RSS Feed for This Post

“Kişi putlaştırması yıkım getirdi” (Sevan Nişanyan)

20080626_derin_dusunce_org_damal.jpgRöportaj: Neşe Düzel

“Atatürk, mutlak iktidarı terk edebilirdi, ama etmedi. Memlekette her meydana heykelini diktirme işiyle şahsen ilgilendi. Bu putlaştırma hâlâ süren bir ‘kültürel-siyasi’ yıkım getirdi.”

* * *

“Cumhuriyet, ‘gerçek laikliği’ getirmedi.  Bizde laiklik tasfiye hareketiydi. Dinin, devletin mutlak gücünü kısıtlama potansiyeli ‘laiklikle’ yok edilmek istendi. Çünkü amaç laiklik değil, mutlak iktidardı.”

“Emperyalizme karşı savaştığımız yönünde hayret verici görüşü, 1960’larda Doğan Avcıoğlu ve Mihri Belli icat etti. Aslında Kurtuluş Savaşı, Türkiye-Yunanistan savaşıdır. İki ülke arasında büyük bir savaş yaşandı.”

* * *

“Cumhuriyet diktatörlüğün kod adıdır. Cumhuriyete demokrasi için değil, şahıs diktatörlüğü için geçildi.”

* * *

“Atatürk milliyetçiliği 1920’ler faşizmidir. Kurtuluş Savaşı’nda ise İslami cihat üzerinden hareket etti bu milliyetçilik.”

* * *

“Kurtuluş Savaşı, Sevr’e tepki değildir. Sevr, Kurtuluş Savaşı’na bir tepkidir. Sevr, Meclis açıldıktan sonra yapıldı.”

* * *

“1918’de kadınlar tesettürü bıraktı. Ankara bu değişime inanılmaz bir taassupla karşı çıktı. Tesettürü savundu.”

NEDEN? SEVAN NİŞANYAN

Türkiye hiç bitmeyen çalkantılarının en ağırlarından birini yaşıyor gene. Bütün bu sarsıntıların, çektiği sancıların köklerinin yakın tarihe uzandığını görüyoruz. Seksen yıllık Cumhuriyet’e rağmen, Türkiye sanki hâlâ 1900’lerin başının İttihatçı Osmanlı’sında yaşıyor. Cumhuriyet’in, İttihatçılık geleneğini değiştirememesi, yeni bir devlet, siyaset ve ahlak getirememesi, toplumu geçmişinin içine hapsetti. Peki, Osmanlı’nın son yüzyılında ve İttihatçılar zamanında neler yaşanıyordu? Cumhuriyet bu İttihatçılardan neleri miras aldı? Batılılaşma neydi? İttihatçılık, Cumhuriyet’in zihniyetini nasıl etkiledi? Atatürk’ün İttihatçılarla ilişkisi nasıl sürdü? Türkiye Cumhuriyeti’nin niteliği neydi? Atatürk’ün liderliği nasıldı? Neden demokrasi ve hukuk cumhuriyetin bir parçası olamadı? Tek Parti döneminde nasıl yönetildik? Bütün bunları araştırmacı-yazar Sevan Nişanyan’la konuştuk. Amerika’da Yale Üniversitesi’nde felsefe okuyan, Columbia’da siyaset bilimi masterı yapan Sevan Nişanyan’ın son olarak Yanlış Cumhuriyet isimli kitabı yayımlandı.

* * *

NEŞE DÜZEL: Yeni bir kitabınız çıktı. Yakın tarihle ilgili bildiklerimizin neredeyse tümünü sarsan iddialarınız var. Siz Osmanlı’nın son yüzyılının bir gerileme ve çöküş dönemi olduğunu kabul etmiyorsunuz. Sizce Osmanlı’nın son yüzyılını nasıl tarif etmek gerekir?

SEVAN NİŞANYAN: Türkiye’de bugün hâlâ yaşayan reformların yüzde 80-90’ı Osmanlı’nın 1830’lardan sonraki döneminde yapıldı. Batı’nın sadece kurumları değil, kültürel davranışları da benimsendi bu dönemde. Tiyatro ve resim hayata girdi. Kadın haklarında radikal reformlar oldu. Şaşırtıcı bir gerçektir ki, Türkiye’de kız lisesi Fransa’daki ilk kız lisesiyle aynı tarihte açıldı. Bu ülkede, 1920-1950 arasında Batılılaşma durakladı.

Atatürk döneminde mi durakladı?

Evet. Batılılaşma, 1923-50 arasındaki Tek Parti Dönemi’nde durakladı. Toplumun Batı’ya yaklaşımında, Batı’yla ve oradaki fikir akımlarıyla ilişkisinde ise radikal bir gerileme oldu. Gerçi Medeni Kanun’un kabulü Batı’yla bütünleşmede adımdır ama, Türk hukukunun Batı’dan tercümelerle reforme edilmesi Tazimat’la başladı.

Osmanlı yarı teokratik bir devletti. Cumhuriyet’le teokratik olmayan bir devlete geçildi. Bu, Batılılaşma yolunda bir adım değil midir?

Bu teokratiklik konusunu ciddiye almıyorum. Çünkü Osmanlı devleti öteden beri örfî, askerî bir devlet oldu. Osmanlı pragmatik bir mantıkla yönetildi. Bakın… 1918’den itibaren Batı ülkelerinde kadınların toplumdaki rolüyle ilgili bir patlama oldu. Bizde bu değişim önce İstanbul’da yaşandı. 1918-21 yıllarında kadınlar birden bire tesettürü bıraktı. Ankara ise buna inanılmaz bir taassupla karşı çıktı. Ankara 1920, 1921 ve 1922 yıllarında tesettürü savundu. Ve 1922’de Ankara rejimi tüm ülkeye hâkim olduğunda, kadın haklarına ve giyimine ilişkin oldubittilerle karşılaştı. Atatürk, bu yeni döneme büyük bir esneklikle ve hızla intibak etmeyi başardı.

Siz, cumhuriyetin ilk 20, 30 yılının da taşraya çöküş getirdiğini söylüyorsunuz. Nasıl bir çöküşten söz ediyorsunuz?

19. yüzyılın ikinci yarısında Şemdinli’den Edirne’ye bu memlekette çok zevkli bir sivil mimari doğmuştu. Güzel evler, banka binaları, saat kuleleri, camiler, kiliseler yapıldı. 1920-1950 arasında ise taşrada sadece eciş bücüş sefil bürokrat evleri yapıldı. Bu toplum sanki cilalı taş devrinden çıkıyormuş gibi bina yapmayı ve şehir yaşamını 1950’lerden sonra sıfırdan öğrendi.

Bunda Türkiye’nin Türkleştirilmesinin ve Müslümanlaştırılmasının payı yok mu?

Hiç şüphesiz. Enkaz edebiyatı yapılmamalı. Almanya 1950’de tekrar Avrupa’nın en zengini oldu ama bizimkiler başaramadı. Gayrimüslim esnaf ve zanaatkârın nüfustan eksiltilmesi, Türkiye’nin bugün dahi altından kalkamadığı bir yıkıntı bıraktı. Bakın… 1915’te Van’ın yarısı Kürt değil Türkmüş. Eğer yapı ustasını, gazete yayıncısını, bankacısını, manifaturacısını yok ederseniz, medeni şehir yaşamının alt yapısını kaldırırsanız, orta ve üst sınıf Türklerin de yaşama koşulları ortadan kalkar. Nitekim bunlar Ankara’ya göçtüler ve geride bir enkaz kaldı. Anadolu’nun çöküşü budur işte!

Sizin Atatürk ile ilgili de sarsıcı iddialarınız var. Atatürk’ün liderliğini nasıl tanımlarsınız?

Olağanüstü cesur, yaratıcı, zeki bir şahsiyet. Fakat ne yazık ki bu deha ve güçlü kişilik ardında çok olumlu bir performans bırakmadı. Atatürk mutlak iktidarı terk edebilirdi, etmedi. Orta ve üst kadroların büyük bölümünü şahsi ağırlığı altında ezdi, yok etti. Ülke, siyasi kadro azlığıyla karşılaştı. Ayrıca şahıs putlaştırılmasına dayanan kült, Türkiye’ye bugün bile altından kalkamadığı bir manevi, kültürel ve siyasal yıkım getirdi. Mustafa Kemal, 1926’dan itibaren memleketin her meydanına kendi heykelini diktirme işiyle şahsen ilgilendi. Şehir meydanlarına kendi heykelini diktiren ilk cumhuriyet lideri olmak gibi ilginç bir özelliğe sahip oldu dünya tarihinde.

1920-30 arasında kurulan birçok otoriter rejim yıkılırken Atatürk’ün hâlâ saygınlığını ve etkisini korumasını nasıl açıklıyorsunuz peki?

1946-50 arasında yapılmış bir mutabakatla açıklıyorum. Türkiye, İkinci Dünya Savaşı ertesinde demokrasiye bir mutabakat yaparak geçti. Demokrat Parti ile CHP arasındaki uzlaşmaya göre, Tek Parti Dönemi’nin uygulamaları sorgulanmayacak, devri sabık yaratılmayacak ve belirli şeyler yüceltilecek, kutsallaştırılacaktı. O tarihte, Türkiye’de demokrasiye geçişin esas yönlendiricisi ABD’ydi ve dönüşümün gemiyi fazla sallamadan yapılması kanaatindeydi. Türkiye 1920’ler, 1930’lar totalitarizmini gömmek için 1940’larda ve 50’lerde bir hesaplaşma yapamadı. Portekiz, İspanya, Yunanistan 1970’lerde geçmişleriyle hesaplaştılar, Türkiye hala hesaplaşmadı.

Din konusunda Kemalist devrimin Sovyetler’e yakın radikallikte olduğunu söylüyorsunuz. Niye böyle düşünüyorsunuz?

1920’lerin ve 30’ların dünyasında, ‘diktatörlük rejimi’ pek çok ülkeye hâkim oldu. Bunların din kurumuna yaklaşımları farklılık gösterdi. İtalya’daki faşist model Katolik kilisesini bir müttefik olarak gördü. Alman Nazizmi, din kurumunu siyasetin kenarına itti. Sovyet modeli ise dini yok etmek istedi. Türkiye dini tamamen yok etmedi ama dinin kurumsal alt yapısını (tarikatlar, medreseler, vakıflar) çökertmeyi denedi. Dini devlet baskısı altında dar bir alana hapsetmeye, Arapça eğitimini ve eski yazıyı kaldırarak, Kuran’ın referanslarını toplumdan silmeye çalıştı. Böylece toplum devletin onayladığı tercümelerle yetinecekti.

Atatürk’ün kurduğu CHP’nin ilkeleri arasında demokrasi yok. Sizce demokrasi Atatürk’ün daha sonraki hedeflerinden biri miydi?

Hayır. Öyle olsaydı, bunun bir izi olurdu. Fazla güçlenmiş olan İnönü’ye karşı, İnönü’yü sevmeyen kişilerden oluşan göstermelik bir muhalefet partisi olan Serbest Fırka kurduruldu 1930’da. Ama üç ayda halk öyle ilgi gösterdi ki bu partiye, iş, bütün rejimi çökertecek bir alt üst oluşa dönüştü ve parti kapatıldı. Atatürk iktidar olduktan ve diktatörlüğünü kurduktan sonra, tüm söylev ve demeçleri külliyesinde, ki binlerce sayfalık metinlerin hepsini okudum, demokrasi kelimesi sadece altı yerde geçer. İkisi, yabancı basına verdiği demeçtedir. Diğer dördü de ‘demokrasi iyi ama’ türü cümlelerdir. Türkiye’de demokrasi 1923’te başlamadı, aksine kesintiye uğradı.

Anlamadım…

1923’te kurulan rejim demokrasi değildir. Bakın… 1876’da Birinci Meşrutiyet’le Meclis açıldı. Serbest tartışmalar ve mebus seçimleri yapıldı. 1908’den itibaren de siyasi partiler kuruldu, 1908,1912 ve 1913’te seçimler yapıldı. Cumhuriyet ise demokrasiyi kesintiye uğrattı. 1923’teki İkinci Meclis seçimlerinde milletvekili listelerini Cumhurbaşkanı iki kişinin yardımıyla şahsen hazırladı ve seçime sadece bir liste girdi. 1946’ya kadar ki dört seçimde de aynı şey yaşandı. Bırakın demokrasiyi… Bir toplumda demokrasiden daha derin bazı siyasi değerler vardır. Mesela… Kul kültürü, yani biat kültürü toplumda azalıyor mu artıyor mu? Toplumsal yapı, devletin tecavüzlerine karşı bir bel kemiğine kavuşuyor mu? Toplumun adalet anlayışı gelişiyor mu? Tek parti dönemi bu açılardan bir felaket oldu.

Atatürk’ün Padişah Vahdettin’le ilişkisi hep sorgulanır. Sizin görüşünüz ne bu konuda?

Aralarındaki büyük yakınlaşma, Vahdettin veliahtken gerçekleşti. Mustafa Kemal’in beklentiler içinde bulunduğu ve Enver’le arasının bozuk olduğu biliniyordu. Mustafa Kemal, kasım 1918- mayıs 1919 arasında İstanbul’da çok yönlü temaslarda bulundu ve Vahdettin tarafından, Anadolu’da askerî diktatörlük kurma anlamına gelen, Osmanlı tarihinde görüşmemiş yetkilerle donatılarak genel müfettiş sıfatıyla Anadolu’ya gönderildi. Bandırma vapuruyla İngilizlerden kaçtı falan, bunlar yalandır.

Atatürk’ün Enver paşayla ilişkisi nasıldı?

Aralarında derin bir rekabet ve çekememezlik vardı. Enver Paşa’yla yaşıttı ve aynı çevrelerden geliyordu. Enver Paşa genç yaşta fiilen diktatör olmuştu. Belki de 1916-1917 yıllarında kurulması tasarlanan bir cumhuriyetin lideri olmuştu.

Enver, cumhuriyet kurmayı düşündü mü?

Evet. O döneme ait bilgilerde var bu. Enver’in cumhuriyet kurmayı tasarladığı, meşrutiyete son verip kendi şahsi diktatörlüğünü ilan etmek istediği ama Talat Paşa’nın buna engel olduğu anlatılır. Unutmayın ki 1910’ların dünyasında cumhuriyet kelimesi diktatörlüğün kod adıdır.

Bu durumda bizde cumhuriyet, padişahlıktan diktatörlüğe geçiş miydi?

Evet. Sadece Türkiye’de değil. Macaristan, Rusya, İspanya’da böyledir. Kurulu bir düzenin ve kurumsal dengelerin temsilcisi olan ‘meşruti monark’ı devirip, onun yerine hiç kimseye karşı sorumlu olmayan tek bir sivil şahsın geçmesi ve tüm yetkileri elinde toplamasıydı cumhuriyet. 1910’lar dünyasında cumhuriyet, demokrasiye doğru atılmış bir adım değildi. Şahıs diktatörlüğüne atılmış bir adımdı. Zaten en demokratik ülkelerin çoğu cumhuriyet değildir.

Siz Falih Rıfkı’ya dayanarak, Atatürk’ün Enver Paşa’yı devirmeye hazırlanan Cemal Paşa’ya katıldığını söylüyorsunuz. Atatürk, Enver’i devirmek mi istiyordu?

Çoğu yazar bunu yazdı. 1916 ve 1917’de bir dizi darbe teşebbüsünün yapıldığına dair ipuçları var. Mesela Yakup Cemil darbesi… Yakup Cemil yakalanıp idam edildi fakat evraklarında, darbeden sonra oluşturulacak hükümetin önderliğine M. Kemal’in getirileceğine dair belgeler bulundu. Arıca M. Kemal de anılarında söz ediyor. Suriye’de bulunan Cemal Paşa’nın hükümeti devirmeye ve Alman ittifakını bitirmeye dönük girişimlerinin olduğunu fakat sonra korktuğu için vazgeçtiğini anlatıyor.

Cumhuriyetin dünyayla ilişkisine de farklı bakıyorsunuz. Batılıların o dönemde Türkiye’yi bölme amacının olmadığı kanaatinde misiniz?

Evet. Osmanlı İmparatorluğu’na son vermekte kararlıydılar ama Türk nüfusun çoğunluk olduğu her yerde bir Türk egemenliğinin kurulmasını istiyorlardı. İmparatorluğun Türk nüfusa sahip olmayan yerlerini, tüm Arabistan’ı ve belki de Kuzeydoğu’da ve Güneydoğu’da bazı toprakları ayırmayı düşündüler. Yani Ermenistan sınırını, Kürtleri ve Batı’daki Rumları ne yapacaklarını bilemediler. Bugünkü bakış açısından bakarsanız bu bölmektir ama o gün için bölmek değildir. Türk nüfusun çoğunlukta olduğu yerlerde bütünlüklü bir devlet oluşturma niyetindeydiler. ABD ve İngiltere, Türkiye’de demir leblebi gibi bir rejimin bulunmasının dünya dengeleri açısından doğru olacağı kanaatindeydiler. Osmanlı gibi istikrarsız bir yapı istemiyorlardı.

Cumhuriyetin Batı uygarlığıyla ilişkisi nedir?

İkirciklidir. Biz İkinci Mahmut’tan beri bir yandan ‘Batı’ya mecburuz’ diyoruz, diğer yandan da ‘Batı düşmandır, emperyalisttir, kâfirdir, bizi sömürür’ diye düşünüyoruz. Cumhuriyetin bilinçaltında yatan derin bir yaranın ifadesidir bunlar. Ziya Gökalp’lerden, Ömer Seyfettin’lerden beslenen bir ırkçılık ve gâvur düşmanlığı kültürüyle biz bir yandan düşmanız Batı’ya… Bir yandan da gıptayla, kıskançlıkla bakıyoruz ona. 1920’lerden beri böyle acayip bir zihniyetin makasına sıkıştı Türkiye.

Sizce harf devrimin sonuçları kötü mü oldu?

Microsoft çağında Latin alfabesi kullanmak büyük nimet ama… Bunun Türkiye’de okuryazarlığı artırdığı doğru değil. İbrani yazısını kullanan İsrail’de okuryazarlık Türkiye’den daha yüksek. Harf devriminde amaç, Batılılaşmak değil, eski yazıyı yasaklayarak Türkiye’nin geçmişiyle bağlarını koparmaktır. Bu ülkenin dokuz yüz yıllık kültürel geçmişiyle bağları, halka on beş gün süre verilerek tek bir hamlede koparıldı ve sıfırdan başlayan bir toplum haline getirildi. Elli sene boyunca üniversite dahil hiçbir yerde insanlara eski yazı öğretilmedi. Bir toplumun kendi geçmişi hakkında tam ve mutlak bir cehalete indirgenmesidir bu.

Türkiye diğer İslam ülkelerine kıyasla birçok açıdan çok gelişmiş. Bunda Atatürk’ün ve Kemalizm’in hiç rolü yok mu?

Sanmıyorum. Türkiye 14. yüzyıldan itibaren İslam dünyasının en gelişmiş, en güçlü ve Batı’ya en yakın en ülkesi oldu.

Siz laikliğin aslında bir tasfiye hareketi olduğunu da iddia ediyorsunuz. Niye?

Cumhuriyet’in laiklik politikası gerçek bir laikliği gerçekleştirmedi. Dinin, devlete karşı nispi özerkliğini ve devletin mutlak gücünü kısıtlayabilme potansiyelini yok etmekten ibaret oldu. Çünkü amaç laiklik değildi. Amaç mutlak iktidardı. Yani iktidarı kimseyle paylaşmamaktı. Amaç, cumhuriyeti kuran şahısların iktidarıydı.

Biz Batı uygarlığının değerlerine bir türlü ulaşamadık. Sizce bunun sebebi ne?

Esas hata 1946-50’de yapılan Kemalizmi yüceltme mutabakatıydı. 1920’lerde dünyada rüzgârlar totaliterlik ve diktatörlük yönünde esiyordu. Ama 1945-46’da bu ülkenin önünde bir fırsat kapısı açıldı. Çünkü dünyada demokrasi rüzgârları esmeye başladı. Ama Türkiye ‘Benim totaliter geçmişim yücedir, tartışılamaz’ dedi. Oysa diktatörlüğü reddetmeden demokrasiye geçmek mümkün değildir. Nitekim Tek Parti Dönemi’nin ruhu darbelerle hep geri geldi. İttihatçı totaliter ruhtan kurtulamıyoruz.

Atatürk milliyetçiliğini nasıl tarif edersiniz?

Atatürk milliyetçiliği Kurtuluş Savaşı yıllarında İslami cihat anlayışı üzerinden hareket etti. 1924’te ise İslam unsurunu çıkardılar ve yerine ‘vatan millet Sakarya’ diye bir siyasi amentü kurdular. Bu amentü, ‘Kurtuluş Savaşı, Atatürk, 29 Ekim, halifenin kovulması, düşmanın denize dökülmesi’ gibi bir dizi semboldür. Bu amentüyü kutsayana vatandaş, kutsamayana vatan haini dediler. Atatürk milliyetçiliği denen ve çok modern, çağdaş ve sol zannedilen şeyin özü, en klasik anlamıyla 1920’ler faşizmidir. İtalya’da 1920’deki rejim bu ideoloji üzerine kuruldu. Vatandaşlık haklarını bir siyasi amentüye bağlama düşüncesi çok tehlikelidir. Çünkü bu siyasi amentüye boyun eğmeyeceğine dair en ufak kuşku duyulan kişi vatan hainidir, Gayrimüslimlerin kovulmasının, mülklerine el konulmasının temelinde Atatürk milliyetçiliği yatar. 1930’larda bu Atatürk milliyetçiliğinin üstüne bir de Türk ırkçılığı eklendi.

Kemalizm’in, Orta Asya’dan yayılan Türk ırkının üstünlüğüne inandığını mı düşünüyorsunuz?

İtalyan rüzgârının estiği 1920’lerde Ankara’nın söyleminde Orta Asya’nın adı geçmez. 1930’larda Alman rüzgârı eser ve Atatürk kendini olağanüstü bir şevkle, Orta Asya’dan tüm dünyaya egemen olmuş atalarımız efsanesine adadı. Tüm dünya dillerinin Türklerden türediği, dünyaya medeniyeti Türklerin götürdüğü söylendi.

Türklerin Orta Asya’dan geldiği görüşünü paylaşmıyorsunuz. Türkler kim sizce?

Eskiden Anadolu ve Rumeli’de oturan Türkçe konuşan ve Müslüman olan insanlar Türk sayılırdı. Hâlâ halk arasında geçerli olan tanım budur. Cumhuriyet döneminde Türk kavramıyla radikal olarak oynandı. Dinî içerik çıkarılıp yeri siyasi bir içerikle dolduruldu. Ama bu tutmadı. Orta Asya diye bir şey buna yamanmaya çalışıldı. Tarihle ilgilenen herkes bilir ki, Türkiye’nin bugünkü etnik kompozisyonunda Orta Asya unsurunun payı yüzde 10-15’tir. Anadolu’da yerli bir halk vardı.

Peki… Kurtuluş Savaşı’nda dünyanın en güçlü ülkeleriyle savaştığımız görüşüne katılmıyor musunuz?

Emperyalizme karşı savaştığımız yönünde hayret verici görüşü, 1960’larda Doğan Avcıoğlu ve Mihri Belli icat etti. Kurtuluş Savaşı, Türkiye Yunanistan savaşıdır. İkisi arasında büyük bir savaş yaşandı.

Kurtuluş savaşı olmasaydı bağımsızlığımızı kaybetmez miydik sizce?

Bir süre için kaybederdik ama 1918’de Amerika, İngiltere ve Fransa Türkiye’de sağlam bir devletin oluşmasını talep ediyorlar. Türkiye o tarihte yıkılmış ve ekonomik olarak tükenmiş olduğu için, bazı reformlar gerçekleşinceye dek bir vesayet altında tutulmasını da savunuyorlar. Bakın… 1945’ten sonra uygulanan modelin ta kendisidir bu. 1946’da Marshall Planı ve NATO’yla Türkiye Amerikan mandasına girdi. 1918’de konuşulan da farklı değil. Bir reform hükümeti kurulacak ve ülke belki 20 yıl Amerikan mandası altında bulundurulacak ve sağlam modern bir devletin oluşması sağlanacak. ‘Türkiye’nin maliye iradesine, ordusunu sağlamlaştırmaya, kara ve deniz yoluna ihtiyacı var’ diyorlar. 1918 ve 1919’da bu gündemdedir. Sevr gündemde değildir. Sevr de Türkiye’yi bölmez ya…

Nasıl bölmez?

Sevr’in maddelerinin büyük kısmı, Türkiye’nin üçlü bir uluslararası idare altına sokulmasıyla ilgilidir. Sevr, hükümranlığı Türklerden alır. Bir şeye dikkat etmek lazım. Kurtuluş Savaşı, Sevr’e bir tepki değildir. Sevr, Kurtuluş Savaşı’na bir tepkidir. Ankara’da Millet Meclisi açıldıktan bir ay sonra Sevr Anlaşması gündeme geldi.

Siz hepimizin bildiklerinin tersini söylüyorsunuz. Bu iddialarınız için hangi kaynaklara bakmanız gerekti? O kitaplar bugün yasak mı?

Değil. Sadece Atatürk’ün kendi yazdıklarını bir Japon turistin bakış açısıyla, onu ne yücelterek ne de küçülterek okursanız her şey ortadadır zaten…

Kaynak: TARAF 23.06.2008

 

Gazetecilik Neden Dibe Vurdu?

Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu?  Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk…  Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…

Buradan indirebilirsiniz.

 Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.

 Derin Düşünce nedir?

Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir?  Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır :)

 Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.

Maymunist imanla nereye kadar?

Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki…  Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin etimolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 23 Yorum

  2. Yazan:ümit harmancı Tarih: Tem 28, 2008 | Reply

    Adam ,sit alanında yasadışı imar yapar,susulur;
    Evet acaba neden susulur????çünkü adam beyninde ‘sosyal ACE ve OMO’ taşımaktadır,bunlarla bu ülkede her türlü rezillik yıkanır ve hoşgörülür..derin entellektüel hayatımızda ACE=Atatürk düşmanlığı,OMO=TC aleyhtarlığıdır…
    O bizim Sevan ; sit alanına yasadışı birkaç çivi çakmış çok mu??Faşist TC bu suçtan onu nasıl yargılar,nasıl mahkum eder??edemez etmemeli Onun beyninde OMO var.faşist TC ne olcak işte diye basar yaygarayı OMO KARDEŞLERİ..
    Ama sevan uslu durmaz.

    Uzun lafın kısası bu toprakları haketmeyen halkım;eğer beyninizde ACE ve OMO yoksa sakın entellektüel olmaya heveslenmeyin bu ülkede!!Adamı tefe koyarlar valla……

  3. Yazan:ümit harmancı Tarih: Tem 31, 2008 | Reply

    Kitabın elimde sayın vidanjör bey..yalan,iftira,karalama ve duyulan büyük bir KİN….
    siz,faşist ve ırkçı düzeyde bir ermeni milliyetçisisiniz…
    maskenizi,bilimsel kaynakları referans göstererek düşürmek isterdim..heyhat ,sizde çok olan vakit ben de hiç yok..
    önsözde bile bilimin ırzına geçmişsiniz ‘hrant dink in ölümü benimiçin dönüm noktası idi….’. yoksa yayınlamayacakmışsınız bu kin metnini!!!!!
    ben de ,bu minvalde bir eseri ermenistan da yazıp yayınlatabilir miyim?????????????

  4. Yazan:Sevan Nişanyan Tarih: Ağu 10, 2008 | Reply

    “Bu minvalde bir eseri,” değil Ermenistan’da HERHANGİ BİR YERDE yayınlayamayacağınız, kullandığınız uslup ve imla düzeyinden anlaşılıyor.
    Saygılarımla.

  5. Yazan:ümit harmancı Tarih: Ağu 12, 2008 | Reply

    klavye de yazıyorum,imlama itina göstermeden…
    insanın ,sadece imlası bozuk olsun….

  6. Yazan:blue Tarih: Ağu 18, 2008 | Reply

    ümit bey,

    “Duyulan büyük kin”i haklı çıkartacak bir üslup içindesiniz. Eğer iftira ve karalama varsa, ağzınızdan köpükler saçmak yerine bunlara cevap verebilirsiniz, böylece biz de hangi noktada Sevan bey’in yanıldığını ve neyi, nasıl karaladığını anlama imkanı buluruz. Ama yorumunuzdaki tavrınızdan beynimde oluşan imge tam da “Yanlış Cumhuriyet”te anlatılan yabancı düşmanı, ırkçı, faşist tabloya karşılık geliyor.

  7. Yazan:Ahmet H. KÖSE Tarih: Ağu 19, 2008 | Reply

    DOĞRULARLA YANLIŞLARI “HARMAN” ETMEK !

    Bay Nişanyan verdiği röportajda doğrularla yanlışları harman etmiş ve sanırım bunu bilerek yapmış.
    “Kemalist” (böyle bir “ideoloji” yoktur – tabi ki bilimsel anlamda) olmadığımız için bay Nişanyan`ın söylediklerine karşı resmi ideolojinin borazancılığını yapmayacağız.
    Bay (kelime “zengin” anlamı taşır ve sn. Nişanyan bunu çok iyi bilir) Nişanyan birkaç kavramı hiç kullanmadan, adeta onlardan vebalı gibi kaçarak “bilimsel” eleştiriler yapmaya çalışınca vardığı nokta, “zırvanın şahikası” olmuş.
    “Sınıf mücadelesi” ve “Emperyalizm” (Bilimsel Sosyalizmin tanımladığı gibi, “kapitalizmin en son aşaması” olarak) kavramları kullanılmadan “Küçük Asya” nın yakın ve uzak tarihi üzerine söz söylemek sizi hiç olmadık noktalara götürebilir – örneğin emperyalizmin uşaklığı ve bir başka şovenizme. Ne yazık ki (belki de son derece normal olarak) bay Nişanyan tam da bunu yapmıştır.
    Kullanılan tanımlamayla adlandırırsak “I. ci ve II. ci dünya savaşları” emperyalisler tarafından çıkartılan “paylaşım savaşları” dır. Amaçları, kendi karlarını maksimize edebilmektir yoksa dünyaya daha düzgün bir düzen ve halklara adalet getirmek değil. Bu nedenledir ki proletaryanın dünya ölçeğindeki birleşik partisi bu savaşlara kesin olarak karşı çıkmıştır.Bu organizasyonun yöneticiliğini yapmış, Nazi faşizminin en güçlü olduğu dönemde, kendisine karşı kurduğu tuzağı, hem de onun ülkesinde boşa çıkarmış olan Georgi Dimitrov`un yaptığı Faşizm tanımı acaba bugün adına “Türkiye” denilen ülkede kimlere uygun düşüyor? “Faşizm, sermayenin en gerici kesiminin kural tanımayan diktatörlüğüdür”.
    Düşünün bay Nişanyan!..

  8. Yazan:Madrid'li Ahmet Tarih: Ara 9, 2008 | Reply

    Bay. Nişanyan belki gelişmeye bir istatistik yapamazsınız ama bu demek değildir ki: ülkemiz Türkiye’nin “gelişme/iletişim olanakları”nın en yüksek olduğu vakit Atatürk iktidarı vakti değildir. Atatürk’ün iktidarının iyiliğinden örnek vermek gerekirse dış borçun kapatılması, kültür seviyesinin ilerlemesi, ve altyapının yapılması Atatürk vaktinde idi. Bence, bu olaaylar Atatürkün Türkiye’nin gelmiş geçmiş en başarılı lideri olduğunu açıkça gösteriyor.

  9. Yazan:Gültekin Orhon Tarih: Nis 8, 2010 | Reply

    “Emperyalizme karşı savaştığımız yönünde hayret verici görüşü, 1960′larda Doğan Avcıoğlu ve Mihri Belli icat etti.” tümcesi yanlıştır.

    Anadolu İhtilali Asya ve Afrikada çok ülkede başkaldırının kıvılcımı olmuştur. Bu görüş 1960lardan 40 yıl önce yazıya dökülmüştü.

    Bir belge- Avram Galanti, Yeni Mecmua, 1 Ekim 1923 günlü- 87 No. “O gün (9 Eylül 1923)…Türk Ordusu, İzmir rıhtımında, Asya ve Afrika mazlumlarının hürriyet ve istiklal devrinin yaklaşmakta olduğunu (müjdeliyordu).”

    Gözünü kapatıp, söylediğini kulağı duymadan konuşmak çok acı durum aslında, yazık.

  10. Yazan:zerer Tarih: Nis 8, 2010 | Reply

    Sevan Nişanyan’ın bu toplum ve müslüman türk tarihine yaklaşımı kaba 19ncu yüzyıl oryantalistlerinden farklı değil. Kemalizm konusunda doğru tespitleri olabilir ama perspektifi yer yer o kadar tepeden ve ötekileştirici ki öne sürdüğü bazı verileri tekrar çek etme ihtiyacı duyuyor insan. Osmanlı ve ortadoğu milletlerinin tarihi konusunda günümüz neoconlarıyla çok iyi anlaşabilir.

  11. Yazan:ibrahim Tarih: Eyl 21, 2010 | Reply

    bende aynen katılıyorum büyük sözü dinleyip uslu çocuk olaydık bu gün bu kadar baş ağrımız olmazdı. adam olmuşuzda lider çıkarmışız birde üstüne üstlük bir ordu kurmuşuz ve direnmişiz! ne haddimize yani otur evinde bekle bakim amcalar en iyisini bilir zaten hazırlayıverirlerdi bir reçete bir güzel yutardık işleri yola koyduklarını anlayınca gidiverirlerdi zaten bizde ekmeğimize bakardık tıpkı ırak cezayir hindistan vb gelişmiş ülkeler gibi.

  12. Yazan:gürkan karabulut Tarih: Eyl 21, 2010 | Reply

    sn nişanyan sizin bu türk ve atatürk düşmanlığınız hastalık derecesine gelmiş, XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX mimariye laf eder durursunuz 1920 ve 1930 arasında sadece ankara da ulus da yapılan binlar sizin ne kadar sözünüze güvenilmez olduğunuzu gösterir nitelikte.

    En komik iddianız ise sevr kurtuluş savaşına tepkiymiş! Bizim fransızın, italyanın vs daha birçok devletin ticari ve siyasi ayrıcalıklarına karşı çıkma hakkımıza karşı onlarda devleti siz ermenilere ve bir takım kürtlere yunanlılara ingilizlere fransızlara paylaştırmayı düşünmüşler, şimdi siz bu söylediklerinize nasıl inanıyorsunuz? demokrasi 1945 yılından sonrasının ürünüdür. ve kullanım klavuzunu amerika yazmıştır. Neyse size laf anlatmak gereksiz şirincede yaptıkalrınız kanun dışıdır ve siz sırf kendiniz kanun dışı işler yaptığınız için sağa sola saldırıyorsunuz. sizin için en acı olanı atatürk ün kurdupu devlette istesenizde istemezsenizde yaşamak zorunda olmanızdır. Türkiye dışında kimse sizin fikirlşerinize önem vermez! ya da verir nasıl olsa fikirleriniz içerden biri olarak avrupa ve amerikanın ve de ermenistanın düşüncelerini yansıtıyor.

    siz her demokrasi dediğinizde her ermenileri savunduğunuzda aklıma azeri topraklarını işgal eden ermenistana ses etmek yerine sınırı kapalı tutan türkiyeye laf atmanız aklıma geliyor. malesef ikiyüzlüsünüz .

  13. Yazan:Ferhat Tarih: Eyl 21, 2010 | Reply

    Saygilar sayin nisanyan bu yazinizla beynimde uzun zamandir bulunan bir cok celiski ve problemi bir netlige kavusturmakla beraber bazi seyleri tekrardan arastirmak gerekliligine yoneldim,ne yazikki 80 yillik diktatorya bazi seyleri iliklerimize kadar islemis ve bazilarimiz tarafsiz dusunmenin bile ulkeyi bolecegini dusunuyor oysa ne yaziktirki ulkenun bolunmuslugundende bihaberdirler,,,sevgiler

  14. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Eyl 21, 2010 | Reply

    Birileri yıllarca bizi iyi kandırmış.
    1920 ve 1930 arasında Ankara’da Ulus’ta yapıldığı söylenen bir avuç binanın hemen tamamı banka binasıdır ve mimarları Avusturyalı ve İtalyandır. Bu kötü bir şey değil tabi. Yeter ki bir mimari, estetik zevkin olsun ama tutup üç tane banka binasından yola çıkıp bir Cumhuriyet mimarisinden bahsetmek ayıp. Hepimiz böyle bir şeyin olmadığını biliyoruz.
    Cumhuriyetimiz; Lale devri adı verilen ve Osmanlı estetik ve sanat anlayışını en üst noktaya taşıyan bir dönemi; paranın çarçur edildiği, lüzumsuz aşk şiirleri ile alem yapılıp tuhaf lale takıntılı insanların dünyadan kopuk yaşadığı bir dönem olarak anlatmadı mı bize? Ne bekliyorsun ki bu zihniyetten?

  15. Yazan:ibrahim kap Tarih: Eyl 23, 2010 | Reply

    Sevan Nişanyan

    İlk önce ben yazınız için teşekkür ederim çünkü böyle bir yazıyı hiç bir türk aklının ucundan bile geçirmezdi bu yüzden bence çok isabetli oldu demokrasinin nimeti budur bence!!!

    Yazınızı tek tek eleştirecem…

    Atatürk, mutlak iktidarı terk edebilirdi, ama etmedi. Memlekette her meydana heykelini diktirme işiyle şahsen ilgilendi. Bu putlaştırma hâlâ süren bir ‘kültürel-siyasi’ yıkım getirdi.

    ATATÜRK’ün yapılan heykellerine teşekkür etmesini şahsi ilgilenme olarak almışsınız bence bu bir nezaket göstergesidir bununla birlikte heykelleri halk tarafından yaptırılmaktadır bu bir minnet göstergesi değilmidir? size göre olmaya bilir fakat bize göre heykeli dikilecek adamdır aslında reportajın ilerleyen bölümlerinde bunu da kabul ediyorsunuz!!!

    “Cumhuriyet, ‘gerçek laikliği’ getirmedi.  Bizde laiklik tasfiye hareketiydi. Dinin, devletin mutlak gücünü kısıtlama potansiyeli ‘laiklikle’ yok edilmek istendi. Çünkü amaç laiklik değil, mutlak iktidardı.”

    İlk önce sekülerizm ile laikliği ayırmalıydınız bunu yapmamanız ne kadar araştırma yaptığınızı ve konuya ne kadar hakim olduğunuzu gösteriyor.Bir kere cumhuriyet laik düzen ile secüler toplum yaratmak istedi siz sadece bunun laik devlet kısmını alarak asıl hedefi yani secüler toplum hedefini atlamışsınız.Seculer bir toplumla devletin mutlak hakimiyet elde edeceğine inanıyorsanız aldanırsınız.

    “Emperyalizme karşı savaştığımız yönünde hayret verici görüşü, 1960′larda Doğan Avcıoğlu ve Mihri Belli icat etti. Aslında Kurtuluş Savaşı, Türkiye-Yunanistan savaşıdır. İki ülke arasında büyük bir savaş yaşandı.”

    1.Dünya savaşında biz türkler Çanakkale/ Suriye/Irak/Filistin/Süveyş/Makedonya-Galiç-Romanya/Kafkasya ve daha bir çok çephede savaştık herhalde bu savaşları yunanlılara karşı yapmadık kaldı ki kurtuluş savaşı sırasında da durum farklı değildir yunanistan anadoluyu işgal etmek için ingilizlerden borç almış fransa top hibesinde bulunmuştur bunun karşılığında da yunanistan anadoludan toprak sözü vermiştir herhalde yunanistanın tek başına büyüklerinden destek görmeden böyle bir savaşa gireceğini hayal ettiniz!!!Bununla birlikte almanya savaşı kaybetmesine rağmen parçalanmamış işgal edilmemiştir istanbul yani osmanlının baş kenti işgal halindeyken tüm askeri gücüne el koyulmuşken izmir işgal edilmişken yani osmanlı un ufak edilmişken siz bunun bir emperyalist oyun olduğunu düşünmüyormusunuz?Bu oyuna karşı yapılmış olan savaş elbette emperyalizme karşıdır aslında ben emperyalizmin tarifini size açıklıyacaktım yaşınız benden bir hayli büyük olduğu için onu size bırakıyorum.

    “Cumhuriyet diktatörlüğün kod adıdır. Cumhuriyete demokrasi için değil, şahıs diktatörlüğü için geçildi.”

    Her halde şahıs diktatörlüğü için daha uygun çözümler bulunabilirdi örneğin amerikan sistemi tek başkanlık sistemi gibi oysa ki yarı başkanlık sistemi seçilmiş güçler ayrılığı prensibi getirlimiştir.Ayrıca 2000 yılına kadar geçen dönemde bir çok darbe olmuş abuk sabuk adamlar başa geçmiştir fakat hiç bir zaman cumhuriyetten ve onun anayasal haklarından taviz verilmemiştir ne yazık ki benim bu söylemim karşısında bazı insanlar hemen cumhuriyetin ilk yıllarını ve ikinci dünya savaşı dönemini göstermeye çalışmaktadırlar halbuki bu yıllar cumhuriyetin ilk yıllarıdır bir yandan isyanlarla bir yandan maddi imkansızlıklarla bir yandan osmanlıdan kalma çürümüş yapıdan mücadele ederken bir yandanda padişahlar,şehler,ayan sınıfları tarafından ezilmiş dini duyguları istismar edilmiş bir halkı modern uygar demokratik bir ülkede yaşamaya alıştırmaya çalışan ve bunu ikinci dünya savaşının sonuna kadar başaramayan bir yönetim vardır.Bir de 1913’te Babıali Baskınıyla tek parti durumuna gelen İttihat ve Terakki Fırkasından bahsetmişsiniz bir de bunu demokrasiyle bağdaştırmışsınız hani padişahı bir yana koyalımda bizim 1.dünya savaşına kim soktu 1930 da türkcülük başladı demişsiniz aslında binlerce yıllıktır bir kaşgarlı mahmud okusanız dahi bilirdiniz yazıtlara kadar gitmeye gerekte yok.Bununlada yetinmemişsiniz Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı (TCF) nerdeyse demokrat bir parti ilan etmişsiniz bunuda araştırma yaptığınızı idea ederek yapıyorsunuz (TCF) neden kapatildi araştırdınızmı?Bununla birlikte hızlı değişim ve dönüşüm nedeniyle cumhuriyet ve demokrasi halka tam anlatılamamıştır tabi ki buna sosyal etkileride katabiliriz ayrıca 1908-1925 arası dönem türk solunun şekil aldığı biçimlendiği dönemdir böyle bir zaman diliminde gelişmesinin sonuçlarını hala çekiyoruz.Evet 1930 sonrası donemde çok büyük bir demokratik idareden soz edemeyiz ama demokrasiden söz edebiliriz çünkü bireylerin hakları anayasal güvence altındadır cunmhuriyet’in temel prensipleri günün şartlarına göre elden geldiğince korunmaya çalışılmıştır unutmayalım insanlık tarihinin en kanlı süreçinden bahsediyoruz…

    “Atatürk milliyetçiliği 1920′ler faşizmidir. Kurtuluş Savaşı’nda ise İslami cihat üzerinden hareket etti bu milliyetçilik.”

    Evet osmanlıdan kalma milli duygularını kaybetmiş teba yoluyla asimile edilmiş bir halk vardı ATATÜRK le milli şuura kimliğine kavuşan kendi diliyle yazmayı ve okumayı öğrenen bir halk oluştu tabi bu durumdan en çok türklerin düşmanları korkmuş ve üzülmüştür.
    latin alfabesini bile eleştirmişsiniz öz türkcenin yazımı çok zordur sanki anadoluda türk yokmuşda sonradan türk olmuşlar gibi bir hava yaratmaya çalışmışsınız türkce 8000 yıldan beri çeşitli lehçelerde konuşulan bir dildir unuttunuz herhalde!!!Faşistlikten bahsetmişsiniz hani ben bunu kabul etmiyorumda size bir örnek veriyim hazır o ülkedede okumuşsunuz.1963 Amerikada kennedy dönemine kadar zencilerin hiç bir anayasal hakkı yoktur beyazların olduğu restorantlara bile girmeleri yasaktır ayrıca amerikanın bazı eyaletlerinde zenciler bırakın ikinci sınıf vatandaşı insan yerine bile koyulmamaktadır 1963 de kennedy zencilere pozitif ayrımcılık yapılacağını ve zencilere hak ve eşitlik vereceğini açıkladı yani adamlar zencilere 1963 de insan gibi yaşama hakkı verdiler bizim cumhuriyetimizde demokrasimizde şimdiye kadar böyle bir kepazelik ayrımcılık oldumu bu ülkenin kürt bakanları vardı 1963 de!!!

    “Kurtuluş Savaşı, Sevr’e tepki değildir. Sevr, Kurtuluş Savaşı’na bir tepkidir. Sevr, Meclis açıldıktan sonra yapıldı.”

    Bu sevri meşrulaştırma çabasıdır hangisinin önce geldiğinin ne önemi var dünyadaki her halk gibi özgür yaşamak bizim hakkımızdı ve onu söke söke aldık yani baş kaldırmasaydık bizi bölmeyeceklerdi tam tersine ödüllendireceklerdi öylemi güldürmeyin allah aşkına bari hangi bayrak altında yapacaklarınıda söyleyinde tam olsun sizin bu hayalinize gerçeklerle cevap veriyim yıl 2010 ve ırak’ın haline bakınız başkasının insafına kalmış kadınlarının çoğunun arab ülkelerinde fuhuş yaptığı özgürlüklerinden yoksun kaynakları parsellenmiş açlıkla yoklukla mücadele eden insan dışı işgencelere maruz kalan insanlar var 2010 yılında ve bu yaratıklar 2010 yılında kim bilir bize ne yaparlardı 1919 da.aslında bu beklentinizi maduruyetinizi gidereceğini umduğunuz için söylediğinizi biliyorum çok şükür ne ermeninin nede bir başkasının insafına kalmadık hür yaşıyoruz en azından ipimiz başkasının elinde değil.

    “1918′de kadınlar tesettürü bıraktı. Ankara bu değişime inanılmaz bir taassupla karşı çıktı. Tesettürü savundu.”

    Hani diğer yanlış söylemlerinizi bir yere kadar anlarımda bunu anlamak mümkün değil yani bu ülke islam devletide olsa(hani olamazda biz varız) dünyanın en ileri demokrasisinede kavuşsa kirli emelleri olanlar hiç bir zaman o emellerine kavuşamıyacaklar nedeni aslında çok açık bu ülkede arap yada ermeni dediğinizde akla ilk gelen ihanettir tabi ki bu sözlerim size değil ama atalarınıza yani bu halk pkk da affetmez ermeniyide arabıda boşuna ne tahrik ediniz nede uğraşınız bu ülkeden ve bu halkdan herhangi bir güç ne toprak alabilir neden başka bir şey inla bir şey almak istiyorlarsa biz onlara uygun birşey seçeriz.Gelelim türbana ben gene yazıma cevap alamıyacağımı biliyorumda olsun ben gene soriyim tesettür yada baş örtüsü kadına yada erkeğe yapılmış en büyük hakaret değilmidir yani birisi karşıma tesettürlü yada baş örtüsüyle çıksa kendimi sapık gibi hissediyorum bir kadın o bez parçasıyla namusunu koruduğunu var sayıyor ne yazık değilmi? Bununla birlikte her insanın istediği gibi yaşamaya hakkı var bizim buna saygı duymamız lazım fakat cumhuriyet döneminde böyle bir adım atılmamış olsaydı türkiye hala bu yanlışı sürdürüyor olurdu hazır konu açılmışken ben kendi görüşümüde bildiriyim universitelere girmesine karşı değilim ama devlet kurumlarına girmesine sonuna kadar karşıyım.Ben bu forumda türk tarih’iyle ilgili haddim olmayarak çok yazı yazdım onları okursanız öğrenmiş olursunuz orta asya danmı geldik? 1071 ne ifade eder?türklerin manifiest destiny si nedir?Birde orta asyanın payı yüzde 10-15 dir demişsiniz bunu kafataslarına bakarakmı dediniz?

    Siz hepimizin bildiklerinin tersini söylüyorsunuz. Bu iddialarınız için hangi kaynaklara bakmanız gerekti? O kitaplar bugün yasak mı?

    Değil. Sadece Atatürk’ün kendi yazdıklarını bir Japon turistin bakış açısıyla, onu ne yücelterek ne de küçülterek okursanız her şey ortadadır zaten…

    Hangi kitaplar onlar sizin kitabınızın iyi bir kitap olmadığı açık hangi kaynaklardan yararlandınız bu söylemlerinizi hangi kitaplarda bulabiliriz kitap ismi verebilirmisiniz.

    Sonuç olarak ben size ne yapacağımı söyliyim Amerika’da Yale ve Columbia Üniversitesine sizin yazdığınız yazıyı altınada kanıtlarıyla benim yazımı yollıyacağım ve diyeceğimki sizin okulunuzdan mezun olan sevan nişanyan bu tarihsel geçeklerden uzak reportajını türk tarihini bilmeyen o ruhu taşımayan bir japonun bakış açısıyla kanıtlıyor yani tarihi bilgi veya belgelerle değil bakış açısıyla açıklıyor sevan nişanyan’ı öğrenci olarak kabul ettiğinize göre benide hayli hayli kabul ederseniz herhalde diyeceğim ve başvuracağım gayette ciddiyim yalnız bir ingilizce kısmı zor olacak:)bakalim ne diyecekler vallahi ben böyle bir şey yapsam şenol hoca diploma vermez kusura bakmayın…

    SON SÖZ

    Tarih yazmak,tarih yapmak kadar mühimdir.Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen gerçek ,insanlığı şaşırtacak bir nitelik alır!!!

    Mustafa Kemal Atatürk(1933)

  16. Yazan:Fatih Altikardes Tarih: Eyl 23, 2010 | Reply

    Kitabı 3 kere okudum, resmen okumaya doyamıyorum. Bu kitabı okuduktan sonra hala anlatılanları anlamamakta direnenlere ise şaşıyorum. Aslında yazar çok güzel bir ipucu vermiş : Japon turist gibi okuyun! Kendinizi, herhangi birşeyi savunmak zorunda hissetmeden, sadece yazılanları anlamaya çalışarak okuyun. Tabii aslında zor bir durum : okunan her sayfada, yıllarca ince dantel gibi işlenmiş milli savunma ve korunma içgüdümüz akyuvarlarıyla/alyuvarlarıyla yazılanlara ve anlatılanlara karşı bünyeyi uyarıyor, vücut kasılıyor. Tabiri caizse bellek, inanmak istemiyor ve inanmamayı seçiyor. Aynı, Matrix’teki Neo gibi : uyanıp da etrafındaki milyonlarca insan bedenini o kapsüllerde görünce Neo da “Bu gerçek olamaz” diyordu. Evet, gözümüzün önüne bir perde çekmişler, her türlü organ (medya, eğitim, kültür, sistem) vasıtasıyla da dayatılan bu sahte dünyayı bize gerçek belletmişler. Bu kitap, o perdeyi delip gerçek dünyanın ışığına kavuşturuyor bizi. Perdeyi yırtıp atmak ise bize kalmış. Biraz vicdan, biraz cesaret…

  17. Yazan:nuray Tarih: Şub 13, 2011 | Reply

    sayın ibrahim kap,kalemine,yüreğine sağlık.iyiki varsın.ömrün uzun olsun.kaynaksız felsefecinin yazdığıtarih,bukadar mesnetsiz olur.bu ermeninin türklük hakkındaki sözlerini,japon bakış açısıyla,BENCE atgözlüğüylebakıp,liberal dolmuşuna binerek ,övenler ,aynı kitabı defalarca okuyacaklarına,zehire panzehir veyateze antitez hesabıbiraz çeşit okusunlar.

  18. Yazan:emir nuray altıkardeş Tarih: Şub 13, 2011 | Reply

    türkleri,türklüğü sığ göstermek,nişanyana çok yakışmış doğrusu .xxx xxxx

    kurtluş savaşı emperyalistlere değilmiş.ah tabiikide nişanyan ,nekadarda haklısın. xxxx xxxx

    .kibarca hasta adam dedikleri, aralarında leş gözüyle baktıkları lokma,boğazlarında kaldı.yutamadılar.neyazıktırki tıkanamadılar.hala yutma hevesi…..

  19. Yazan:beytullah emrah Tarih: Şub 14, 2011 | Reply

    bu kişi putlaştırmacı cumhuriyet sanırım yeni yıkımlar getirmek üzere!

  20. Yazan:ali duman Tarih: Şub 14, 2011 | Reply

    @emir nuray altıkardeş

    lokmayı yutamadılarsa 10milyon km2 oluşan imparatorluk nereye gitti? sakın ittihatçılar kumarda kaybetmiş olmaya, sakın olaki güzel güzel ninnilerle mi kandılırmış olmayalım, uyu da büyü ninni, ninni…

    kafayı kuma gömmekle hakikatlar gizlenmiyor ki be kardeşim…biz küçük bir ülke mi kurduk, koca bir imparatorluk mu kaybetti, önce onu bir anlamak gerek dimi. doğru tespitler, ancak doğru teşhislerle yapılabilir. ne kadar uğraşılsa eğri gemi doğru sefer yapmaz, yapmadığını da bugüne dek gördük, görmekteyiz.

    imalat hatası değilde, “öğretilmiş çaresizliğin” eserisiniz, sizler ne sevr’i, ne de lozanı anlayamazsınız, çünkü yalan hakikattan daha tatlıdır.

    bir imparatorluğun paylaşılma belgesi olan lozanı, zafer sanır durursunuz, ee ne yapacaksınız bir ülke tarihi A’dan Z’ye yanlış yazılır, yanlış öğretilirse sizde haklısınız, genlere işlenmiş yalanları, ezberleri yıkmak kolay değil.

    yıkana da saldırmak gerek dimi, çünkü bir toplumda herkes anormal ise, normaller anormal gibi görünür, hastalıklı bir zihniyetin sonucudur bu durum, ancak bu hastalığın tedavülden kalkma süresinin sonuna yaklaşmaktayız, zira son firavun bile devrildiğine göre, bu hastalıklı hale bir son verme zamanı gelmiştir artık.

  21. Yazan:tunç kaya Tarih: Şub 14, 2011 | Reply

    18 Nisan 1920 tarihli new york times gazetesinden ilginç bir yazı. ALLIES MAY DECIDE TO SPARE TURKEY! Estimate That 300,000 Troops Would Be Needed to Enforce London Terms. POWERS WON’T SEND THEM.
    Spare(v)=kıymamak, canını bağışlamak, öldürmemek.
    Haberde diyor ki: müttefikler türkiye’nin canını bağışlayabilir. Londra şartlarını dayatmak için 300 bin askere ihtiyaç var ve bu 300 bin asker gönderilmeyecek.

    Başlık çok manidar. Türkiye çok da umurlarında değil anlaşıldığı kadarıyla. Yoksa bu işi taşerona verirler miydi? daha önce başında Liman Von Sanders,Mustafa Kemal ve Cemal Paşa’nın bulunduğu yıldırım ordularını tüm mecuduyla yok eden ingilizler korktu mu sizce? Ayrıca fenerbahçe ile maç yaparken ayağı incinen ingilizler dışında acaba yaralanan bir ingiliz askeri oldu mu kurtuluş savaşında?

  22. Yazan:ali duman Tarih: Şub 15, 2011 | Reply

    işgalciyle turnuva maçı yapma ayıbı fenerbahçe’nin olsun, ama örnek güzel, acaba sakatlanan ingiliz futbolcunun ayağı acısı dinsin diye üflenmiş midir? (!)

    işgalci ingiliz ordusuna tek bir mermi sıkmadan, emperyalizmi mağlup edebilen tek ülkeyiz,(başka bir örneği yok) ancak bu özellikli durumu dünya tarihi niye yazmıyor anlamış değilim ya hû !!!

    (ya benim de tüm dünya gibi idrakim kıt, ya da yalan/dolanı tarih diye ezberleyen/ezberletilen bizim papağanların sahip olduğu melekelere sahip değilim?)

  23. Yazan:Rıdvan Işık Tarih: Şub 15, 2011 | Reply

    bir grup yalan yanlış,başka bir grup yalan yanlışla düzeltilmeye/tokuşturulmaya çalışılıyor,z

  24. Yazan:ali duman Tarih: Şub 15, 2011 | Reply

    @rıdvan ışık;

    bence de çok haklısınız, esasında bir darbenin parçası olan, ittihatçı ordu tarafından tezgahlanan ve Abdulhamit’i yıkmaktan başka bir gayesi olmayan sahte 31 mart “ayaklanması”ndan başlayan tarih, aynı zamanda resmi ideolojinin yalan ve çarpıtmalarının da başlangıç tarihidir. (bugünün balyozcuları 31 mart’ı sahte ayaklanmasını örnek almış olmalılar, zira sahte ve uydurma/tertip/komplo bir “ayaklanma” olan 31 mart’ta sözde gerici bir kalkışmaydı)

    bu yalanların bir sonucu olsa gerek, facia boyuttaki zihin karışıklığı, resmi ideolojinin beyin yıkaması diplomalılar üzerinde etkin ki, bu zihin karışıklığı Anadolu halkından ziyade diplomalı cahillerde çok daha vahim boyutta.

    ancak ne var ki bilgi çağındayız, bilgi bir tuş kadar yakınımızda duruyor, bilgi çağı bu yalanları kaldırmıyor, kaldırması da mümkün değil. berraklaşma ve yalanlardan arınma devri başlamıştır, hayırlı uğurlu olsun…

    (siyasi hokkabazlar ile yalancılar için yolun sonu gelmiştir, bunu anlayamayanların sonu mubarek’in sonu gibi olacaktır : tarihin çöp tenekesi)

  1. 1 Trackback(s)

  2. Eyl 21, 2010: sevan nişanyan | Güncel Blog'm

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin