RSS Feed for This Post

Türk-Kürt milliyetçileri ve İslâm

20080602_islam_milliyetcilik2.gifAlperen Gürbüzer            

Etno-santrizmin kelime anlamı etnik fanatiklik demektir. Yani etnik kimliğin galebe çalmasıdır. Tarihte bir takım kanlı ihtilafların kaynağında etno-santrizm duygusu vardır. Bu duyguda ferdin önemi yoktur, varsa yoksa etniğin şerefi söz konusudur. Bireyi yok sayan kültürün adıdır etno-santrizim.

Sanayileşmeyen toplumların sanayileşen topluma veya bilgi üretiminden yoksun toplumların, bilgi çağına adapte olamamanın bir tepkisi olarak günümüzde etno-santrizmin türemesi normal sayamayacağımız bir sosyolojik bir vaka.

Sosyal değişmelere paralel olarak değişik biçimlerde ortaya çıkan etno-santrizm, bir yandan da milliyetçilik eğilimlerini güçlendirmektedir. Etno-santrizm koyulaştıkça siyasi yelpazede kendini ispatlayacak kurumları ve kuruluşları hatta partisini bile kurabilmektedir. Etnik beraberliğini devamı için yapıştırıcı faktör olarak etnik kimlik ön planda değer kabul ediliyor kimilerince. Etnik kültürün biricik öğesi birey değil etnik gruptur. Bütün sorumluluk,  hatta mükâfatta etnik gruba ait olup yetki problemi söz konusu değildir. Kelimenin tam anlamıyla etno-santrizm hukuka yabancıdır. Kuralsızlık onları fanatizme itmekte ve kalplerini de katılaştırmaktadır. Yaptığı eylemlerde sorumluluğu tek başına üstlenmek yerine grup olarak üstlenmek esastır. Gruptan biri suç işleyince onu kollektif olarak savunmak duygusu hemen harekete geçer. Peygamberimizin veda hutbesinde beyan buyurduğu; Herkes kendisinden sorumludur hadisi şerifleri etno-santrizmle bağdaşmaz.

Adeta genlerine kadar işlemiş olan etno-santrizm ruhu sanayileşemeyen toplumlarda problem olmanın yanı sıra sanayileşmiş bilgi toplumu olmayı da geciktirmektedir. Bu marjinal topluluklar sanayileşmeyi bir yozlaşma veya sapma olarak niteleyerek kendi grup vehimlerini gerçek gibi yansıtıyorlar. Oysa alt birimlerin büyük birimlere katılmasıyla büyük bir güç doğabileceğinin farkında bile değiller. Çağın gerçeklerinden uzak ve çağı okumada yetersiz beyin dağarcıklarından bakmanın ne kendilerine ne de başkalarına faydası yoktur. Müesseseleşen dünyamızda hala meselelere etno-santrizm yaklaşımıyla yaklaşmak sığ bir anlayışın ürünü oysa.

Anti-sanayi, ant-bilgi çağı tutumlar bu küçük toplulukları toplum dışına sürüklediği gibi ülkemize düşman odaklar haline getirmektedir. Etno-santrizm hastalığına yakalanan bu gruplar itaatten nasiplerini almadıkları besbelli. Öyle ki,  bilgiden yoksun bu toplulukları daha büyük üst bilgili topluluğa dönüştürme çabaları çoğu kere etno-santrizmin sert tepkisine maruz kalmıştır. Kaldı ki topluma ve devlete kazandırılmaları gerçekleşse de uzun süre devlet ve idari mekanizmaya intibakları kolay olmadığı gözlemlenmiştir. Bu tür oluşumlar devlet kuruluşlarını bir örgüt, bir ağa gibi görmek isteyecekleri muhakkak. Kuralsız topluluklar sivil toplum ya da kurallı topluluklar haline getirmek kolay olmasa gerektir. Hz. Ali (k.v)’in Harici eylemlerine karşı uzun soluklu mücadelesi bu düşüncemizi doğruluyor, başka örnek bulmamıza gerek yok zaten.

Etno-santrizmin doğurduğu başsızlık etnik kimliği körüklemesi sonucu başıboşluğa duydukları özleme her tarafı yıkıp dökmekle baş göstermektedir. Sivil toplum olgusu yerine grup şuuru düşünülmekte bir türlü büyük birim olmayı akıllarının ucundan bile geçirmemektedirler. Onların aralarında en güçlü bağ, bir topluluğa mensubiyet, yani etnik grubun adamı olmaktır, yani aidiyet bilinci üst dorukta. Etno-santrizm ekolünde idare etme fikri yerine grup narsisizmi vardır. Bundan dolayı grubun dışına atılmak, grup üyesi bir ferd için intihar demektir.

Etnik grup olarak çağımızda varlıklarını sürdürmeye çalışan bu marjinal topluluklar sosyal değişimin tersi durum sergilemekten vazgeçmeyecekler gibi, vazgeçemezlerde. Çünkü etno-santrizm tutku olmuş grubun bütününde. Bilindiği gibi insanlığın ilk küçük birimi ‘klan‘ olarak tarif edilir. Her bir çadırın ve obanın aileyi meydana getirdiği, çadırlar topluluğunun ise ‘hayy‘ı oluşturduğu söylenir. Hayy ailenin de ötesinde bir akraba oluşumu olup, kavim (sop, klan) olarak da nitelendirilir. Soy-sop veya kavimlerin bir araya gelmesiyle de ‘kabile‘ denilen birimi gerçekleştirir. Demek ki, çadır aileyi, çadırlar topluluğu hayy’i, hayy’larda kabileyi doğurmaktadır. Sürekli sosyolojik değişmeler apaçık ortada iken hala küçük alt birimden büyük birime dönüşmemekte israr ediliyorsa, bu durum kanayan yaramızı daha da kangrenleştirmesi demektir. Nasıl ki geçmişte mahallilikten milliliğe geçememenin sancıları pahalıya mal olduysa, bugün de etno-santrizm tutkusu  ‘Türkiyeliyim‘ sevdasına dönüşmediği sürece içinden çıkılmaz krizlere yol açacaktır. O halde bu durumda ne yapmalı sorusu akla gelecektir ki, yapılacak olan köken olarak etnik kimliliklerimizi kaşımadan üst birimlerde buluşmak yarınlarımızı kurtaracak adımlar atmaktır. Atılacak böyle bir adım Türkiye’yi büyük hedeflere götürecektir.

Demek ki; grup narsisizmi meseleleri derinleştirmekte girift hala sokmaktadır ki, asıl asabiyet budur. Yeri gelmişken burada bir meseleyi açıklamakta fayda görüyorum. Kavim kavramı ile millet kavramını, kavmiyetçilikle de milliyetçiliğin aynı şeyler olmadığıdır. Hala bazı çevrelerin dini kaynaklarda sıkça zikredilen kavimle ilgili hükümlerden hareketle milliyetçilik kavramına lehte veya aleyhte yanlış yorumlar getirmektedirler. Oysa sop, klan veya kavim kavramları akrabalar için, kabile kavramı ise taraftar manasınadır, bunu aydınlarımız bilmeleri gerekirdi. Sapla samanı karıştırmayı adet edinenler sosyolojik alt birimleri, millet ve milliyetçilik kavramları ile karıştırmaktadırlar. Etnik kimlikler bir üst birime terfi etmediği müddetçe grup narsisizm çukurundan çıkamayacakları gün gibi aşikârken, bu konuda direnmelerini anlamakta güçlük çekiyoruz. Hele hele etnik kimlikler narsisizmi metot edinirlerse toplumun tümünü tehdit edecek boyuta yol açmakta ve çatışmaları da beraberinde getirmektedir.

Etno-santrizm zihniyeti küçük alt birimlerde grup narsisizmine yol açmakta, diğer gruplara düşmanca tavır takınmaya sürüklemektedir. Asıl kurtuluşu gruba bağlı kalmakta kayıtlı görmek etno-santrizmin hastalıklı ruhunu yansıtır.

Sosyal organizasyonların hızla çoğaldığı dünyamızda anti şehir tavırlar medeniyete giden yolda engel teşkil etmektedir. Bağımsız düşünememek içinde yaşadıkları haleti ruhiyelerinin tipik misalidir. Aşiret yapıların hala günümüzde boy göstermesi tarım toplumundan sanayileşmiş bilgi toplumuna geçemeyişimizin işareti sayılır.  Tüm fukaralıkların temelinde sanayileşmemek ve bilgi üretiminden uzak kalış gerçeğimiz var. Güneydoğu meselesiyle ilgilenenler bu faktörü görmemezlikten geldiği müddetçe etno-santrizm bildik yoluna devam edecektir. Sanayileşmenin sosyal tabanlı etnik fanatik eğilimleri zayıflattığı bir sosyolojik gerçek olarak bildiğimiz halde sosyal tedbirlere kayıtsız kalışımız da bir başka içinde bulunduğumuz sosyal handikap. Hem etnik kimlik meselesi, hem büyük şehirleri hor görme eğilimleri, hem de kendi dışında toplulukları kabul etmeme gibi patolojik yapılara birde PKK’yı eklediğimizde içinde bulunduğumuzun vahametin ne kadar acı, ne kadar tehlikeli bir hal aldığı anlaşılacaktır. Zaten eli silahlı militanların ortalığı kana boyaması bunu teyid ediyor, bilmem başka izaha gerek var mı?

Hâsılı, etno-santrizm kol gezdikçe etrafa dehşet saçmakta,  problemlerin çözümünde işin içinden çıkılmaz hale götürmektedir. Yinede ümitsiz olmamalı. Ümidimizin tükendiği noktada bitmiş sayılırız ki, bu da bir felaket sayılır. O halde hızla kanayan meseleye el atarak, sosyal tedbirlerle aşiret türü yapılanmalara refah sunup, külfette ve nimette beraberliği bütün yurt sathında gerçekleştirebilecek projeleri hayata geçirmek zamanıdır. Bu tür projelerin devreye girmesiyle etno-santrizmin belini kırılacağı ve katılıkların yerini zarafet alacağı görülecektir elbet. Böylece her türlü şiddet eylemleri de sona erecektir. Nitekim ekonomik durumları zayıf küçük alt birimler, teknolojik gelişmelerden bihaber ve şehir nimetlerinden uzak oldukları için fanatizme kolayca kanalize olabilmektedirler. Sert coğrafi şartlar taşkın, katı yürekli militarist gurupların işini kolay kılmaktadır. Çetin hayat şartları insanı dağa çekmekte, hatta mağaralara konuşlandırmaktadır.

Daha henüz ekonomik kalkınmamızı tam gerçekleştiremediğimizden dolayı dışa kapalı görünüm veriyoruz. Bütün yaşanan ihtilafların kaynağında dışa açılamamak dediğimiz olgu yatıyor. Neden PKK denilen kanlı örgüt çetin coğrafi ve sanayiden uzak bölge olan Güneydoğu’da doğdu da şehirlerde büyümedi?  Cevabı gayet basit, çünkü oralar geri kalmış, aynı zamanda geçiş sürecinin yaşandığı ve sosyal değişmenin en hızlı olduğu bölgeler olmasından dolayıdır. Zira anti şehir ortamlar militan akımların boy vermesine vesile oluyor. Özellikle içe ve dışa kapanıklık diyoruz ki bir an evvel ufuksuz dar kabımızdan çıkıp açılmayı öğrenelim, hatta etno-santrizme geçit vermeyelim diye. Etno-santrizimin kucağına düşen insanların daha hırslı, radikal ve serdengeçti olmalarının kaynağında sosyal değişim gerçeğine intibaksızları söz konusudur çünkü. Değişmemekte ısrar eden gruplara karşı en etkili yol ülkemizin her tarafına sosyal değişim sağlayacak projeler üretmekle mümkün. Gelir dağılımındaki adaletsizliklerin neden olduğu sosyal değişime tepki olarak ortaya çıkan bu gruplar ister istemez etno-santrizm olgusunu gündeme getirmektedir. Etno-santrizimin vardığı en son boyut kendi dışındaki insanları acımasızca kıymaktır.

Dikkat edildiğinde grup narsisizmine kendini kaptıran fanatiklerin canına kıydıkları hep masum insanlar olduğu görülür. Yaşlı genç, çoluk çocuk demeden insan kanı akıtmak ana metotları. Döktükleri kan üstelik bu ülke insanının kanı. Kanlı kavgayı durdurmak için çırpınan sağduyu insanlar bile katlediliyorlar, ölüm kusmaktalar adeta. Etno-santrizmin amacı sırf kan dökmek mi, elbette ki hayır, buna ilaveten ‘devrim kanla yazılır’ ruhunu sürekli diri tutmak ve bu yolla seslerini duyurabilmektir. Eylemlerinin meşrulaştıran bir kılıf bulmak için de her zamanki gibi mazeretleri hazırdır: Etnik ayırım!  Oysa ayırımı yapanda, cinayetleri ardı sıra işleyenlerde onlar.

Tarihin sayfalarını çevirdikçe göçebe dinamizmi kanlı eylemlere yol açmış, insanlığı felakete götürdüğü görülecektir. Asırların kemikleştirdiği bu zihniyet çağımızda sosyal değişmeye karşı bugünde başka isimler altında ortaya çıkmaktadırlar. Çünkü her yeni gelişme etno-santrizme yabancı geliyor ve ufukları dar olduğu içindir ki sert tavır takınıyorlar, bir türlü ince düşünemiyorlar. Olup bitenlere bir anlam veremedikleri gibi, kendilerini de geliştirememektedirler. Birtakım sloganik lafların ardına sığınarak hayatlarını idame ettiriyorlar. Üstelik özgürlük, eşitlik gibi güzel kavramları da ölüm sloganına dönüştürmekte pekte mahirler. Kelimeler bir sesin ötesinde bir anlam kazanarak barut fıçısına çevrilip, kendilerinde kan dökmek hakkını görebiliyorlar da.

Bütün bu yaşadığımız trajediye son vermek için etno-santrizim oluşum yapılarını sanayileşme, eğitim ve iletişim yoluyla kırabiliriz pekâlâ. İnsanımızı militarizmin kucağına itmemek için insanı kâmillerin işaret etiği bir elde Kur’an diğer elimizde bilgisayar olan gençliğin yetiştirilmesi şart gibi.

Bilgi çağına ayak uyduramayan etnik yapılar çok defa masumane isteklerle sahneye çıkarak kanlı eylemlere girişebilmişlerdir. Dün göçebelikten kaynaklanan meseleler bir takım kanlı olaylara neden oluyorduysa, bugün de gelişememişlikten kaynaklanan sıkıntıların doğurduğu bir değişik etno-santrizm türü kanlı eylemler söz konusudur. Bugün kanayan yaramıza çare olarak sadece ekonomi, sadece askeri boyuttan meseleyi ele almakta yanlış.  Çok boyutlu masaya yatırılması gereken bir konudur etno-santrizm. Toplumumuzu içten içe bir kurt gibi kemiren bir iç düşmandır militarizm. Yani militanlaşma eğilimleri grup hırsı denen bir sendromdur.  

Velhasıl; Güneydoğuda yaşana bu trajedi GAP’ın devreye girmesiyle birlikte modernleşmeye ve gelişmeye karşı PKK’nın kabilevi tepkisine verilecek en iyi cevabın modernleşmemizi tam tekmil sonuna kadar devam ettirebilme kararlılığımız olacaktır.

… Bu makale ilginizi çektiyse…

Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?

 İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin. 

 

Türkiye bölünür mü?

“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız.  “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin”  demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*)  İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.

 

Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor.  Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

 

 

Gazetecilik Neden Dibe Vurdu?

Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu?  Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk…  Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…

Buradan indirebilirsiniz.

 Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.

 Derin Düşünce nedir?

Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir?  Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır :)

 Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.

Maymunist imanla nereye kadar?

Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki…  Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin etimolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 11 Yorum

  2. Yazan:Şamil Tarih: Haz 6, 2008 | Reply

    …İstanbul Üniversitesi’ne asılan haşa “Muhammed’in piçleri giremez” pankartının kaldırılması için elinden geleni yapmıştı Önkuzu…Elinden gelen neydi? Ciğerleri hava pompasıyla patlatılarak ölümü…Yapabileceği en iyi şeydi Önkuzu’nun Allah(c.c.) yolunda can vermek…

    …O, evine gelen arkadaşlarına, Kur’an okuyarak ikramda bulunurdu…Evet, milliyetçi idi, milleti nerede üstündü? Onun milleti, Allah(c.c.) rızası için üstlendiği rolde, takva hevesinde üstündü…O, bunu biliyordu…O Türk’tü, Millet-i İbrahimdi, Müslümandı, bütün Müslümanların kardeşiydi…Atası gibi, oda hakir görmezdi, ezilen kardeşi Filistinde’de olsa koşardı…O’nun eliyle yaptığı kurt, hep “totem” damgası yedi…Ama o desenin içindeki şehadet parmağını görmezden geldiler hep…Ya Allah, Bismillah, Allahu Ekber leri hep siyasi oldu…
    …Sonra…Sonra onu bir kenara itip unutturdular, hakir gömeye kalktılar…
    …Misyonumuzu biliyoruz…Ve hep “inne me’al ‘usri yusran fe inne me’al ‘usri yusra” diyoruz…
    …Allah(c.c.), şehadetle şereflendirsin…

  3. Yazan:alperen gürbüzer Tarih: Haz 6, 2008 | Reply

    Şamil kardeş duygularını anlıyorum. Yüreğine sağlık. Şehadet aynı zamanda şebi aruzdur. İlginiz için teşekkür ederim.

  4. Yazan:EMRAH ÇELİK Tarih: Haz 6, 2008 | Reply

    SELAM

  5. Yazan:EMRAH ÇELİK Tarih: Haz 6, 2008 | Reply

    “Bir topluluğa, bir millete olan kininiz, sizi adalet yapmaktan alıkoymasın” (Maide, 5/8)

  6. Yazan:KOHAN Tarih: Tem 2, 2010 | Reply

    YUKARDAKİ RESMİ VE SİZİ ŞİDDETLE KINIYORUM LÜTFEN KALDIRIN

  7. Yazan:Tayfun Tarih: Tem 3, 2010 | Reply

    Yazınızı çok beğendim. 1789’un yarattığı gözü dünmüş ırkçılık, bölünerek devlet kurma sevdalarından Avrupa çok çekti, akıllandı, şimdi bu beladan çekme sırası bizde galiba. Bulgaristan, Yunanistan, Romanya vb. Osmanlı’dan ayrılan her ülkecik sığınacak bir liman, üye olacak bir birlik, kucağına oturacak bir süper güç arıyorlar. Bütün ırkçılıklarını bir kenara bıraktılar, önce çırılçıplak SSCB’nin, sonra da batı Avrupa’nın kucağına oturdular. Bugün, doğu Avrupa ülkelerinin insanları Batı Avrupa’da insanlık onuruna kesinlikle yakışmayacak hayatlar yaşıyorlar. Doğu Avrupalı kızlar bu ülkelerdeki zengin adamların metresi; erkekler ucuz kölesi. Bütün bu düştükleri aşağılık durum, bir zamanlar büyük bir hevesle sarıldıkları ırkçılık belasından kaynaklandı. Biz de bu hastalığa yakalandık. Resmi tarihimizi okurken midem bulanıyor artık. Utanıyorum… Toprakları 20 milyondan 5 milyon metrekareye düşmüş bir millet ”vatanı kurtardık” diye sevinebiliyor.

    Bugün ”muasır medeniyetler seviyesinin üstünde” Almanya’da ”Hristyan Demokrat Parti” var, isminde hristyanlığa dair semboller olan, partileri dini kurum-kuruluşlara, kiliseye, vatikana organik bağla bağlı birçok parti var. Bizde ”Müslüman Demokrat Parti” diye bir parti olsa ve islami kurum-kuruluşlarla bağı olsa, bu partinin sonu ne olurdu, üyeleri kaç yıl hapis yatarlardı? ABD’de meclise cübbelerle, haçlarla gelenler var, dininin üzerine yemin edenler var. Ne oluyor, ”geri” mi kalıyor bu ülkeler? Özgürlüklerini mi kaybediyorlar, ülkeleri işgal mi ediliyor? Yoksa biz mi geriyiz, Romanya mı geri, Sırbistan mı geri?

  8. Yazan:barış gündüz Tarih: Tem 17, 2010 | Reply

    kimin kaleminden yazdığınız belli tayyibin ağzı türkiyelilik dini siyasetinize alet ettiğiniz için hayattada ahirettede başarılar elhamdülillah bende müslümanım ama bunu kullanmıyorum siyasete karşılık
    kaleminden kan damlamak değimi bu olsa gerek

  9. Yazan:barış gündüz Tarih: Tem 17, 2010 | Reply

    ben yayınlanmayacağından eminim kafanızı yormayın

  10. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Tem 17, 2010 | Reply

    barış bey,

    Müslüman olmanız çok güzel. Ama kullanmamanız üzücü bir durum. Çünkü müslümanlık rafa kaldırılıp seyredilecek bir tablo değil, hayatın ta içinde bir şey. Müslümanlığınızı elbette kullanacaksınız. Mesela kendinize şöyle soracaksınız: Acaba “Arabın Aceme üstünlüğü yoktur” diyen bir peygamberle “Türkler Kürtlerden üstündür” diyen halim uyuşuyor mu? Acaba “onu çamurdan beni ise ateşten yarattın” diye Adem’e (S) secde etmeyen ırkçı şeytana benzememek için gayret gösteriyor muyum?
    Yoksa müslüman olmak güzel şey tabi, ama kuru dava ile olmuyor.

  11. Yazan:Cengiz Cebi Tarih: Tem 17, 2010 | Reply

    Sayın Gündüz,

    dini siyasetinize alet ettiğiniz için…

    Kemalcilerin onyıllarca bıkıp usanmadan kullandıkları bu klişeyi siz de kullanıyorsunuz.

    Sözüm ona bu, din adına ve ‘yüce dinimizi korumak’ için yapılıyor.

    Dini siyasete alet eden bir insan sözkonusu dinin mensubu olabilir mi?

    Bence olamaz.

    Adı üzerinde, alet ediyor.

    İnsan, alet ettiği bir dinin gerçek bir bağlısı olamaz.

    Bu durumda iki seçenek var:

    Bu kişi ya başka bir dine, ya da sözkonusu dinin bambaşka bir yorumuna mensup.

    Yerinizde olsam “ben de müslümanım” yerine “ben müslümanım, sizin ne olduğunuz belli değil derdim”.

    Çünkü “siz müslümansınız ve islamı alet ediyorsunuz” sözü tutarsız bir şey.

    Ben bir şeyi alet ediyorsam ona bağlı değilimdir, aksine onu kendime bağlı etmişimdir.

    Bu durumda gerçek müslümanlar kemalciler oluyor.

    Sonuçta dini en büyük kötülüklerden koruyorlar.

    Bu da klasik.

    Tarih boyunca müslümanlığı en iyi kendilerinin bildiğini ve koruduğunu iddia eden nice mezhep çıkmamış mı ortaya?

    Kemalcilik de bunlardan birisi.

    Şimdi büyük soru şu:

    Türkiye’de yaşayan bir insan müslümanlık iddia ettiği halde kemalciliğe mensup değilse Tanrı katındaki durumu nedir?

    Kemalciliğin hocalarına göre parlak bir durumları olmasa gerek.

  12. Yazan:tayfun_korkut Tarih: Tem 17, 2010 | Reply

    Bir fark gorebiliyor musunuz?

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin