RSS Feed for This Post

Doğru Karar

Arif Egeli

İstiklal Marşımızın söz yazarı, Milli Şairimiz merhum Akif dizelerinde şöyle diyor;

‘Derler ki tarih tekerrürden ibarettir,
Ders alınsaydı eder miydi hiç tekerrür.’

Yaşadığımız olaylar, içinden geçmekte olduğumuz dönem, milletçe önemli kararlar vermemizi gerektirecek bir sürecin hızlanarak aktığını göstermesi açısından dikkatle izlenmeli. Peşpeşe yaşadığımız Youtube skandalları, kaos tehditleri, asker muhalefet tartışmaları, Genelkurmay başkanı atamalarında yaşanan ayak oyunları, derin çete gelişmeleri vs. Tüm bunlara bakınca, verilmesi gereken önemli bir kararın etkilenmesi gayretlerinin ipuçlarını görmekteyiz.

Öncelikle, bu karar verme sürecinde, karar vericilerin rahat bırakılmayıp, kaos ve hatta iç savaş, darbe söylentileriyle etkilenmek istendikleri ortada. Bu süreci 1 Mart tezkeresi öncesinde yaşadığımız süreçle benzeştirebiliriz. O zaman da bölgede ABD odaklı bir hareket başlıyordu ve Türkiye’nin aktif desteği istenmekteydi. Şimdi de muhtemelen ABD’nin Türkiye’nin aktif desteğine muhtaç olduğu günlerin arefesindeyiz.

ABD nin ne türden bir hareketlenme içinde olacağı ve ne türden yardım talep edebileceği spekülasyona açık bir husustur. Bunun muhtemel içeriği, Irak’tan bir biçimde çekilme -tamamen ya da kısmen- olabilir. Ya da İran’a yönelik bir hava harekatı olabilir. Bunların iç içe kombine halde olması da mümkündür. Her halukarda, ABD Türkiye’den yardım beklentisindedir ve buna muhtaçtır.

Bizim üstünde durmak istediğimiz konu, merhum Akif’ten bir alıntıyla girişini yaptığımız, Türkiye’nin daha önce, Birinci Körfez harekatında kendinden istenen ve karar verme sürecinde, eline yüzüne bulaştırdığı tarihsel hatayı tekrar etmemesini hatırlatmak olacaktır. Birinci harekat sonunda, ABD Ortadoğu için düşündüğü projenin tam olgunlaşmadığını gördüğünden; daha sonra devam etmek üzere bölgeden ayrılmayı planladı. O gün için ABD’nin çekilmesinin Kürtler adına yıkıcı bir anlamı vardı. Saddam gücünü koruyordu ve muhtemelen intikamcı bir saldırı ile Kürtleri cezalandıracağı neredeyse mukadderdi. Bu nedenle bölgedeki Kürt aşiretler, Özal’a bu bölgeye Türk ordusunun girmesi gerektiğini ve gerekirse -federasyon da dahil bir şekilde- Türkiye’nin egemenliğine uymaya hazır olduklarını bildirdiler.

Ancak Özal böyle bir karar alamadı. Buna gücü yetmedi. Asker direndi, GenelKurmay Başkanı istifa etti. Kendi kurduğu partisi ANAP hükümeti ve Başbakan Yıldırım Akbulut başta, parlemento, muhalefet hülasa genel bir dirençle bu yönde bir karar çıkaramadı. Sonuçta ABD çekildi. Saddam Kürtlere saldırdı. Yüzbinlerce Kürt sınırlarımıza ve Güneydoğu bölgemize yığıldı. Bu durum bölgenin ekonomik hayatını felç ettiği gibi, denetlenemez bir terörist faaliyet zemini ve silah trafiği oluşturdu. Sonuçta yıllarca süren terör azgınlaştı ve otuzbin ölüye, ikiyüzmilyar dolar maddi kayba ve rutin dışına çıkan bir faili meçhuller sistemine doğru yol alındı. Bunun travmalarını ise hala yaşıyoruz.

Özalın kararının engellenmesindeki ABD rolü de göz ardı edilmemeli. Türkiye’nin güçlenmesine imkan vermeden, desteğinin elde edilmesi temel paradigmadır.

Şimdi bugün de muhtemelen ABD ortadoğu projesine bir es vermek istemektedir. Bunun maddi ve manevi şartları fazlasıyla oluşmuştur. ABD ekonomisi kanamakta, ordusu ise hızla savaşamaz hale gelmektedir. Buna Afganistan’da yaşanan çıkmaz da ilave edildiğinde, durum saklanmak istenenden daha vahimdir.

Bu tabloya bakıp, ABD’ye bir tekmede biz atalım batsın gitsin sonucunu çıkarmak içinse, ABD’nin ne anlama geldiğini tam kavramamış olmak gerekir. Evet bu ülke yorgun ve yaralıdır, ancak yine de onun süper bir güç olduğunu unutamayız.

Şimdi gelelim, tarih yeniden benzer bir hal gösterirken bizim karar vericilerin durumuna. Hükümet ve Cumhurbaşkanı tam bir mutabakat halindedir. Genelkurmay çevrede olup bitene bigane kalmanın ileride daha büyük bedel ödeteceğinin farkındadır ve bölgedeki yığınak hazırlıkları yapılmıştır. Muhalefet tam olarak ne yapacağını bilmez ve etkisiz durumdadır. Ancak sınırötesi tezkeresine destek vermiştir ve bu tezkerenin süresi devam etmektedir. Yasal süreçlerde karar vericilerin önünde ciddi bir engel yoktur.

Ancak, adeta gizli bir odağın kumandasında yıpratıcı bir engelleme faaliyeti, karar sürecinde hükümeti etkilemeye dönük bir fren makenizması gibi çalıştırılmaktadır. Kaos ve terör beklentisi topluma her fırsatta adeta dayatılmaktadır. Başörtüsü, sosyal güvenlik tasarısı buna örnek verilebilir.

Oysa yanlış bir kararın bedellerinin, yine gelecekte önümüze serileceği ve bunların bedelini toplumca hep birlikte ödeyeceğimiz gerçeği tarihte yazılıdır. Medyanın körüklediği kaos beklentisinin, karar vericileri salim ve doğru bir karar almada olumsuz etkileyeceğinden çok, aidiyet hissetikleri güçlerin, Türkiye’den bekledikleri yardım karşılığında, az bir bedel ödemelerini sağlamak maksatlı olduğunu tahmin etmek güç değil Pazarlık kırıcı tutumlarının hem ait oldukları güçlere, hem de Türkiyemize bedel ödeteceği
gerçeğini umarız farkederler. Meclisimizin sınırlarını belirleyerek, Türk ordusunun ülke dışına gönderilmesine dair çıkardığı tezkereye sadık kalmak şartıyla; bölgedeki gelişmeleri sınırlarımıza yaklaştırmadan önlemek ve yönetmek zorundayız.

Bunun, bölgedeki Kürt varlığıyla temasımızı zorunlu hale getirdiği ve diyalogun kaçınılmaz olduğunu kabul etmeliyiz. Bunun ülke içindeki Kürt kökenli vatandaşlarımızlada yeni ortak bir alan açmamızı gerektirdiği kaçınılmazdır. DTP bu konuda iyi bir imkandır. Bu partiyi
kapattırmak için uğraşan Kürt şahinlerinin gayretleri boşa çıkarılmalıdır. Kürtler ve Türkmenler Kuzey Irak’ın halklarıdır ve biz bunlarla eşit ve akrabalık sorumluluğu içinde dayanışma içerisinde olmalıyız. “Türkiye daha önce de bölgeye gelemedi, bizi koruyamaz, biz kendi başımızın çaresine ABD ile birlikte bakalım” şeklinde özetlenecek düşüncesi olan Barzani’nin yanıldığını göstermeliyiz.

Bunun dilini hükümetimiz ve onun direktifindeki ordu belirlemelidir. Kürtler ve Barzani işbirliğine yeniden gönüllü hale getirilmelidir. Bunun yolu sabırlı ve dirayetli olmaktan, zorunlu kalındığında ise karda kıyamette bile müdahele edilebileceğini göstermekten geçiyor. Kuzey Irak petrollerinin bir aşirete yedirilmeyeceği ve bunların Iraklılara ait olduğu hatırlatılmalıdır. Peş peşe gelip nabız yoklayan, ABD’li asker ve politikacılara, küçük hesaplarla bölgede liderlik yapamayacakları anlatılmalı ve gerçekçi bir işbirliğine yaklaşmaları sağlanmalıdır.

Sonuç olarak ABD birkez daha bölgeden çekilme arzusu içerisindedir. Bunun için ABD’ye yardımcı olmalı, ancak doğacak boşluğun, bizim zararımıza olmayacak bir biçimde doldurulmasını sağlamakta kararlı olduğumuzu anlatmalıyız. Çok uluslu ya da salt ABD tarafından oluşturulacak yeni bir çekiç güç rezaletine de böylelikle meydan verilmeyeceği kuvvetle vurgulanmalıdır.

Gün kayıkçı kavgalarıyla askerin insiyatif almaktan soğutulup, ABD ve Kürt orijinli bir güvenlik gücünün bölgede söz sahibi olmasının önünü açma günü değildir. Gün milliyetçilik ve ulusalcılık mangalında kimseye kül bırakmayanların, şapkayı önlerine koyma zamanıdır.

 

Kitap tanıtan kitap 1

Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var.  Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.

 

Aydın kimdir? Muhafaza’nın ve Değişim’in kimyası

Aydın konusu gerçekten sorunlu görülüyor. Her ideoloji, her grup kendi liderini, kahramanını aydını ilan ediyor çünkü. Tam da bu sebeple tanımından önce başka bir sıfata daha ihtiyaç duyuluyor: Reformist aydın, muhafazakar aydın, Kürt aydını, Türk aydını, vs.. Kısacası “aydın olmak” hem toprak(toplum) hem de tohum(aydın) gibi üzerinde durulup incelenmesi yazılıp çizilmesi gereken bir kavram. Değişimin adresi kabul edilen Aydın’ın tanımı konusunda muhafazakar olunabilir mi?” 130 sayfalık bu kitapta modernleşme sürecinde Aydın’ı ve Aydınlanma’yı sorgulayan bakış açıları bulacaksınız. Ama teori ile yetinmeyen,  fikrin eyleme dönüşmesini, Cumhuriyet’i, demokrasiyi ve sivil itaatsizlik olgusunu da sorgulayan yazılar bunlar. Buradan indirebilirsiniz.

 İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında

Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü  sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Zaman Nedir?

“…Geçip gitmiş olmasa “geçmiş” zaman olmayacak. Bir şey gelecek olmasa gelecek zaman da olmayacak. Peki nasıl oluyor da geçmiş ve gelecek var olabiliyor? Geçmiş artık yok. Gelecek ise henüz gelmedi. Şimdiki zaman sürekli var ise bu sonsuzluk olmaz mı? ”  diyordu Aziz Augustinus. Zira kelimeler yetmiyordu. “Zaman Nedir?” sorusuna cevap verebilmek için kelimelerin ve mantığın gücünün yetmediğı sınırlarda Sanat’tan istifade etmek gerekliydi : Sinema, Resim ve Fotoğraf sanatı imdadımıza koştu. Ama felsefeyi dışlamadık: Kant, Bergson, Heidegger, Hegel, Husserl, Aristoteles… Bilimin Zaman’a bakışına gelince elbette Newton’dan Einstein’a uzandık. Bilimsel zamandan başka, daha insanî ve MUTLAK bir Zaman aradık. Delâilü’l-İ’câz, Mesnevî, Makasıt-ül Felasife , Telhis-u Kitab’in Nefs ve Fütuhat-ı Mekiyye gibi eserler Zaman-İnsan ilişkisine bambaşka perspektifler açtı. Zaman’ın kitabını buradan indirebilirsiniz.

Tarih şaşırmaktır

Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir… Buradan indirebilirsiniz. 

 

 

Kendi ülkesini işgal eden ordu

Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Beceriksiz ordular disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler.  İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek  KORKU PROPAGANDASI yaparlar. Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 3 Yorum

  2. Yazan:alperen Tarih: Mar 14, 2008 | Reply

    MEHMET AKİF ERSOY
    ALPEREN GÜRBÜZER

    Bana dokunmayan bin yıl yaşasın ortamları koyulaştığında aşırı rehavete koyulmanın bedeli olarak işgaller yakalamıştır Türk insanını hep. Aslolan her an her durumda canlı kalabilmektir oysa.
    Ne zaman ki; elde avuçta bir şey kalmazsa başımıza gelen bir lokma bir hırka durum halimizi ‘eh ne yapalım kaderimiz buymuş’ deyip geçiştiriyoruz, ya da istila eden güçlere içten içe hayıflanıp, başımızı gömdüğümüz kumdan çıkarmaya başlıyor ve etrafımızda olayın vehametini yavaş yavaş dillendirerek teselli bulmaya çalışıyoruz böylece. Bütün bu yaşanan haleti ruhiyemizin veya uyku sersemliğimizin yerini hayata bir nebze dönüşümüzün adı diye de özetlenebilir aslında. Ortada bir kuşatan var birde kuşatılanın acziyeti ve ezikliği sözkonusudur çünkü.
    İşte bu acziyetin içinde kendini bedbinliğe bırakmamış bir ruh devreye giriyor, o ruhun adı mehmet Akif’dir. O ne Tevfik Fikret’i, ne de Yahya Kemal’i örnek aldı, o zor olana talip oldu. Yani ne Tevfik Fikret gibi kendi kabına çekilmeyi, ne de Yahya Kemal gibi geçmişin o
    İhtişamlı hayatın âlemine sığınmayı, çileyi göğüslemeyi yeğledi. Önce halkın kaderine razı haline son verip gökkubbede yankılanacak bülbül oldu şiirleriyle; enginlere sığmam taşarım diyerek etrafa heyacan aşıladı.. Bülbül seslendikçe halkdaki suskunluk cevvaliyete dönüştüğü gözlerden kaçmadı..
    Bitkin düşmüş imparatorluğun ayakta durabilmeye çalıştığı dönemde doğmuştu Akif. Annesi Buhara kökenli, babası ise Arnavut kökenli bir ailenin çocuğu.. Tarih böyle bir sarmal ortamda yakaladı Akif’i. Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar karşısında benimde iman dolu göğsüm serhaddim var şeklindeki meydan okuyuşu ya da şark duruşu diyebileceğimiz tavrıyla milletimizin bülbülü kesildi. İşte o duruş neticesinde ülkemizin o engin ufuklarında İstiklal marşımız doğdu, yazdığı marşının yanısıra o halkın derin tercümanı ve bülbülü olmayı çoktan hak etti bile. Sonunda tarihin insanımıza yüklediği o bıkkınlık ve batı’nın çelik zırhlı duvarı, şarkın iman dolu aşkına mağlup olur. Kolay değildi, uyuyan bir devi yeniden uyandırmak. Ey Türk titre ve kendine dön! diye seslenen Bilge Kağan’ın bir değişik versiyonu olan şiirimsi fethin adıdır Akif. O Milletin bağrında inleyen yürekti, yedi düvele karşı verilen mücadelede en büyük şeref payı ona aittir diyebiliriz. Öyle misralar var ki sönük, kendisine bile tesiri yok, öyle mısralar da var ki, uyuyan bir milleti uyandırmaya yettiği gibi, cepheden cepheye koşturarak kurtuluş destanı olmaya vesiledir. Tarihin yükünü şiirleriyle taşıdı, taşıdıkça sorumluluğu kat kat arttı, yılmadı usanmadı, ta ki pembe şafaklar doğana kadar.
    Her ne olduysa kurtuluş zaferinin ardından memleketinden uzak diyarlarda Mısır’a sürgün edilerek bülbülün sesini kıstığımız gibi, kanadını da kırdık. Kendi haline terki diyar edilmesinin burukluğunu yaşattık. Artık bülbülün ruhu taş kesilmişti, siper et gövdeni diyemiyecek kadar donuklaşmıştı. Kurtuluş mücadelesi öncesi mesuliyet şuuruyla değil elini taşın altına, hatta tüm gövdesini koyacak kadar fedakâr olan Akif, kurtuluş sonrası bütün bedeni akkor kesilmişti. Aslında akkor haline gelen bedeni değildi, bedeni ile birlikte tüm halkı idi.. Ona belkide en acı gelen yaşadıkları değil İstiklal Marşını kanla yazdığı topraklardan ötelerde son nefesini halkından uzak beklemeye terk edilmiş olmasıdır. Nitekim, bülbül son nefesini ve Allah’a can borcunu vatanının dışında teslim etmiştir. Ruhu şad olsun.

  3. Yazan:Rumuzyok Tarih: Mar 14, 2008 | Reply

    “Kürtler ve Barzani işbirliğine yeniden gönüllü hale getirilmelidir. Bunun yolu sabırlı ve dirayetli olmaktan, zorunlu kalındığında ise karda kıyamette bile müdahele edilebileceğini göstermekten geçiyor.”

    Ahahaha
    Komik 🙂

    Yani, Türkiye ile işbirliği içine girmek istemiyorlarsa, gerekirse zorla sizi yola getireceğiz diyorsunuz. Bu nasıl despot bir zihniyettir: Ağzından kardeşlik lafı çıkıyor, lakin elinde silah var.

    Bu arada, siz bunları yaza durun, geçenlerde Kuzey Irak bölgesel yönetimi Güney Kore şirketleri ile 10.5 milyar dolarlık anlaşmalar imzaladı… Despot olmayı bırakıp, efendi gibi insanlara yaklaşsaydınız, o ihaleleri Türkiye alcaktı.

    Hayal kurmaya devam 🙂

  4. Yazan:Cüneyt Tarih: Mar 17, 2008 | Reply

    Öndeki yorumcuya: Kuzey Kore sirketleri ile Kuzey Irak bölgesel yönetimi anlasmayi imzaliyor ama Bagdat yönetimi bayagi zorluk cikarip önünü kesiyor. Anlasmayi imzalamakla yürümüyor Kuzey Irak’ta isler.

    O degil de

    Derler ki tarih tekerrürden ibarettir,
    Ders alınsaydı eder miydi hiç tekerrür.

    beytinin asli

    Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey!
    Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
    Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar
    Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?

    diye biliyorum ben. Âkif “ders alinsaydi” demez bence.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin