RSS Feed for This Post

Derin Cumhuriyet iş başında….

20080524_derindusunce_org_sw3.jpgSiyaset politikacılara bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir. Ama son zamanlarda konuştuğum bazı dostlarım siyasetten soğuduklarını, bu çamurdan uzak durmak istediklerini söylüyorlar. Oysa hakları yok! Neden?

Anlıyorum, Yargıtay’ın muhtırası kabak tadı verdi, evet Mine Kırıkkanat’lı Bekir Coşkun’lu Türk basını mide bulandırdı. Ergenekon tiksindirdi. AKP umulan demokrat AKP olamadı.

Fakat aynı zamanda siyasetten soğuyan dostlarım zannediyorum ki biraz da kendi vehimlerinin kurbanı oldular. Okudukları kitaplar, yazdıkları makaleler ile katkıda bulundukları demokratikleşmenin meyvelerini hemen yemeyi umdular.

Kısaca düş kırıklığına uğradılar. Zannettiler ki (zannettik ki) 22 temmuzdan sonra her şey daha farklı olacak. AKP’nin rakipleri daha iyi siyasi projeler üreterek oy almaya çalışacaklar ve bu da AKP’yi daha iyi olmaya itecek.

Ama böyle olmadı. Ergenekon davası ile iyice ortaya çıktı ki “Benim olmayacak Türkiye kimsenin olmasın” diyenler,  memleketimizi yakmak isteyenler zannettiğimizden çok daha güçlü ve azimli çıktılar.

Ama “Ben Müslümanım” diyen bir insanın siyasetten uzak durmak gibi bir lüksü yok. Din kardeşlerime fikrî cihadın ne olduğunu öğretme niyetinde değilim. Ama şunu unutmayın, Müslüman zulme sessiz kalamaz, kul hakkı söz konusu iken “bana ne?” diyemez.

Maaşı bizim vergilerimizle ödenen bir polis Newroz bayramında kol kırarken veya askeri hapishanelerde din kardeşlerimiz işkence görmüşken hesap sormak, en azından zihnen ve kalben direnmek hakkımız ve görevimizdir. Türk-Kürt kavgasını körükleyerek siyasî rant toplamaya çalışan sırtlanlar kan kokusu ile coşmuşken susan insan hangi ümmetin evladıdır?

Dinimizin Türk ırkçılığı ile kirletilmesine sessiz kalmamızın hesabı bize sorulmaz mı? “Peygamberiniz sizi veda hutbesinde bile uyarmıştı!” denilmez mi?”

Son zamanlarda siyasetten bıkan dostlar her şeyin çabucak düzeleceğini umdular (umduk) ama asırların geri kalmışlığı 4-5 yıllık çaba ile düzelmiyor. Türk milleti daha iyi yönetilmeyi bileğinin daha doğrusu beyninin ve kalbinin hakkıyla kazanmadıkça bu zulümlerin günahı üzerimize sıçrayacak.

Türkiye’de özgürlüklerin ilerlemesi için gerekli fikrî ve vicdanî alt yapı oluşmadan hiç bir ideolojin, liderin veya siyasi partinin yapabileceği bir şey yok.

Ne yapmalıyız? Ekildikten 100 yıl sonra meyve vermeye başlayacak bir ağacın fidanını diker miydiniz torunlarınız hatta başkalarının torunları için?

O halde ne bekliyorsunuz?

 

Gazetecilik Neden Dibe Vurdu?

Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu?  Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk…  Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…

Buradan indirebilirsiniz.

 Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.

 Derin Düşünce nedir?

Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir?  Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır :)

 Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.

Maymunist imanla nereye kadar?

Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki…  Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin etimolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 18 Yorum

  2. Yazan:ALPEREN GÜRBÜZER Tarih: May 24, 2008 | Reply

    TÜRKİYE
    ALPEREN GÜRBÜZER
    Mondros’un ağır şartlarını kanıyla silip atan Türk Milleti bugünkü zor çemberi de aşacak ruhtadır pekâlâ. Yeter ki, üzerimize serilmiş ölü toprağı bir an evvel atabilecek gücü bulalım. Bugün Türkiye, sosyal değişme sürecini yaşıyor. Bunalımın sebeplerini bilmeden çözüm bulmaya kalkışmak altından kalkılamayacak yeni meseleler doğurabilir. Geçmişte yaşadığımız ekonomik krizler, ülkenin gündemine “sistem meselesini” getirmişti hep. Böylece ara sıra yaşadığımız büyük ekonomik bunalımlarla mevcut sistemin problemler karşısında tıkandığını ve çözüm getiremeyeceğini idrak ettik. Demek ki; her problemin özünde sistem meselesi söz konusuymuş. Tarihe şöyle göz attığımızda, II. Dünya Savaşı’nın ağır şartları, ülkemize “yol vergisi”, “ekmek karnesi”, “gaz kuyruğu” olarak yansımış, derken bu durum halkın şeflik sistemine karşı tepkisini doğurmuş, ardından yerini çok partili hayata terk etmiştir. Yeni iktidarın rahatlatıcı ekonomik politikaları, yani refah siyaseti DP’yi bir anda kitlelerin nezdinde sevgili yapmıştır. Aslında Türk ekonomisi 1957’de tıkanmaya başlamıştı. O yıllara bir göz attığımızda “Vesika”nın yerini “tahsis”ler almış, dolayısıyla siyasi rekabetin düşmanlığa dönüşmesi ile birlikte Türkiye 27 Mayıs’ın eşiğine getirilmiştir. Böylece her on yılda bir tekrarlanan demokrasiyi askıya alan kesintili dönemlere girdik. Oysa darbe dönemleri hep gözyaşı, hep kan, hep sefalet getirmiştir. Dün olduğu gibi bugünde Türkiye’nin önünü açacak sihirli formül arıyoruz. Halk, jandarma dipçiği ile hizaya getirilmek istenen Türkiye istemiyor, artık ülke halkı yeter gayri dese de bir kere alışmışlar her tür cinsten darbe yapmaya, hala ara sırada olsa zinde güçler muhtıra vermekten geri durmuyorlar.
    Bugünkü Türk toplumunun en büyük talihsizliği, sosyal ve ekonomik bunalımla birlikte köksüzlük dediğimiz “tarihten kopmuşluğun” üst üste biriktiği problemler ağına düşmesidir. Tarihten yeteri kadar ders almayışımız, kitleleri tarihinden bihaber hale getirmiş, derken yarınından emin olamayan nesiller türemsine yol açmıştır. Çözüm; tarihi şuursuzluğa son verip, “ati”ye yönelmekten geçer. Manevi yapıdaki dejenerasyonun tek sebebi ise takip edilen yanlış kültür politikalarıdır. Tanzimat’tan günümüze kadar geleneksel kültürümüzden kopuk çareler ararsak olacağı bu idi.
    Osmanlının son dönemlerinde batı sömürgeciliği ülkemizi derinden sarsmış, öyle ki hasta halimiz Tanzimat’ı doğurmuştur. O yıllarda başlayan temel çelişkimiz merkezle kenar arasındaki çelişkidir. Böylece Tanzimat’tan beri devam eden merkez-kenar çelişkisi bütün reformların tabandan değil tavandan gelmesi sonucunu beraberinde getirmiştir. Cumhuriyet dönemimizde de toplum tam anlamıyla “yönetime katılım” zevkini yaşamamış, sadece “güdülen sürü” sürecini yaşamıştır. Geçmişte her ne yaşadıysak yaşadık, şimdi sivil katılımcı politikalar üretmek ve hayata geçirmek zamanıdır. Bunu başarırsak Türk insanına en büyük hizmet olacaktır. Türk-İslâm ülküsünde “sivil toplum”, “yönetime katılma” çok önemli yer teşkil eder çünkü. Belki de tarihimizde ilk defa “tabandan” gelen sosyal değişmeyi başlatacak gelişmeler yaşıyoruz. Bugünlerde “sivil toplum”, “sivil katılım”, “katılımcı demokrasi” vs. gibi temalardan sık sık söz edilir olması bu ümidi doğuruyor. Bu konuda panellerin ve konferansların düzenlenmesi sevindiricidir. Türk toplumu artık “tepeden” gelen bürokratik yönlendirmelerle değil, “alttan” gelen ekonomik ve sosyal değişmeler yaşamak arzusundadır, bu böyle biline.
    Gelişme halindeki ülkeler ne köylü ne de şehirlidir. Türkiye halkı da ne köylü ne de kentlidir. Onun için Türkiye gibi ülkeler ne geleneksel ve zihni yapısını koruyabiliyorlar ne de sanayileşmiş bilgi toplumunun iş ve zihni disiplinini gerçekleştirebiliyorlar. Bu toplumlar geçiş süreci yaşadığından dolayı sürekli doğum sancısı yaşamaktadırlar. Şehirler, ileri toplumları örnek alır hep. Köyler ise mevcut yapının koruyucusudur. İşte bu ikilem hali, zıtlaşmaları ve sistem çatışmalarını kaçınılmaz kılıyor maalesef. Kelimenin tam anlamıyla köyler statükocu, şehirler ise hareketli ve değişken yapı görünümdedir. Bu yüzden bu ülkelerde kimlik bunalımı da had safhadadır. İnsanımız bir keşmekeş ortamında kimlik sancısı yaşıyor habire. İnsanlar, doğulu musun, batılı mısın, Müslüman mısın, ateist misin? Gibi soruların cevabını bulamamanın ızdırabını yaşıyor adeta. Bu noktada süper devletler bu zaafımızdan yararlanarak “az gelişmiş aydın” üzerinde etkili olarak devamlı kültür ihraç ediyorlar coğrafyamıza. Türkiye’nin sözde ideolojik beyinleri, batı’lılardan daha “keskin” batıcı olup, ortaya çıkıyorlar. İdrakimize giydirilen “izm”lerin savunucuları efendilerinden daha hızlı batıcı edasıyla bu ülkenin değil “ülkesizlerin dünyasını” beynimize işliyorlar. Bize ait olan her ne varsa ondan söz edeni “mürteci” diye damgalıyorlar. Kimse “bize ait model”den söz etmiyor. Sanki model oluşturmak batı’ya mahsus meziyetmiş gibi empoze ediyorlar sağa sola. Türk insanı “sistem oluşturamaz” imajı hâkim belleklerde. Yine de büsbütün yelkenleri indirmiş sayılmayız, zira üzerimizdeki ölü toprağı atacak aydınlar çoğalıp ülke gündemini belirledikçe biraz olsun ümit var oluyoruz. Tek tesellimiz kökü mazide olan ati aydınlarımızın varlığı.
    Evet! Dövizle istediğimiz şeyi alabiliriz, hatta Dinar’la petrol alabiliriz, ama bize ait olan yitik hafızamızı dünyanın hazinelerini getirseniz geri alabilir misiniz? Öyleyse “kalkınma” demek, illa da döviz ve dış ticaret demek değildir, aynı zamanda manevi kalkınmayı gerçekleştirebilmektir. Elbette ki, Türk ekonomisi, ancak dışarıya ihracat yapabildiği takdirde işleyebilecek, içte de üretimi artırarak yol kat edecek ki dışa bağımlılıktan kurtulabilsin. İhracat ve İthalat denge içerisinde olmadığı zaman, yatırımlar ve üretim azalmaktadır çünkü. Ekonomik bunalımın yaralarını sardıkça belki de zamanla, modern çağın en üst seviyesine gelebileceğiz. Unutmayalım ki, dışardan kredi verenler, zamanında ödemeleri ödeyebilecek durumda isek ancak o zaman kredi musluklarını açıyorlar. İşte IMF’nin ileri sürdüğü katı reçeteler bunun en tipik göstergesi, başka delil aramaya bilmem gerek var mı?
    Medeniyet, enerji medeniyetidir. Bu çağda, enerji petrole dayanmaktadır. İnsanoğlu galiba petrol medeniyetinin son dönemlerini yaşamaktadır. Enerji kaynağı (petrol) tükenmeye başladığı için, “yeni bir enerji çağı”nın doğuş sancıları yaşanıyor, ister istemez bu durumda nükleer enerji gelişmiş ülkelerin malı olarak dünyaya ayak basıyor. İleriki yıllarda tam manasıyla nükleer enerjiye dayalı sanayi kurulduğu zaman, ister istemez petrole dayalı otomotiv sanayi, kimya sanayi hurda haline gelecek. O halde Türkiye’nin nükleer enerji çalışmalarına daha şimdiden hız vermesi gerekiyor. Artık yeni enerji çağının “nükleer enerji” çağı olduğunun fark etmeliyiz. Bugün bütün az gelişmiş ve gelişme halindeki ülkelerin temel meselesi, “sosyal değişmedir. Sosyal değişmeyi anlamamak meselelerden kaçmak demektir. Onun için sosyal değişmeyi iyi teşhis edip, ona göre toplumu sağlıklı bir şekilde yönlendirmelidir. Şu bir gerçek ki, kültürdeki değişme toplumu, toplumdaki sosyal değişme, kültürü değiştiriyor. O halde gerek maddi gerekse manevi kalkınma dengesini kuracak sistem kurmakta yarar var. Bugünkü halkımız, dünden farklı olarak “sivil toplumculuktan”, “sivil katılımdan” vs. dem vurması, aynı zamanda dünün tekrarcısı değil, yeniliklerin devamından yana tavır sergilemeleri zihni dönüşüme uğradıklarının belirgin göstergesidir. Türk toplumu eskisi gibi bir tarım toplumu değildir, ama henüz sanayileşmiş bilgi toplumu da olamamıştır. Türkiye geçiş safhasındadır. Geçiş sürecini sancılı geçirdiğimizden dolayı meseleler de çığ gibi büyümektedir. Tarım sektörünün ekonomideki ağırlığının gittikçe azaldığı, sanayinin ağırlığının gittikçe arttığı görülmektedir. Sanayileştikçe Türkiye’yi idare etmek daha da zorlaşıyor. Sanayileşme hem ekonomik yapıyı, hem de sosyal yapıyı değiştirmektedir çünkü. Malum olduğu üzere, Cumhuriyetin ilan edildiği yıllarda, tarımda petrolün yerine hayvan kullanılıyordu, Türkiye’yi idare etmek o sıralar çok daha kolaydı. Şimdilerde aktif nüfus içinde işçi kesiminin ağırlığı artmasıyla birlikte sendikal haklar, asgari ücret, sosyal güvenlik, yönetime ve kâra katılma gibi zihni yoracak bir dizi konular gündeme gelmektedir. O halde sanayileşmeye paralel olarak, bir “ücretliler” meselesi ortaya çıkıyor karşımıza. Zira ücretlilerin toplam çalışan nüfusa oranı artmaktadır. Dolayısıyla gelir dağılımındaki dengesizlikler siyasi gerginliklere, toplumsal huzursuzluklara yol açmaktadır. Çünkü sanayileşme kendiliğinden sosyal adaletsizliği artırmakta. Demek oluyor ki sosyal adalet meselesi sanayileşen toplumlar için çok daha önemlidir. Kapitalizmde üretim araçları sözde “fert”lere aittir, ama uygulamada birkaç patron ve tekelci sermayedarın elindedir. Komünizmde üretim araçları “işçi sınıfının” olup, uygulamada birkaç politbüro ve parti yöneticilerinin inisiyatifindedir. Yani kapitalizmde sermaye sahipleri, komünizmde parti bürokratları “ilk nimeti alanlar”, halk ise kuyrukta bekleyenlerdir. Türk İslâm ülküsünde ise devlet de, fert de, millet de üretim araçlarının sahibidir. Yani üç sektöre de ekonomik teşebbüs ve katılım sağlandığı gibi her üç sektörün de nimette ve külfette beraberliği esas alınır. Dünyanın her yerinde toplum sanayileşme seviyesine gelince sosyal tabanlı militanlaşma yerini uzlaşmaya terk eder. Ülkemiz tam manasıyla sanayileşmiş bilgi toplumu olmadığı için geçiş sürecinin militanlaşma havasına kendini kaptırıyor. İşte sürekli bunalım psikozu yaşamamız bu noktada düğümlüdür. Yani geçiş toplumunun problemlerini yaşıyoruz. Sanayileşmiş bilgi toplumu olduğumuzda sancılar azalacaktır elbet. Nitekim Sanayileşmiş bilgi yolunda ilerleyen Türk toplumunda artık milli gelirin paylaşması tartışmaları baş göstermeye başladı bile. Bu durum sosyal değişmenin bir neticesidir. Fakat sosyal değişme devam ettikçe toplumumuzda “normsuzluk” ve kimlik bunalımı koyulaşmakta, hatta dünya metasına yönelişin yansıması olarak hem içte hem de dışta mal talebini artırmaktadır.
    Tüketim talebiyle üretim yetersizliği arasındaki dengesizlik, ciddi sosyal-siyasi krizlere de yol açmaktadır. Tarım ürünlerine olan talebin artış sebebi ise, dünyadaki beslenme meselesinden kaynaklanır. Madem dünyada tarım ürünlerine büyük ihtiyaç var o halde üç tarafımız denizlerle çevrili cennet yurdumuzda tarımsal üretimi artırmamız şart gibi. Bu noktada ister istemez ne yapabiliriz sorusu akla geliyor. Çözüm noktasında şu iki temel öneri önümüzde duruyor: Biri sulama, ötekisi tarımsal teknolojik donanımdır. GAP tam üniteyle gerçekleştiği zaman, Harran ovası, tamamen sulanabilecek, ayrıca enerji üretimi de büyük miktarda artacaktır. Bu noktada GAP (Güneydoğu Anadolu Projesi) Çukurova’dan sonra geleceğimizin ikinci petrolümüzdür diyebiliriz. Nerden bakılırsa bakılsın, Türkiye’nin meseleleri dış ticarette düğümlenmektedir. Nimeti de külfeti de adaletle dağıtarak iç tüketimi azaltıp tasarrufa yönelmedikçe ya da verim ekonomisini gerçekleştirmedikçe meselelerimizin halledilmesi imkânsızdır. Türkiye’nin bütün ümidi, adil şekilde iç talebi düşürüp ihracatı artırmaktır. Şehir toplumuyla birlikte kitle toplumu haline geliyoruz. Yani cemaat’ten, cemiyet’e geçiyoruz, hatta globalleşiyoruz. Üstelik bu büyük değişme, sosyal ve kültürel meseleler çıkarmasına rağmen gerçekleşiyor. İçimizde ne kadar aşk olursa olsun, bugünkü toplumu iyi etüt etmeden, hiç bir şey yapamayız. Artık kitlelerle beraber yüründüğü çağdayız. Çağımızda siyaset kitleler beraber yürütülüyor. Yani, Allah Resulü’nün kitlelerle beraber yürüdüğü çağa benzer bir çağdayız sanki. Veda Haccı’ndaki gibi, yönetenlerin doğrudan doğruya yönetilenlere seslendiği bir çağın içine giriyoruz adeta. Kelimenin tam anlamıyla “Habeşli köle”nin devlet adamı olabildiği bir çağdayız. Oportünist değil, Osman Gazi’nin kurultay yaparak, idare edilenleri onlarla birlikte yönetme diye ifade edebileceğimiz, “sivil katılım” çağının kapısından içeri adım attığımız döneme giriyoruz galiba. Bu konuda ümit varız. Çünkü kitleler yönetime katılmayı konuşuyor, bizde varız diyor. Fikirleri iktidara getirmenin yolu siyasettir. Türk toplumunda başarılı siyaset yapmak, ancak toplumdaki değişmeleri görmek ve ona göre tavır almaktan geçer. İşte bu toplumun lehine tavır uygulamaya geçerse o zaman yönetilenlerin yönetim üzerinde söz sahibi olmaları gerçekleşip, siyasetin önü açılacağı görülecektir. Bugünkü siyasetimizin tıkanmasının ana nedeni sosyal değişmeler karşısında politikacılarımızın masalcı ve destanî tavırlar sergilemesinden ötürüdür. Meseleleri satıhçı gözle değerlendirip özden uzak çözümler aramakla siyaset yara almaktadır. Neticede anti sosyal çözüm dediğiniz olgu hüsranla sonuçlanabiliyor da. Siyaseti “toplumu idare etme sanatı” diye tanımlanmalı. Toplum hızla değişmekte, yeni arayışlar yeni kapıları aralıyor. Toplumdaki bu hızlı değişmeyi göz ardı etmeden halkı kucaklayıp, onunla bütünleşen bir siyaset anlayışı gerekir. Aynı zamanda çağın yapısına uygun çözümler üreten siyaset ortaya koymalı. Çünkü Çağımız sivil toplum kuruluşlarıyla teşkilatlı bir şekilde yaşıyorlar. Hızla bu teşkilatlar çoğalırsa onların gücü hepimizin gücü olacaktır elbet. Onun için katılımcı demokrasiden söz etmek için sivil toplum kuruluşların teşkilatlanmasının önünü açmalıyız. Aksi takdirde Onların varlığını kabullenmemek demokrasi konusunda samimi olmadığımızı ortaya çıkarır, bizden demesi.
    Vesselam.

  3. Yazan:fizikci Tarih: May 24, 2008 | Reply

    Alperen Gürbüzer Bey, bu işin tadı tuzu kaçtı haberiniz olsun. Nedir bu abi ya? Her yazının altına yazının 10 katı hacimde, kapkara bir yazı kütlesini yapıştırıyorsunuz. Site yönetimi ses çıkarmıyor diye bu kadar da pişkinlik olmaz ki! Yapmayın şunu kardeşim. Hayır insan önce bi yazıya katıldığını ya da katılmadığını belirtir. Bir diyolog falan kurar. Robot değiliz ki biz. Nedir bu?

    Derin Düşünce sitesi için düşünce özgürlüğü çok önemli elbet ama sizinki düşünce özgürlüğü değil, copy-paste özgürlüğü yani. Üstündeki yazıyla ya da yorumla ilgisi olmayan copy-paste yorumlar silinsin bence.

  4. Yazan:alperen Tarih: May 24, 2008 | Reply

    konu ile ilgili dikkat edersen. Türkiyenin geçtiği süreci özetleyen yazıdır. Yayınlanan her derin düşünceyede bir yazar olarak yazılarımın yayınlanmasından rahatsızsan okumazsın, senin okumaman bir başkalarının okumamasına mani değil çünkü. Hemde bir fikirin lehinde veya aleyhinde olmak mecburiyetimmi var. Buda benim tarzım. Ben 10 yıl önce GÜNDÜZ ve alperen dergisinde düşünce yazıları yazmış bir kardeşinizim. Şimdi bu yazıları güncelleyerek hatta yenilerini ilave ederek derin düşünce aile çatısı altında paylaşıyorum. Kısaca tepkinizi anlamış değilim. yazılara tevvecühde var,istisnaların olmasıda normal .Çünkü beş parmağın beşi bir değil. Farklı düşünceler zenginliktir. Vesselam.

  5. Yazan:arif Tarih: May 24, 2008 | Reply

    Fizikçi haklı, Alpereni kırmamak adına tahammül sınırları zorlanıyor olabilir, ancak yorum hevesi bırakmıyor insanda bu tutum…
    Geçmişte, Fikir kulüplerinin, cemaatlerin sınırlarını aşamayan farklı yaklaşımların, dünya dengelerine yön verir hale geldiği bir evredeyiz. Yani İslamın hedefe konarak mı, yoksa onunla ittifaka girerek mi dünyanın yeniden tanzim edileceği bir evredeyiz. Sancı bu! Bundan ümitsizlik ve yeis yerine büyük bir güç almalıyız. Gündelik atışma ve kavgalar, çekişmeler ideolojik taraf tutmalar, karşı kampı ateş altına almalar vs. bunu sislesede; yaşananların geldiği yeni denge durumu, çok olağanüstü bir aşama. Eski statüko- ki oda bizim- yanlıları, genç cumhuriyetle İslama mesafeli durarak sağladıkları güvencenin, zamanla gelişen bünyeye uymadığını, dar geldiğini elhak kabul edecek ve yeni dengenin tesisine katkı vereceklerdir. Türkiye geçmiş ve modern dönem birikimiyle, yeniden dünyanın dizaynında söz sahibi olacak. Bu mızmız, ezik, karşı çıkmaktan başka bir yeteneği olmayan, kendine güvensiz ve kimliğinden utanan bir yapıyla değil, geçmişindeki başarıları bilen, az zamanda çok iş başarma azim ve kararlılığına sahip bir milletin çocukları olarak gerçekleşecek. AKP değiştirirken değişen, karşıtlık ve çatışma tezine değil, uzlaşma ve ittifak, ortak yönetme anlayışına uygun bir yapıdır. Bu tutumu dünyada batı dünyası ile sıkı temas ve dialog, kurumsal ittifakları güçlendirme; Doğulu komşu ve kardeşlerle işbirliği şeklinde; içerde ise, toplumun tüm dinamikleri ile kucaklaşma-her il ve ilçede dengeli oy dağılımı-şeklinde belirginleşti. Artık Yeni bir statüko oluşuyor, bundan kaygı duyanları anlayışla karşılamalıyız. Onlarla yokedici bir kavga umanlar, oluşacak toz duman arasında hayal kapma peşinde koşanlardır. Karamsarlığın değil, eski şanlı günlerin arefesindeyiz. Kraliçenin hem Atatürk, hemde Cami ziyaretine dikkat derim. Atatürk’te bizim, Camide, Kuran’da. Yaşananlardan ancak Değerlerimizi çatıştırmak isteyenler umutsuz olabilir. Sağ-sol, alevi-sunni, Kürt-Türk çatışması benzeri bir çatışma umanlar umutsuzluğa kapılabilir.Yoksa Cumhuriyet döneminde hiç olmadığımız kadar dünya devleti olmaya yakınız. Velevki AKP kapansa bile…

  6. Yazan:arif Tarih: May 24, 2008 | Reply

    Alperen yorum olarak değilde, yazar olarak katkı yapabilirsin. Yorumlar çok uzun ve tekrar niteliğinde olunca, etkisi kayboluyor.

  7. Yazan:alperen gürbüzer Tarih: May 24, 2008 | Reply

    Derin düşünce ismi üzerinde. Büyük bir fikir kulübüne günlük yazar olarak katılmak mümkün olmadığından, her başlıkta yayınlanan yazılarımla renk vermek karınca kararınca vazife benim için. Sıkılanlarda olacak , sıkılmayanlarda. Bize düşen heyacan tazelemek olmalı elbetteki. Yazı yazmaya doymayan bir arkadaşınız olarak sabr etmeniz, sabr etmeyenlerinde es geçmeleridir. Çünkü zorla güzellik olmaz. Şuda bir gerçek es geçmeyenlerde var,nasılki yazmaktan bıkmayanlar olduğu gibi okumaktan usanmayanlarda sözkonusu. Bu yol beşikten mezara kadar okumakta ondan. Durmak yok yola devam. Yollar yürümekle değil yazmak ve okumaktan geçer. DERİN DÜŞÜNCE KULÜBÜNDEN yazılarımın engelleme isteği bile bu kulübün genel bakışna darbedir. Çünkü hakaret içermeyen düşünceler bu sitenin ana ilkesidir. Bu yelpazede bir harf, yada bir kelime ile katkıda bulunan dışlanmaz bilakis baş tacı edilir,buböyle biline

  8. Yazan:fizikci Tarih: May 24, 2008 | Reply

    Alperen bey, en azından o yazıları bold yapmasanız, bir de yorum alanına makale değil de yorum yazsanız ne güzel olacak.

    Yazılarınızı bir kaç defa okudum, güzel yazılar, bir birikiminiz var saygı duyuyorum. Ama Arif Beyin de söylediği gibi insanda yorum hevesi bırakmıyor.

    Şunu da yapabilirsiniz: Yazılarınızın ilk paragrafını buraya gönderir gerisini orjinal yerine linklersiniz. Eğer bu yazıların orjinal bir yeri yoksa kendinize bir blog açıp önce oraya koyun yazıları, öyle linkleyin.

    Eğer bunu yapmayacaksanız lütfen en azından tamamını bold yapmayın.

  9. Yazan:Bigalıoğlu Tarih: May 25, 2008 | Reply

    askeri darbeyi atlattık,yargı darbesini de atlattık mı,biraz daha yol almış olacağız.her ne kadar “kanlımı olacak kansızmı olacak” imanıza katılmasam da Türkiye’nin gelişmiş ülkeler düzeyine bir adım daha yaklaştığına inanıyorum.

    Türkiye’nin yüksek idealleri var,büyük global tehlikeleri var.İçerisini bırakıp,dışarıya bakmalıyız.Dışarıya iki adım atmaya çalışıyoruz,içeriden ayağımıza çelme takıyorlar.

  10. Yazan:blue Tarih: May 25, 2008 | Reply

    Hakikaten siyaset öyle çirkef bir hal aldı ki yazılıp çizilenler tamamen anlamsızlaşıyor. Oyunun kurallarının bozulduğu ve insanların beyinleriyle değil tarafgirlikleriyle ve partilerinin, gazetelerinin onlara dikte ettiği şekilde düşünmeye başladığı, ve her türlü akl-ı selime kendilerini kapattıkları bu ortamda bir şeyler anlatmaya çalışmak boşa kürek çekmeye benziyor.
    Ama haklısınız, bu işi Allah rızası için yapıyorsanız, elinizle düzeltemediğiniz için dilinizi çalıştıracaksınız. Balık bilmezse Halık bilir misali…

  11. Yazan:murtaza kamar Tarih: May 26, 2008 | Reply

    Bu güne kadar “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” atasözü (yahudi atasözü) ile beyinlerimiz yıkandı. Ve olumsuzluklara “Bana ne” dedik. Arkadaşım olayı güzel özetlemiş. Teşekkür eder saygılar sunarım…

  12. Yazan:Volkan Alabaz Tarih: May 30, 2008 | Reply

    Klavyesi olan yazıyor gibi oldu. Bu memleket sadece sizin memleket değil mi? Bizde varız burada başörtüsünü devlet sektörünün içinde karşı çıkan sizin gibi Bekir Coşkun’un tırnağı olamayacak insanlar çok tarih biliyormuş gibi yazıyor. Bu yıl Master eğitimim bitti belki çok yakında gelip Mimar Sinan gibi bir okulda eğitimci olacağım ve o zaman yapacaklarımı Atatürk ve laik Türkiye düşmanlarına biliyorum.

  13. Yazan:Kamer Yalçın Tarih: May 30, 2008 | Reply

    “…Bu yıl Master eğitimim bitti belki çok yakında gelip Mimar Sinan gibi bir okulda eğitimci olacağım ve o zaman yapacaklarımı Atatürk ve laik Türkiye düşmanlarına biliyorum.”

    Bu satırları okurken gözümün önünde eli kızılcık sopalı, gözleri öfkeden pörtlemiş bir tip calandı. Ne hazin, ne acıklı! Master ağitimi almışsınız ama eksik çok şey olduğu aşikar. Sayın Alabaz, size hayatta başarılar dilerim.

    Pek çok akdemisyen ve eğitimci tanıdım, arkadaşlarım oldu. Onlar da çok şey hayal etmişlerdi vakti zamanında, hatta sizden daha keskin ideallere de sahiptiler. O çarkın içine girdiğinizde tüm sivrilikleriniz bir güzel törpüleniyor, kütleştiriliyorsunuz. Mimar Sinan gibi bir okulda eğitimci olmanızı yürekten diliyorum. Bunu ise hayal ettiğiniz şeylerin öyel kolay olmadığını anlamanız için diliyorum.

  14. Yazan:FST Tarih: May 30, 2008 | Reply

    Volkan Alabaz,

    Anlaşıldığı kadarıyla Mimar Sinan “gibi” bir üniversitede laik eğitimci olarak herhalde yerel bir istiklal mahkemesi kurup önünüze geleni sallandırmayı planlıyorsunuz. Zaten bir Türk akademisyeninin misyonu da adam gibi işiyle uğraşmak değil darbecilik yolunda tehdit savurmak olduğundan doğru yolda olduğunuzu görüyorum.

    Ha, bir de

    sizin gibi Bekir Coşkun’un tırnağı olamayacak insanlar

    lafı var, epey güldüm, yahu Bekir Coşkun nedir ki bir de onun tırnağı olsun, sokaktan bir ilkokul çocuğu tutsam Bekir Coşkun’dan iyi edebiyat parçalar. Aşağıda kendisiyle ilgili bazı yazı örnekleri var. “Yüksek lisansı bitirmiş” bir laiklik cengaveri olarak mücadelenizde size yol gösterebilir.

    http://www.izlenimler.net/2005/07/29/bekir-coskunun-dotu/
    http://www.izlenimler.net/2006/12/22/bekir-coskunun-testisi/
    http://www.izlenimler.net/2005/07/06/bekir-coskun-kuyruklu-yildiz-ve-sisko-zenginler-ulkesi/
    http://www.izlenimler.net/2007/05/31/ceo/
    http://www.izlenimler.net/2006/12/22/bekir-coskunun-testisi/
    http://www.izlenimler.net/2008/04/25/akli-basinda-onderler/

    Yüksek lisansı bitiren eline klavye alacaksa işimiz var.

  15. Yazan:selimcan Tarih: Haz 6, 2008 | Reply

    Rahmetli Cemil Meriç, “Hukuk;Büyük sineklerin delip geçtiği, Küçük sineklerin takılıp kaldığı örümcek ağlarıdır” sözünü 12 sene önce okumuş bir mana vermemiştim. Büyük sineklerin Hukuku nasıl delip geçtğinin görünce -demek buymuş! dedim.
    Tuz kokmaya başlamışsa ne yapabiliriz?
    Bu topraklardan ümidini kesenlere meşhur “Viyana da ki hakimler var, onlara gider hakımı ararım” tarihi vecizesini aklıma getirdi.
    Ümidimi kaybedersem, aklım haysiyetimi korumayacaktır. Her efendiye kuyruk sallayan bir sokak köpeği derecesine inmek istemiyorum. Uzun sürecek bir rezil hayatı, kısa olan bir azizliğe tercih ederim. Yerin altının üstünden daha güzel göründüğü bu günlerde şu sözü serlevha yaptım. “Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılabatı içinde en gür sada islamın olacaktır”

  16. Yazan:RUKIYE Tarih: Eki 23, 2008 | Reply

    Kul hakkinin savunmanin yolu siyaset yapmaktan geciyor gibi bir izlenim aldim yazinizdan.Oysa kul hakki yiyen tek tecavuzkar siyasiler degil.Bizzat halki siyasilerden daha etkin goruyorum hak yeme konusunda.

  17. Yazan:MY Tarih: Eki 23, 2008 | Reply

    @Rukiye Hanim,

    Cepheler çok, siyasilerin elinde kul hakki yemek de “kurumsallasmis” vaziyette 🙂

    onlarin “ufak” hatalari milyonla çarpilip üzerimize yikiliyor her seferinde, iste basörtüsü yasagi, iste terör sorunu, ….

    Ama bireysel ahlakin geri kaldigi bir ülkede siyasi ahlak ilerleyebilir mi? sanmiyorum.

  18. Yazan:RUKIYE Tarih: Eki 23, 2008 | Reply

    (KUL HAKKININ DEGIL,KUL HAKKINI)Aslinda imla hatalari olan yorumlari yayinlamasaniz memnun olacagim.(en azindan benimkilerini)Yazdiklarimi tekrar tekrar gozden gecirdigim halde kacirdigim imla hatalarini sonradan gordugumde yapacak bir sey kalmamis oluyor ve site okuyucusu olarak imla hatalariyla dolu ozellikle harf fazlaligi ve eksikligi olan yorumlardan rahatsiz oluyorum.

  19. Yazan:muse Tarih: Eki 23, 2008 | Reply

    Yazan: Volkan Alabaz

    Klavyesi olan yazıyor gibi oldu. Bu memleket sadece sizin memleket değil mi? Bizde varız burada başörtüsünü devlet sektörünün içinde karşı çıkan sizin gibi Bekir Coşkun’un tırnağı olamayacak insanlar çok tarih biliyormuş gibi yazıyor. Bu yıl Master eğitimim bitti belki çok yakında gelip Mimar Sinan gibi bir okulda eğitimci olacağım ve o zaman yapacaklarımı Atatürk ve laik Türkiye düşmanlarına biliyorum.

    !!!!! nedir bu Allah aşkına!!

    sizin gibi tipler yüzünden “zaten çürük olan bilim dünyamız” iyice yerlerde sürünür oldu!!!

    öğretim üyesi gören arkasından ana avrat okur oldu!!! yok böyle bir şey!!!

    umarım girememişsinizdir mimar sinan a…

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin