RSS Feed for This Post

ODTÜ’den liberal bir ses

20080319_cerenkenar.jpgSıkıldınız biliyorum bu tartışmadan.
Ben de sıkıldım her gün üniversitemin(ODTÜ’nün) kapılarında türbanlarını çıkaran genç kadınları izlemekten.
Eminim onlar da sıkıldı, her sabah sadece bir bez parçasını değil; devlete, demokrasiye, topluma olan güvenlerinden, inançlarından bir parça bırakarak, içleri acıyarak, aşağılanarak üniversiteye girmekten.
Yasakçılar da sıkılmıştır muhtemelen, meşru olmayan bu özgürlük ihlaline kılıf bulmak için bahane üretip, kavram kargaşası yaratmaktan.

Özgürlük ihlallerinde, ispat yükümlülüğü, özgürlüklerden yana olanlarda değil de, özgürlüklere karşı olanlar üzerindedir, özgürlük her zaman önsel olarak kabul edilendir demiş John Stuart Mill. Biliyorum bu yazı kemiklerini sızlatacak, ancak maalesef kendisinden 200 sene sonra bile hala güç yasakçıların elinde ve özgürlükçülerin ellerinde olan tek şey düşünceleri.

Kadınların zorla başlarını kapatan İran nasıl bir insanlık ayıbına sahne olmakta ise, zorla baş açtırmak, türbanlı kadınların üniversitelere girme özgürlüğünü ihlal etmek de Türkiye’nin ayıp hanesine kalın harflerle yazılmaktadır.
Ve bu ayıp sadece etik bir sorun teşkil etmemekte, binlerce genç kadının eğitim hakkının ihlaline, tek suçları inançlarını kendi istedikleri şekilde yaşamak isteyen kadınların sistemden dışlanmasına neden olmaktadır.
Bir özgürlük ihlalini ne meşru kılabilir? Bir kadın türbanlı derse girdiğinde, üniveriste kampüsünde dolaştığında herhangi bir kimsenin hakkını ihlal etmekte midir? Başka bir bireyin özgürlüğü kısıtlanmakta mıdır?
Yazının tamamı Toplum ve Politika sitesi’nde

 

Kitap tanıtan kitap 1

Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var.  Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.

 

Aydın kimdir? Muhafaza’nın ve Değişim’in kimyası

Aydın konusu gerçekten sorunlu görülüyor. Her ideoloji, her grup kendi liderini, kahramanını aydını ilan ediyor çünkü. Tam da bu sebeple tanımından önce başka bir sıfata daha ihtiyaç duyuluyor: Reformist aydın, muhafazakar aydın, Kürt aydını, Türk aydını, vs.. Kısacası “aydın olmak” hem toprak(toplum) hem de tohum(aydın) gibi üzerinde durulup incelenmesi yazılıp çizilmesi gereken bir kavram. Değişimin adresi kabul edilen Aydın’ın tanımı konusunda muhafazakar olunabilir mi?” 130 sayfalık bu kitapta modernleşme sürecinde Aydın’ı ve Aydınlanma’yı sorgulayan bakış açıları bulacaksınız. Ama teori ile yetinmeyen,  fikrin eyleme dönüşmesini, Cumhuriyet’i, demokrasiyi ve sivil itaatsizlik olgusunu da sorgulayan yazılar bunlar. Buradan indirebilirsiniz.

 İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında

Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü  sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Zaman Nedir?

“…Geçip gitmiş olmasa “geçmiş” zaman olmayacak. Bir şey gelecek olmasa gelecek zaman da olmayacak. Peki nasıl oluyor da geçmiş ve gelecek var olabiliyor? Geçmiş artık yok. Gelecek ise henüz gelmedi. Şimdiki zaman sürekli var ise bu sonsuzluk olmaz mı? ”  diyordu Aziz Augustinus. Zira kelimeler yetmiyordu. “Zaman Nedir?” sorusuna cevap verebilmek için kelimelerin ve mantığın gücünün yetmediğı sınırlarda Sanat’tan istifade etmek gerekliydi : Sinema, Resim ve Fotoğraf sanatı imdadımıza koştu. Ama felsefeyi dışlamadık: Kant, Bergson, Heidegger, Hegel, Husserl, Aristoteles… Bilimin Zaman’a bakışına gelince elbette Newton’dan Einstein’a uzandık. Bilimsel zamandan başka, daha insanî ve MUTLAK bir Zaman aradık. Delâilü’l-İ’câz, Mesnevî, Makasıt-ül Felasife , Telhis-u Kitab’in Nefs ve Fütuhat-ı Mekiyye gibi eserler Zaman-İnsan ilişkisine bambaşka perspektifler açtı. Zaman’ın kitabını buradan indirebilirsiniz.

Tarih şaşırmaktır

Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir… Buradan indirebilirsiniz. 

 

 

Kendi ülkesini işgal eden ordu

Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Beceriksiz ordular disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler.  İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek  KORKU PROPAGANDASI yaparlar. Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 22 Yorum

  2. Yazan:snowqueen Tarih: Mar 18, 2008 | Reply

    Buraya bu kızın fotoğrafınon konulma maksadı nedir?
    Daha önce ne yazarların ne konuk yazarların fotoğrafları konuldu mu?

    Yoksa amaç, kadınlar üzerinden yürütülen ideolojik kampanyaların “o değil de bu ” olani mi?

  3. Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Mar 18, 2008 | Reply

    Sizin hatiriniz için basörtülü bir fotografini rica ettim ama yokmus 😀

    fotomontajla bir seyler yapmaya çalisacagim yobaz laiklerin abdesti bozulmasin diye…

    Ilahi SnowQueen, bu ne siddet bu celal? Kahraman irkima bir gül!

  4. Yazan:selami Tarih: Mar 18, 2008 | Reply

    Bu kadar kiskanc olmayin Snowqueen Hanim,

    gencecik biri sizden daha iyi dusunmus, daha iyi anlatmis fikirlerini ki sizinkilere bakarak daha saglam temellere oturtmus 😉

    ee ne de olsa bir ODTU’lu

  5. Yazan:snowqueen Tarih: Mar 18, 2008 | Reply

    Böyle etiketlere ihtiyacımız var mı?

  6. Yazan:snowqueen Tarih: Mar 18, 2008 | Reply

    “özgürlükçüyüz ama salak değiliz”
    imza ODTÜ’lü öğrenciler

    ee, ne de olsa ODTÜ’lü öyle değil mi:))
    Deniz Gezmiş gibi?:)

    bu arada kayıtlara geçsin diye tekrarlayayım bazıları okuduğunu anlayamış, üniversitelerde türban yasağını hiç bir zaman savunmadım.

  7. Yazan:Fikir Alemi Tarih: Mar 18, 2008 | Reply

    Biliyorum savunmamışsınızdır.
    Bugünlerde davul zurna çalıp oynayan bir çok arkadaşta şöyle diyor:
    Parti kapatılmasına karşıyız ama bu hükümette falan filandı canım.

  8. Yazan:fuatogl Tarih: Mar 18, 2008 | Reply

    “Özgürlükçüyüz ama salak değiliz!”

    Meğer yapılan alıntıyı sen söylemişsin, hepsini sen uydurmuşsun 🙂

    İlahi Melih abi…yaşlanıyorsun, ama kafan hala genç.. ve odtülü 🙂

  9. Yazan:snowqueen Tarih: Mar 18, 2008 | Reply

    @fuatogl

    selamlar, Melih Pekdemir evet, o da yazmış:)

  10. Yazan:FST Tarih: Mar 19, 2008 | Reply

    “özgürlükçüyüz ama salak değiliz”
    imza ODTÜ’lü öğrenciler

    ee, ne de olsa ODTÜ’lü öyle değil mi:))
    Deniz Gezmiş gibi?:)

    Bir dakika, Deniz Gezmiş İstanbul Hukuk öğrencisi değil miydi? Salak olup olmadığıbir yana ODTÜ kısmı problemli.

    Bu arada ODTÜ öğrencileri içinde özellikle davul çalan bir kesimin süzme salak olduğunu kesinlikle söyleyebilirim.

  11. Yazan:snowqueen Tarih: Mar 19, 2008 | Reply

    Bir dakika, Deniz Gezmiş İstanbul Hukuk öğrencisi değil miydi? Salak olup olmadığıbir yana ODTÜ kısmı problemli.

    Problem düzelsin, Deniz Gezmiş ODTÜ yurtlarında kalmış, Hüseyin İnan ve Yusuf Arslan ODTÜ’lü.
    “fikirlerini sağlam temellere oturtma” bağlamında “eee, ne de olsa…” güzellemesi getirilebilir.

  12. Yazan:blue Tarih: Mar 20, 2008 | Reply

    Onu bunu bilmiyorum da adamlar Gorbaçov’u yumurtaladılar ya, işte o zaman bazılarının tam bir idiot olduklarına kanaat getirdim.
    Ceren hanımı Turgay bey’le TV’de izlemiştim. Çok iyi işler çıkartıyorlar. Özellikle parti kapatma gerekçeleri çok yaratıcıydı:
    http://www.gencsiviller.net/Yazilar.aspx?YaziID=33
    Genç Sivilleri seviyoruz !

  13. Yazan:snowqueen Tarih: Mar 21, 2008 | Reply

    Bende diyorum niye tüylerim diken diken oldu, tevekkeli boşa değilmiş nedeni:
    Genç Siviller:))
    Sivillik gitti gençlik kaldı tabi yadigar.

  14. Yazan:yerma Tarih: Mar 23, 2008 | Reply

    tarihten bu yana bakıldığı zaman hiç bir zaman hiç bir asırda ingilizler hariç bir millet de ben kadının devlet başkanı veya herhangi bir üst düzey yetkili olduğunu görmedim yani madem bu kadar başörtüsü dert bunun bir sürü alternatifi vardır imam hatipler olduğu gibi atıyorum mesela sadece kadın üniversitesi diye bir okul açılır ne kadar başörtülü öğrenci varsa oraya gider her zaman her senede bu olayı büyütüp büyütüp önümüze getiriyorlar her iki tarafta bunun ceremesini esnaf çekiyor fabrikatör çekiyor yani birazda kendinizden çok milleti düşünün başı kapalı okuyupta ne olacak iki gün sonra evlencen kocan seni çalıştırcak mı bakalım yani bu da var başörtüsü zaten serbest adam sana sokakta baş örtüsünü neden taktın demiyor bazı kurallar var yani kız kısmı okuyupta ne olacak evlencek kocasına bakacak durum bundan ibarettir saçı uzun aklı kısa alternatif çok hemşirelik okuyabilirsin veya özel hoca tutar kendini tatmin edersin kariyer yaparsın yani okumak sadece üniversiteye gidip onun bunun ağzına bakmak demek değil okuyan insan her yerde okur yani velhasıl osmanlıda hunlarda göktürklerde kadının rolü nedir kocasına bakmak kocasının arkasını kollamak yani okuyup ne yapacaksın senin kadın olarak zaten belli başlı yaratılıştan bir sorumluluğun var yani kendinizden çok türkiye yi dünyayı düşünün okumayın protesto ediyorsunuz bu protesto yu okumayarak dile getirin haklı olan sizlersiniz evet ama kendinizden çok esnafı iş hayatını piyasaları düşünün birisi bir laf dediği zaman vay şu oluyo bu oluyo bir şeyler yükseliyo bunun ceremesini millet çekmesin gereksiz bir tartışma zaten.

  15. Yazan:blue Tarih: Mar 23, 2008 | Reply

    yerma,

    Insanlara ne yapıp etmeleri gerektigini hangi hakla soyleyebiliyorsunuz? Basortululer universitesiymis… Zaten kocası calistirmazmis… Okula gitmesinlermis…
    Baska insanlarin hakkina karar verme yetkisini kendinizde bulmaniza sebep nedir? Siz misiniz bu ulkenın sahibi? Senin verdigin vergiyi ben de vermiyor muyum? O halde devlet aynı imkanı bana da sunacak… Ondan sonra ister giderim, ister calisirim, ister tursusunu kurarım. Sız jakoben kafalar bana ne yapacagımı soyleyemez.
    Haddinizi bilin.

  16. Yazan:MY Tarih: Mar 24, 2008 | Reply

    Mahalle baskisi ve AKP-phobia hastalarinin dikkatine, bir alinti:

    “…
    ‘Korku tüneli’ vagonlarına da, karı- koca değilse erkek ve kadını yanyana oturtmazlardı.

    O zamanlar Ak Parti diye birşey yoktu. Böyle şeyler ‘laikliğe tehdit’ olarak algılanmıyordu.

    Meyhanelere ancak kelli felli adamlar girebilirdi. Bu mekanların mutlaka perdesi vardı ve dışarıdan içerisi görünmezdi.

    O zamanlar Ak Parti diye birşey yoktu. Böyle şeyler ‘laikliğe tehdit’ olarak algılanmıyordu.

    İstanbul’un mutena semtlerinden Moda’da, Bostancı’da ‘Kadınlar Plajı’ vardı.

    Bu plajlara ‘erkek- kadın’ girilemezdi. Yasaktı.

    O zamanlar Ak Parti diye birşey yoktu. Böyle şeyler ‘laikliğe tehdit’ olarak algılanmıyordu.

    Açık hava sinemalarında ‘Dikkat dikkaaat… Sinemamızın sağ tarafı temamen ailelere ayrılmış bulunmaktadır, tek gelen beylerin aile tarafına oturmaları yasaktır!’ anonsları yapılırdı.

    O zamanlar Ak Parti diye birşey yoktu. Böyle şeyler ‘laikliğe tehdit’ olarak algılanmıyordu.

    ‘Aile çay bahçeleri’ vardı. Bekar kızlar, erkekler alınmazdı. Aileleriyle geldilerse alınırdı. Yoksa girmeleri yasaktı.

    O zamanlar Ak Parti diye birşey yoktu. Böyle şeyler ‘laikliğe tehdit’ olarak algılanmıyordu.

    İnsanlar ellerinde içki şişesi, uluorta dolaşmazlardı. Mutlaka bir gazeteye sarar, paltosunun koltukaltında gizleyerek evlerine götürürlerdi.

    O zamanlar Ak Parti diye birşey yoktu. Böyle şeyler ‘laikliğe tehdit’ olarak algılanmıyordu.

    Tanımadığın bir mahalleden sağa sola bakmadan başın önde geçerdin. Eğer ‘kıpırdak’ olursan mutlaka yolun kesilir, ‘hüoop bilader kime bakmıştın’ diye sorguya çekilirdin.

    O zamanlar Ak Parti diye birşey yoktu. Böyle şeyler ‘laikliğe tehdit’ olarak algılanmıyordu.

    Mahalleler tasnif edilmişti.

    Ermeni mahallesi, Rum mahallesi, Arnavut mahallesi, Çingene mahallesi.

    Rum mahallesinden de geçerken başın önde geçerdin, yoksa ‘ızbandut’ denilen Rum gençleri yolunu keser, hesap sorarlardı.

    O zamanlar Ak Parti diye birşey yoktu. Böyle şeyler ‘laikliğe tehdit’ olarak algılanmıyordu.

    Hanımefendiler çarşıya pazara çıkarken mutlaka başörtüsü takarlardı.

    Bütün bunlar ‘Cumhuriyet Türkiyesi’nde yaşanıyordu.

    İnsanlar, fıkaralık dışında hayatlarından memnundular.

    O zamanlar Ak Parti diye birşey yoktu. Böyle şeyler ‘laikliğe tehdit’ olarak algılanmıyordu.

    Dokuz- on yaşlarındaydım o zamanlar.

    (Not: İnanmayanlar eski, siyah- beyaz Türk filmlerini tekrar tekrar seyredip incelesinler. Vallaha ben o vakitler Ak Parti diye bişey duymadım, görmedim. Bütün bunlardan da ‘mahalle baskısı’ diye şikayet edildiğini işitmedim. Benim bildiğim şey, tüm bu anlattıklarımın toplamına o zamanlar ‘edep’ deniyordu…)

    Tamami için
    http://www.stargazete.com/index.asp?haberID=147650

  17. Yazan:yerma Tarih: Mar 27, 2008 | Reply

    blue siz işte bu gibi ön yargılardan dolayı kulaktan dolma bilgilerle konuşuyorsunuz ben başörtüsü karşıtı değilim benim sülalem tamamen kapalı insanlar benim burda yazdığım kelimeler bu tartışmanın anlamsız ve iki taraf dediğim iktidar ve muhalefettir ikiside bundan zararlı çıkıyor bize göre bir şey yok ama iktidar ve muhalefetin ve bunların yandaşlarının birbirine girmesi söz konusu ben bunu demek istedim yazdığım şeyleri anlayamamışsın tamam açılmasın kadın ünisi falan o zaman imam hatiplerde kalksın kalksın mı ? senin dediğin laf buna işaret eder ben eğer bir sorun varsa herhalde bunu kimse tartışamaz bu tartışılmaz bir konu yani eskiden beri var olan bir giyinim şuna inanıyorum değişiklik her zaman kötüdür ben baş örtüsünü dert edenler yüzünden veya bunu bir dert gibi algılayıp mazlum haline düşen insanlardan yakınıyorum gerek yok ayrıca dediğim gibi başında protesto edin kardeşim evinizde okuyun

  18. Yazan:canan Tarih: Mar 30, 2008 | Reply

    cansu arakadaşımla aynı düşüncedeyım yeter artık bu polemıklerden herkes bıktı.savundugmuz özgürlük,eşitlik bu mu????

  19. Yazan:pelin Tarih: Nis 7, 2008 | Reply

    MY arkadaşa hiçbir şekilde katılmıyorum. bahsettiği dönem cumhuriyet türkiyesi. şu anda hala o günleri mi yaşatmaya çalışmalıyız yani ? hiç mi ileri gitmeyeceğiz ? edep adap kime göre neye göre ? artık insanların gözü açılarak mahalle baskısından kurtulmak istiyorlarsa bunu ayıplamak değil aksine desteklemek gerekir. eskisi gibi herkes susup sinmeli mi yani ? anneannelerimizin yaşadığı dönemdeki turkiye ye mi geri döneceğiz anlamadım yani ! herkes haklarının farkına warmalı ve sahip çıkmalı bence. mahalle baskısının bu tarz söylemlerle desteklenecek hiç bir tarafı olduğunu düşünmüyorum.

  20. Yazan:turan çevik Tarih: Haz 6, 2008 | Reply

    Deniz Gezmiş’lere mısır patlatır gibi bomba patlattıranlar…

    Alık gibi hep aynı filmi seyretmek zorunda mıyız? Geçmiş peşimizi hiç bırakmayacak mı?
    Bu bir kader mi?
    Geçmişle yüzleşerek, hesaplaşarak, böylece geçmişten gerekli dersleri çıkararak bu filmden ne zaman kurtulacağız? Üzerinde darbe yazan o rezil filmi tarihin raflarına artık ne zaman bırakacağız?
    Bu kısır döngü kırılmayacak mı?
    Bu bir çıkmaz.
    Demokrasiyle ilgili bir çıkmaz. Bundan kurtulmadan Türkiye’de demokrasinin, hukukun, insan hakları ve özgürlükler düzeninin kurulamayacağını ve yalanda yaşamaya devam edeceğimizi ne zaman öğreneceğiz?
    CNN Türk’de salı akşamı Ahmet Hakan’ın Tarafsız Bölge programında ‘68 kuşağı ile Deniz Gezmiş efsanesini tartışırken aklıma takıldı bu sorular.
    40 yıl önce, 40 yıl sonra…
    Kırk yıl önce de sağda solda gençlere bomba patlatıp darbenin yolu açılmak isteniyordu. Bu kepaze oyunun içinde ben de vardım.
    Bugün de oynanıyor bu oyun.
    Bir kişi, eline verilen bombaları önce Cumhuriyet gazetesine atıyor; sonra aynı kişinin eline tabanca tutuşturulup kanlı Danıştay baskını yapılıyor.
    Ve Türkiye’de tıpkı kırk yıl önceki gibi bir darbe ortamı oluşturulmak isteniyor. Ve bizden daha hâlâ bu oyuna seyirci kalmamız, kayıtsız kalmamız talep ediliyor.
    Tarafsız Bölge’de kırk yıl öncesine ait bazı olayları isim vermeden anlattım. İsmini vermediğim emekli subay İrfan Solmazer’di, 1960’da 27 Mayıs darbesini yapan Milli Birlik Komitesi’nin üyesi.
    Türkiye’nin 12 Mart darbesine(1971) gittiği günlerde, çalıştığım Devrim dergisinin Kızılay’daki bürosunun hemen yakınındaki Mason Derneği’nin bahçesine bize yakın devrimci gençler dinamit atmıştı. O dinamit lokumları İrfan Solmazer’in arabasının bagajında getirilmişti.
    12 Mart öncesindeki cuntacılık faaliyetlerine katılmış, o tarihlerde bizim gruba yakın duran, emekli deniz subayı Erol Bilbilik, İrfan Solmazer’i şöyle anlatır:
    “Bir gün Orhan Kabibay‘ın (27 Mayıs darbesinin beyin takımından emekli kurmay albay ve 12 Mart’ın içinde de yer alan CHP milletvekili, HC) evinde toplandık. Hidayet Ilgar, Talat Turan, İrfan Solmazer ve daha birçok kişi vardı. Bir ara İrfan Solmazer bana, ‘Erol, sen denizcileri ihmal etmişsin’ dedi. Kimi ihmal ettiğimi sorunca, Sarp Kuray’ı, Deniz Gezmiş’i ihmal etmişsin, hiç temas kurmamışsın. Ama ben onlara İstanbul’da, Ankara’da mısır patlatır gibi bomba patlattırıyorum’ dedi.
    Başka ne yapıyorsunuz diye sorunca, İrfan Solmazer’in yanıtı şu oldu:
    ‘Deniz Gezmiş’i, Sarp Kuray’ı filan oturtuyorum. Amerikan Büyükelçiliği’nin ön kapısının kurşunla taranmasına demokratik olarak karar veriyoruz. Emri ben veriyorum. (Deniz Gezmiş, ABD Büyükelçiliği’ni tara ve yok ol!) diyorum. Sarp Kuray’a, (Git şurayı bombala!) emrini veriyorum.
    Bu işlerden Orhan Kabibay’ın mutlaka bilgisi vardı. Dolayısıyla Deniz Gezmiş’i, Sarp Kuray’ı kullandılar. İrfan Solmazer 12 Mart’a 24 saat kala Almanya’ya uçuruldu.”(*)
    Devrimci gençler kullanıldı.
    Darbe geldi, Demirel’i düşürdü.
    Tanklarıyla solu ezdi.
    Demokrasinin kolu kanadı kırıldı.
    Bu arada İrfan Solmazer Almanya’ya uçurulurken, Deniz Gezmiş’ler için gerçek bir hukuk cinayeti işlenerek idam sehpaları kuruldu, Sarp Kuray’lara cezaevlerinin, işkenceevlerinin kapıları ardına kadar açıldı.
    Türkiye bugün yine bir darbe sürecinde yol alıyor. 2003-2004 darbe tertipleri bir duraktı; eski deyişle akim kaldı. Geçen yıl 367 ve 27 Nisan muhtırası başka duraklardı. Şimdi bir başka durakta, Anayasa Mahkemesi kararını bekliyoruz.
    Ve darbe süreci kesilecek mi, yoksa AKP kapatılarak başarıya mı ulaşacak, bilemiyoruz.
    Kırk yıl önce Deniz Gezmiş’lerin devrimci heyecanını kullanarak,’Onlara mısır patlatır gibi bomba patlattırarak’ darbeye ortam hazırlamak isteyenler, bir süredir yine sahnedeler…
    Hiç mi umurunuzda değil acılar?
    Yine devleti kurtarmak adına demokrasinin kolunu kanadını kırmanın mı peşindesiniz?
    Kırk yıl sonra hiç olmazsa Deniz Gezmiş’lerin anısını rahat bırakın. Celal Doğan’ın deyişiyle, bir deriden iki post çıkmaz!
    Çekin ellerinizi Deniz’lerden!
    Bütün bu yaşananlarla hepimiz yüzleşsek, hesaplaşsak, kendi sorumluluk paylarımızı içimize sindirebilsek ve daha önemlisi, darbelerden, darbecilerden hesap sorabilmiş olsaydık, Türkiye bugün hâlâ darbe süreci içinde yol alabilir miydi?

    hasan cemal – milliyet

    hasan cemal-milliyet

  21. Yazan:noname Tarih: Haz 11, 2008 | Reply

    sen naptın böyle arkadaşım,şimdide örnek olarak kendimize bundan 50 yıl öncesini mi alıyoruz?bırak allah aşkına böle sözleri.. yaşam akıp gidiyorz bak!yıl 2008 ve ilerici bi ülke için savaşıyoruz.her şeyin daha iyi olması gerektiğini düşünürken bizler burda adımlar atarken sen hala emeklemeye devam etme.. bu ülke neler gördü o na bakılırsa. hata yöneticilerde ve bu yöneticelerin neler yapacağını bile bile başımıza getiren BİZLERDE.. hadi arkadaşlar ayıklayalım pirincin taşlarını

  22. Yazan:turan çevik Tarih: Haz 13, 2008 | Reply

    ”taşlar dursun, pirinçleri ayıklayalım.
    millet ne yapacak pirinci” anlayışı:
    -bütün pirinçlerrrrr…
    -dikkaaaayyttttttt
    -iki adım geriii
    -marşşşşşş!!!!

  23. Yazan:Serkan Çekiç Tarih: Kas 25, 2008 | Reply

    aslında problem soruna her zaman ki gibi yanlış açıdan bakmamız şimdi türbanın üniversiteye girmesini istemeyen insanlar neden istemiyo.Çünkü tarikatlar bu ülkede çok fazla ve hatrı sayılır bi güçleri var ve karşıtları da bu güçleri olabildiğince ordudan ve üniversitelerden uzakta tutmayı amaçlıyolar.E iyide bu şekilde tarikatlara ağır bi darbe mi indiriliyo.hayır.sadece savunma amaçlı.Ama bu tarikatlarla ne kadar özgürlükçü olunabilir.Esasında bu tarikatların çıkmasını da ekonomik nedenlerden ziyade darbe sonrasında gençleri siyaset ve ahlak felsefesinden uzak tutma çabasının bi sonucu olarak görüyorum.Bu durumun da bu şekilde yasaklarla değil zaten çoğu illegal olan bu örgütlerin üzerine gidilmesiyle çözülebileceğni düşünüyorum sorun şu ki o iş bu hükümetle olmaz.Hatta şunu açıklığa kavuşturalım akp liberal değil.Yapmayın allah aşkına her serbest piyasa ekonomisini savunan liberal kabul edilemez.Liberalizmin iktisadi öğretilerinin yanında ahlak öğretileride vardır ki bizi asıl refah düzeyine ulaştıracak olanda bu ahlak öğretileridir.Ancak türkiyede menderes ten beri liberalizm muhafazakar kesimle anılmıştır.Hatta bunun üzerine çok uzun sohbetler edilebilir.Ancak kesin bir şey varsa bu durum yarardan çok zarar verir.Benim papa olmam muhafazakarların liberal etiği kendi politikaları haline getirmesinden daha olasıdır.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin