı 7 yıl boyunca.. Çok ayıp.) Ama Gül demokratmış bu yüzden buna uygun davranmalıymış.

    Ne terbiyesizlik ne yüzsüzlük ne aymazlık yahu bu olanlar..

    YÖK diye bir kurum var, zaten bu kafasına göre seçim yapıp adayları 3’e indiriyor. Buradan sonra ne demokrasisi kalıyor?

    Hadi bunu geçtik..

    Bu insan müsveddeleri, utanma diye bir hasletten habersiz aymazlar, YÖK kanunu değişsin denildiğinde ayağa kalkıp komutan komutan gezip canla başla mücade etmediler mi?

    Şimdi kimden ne tutarlılığı bekliyorsunuz? Ne yapacaktı Gül, demokratım diye bu katı laikçi, ahbap çavuşçu kemalistleri mi getirecekti? (“Unutmayın Hitler’de seçimle gelmişti” derdiniz, hatırladınız mı bu argümanı? En çok kemalistler kullanırdı..)

    Tutarlılıkmış. Demokratlıkmış. Ağzınızda eğreti duran lafları almayın.. Bunu gerçek demokratlar konuşsun, sizin gibiler değil. (*)

    Enayi mi var sizin karşınızda, demokratlık yaparak katı laikçileri üniversiteye atayıp “ordu göreve” pankartı altında yürütecek? Yürüyün taş arabaları sizi..

    (*) Konuşuyorlar da zaten, kök sebeplerine de inip sistem değişimin kısa vadede mümkün olmadığını da gözönüne alarak.. )

  11. Yazan:Sinan Yuce Tarih: Ağu 10, 2008 | Reply

    Burada, konuyla ilgili cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’ü savunan yorumcuların dilindeki ağır ve sert üsluba pek de anlam veremiyorum. Bu konuda son derece defansif olmalarını kendilerininde rektör atamaları sırasında gerçekleşen olaylardan hoşnut olmamalarına bağlıyorum.

  12. Yazan:Şenşakrak Tarih: Ağu 11, 2008 | Reply

    Burada, konuyla ilgili cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’ü savunan yorumcuların dilindeki ağır ve sert üsluba pek de anlam veremiyorum. Bu konuda son derece defansif olmalarını kendilerininde rektör atamaları sırasında gerçekleşen olaylardan hoşnut olmamalarına bağlıyorum.

    Elbette hoşnut değiliz. Bu YÖK denen ucube yapı derhal ortadan kaldırılmalı üniversite rektörleri mütevelli heyeti – öğretim üyesi seçimi dengesiyle üniversitelerin kendileri tarafından atanmalıdır.

    Bilin bakalım, “madem öyle haydi bu sistemi değiştirelim” deyince kimler ayaklanacak? Bildiniz, aynı kişiler. İstiyorlar ki hem sistem değişmesin hem de Gül bizim zihniyetimizdeki adamları atasın.

    Anlaşılmayan şey şu. Gül’ün onların istediği gibi -yani şimdi işlerine geldiği için demokratça- davranmasının sonucu bu sistemin değişmesini engelleyici faktör olacaktı. Bu antidemokrat, özgürlük düşmanı adamlar yuvalandıkları makamlardan bu sisteme yönelik revizyonlara şiddetle muhalefet edecekelerdi. Tıpkı daha önceki dönemlerde yaptıkları gibi.

    Gül’ün atadıkları ise liberal-demokrat kimlikleri ile tanınan kişiler. AKP yandaşı şeriatçı vs gibi ucuz kategorizasyonları geçin. YÖK Başkanı için de aynı şeyleri demişlerdi. Adam ülkenin en liberal hocalarından birisi halbuki.

    Kimse kusura bakmasın Gül’de, AKP’de enayi değil. Hele hele daha yedikleri nanelerin izi tüm kurumlarda besbelli olan laikçi kemalist güruhun tutarlılık ve demokrasi eleştirisi apaçık hakaret olarak görülmeli. Adamlar açık açık söylüyor işte, Sezer’in atadıkları işimize geliyordu ondan ses etmedik diye. Bunların eleştirisini kabul etmek demokrasiye hakarettir. İlgili yapının değişmesini istemeyenler de kendileri değil mi? O halde bu ahlak sorunu artık, ilke sorunu. Bu kadar yüzsüzlüğe karşın demokratların onların bu gibi safiyane görünen ama buram buram ahlaksızlık kokan tuzaklarına düşmeleri şaşırtıcı.

    Bu konudaki Gül eleştirisi demokratların iç meselesidir, yüzsüz laikçilerin değil. Bu da zaten yapılıyor. Sistem tez elden değişmeli. Gül’e gelen liste demokratik yötemlerle değil ki Gül’ün seçiminin sonucu demokrasinin işleyişi olsun. Siztem değişir demokratik bir işleyiş gelir, o zaman Gül demokratça davranmazsa haklı olurlar, şimdi değil.

    Bu daha genel ve derin bir demokrasi- statüko savaşıdır. Saflığın lüzümu yok.

  13. Yazan:T.Suat Demren Tarih: Ağu 12, 2008 | Reply

    Sinan Bey,

    Çok acaleci yazmışsınız bana göre. Bakın Etyen Mahçupyan ne diyor:

    Gül’ün rektör stratejisi

    Son iki yılın yıpratıcılığından en az etkilenen muhakkak ki AKP oldu… Bu partiyi suçlamaya eğilimli olanların büyük prestij kaybı yanında, ilk seçimde oyunu daha da arttırma ihtimali çok yüksek olan hükümetin kaybı çok küçük kaldı. Bu durum yıpranmayı telafi etmek isteyen bürokratik kurumların biraz geri çekildiği bir döneme işaret etmekte. Buna karşılık CHP’nin ise daha da saldırgan olacağını ve kendisine zarar verecek eylemleri arttıracağını öngörmek zor değil. Nitekim rektör atamaları konusunda Kılıçdaroğlu’nun ağzından duyduğumuz sözler, işin düzeyi hakkında yeterli bir fikir vermekte… Geçmişte Sezer’in uygulamalarına cumhuriyet duyarlılığı nedeniyle karşı çıkmadıklarını söylerken, Kılıçdaroğlu cumhuriyetten anladıklarının aslında ayırımcılık olduğunu itiraf etmiş. Bugüne kadarki rektör atamalarının kalibresi yüksek kişilerin seçimini değil, başörtüsü yasağını savunan ayırımcı zihniyeti yeğlediğini açıkça söylemiş…

    CHP’yi kendi haline bırakarak biz Gül’ün tercihlerine dönelim ve onun muhakeme tarzını anlamaya çalışalım… Toplam 21 atamada belirli kategorik davranışlar ve belirli istisnalar var. Birinci kategori hem üniversitenin hem de YÖK’ün ilk sıraya koyduğu rektör adayları. Bunlar altı tane ve Gül beşinde (Ankara, Atatürk, Ege, Karadeniz Teknik ve Trakya üniversiteleri) söz konusu tercihi onaylamış. İkinci kategori, üniversitelerin ilk sıraya koyduğu ancak YÖK’ün daha alt sıralara aldığı adaylar. Bu nitelikteki 12 durumdan yedisinde (Boğaziçi, Çukurova, Erciyes, Fırat, Gaziantep, İnönü ve ODTÜ) Gül akademi üyelerinin tercihini, üçünde (Akdeniz, İstanbul Teknik ve Ondokuz Mayıs) YÖK’ün ilk sıraya koyduğu adayı tercih etmiş. Geri kalan iki üniversitede ise (Cumhuriyet ve Yıldız Teknik) YÖK’ün adaylara oy dağılımı eşite yakın olduğu için muhtemelen kendisini daha serbest hissetmiş ve üniversite seçimlerinde ikinci olan aday lehine tercih kullanmış.

    Geriye üç üniversite kalıyor… Biri eski rektör Kadri Yamaç’ın YÖK tarafından elimine edildiği Gazi Üniversitesi. Diğer bir deyişle Yamaç akademik oylamada en yüksek oyu almasına karşın, YÖK tarafından tamamen listeden çıkarıldığı için zaten Gül’ün onu atama şansı kalmamış ve Gül de üniversitede ikinci, YÖK sıralamasında ise birinci durumdaki Rıza Ayhan’ı atamış… İkinci olağandışı durum ise Uludağ Üniversitesi’nde gerçekleşmiş… Burada en çok oyu alan kişi eski rektörün eşi olunca YÖK onu liste dışı bırakmayı seçmiş ve Gül de aynen bir önceki örnekteki gibi, üniversitede en fazla ikinci oyu ve YÖK sıralamasında da en çok oyu alanı rektör tayin etmiş… Üçüncüsü ise yine eş durumundan en çok oyu alan birinin var olduğu Dicle Üniversitesi. Gül burada takdir hakkını kullanıp her iki sıralamada da ikinci olanı seçmiş.

    Kısacası Gül’ün ölçütleri şöyle: Eğer hem üniversite hem de YÖK aynı kişiyi seçmişse, o atanır; eğer bu iki sıralama farklı ise ağırlık üniversitedeki tercihe verilir ama cumhurbaşkanına düşen tercih hakkını da kullanmayı anlamlı kılan örnekler söz konusu olabilir… Şimdi gelelim ilk gruptaki altı üniversitenin içindeki tek aykırı örneğe, yani Dokuz Eylül Üniversitesi’ne. Burada Gül hem üniversitede hem de YÖK’te ilk sırada olanı değil, ancak YÖK sıralamasında sadece bir oyla ikinci olan adayı tercih etmiş. Eğer o kişi YÖK’te bir oy daha alsaymış, Gül’ün kriterleri tamamen tatmin olacakmış, ama o noktada hafif bir sapma kabul edilmiş…

    Dolayısıyla bir bütün olarak bakıldığında Gül’ün meşruiyeti epeyce şaibeli bir sistemin içine kendince meşruiyetçi bir atama sistemi oturtma gayreti içinde olduğunu söylemek durumundayız. İki kademeli bir seçimle karşı karşıya olduğu için, bu kademelerden ‘en az biri tarafından tercih edilmiş’ olan adayı atamaya ‘gayret etmiş’. Öte yandan üniversitelerdeki istifaların boş bir gövde gösterisi olduğunu, ve söz konusu kişilerin zaten ayrılmak durumunda kalacakları idari görevlerini bıraktıklarını vurgulamakta yarar var.

    Unutmamak gerek ki bu sistem, devletin resmî ideolojisi açısından makbul olmayan, ama üniversite tarafından seçilen kişilerin rektör olmalarını engellemek için uyduruldu. Kısacası asıl amaç rektör atamak değil, istenmeyen üniversite yönetimlerinin, dolayısı ile üniversite özgürlüğünün önünün kesilmesi idi. Şimdi hiç olmazsa Gül gibi bir cumhurbaşkanı var da, onun sayesinde hem meşruiyeti yeniden hatırladık, hem de onun üzerinden bu seçim sisteminin gayrimeşru özünü yeniden ‘keşfettik’…

    Türkiye gibi cemaatçi ülkelerde yozlaşma dönemlerinden sonra maalesef bir anda ideal olana sıçranamıyor… Üniversiteye siyaset tohumlarını ekenler, birkaç hasat mevsimine de hazır olmalılar…

  14. Yazan:Sinan Yüce Tarih: Ağu 12, 2008 | Reply

    Suat Bey,
    Bugünkü Etyen Mahçupyan’ın yazısını sizin buradaki referansınızı görmeden önce de okudum. Aslında o yazıyı okurken aklımdan üniversitede istatistik hocamın söylediği bir söz geçmişti. “Gerçekleri saklamanın en güzel yolu istatistikten geçer.” Eğer kafanızda belli bir düşünce varsa bir şekilde onu destekleyecek rakamları bulursunuz. Bu açıdan kalın işaretlediğiniz birinci paragraftaki Mahçupyan’ın varsayımı bana bu anlayışı hatırlattı.

    Bunun dışında şuradaki linkte rektör adaylarının üniversitelerinde aldıkları oyları, şuradan da YÖK’ün kendi içinde yaptığı oy dağılımını görebilirsiniz.

    Oradaki sayılara bakarsanız 21 üniversitenin 6’sında (Akdeniz, Cumhuriyet, D. Eylül, İTÜ, 19 Mayıs, Yıldız Teknik) 1. sıradaki aday tercih edilmemiş. Yazıda Oy dağılımının birbirine yakın olduğu yerlerden Gül’ün insiyatifinden bahsedilmiş fakat 6 üniversite de Gül’ün atadığı isimin (2.kişi) aldığı oylardan %50 fazlasını almış olan birinci aday var. Özellikle DEÜ ve İTÜ’de bu fark çok da artmış. Bu durumda da Gül’ün bu atamaları neye göre gerçekleştirdiği soruları belli kesimler tarafından sorgulanıyor ve daha önce bu tür rakamları sorgulayan insanların neden bu sefer bu rakamları sorgulamadıkları şüphe topluyor.

    Bir diğer takıldığım konuda Mahçupyan’ın varsayımı Gül’ün mevcut sistemdeki yanlışlıkları önlemeye çalıştığına olan inancı. Burada doğru çözüm tabi ki kapsamlı bir üniversite ve YÖK reformudur. Fakat halihazırda mevcut sistemdeki yanlışlıkları “belli dengelerle” düzeltmeye çalışırsanız istemeden başka yanlışlıklara sebep olursunuz.

    Sonuçta karar cumhurbaşkanımız sayın Gül’ündür ve bu tercihlere bir noktada saygı duyuyorum. Ama en azından şuradaki açıklamada “Avrupa Birliği ile müzakere sürecinde Yükseköğretim Kurulu tarafından hazırlanan ve geleceğe dönük projeksiyonlar sunan Strateji Belgesi’ni önemsiyorum” vurgusunun yanında sistemin ihtiyacı olan reformlara da vurgu yapması fena olmazdı diye düşünmüyor değilim.

  15. Yazan:T.Suat Demren Tarih: Ağu 12, 2008 | Reply

    Sinan bey,

    O sözü ilk kez sizin hocanız mı söyledi bilmiyorum ama aynı argümanı 22 Temmuz seçimlerinden önce Özdemir İnce’nin de ‘bir bağlamda’ kullandığını hatırlıyor gibiyim.

    Benim üniversitedeki hocam da “eğer bir konuda acele edip bir sav öne sürdüyseniz, aksi yöndeki açık değerlendirmeleri görmenize rağmen mahcubiyet korkusu refleksiyle sakın ola ki fikrinizde ısrarcı olmayın, entelektüel tartışmanın kaybedeni yoktur” derdi.

    Ben iktisatçıyım, istatistiklerin nasıl eğilip büküldüğünü, cımbızlama kesitlerle birbirine tam ters sonuçların nasıl formule edildiği bilirim. Ancak bu argümanın kullanılarak aksi yönde ‘önemsizleştirme’ yapıldığını da iyi bilirim. Mesela bu hataya düşmemeniz için “bu sonuçları şöyle de okumak mümkün” diyerek Mahçupyan gibi (daha bütüncül) istatistiksel örnekler vermenizi beklerdim — ki söyleminizin altı dolmuş olsun.

    Sonuç olarak Cumhurbaşkanı’nın zaten çok demokratik olmayan bir süreçle önüne bir liste gelmiş ve o da Mahçupyan’ın çok güzel özetlediği gibi “bir bütün olarak bakıldığında Gül’ün meşruiyeti epeyce şaibeli bir sistemin içine kendince meşruiyetçi bir atama sistemi oturtma gayreti”yle atamalarını yapmış.

    Bana kalırsa siz ülkenin içinden geçtiği sürecin vahametini hakkıyla kavramış değilsiniz. En temel insan haklarına dayanan bir özgürlük talebi konusunda geniş bir mutabakatla yapılan anayasa değişikliğinin bile %47 oy alıp iktidar olmuş bir partinin az daha kapanmasına sebep olayazdığı, üstelik adına iddianame denilen, gazete ve google küpürlerinden toplama savların da ciddi ciddi tartışılıp medyada destek bulduğu bir ülkede yaşadığımızı unutmuş, herşey normal ve güllük gülistanlıkmış gibi, cumhurbaşkanlığı sitesinde görmeyi umduğunuz suya sabuna dokunmayacak açıklamalarla geleceğe dair ümitvarlık temennisinde bulunuyorsunuz.

    Demokratik olmayan bir seçimle gelen listeden daha fazla nasıl demokratik bir seçim çıkacak pek anlayamasam da YÖK kanunu değiştirme çabasının, sivil anayasa çalışmalarının başına neler geldiğini, şimdi itiraz edenlerin o zaman nasıl davrandığını ve Türkiye gibi çok derin ve sert bir statüko savaşının yaşandığı bir ülkede yaşadığımı unutmamaya çalışıyorum. Size de tavsiye ederim. Saflık güzel bir meziyettir, ama aşırıya kaçmamak kaydıyla. Unutmayın, “Üniversiteye siyaset tohumlarını ekenler, birkaç hasat mevsimine de hazır olmalılar…”

    Tabii şuna katılıyorum kesinlikle. “Burada doğru çözüm tabi ki kapsamlı bir üniversite ve YÖK reformudur.” demişsiniz.

    Keşke bu militarist juristokrasi rejiminde bunun -kısa vadede- nasıl yapılacağını da söyleseydiniz de yüreğimiz biraz ferahlasaydı.

    Selamlar.

  16. Yazan:cemal Tarih: Ağu 12, 2008 | Reply

    Mahcupyan’in yazisi tartismayi bitirmis. İtiraz edenler sag kulaklarini sol elleriyle tutmaya calisiyorlar.

  17. Yazan:cemal Tarih: Ağu 12, 2008 | Reply

    Emre Aköz’ü de mutlaka okuyun:

    http://www.sabah.com.tr/2008/08/12/haber,CDAE1BC163124201A49136AA0BBFAEAE.html

  18. Yazan:Sinan Yüce Tarih: Ağu 12, 2008 | Reply

    Benim üniversitedeki hocam da “eğer bir konuda acele edip bir sav öne sürdüyseniz, aksi yöndeki açık değerlendirmeleri görmenize rağmen mahcubiyet korkusu refleksiyle sakın ola ki fikrinizde ısrarcı olmayın, entelektüel tartışmanın kaybedeni yoktur” derdi.

    Kesinlikle doğru bir tespit. Üniversitelerimizde böyle hocalarımızın olduğunu bilmek onların seçimlerine güvenmemiz konusunda bana daha da cesaret veriyor.

    Ben iktisatçıyım, istatistiklerin nasıl eğilip büküldüğünü, cımbızlama kesitlerle birbirine tam ters sonuçların nasıl formule edildiği bilirim. Ancak bu argümanın kullanılarak aksi yönde ‘önemsizleştirme’ yapıldığını da iyi bilirim. Mesela bu hataya düşmemeniz için “bu sonuçları şöyle de okumak mümkün” diyerek Mahçupyan gibi (daha bütüncül) istatistiksel örnekler vermenizi beklerdim — ki söyleminizin altı dolmuş olsun.

    Mahçupyan’ın çizmiş olduğu varsayımdan yola çıkarak o rakamları seçersiniz. Ben de seçim sonuçlarını farklı bir açıdan ele alarak kendi varsayımımı kanıtlamaya çalıştım.

    Sonuç olarak Cumhurbaşkanı’nın zaten çok demokratik olmayan bir süreçle önüne bir liste gelmiş ve o da Mahçupyan’ın çok güzel özetlediği gibi “bir bütün olarak bakıldığında Gül’ün meşruiyeti epeyce şaibeli bir sistemin içine kendince meşruiyetçi bir atama sistemi oturtma gayreti”yle atamalarını yapmış.

    Burada dikkat çekmek istediğim bir diğer nokta ise demokrasi ve seçim kavramını gittikçe karmaşık hale getiriyoruz. Sonuçta benim demokrasiden anladığım özü itibariyle “bir erkek, bir kadın, bir oy”dur. Bana göre oylar arasında bu tür dengeler kurmaya çalışmış, YÖK’ün oylarını ve üniversite oylarının standart sapmalara göre ağırlıklandırmış, eşit oylarda şöyle bir denge kurmaya çalışmış, aslında liberal ve çağdaş adayları ön plana çıkarmış gibi varsayımlar yapmak sadece mevcut düzeni daha da anlaşılmaz yapıyor.

    Gül’ün bu gayretini anlıyorum fakat dediğim gibi bozuk olan bir sistemde meseleye köklü çözümler bulmak yerine bu tür “dengeler” bularak ara çözümler bulmak bazen yanlışlara neden oluyor.

    Keşke bu militarist juristokrasi rejiminde bunun -kısa vadede- nasıl yapılacağını da söyleseydiniz de yüreğimiz biraz ferahlasaydı.

    Bu ve bundan önceki 2 paragrafta benim Türkiye’deki durumu “saflıkla” değerlendirdiğimi belirtmişsiniz. Bense tutumumun biraz daha umutla ilişkilendirmeyi tercih ediyorum.

    Nasıl yapılacağı konusu ise bence çok açık. Rektör ve YÖK konusunda yöntemin nasıl olacağı konusunda Murat Belge’den yapmış olduğum alıntıda bilgiler var. Bunun dışında kalan alanlarda ise AKP’nin süratle AB’ye odaklanması ve temeli AB’ye dayanan reformları gerçekleştirmeye başlaması gerek. Dikkat ederseniz süreçte Cumhurbaşkanı’nın bulunduğu konum itibariyle yapabileceği çok fazla bir şey yok. Onun yapabileeği iki şey vardı:
    1. üniversitelerdeki seçim sonuçlarına karşı daha özenli davranması
    2. Bu gibi konuları fırsat bilerek sistemdeki yanlışlıklara kamuoyunun dikkatine çekmesi ve iyileştirilmesi konusunda yasama ve yürütme organlarına çağrıda bulunması (fakat ne yazık ki atamalardan sonra cumhurbaşkanı tarafından bu konular gündeme getirilmedi)

    Fakat bütün bu reform sürecinde gerek AKP’nin gerekse de cumhurbaşkanımızın içteki politik eğilimlerin tesiri altına girmemeye özen göstermesi lazım. Maalesef türban konusunda AKP, MHP’nin tesirindeki AKP’yi; rektör atamalarında da Sezer’in tesirindeki bir Gül’ü izledik.

  19. Yazan:T.Suat Demren Tarih: Ağu 12, 2008 | Reply

    Kesinlikle doğru bir tespit. Üniversitelerimizde böyle hocalarımızın olduğunu bilmek onların seçimlerine güvenmemiz konusunda bana daha da cesaret veriyor.

    Bunu söyleyen Hocam Türk/Türkiye’li değildi. 🙂

    Neyse, bir noktada buluşmak zor görünüyor. Aköz’ün yazısının linkini verilmiş yukarıda. O da okunursa mesele daha da iyi anlaşılabilir kanaatindeyim.

    YÖK reformunda izlenecek yol konusunda çok iyimser olduğunuzu da belirtmem gerek. (tabii Belge’nin de) Ülkedeki egemenlerin, yumurtalarını pişirmek için koca evi gözlerini kırpmadan yakabileceklerini anlamak için daha ne yapmaları gerekiyor inanın bilmiyorum. Bu uzun soluklu bir mücadele ve bu mücade sırasında çok sabırlı ve dikkatli olmak gerekiyor.

    Selamlar.

  20. Yazan:oflu göksal Tarih: Ara 5, 2008 | Reply

    varan 1
    zamanın birinde bir kuzey üniversitemizde rektörlük seçimi yapılırken oy kullanan bir öğretim görevlisi kendi oy kağıdına şu manidar sözleri yazmış ahmet necdet seÇer diye yazmış..

    varan2

    19 mayıs üniversitesinde ferit bernay bey üniversite içi 3. oldu ama necdet bey onu seçti tabi ferit bey hakkında bir sürü yolsuzluk haberlerini gazetelerden okumuştuk..

    varan3
    gazi üniversitesinde necdet seçerin seçtiği rektör seçimde 2. olmuştu bu yıl seçilen ayhan beye neden itira ediyormuş onu anlamadım kendi seçilirken demokrasi var başkası seçilirken demokrasi yok
    tabi canım demokrasi onlara çalıştığı sürece demokrasidir..

    abdullah Gül de bunlara gülüyordur bence sevgiyle ve tarafsız demokrasiyle kalın..

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin