RSS Feed for This Post

Çanlar Kimin İçin Çalıyor ll

Arif Egeli

20080306_canla.jpgABD’nin dünya ölçeğindeki etkinliğini sürdürmek, buna karşı oluşabilecek tehditleri bertaraf etmek adına yürürlüğe koyduğu Büyük Ortadoğu Seferi; bugün geldiği aşama itibariyle ne durumda? Bu makalede bu soruya yanıt aramaya çalışacağım.

İkiz kulelere yapılan ve pek çok analist ve siyaset bilimci tarafından, kuşkulu ve provokatif bulunan saldırılar; ABD’nin bu projeye artık başlamasını kaçınılmaz kıldı. Tehdit ete kemiğe bürünmüş, ABD’nin dünya egemenliği tehlikeye düşmüştü! Herkese gösterilmeliydi ki; ABD dünyanın patronudur ve bunun imparatorluk boyutuna taşınması dünyanın yararınadır.

İlk olarak provokasyonun aktörlerinin bulunduğu Afganistan hedef seçildi ve İşgal edildi.  Bu işgalin, Asya’lı muhtemel rakiplere -Çin ve Hindistan- karşı önemli bir mevzilenme sayılması için, Ortadoğu petrolleri üzerinde mutlak bir hegemonya sağlanması gerekirdi. Öyle de yapıldı, 11 Eylül saldırılarıyla Irak arasında bir bağ kurulamasa da, kimyasal silahlanma bahane gösterilerek ve demokrasi havariliğine soyunularak bunun kılıfı hazırlandı. Asya derinliğinde tutulan köprübaşının, Ortadoğu ayağıyla tahkim edilmesi ve buralarda dev askeri üsler oluşturulması ile yeni piyon devletçikler üretilmesi
senaryosu yazıldı.

Ancak sahada işler istendiği gibi yürümüyordu. Yıllarca bedava denecek karşılıklarla kullanılan Türkiye ayak diriyordu. Irakta Şii, Kürt kıskacına alınan Sünni güçler direniyordu. Fitne fesat işlerindeki uzmanlık, hava kuvvetlerinin teknik üstünlüğü, karadaki direnişe karşı aynı başarıyla yürümüyor, yaşanan kayıplar yıpratıcı ve iç kamuoyunda eleştirilere neden oluyordu. Yine ABD ekonomisi, yüz milyarlarca dolarlık bir savaş külfeti altında kalarak, sosyal politikaların -ev edindirme başta- çöküşüyle karşı karşıya kalınıyordu. ABD dünyayı ele geçirme macerasında yalpalamaya başlamış, hafiften bir panik havası gözleniyordu. Peki bu projeden vazgeçilecek miydi?

Elbette yıllardır hazırlanılmış, imparatorluk rüyalarıyla süslenen bu projeden vazgeçilemezdi. Ancak işlerin iyi gitmediği ortadaydı ve yeni taktik adımlar atılmalıydı.

Bölgede bu projeden en çok etkilenecek iki güçlü devlet bulunduğu malum. Bunlar Türkiye ve İran. Bu bölgede güçlü tesirleri vardı ve bu oyunun kurulmasında bu iki ülkeden istifade yoluna gitmenin kaçınılmazlığı kabul edilmeliydi. Akıllı bir tüccarın bile, çıkarı için müşterilerine şapka çıkarması basit kuralı hatırlandı ve kibirli burnundan kıl aldırtmaz Sezar tavrı bir süreliğine kenara bırakıldı.

Bu iki ülkeden Türkiye ile ilişkiler üst seviyede sürdüğünden, nispeten anlaşılabilir bir ortak çalışma yöntemi kurulabilirdi. Teröründe devreye sokulduğu pazarlıklar neticesinde bir noktaya ulaşıldığı görülüyor. Ancak bu hiçte sanıldığı kadar kolay ve sorunsuz bir ilişki değil.

Türkiye bu ilişkiden çok agresif kârlar elde edebilecek dinamik bir ülke. Bunun tarihi ve ekonomik şartları var ve bir anda çok güçlü bir Türkiye resmi ile karşılaşılabilir.

İşte bu noktada belki de çok kimsenin anlamakta zorlandığı İran ile ilişkinin nasıl ve ne amaçla düzenlendiği sorusu karşımıza çıkıyor. İran’ın bu operasyona desteği belki de, İran’ın da tam algılayamadığı bir sahte kutuplaşma oyunu üzerinden kotarılıyor. Şia korkusuyla hizaya sokulan devasa körfez fonları en önceliklisi ve ABD ekonomisini kurtarıcı özellikte. Başta Suudiler olmak üzere körfez ülkelerine yapılan silah satışları. Petrolün yüksek fiyatlanma ortamında bu fonların şişmesi ve bunların transferi. AB, Çin ve Hindistan ekonomilerinin bu pahalı petrol üzerinden tehdit edilmesi. Türkiye’nin desteğinin, ucuza mal edilmesinin de altında İran’ın sahte kutuplaştırma politikasıyla şişirilmesi aranabilir.

Bu yeni taktik deneme aşamasının ABD’ye etkileri ne olacak sorusu ise şimdilik cevaplanması güç bir nitelik arzediyor. Muhtemel bir resesyonun yıkıcı etkileri, Afganistan’da yıpratıcı ve baş edilemez bir savaş, Irak’ta Türkiye ve İran dengesinin de gözetildiği, pandora kutusunun nasıl kapatılacağı konuları tam olarak anlaşılamadan; bu soruya tatmin edici bir cevap bulunamaz.

Sonuç olarak; bugün ABD’nin içinde bulunduğu durum, Büyük İskender misali mağrur bir İmparatorluk oluşturma hesabıyla çıkılan Ortadoğu seferinin, karabasana dönüştüğü gerçeğidir. Bu taktik aşamada, ödediği az bir bedelle Türkiye’nin desteğini sağlama ile sahte bir ABD-İran kutuplaşması üzerinden İran’ı kullanma çabalarının da, kanaatimce ABD’nin derdine derman olamayacağı yönündedir.

Çanlar ABD için çalmaya devam ediyor. Anlaşılan güvene ve adalete dayanmayan, manipülatif hesaplarla denge oluşturma aşamasından sonra, daha gerçekçi bir çıkış yolunun aranması dayanacaktır ABD’nin kapısına. Burada hükümetiyle, kurumlarıyla ve bilhassa silahlı kuvvetleriyle Türkiye’nin sağlam durması gerekiyor. Bu gerçekleştiği takdirde, bölünme ve büyük kayıplar endişesi, yerini,  geçmiş parlak tarihin sayfalarına yeniden ulaşma umuduna bırakabilir. Hükümetle ordunun arasını açma ve kaos ticaretine dayanan oyunları bir de bu açıdan okumakta fayda var.

 

Kitap tanıtan kitap 1

Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var.  Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.

 

Aydın kimdir? Muhafaza’nın ve Değişim’in kimyası

Aydın konusu gerçekten sorunlu görülüyor. Her ideoloji, her grup kendi liderini, kahramanını aydını ilan ediyor çünkü. Tam da bu sebeple tanımından önce başka bir sıfata daha ihtiyaç duyuluyor: Reformist aydın, muhafazakar aydın, Kürt aydını, Türk aydını, vs.. Kısacası “aydın olmak” hem toprak(toplum) hem de tohum(aydın) gibi üzerinde durulup incelenmesi yazılıp çizilmesi gereken bir kavram. Değişimin adresi kabul edilen Aydın’ın tanımı konusunda muhafazakar olunabilir mi?” 130 sayfalık bu kitapta modernleşme sürecinde Aydın’ı ve Aydınlanma’yı sorgulayan bakış açıları bulacaksınız. Ama teori ile yetinmeyen,  fikrin eyleme dönüşmesini, Cumhuriyet’i, demokrasiyi ve sivil itaatsizlik olgusunu da sorgulayan yazılar bunlar. Buradan indirebilirsiniz.

 İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında

Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü  sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Zaman Nedir?

“…Geçip gitmiş olmasa “geçmiş” zaman olmayacak. Bir şey gelecek olmasa gelecek zaman da olmayacak. Peki nasıl oluyor da geçmiş ve gelecek var olabiliyor? Geçmiş artık yok. Gelecek ise henüz gelmedi. Şimdiki zaman sürekli var ise bu sonsuzluk olmaz mı? ”  diyordu Aziz Augustinus. Zira kelimeler yetmiyordu. “Zaman Nedir?” sorusuna cevap verebilmek için kelimelerin ve mantığın gücünün yetmediğı sınırlarda Sanat’tan istifade etmek gerekliydi : Sinema, Resim ve Fotoğraf sanatı imdadımıza koştu. Ama felsefeyi dışlamadık: Kant, Bergson, Heidegger, Hegel, Husserl, Aristoteles… Bilimin Zaman’a bakışına gelince elbette Newton’dan Einstein’a uzandık. Bilimsel zamandan başka, daha insanî ve MUTLAK bir Zaman aradık. Delâilü’l-İ’câz, Mesnevî, Makasıt-ül Felasife , Telhis-u Kitab’in Nefs ve Fütuhat-ı Mekiyye gibi eserler Zaman-İnsan ilişkisine bambaşka perspektifler açtı. Zaman’ın kitabını buradan indirebilirsiniz.

Tarih şaşırmaktır

Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir… Buradan indirebilirsiniz. 

 

 

Kendi ülkesini işgal eden ordu

Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Beceriksiz ordular disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler.  İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek  KORKU PROPAGANDASI yaparlar. Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 2 Yorum

  2. Yazan:Rumuzyok Tarih: Mar 6, 2008 | Reply

    Hindistan ABD’nin rakibi olan bir ülke değil; tam tersine ona gayet yakın duran bir ülke. ABD, Pakistan’a ve İran’a nükleer silahtan dolayı kuşkuyla bakarken, Hindistan’dan desteğini sakınmıyor. Çin’i dengeleyecek ülke gözüyle bakıyorlar Hindistan’a.

    Bir de Hintli elitler Anglo-Sakson tedrisatından geçmişlerdir. Onun da bu yakınlıkta etkisi var.

    Çok spekülatif bir yazı. Türkiye nasıl bu hengamede kazanç elde edecek? Üstelik ABD’yi bir kere 2003’te hayal kırıklığına uğratmışken.

  3. Yazan:alperen Tarih: Mar 8, 2008 | Reply

    ABD ABD’YE KARŞI
    ALPEREN GÜRBÜZER

    Amerika Amerika’ya karşı artık. Bu ülkede doğmak bir zaman onur kaynağı idi. 11 Eylül tufanından sonra her türden çeşitlilik rafa kaldırıldı, yaşamak işkence bu ülkede adeta.
    Demek ki; özgürlüğü ile övünen ülkede dışlanmakta varmış alın yazısında. Bu durum, ah nerde o eski günler dedirtecek cinsten acı verici, bir okadarda onur kırıcı. Bush yönetimi şimdiye kadar gelen iktidarların en berbatı cinsten. İşbaşına geldiğinden itibaren tüm yapıp ettikleri yıkıcılık üzerine kurulu, kendi ülkesini bile korkulu rüya haline getirmede mahir biri. Hele hele Afrika kökenli Amerikalılar ve müslüman ırklar için bu dönemde yaşamak adeta kâbus. Ki; siyah adam dedikleri Afrikalılar kuzey – güney savaşı ile birtakım haklarını çok çetin mücadeleler sonucu elde edebilmişlerdi. Öyle ki; birzamanlar köle muamelesi bile görmüşlerdi, önlerine birdizi aşılmaz engeller konulmuşdu, bütün bunlara rağmen yılmadan, usanmadan hor görülüp çiçek açarak sonunda ötekileşmekten kurtuldukları gibi, seçilme hakkını kazanmayı da başarmışlardı. ABD, birkere derilerinin siyah olmasının asimilasyon açısından engel olduğunu, dolayısıyla Kızılderililer örneğinde olduğu gibi ehilleştirilmelerinin mümkün olamayacakları kanaatine geçde olsa nihayet fark edebilmişti. Bu gerçekler ışığında ülke içinde üvey evlat muamelesi görmelerine son verildi. Güzel bir gelişmeydi Amerika adına.
    Ne varki; tarih tekerrürmü ediyor sanki ne. Bush şimdilerde Meksika ile ABD arasında set çekmeyi planlıyor. Oysa bu duvarlar çözüm olsaydı Çin Seddi ile Berlin duvarı uzun seneler asırlara meydan okuyabilirdi. Hani ne oldu, Berlin duvarının yıkılmasıyla birlikte görüldü ki; yer yerinden oynamadı, aksine Almanya gücüne güç kattı. Bush ise ülkesi içerisinde korku saldığı gibi, habire dünyanın dört bir yanını turlayıp bomba yağdırmakla oyalanıyor. Kendi kişisel egosuna bir nebze yararı olsa da, tarih onu asla affetmeyecektir. Bir yandan kimlikleri yok ediyor, diğer yandan kültürleri kuşatmaya çalışıyor, herşeyden öte insanı hiçe sayıyor. Eşyaya verdiği değeri insana vermiyor Bush..
    İkiz kulelerin yıkılmasıyla halkın her unsuru kendiliğinden Newyork’u kurtarmak için seferber oldular, ülkeleri ve insanlık adına. İşçisi, kaynakcısı, her türden meslek sahibi elinden ne geliyorsa yardım için koştular. Bush ve yönetimi ne yaptı dersiniz? Bu yardımsever insanlara yurtlarınıza evinize dönün işinize gücünüze bakın demedi, aksine mağazalara, eğlence yerlerine gidin, uçaklara bininki terörüstlere kim olduğumuzu gösterin telkinini yeğlediler. Bu verilen mesaj gayet açıktı, yüreklere su serpecek nitelikte değildi, verilen mesaj hayal kırıklığına uğratmıştı kitleleri, insana tüketici gözüyle bakılmıştı çünkü. Birkez daha Bush ve yönetiminin maskeleri düşmüştü, yardımsever ve fedakarca koşan insanların ruhunu çalmışlardı, halk nezdinde burukluk ve kırgınlığın yanısıra gelecek için umutlar boşa çıkmıştı üstelik.. Artık bu ülkede yaşamanın işkenceye dönüşeceğinin bu çağrı ile işaretlerini kendiliğinden elevermişti zaten. Gerçektende öyle oldu, su baskınında New Orleans’ın siyahî sakinleri evlerinin çatılarına çıkarak havada uçan uçaklara işaret ederek; bizi kurtarın imdadına kuşkuyla bakan pilotlar güya pusuya düşürüldüklerini sanarak, yetkililerin ölüm emri doğrultusunda üzerlerine ateş açıldı. Oysa bu insanlar şimdiye kadar yaşadıkları yerin kendilerine ait olduğunu sanıyorlardı, maalesef sürgün edildiler. Sel baskınında harap olan bu şehrin yeniden onarıldığında belkide Lasvegas çapında şehir olacak, ama geride kalan siyahlar hiçbir zaman beyazlarla aynı kategoride olmayacaklar, kendi öz yurdunda parya durumuna düşecekleri gibi ayırıma tabi tutulacaklar bu şehirde. Bu şehir ıssız artık, siyahlar için zindan şehir diyebiliriz, Katrina olayında olduğu gibi.
    Irkçılık ve ayırımcılık çağın en büyük vebası. Bush bu vebanın yeniden dirilmesini sağladı. Oysa, ABD bağrında taşıdığı renklerle anlam ifade ediyordu, bugünün Amerikası dünkü gibi değil, problemler yumağına dönmüş görünüm sergiliyor..Herşeyden önemlisi Bush var sahnede artık. Mağazada alışveriş yapan siyahlar beyazlar kadar itibar görmüyor eskisi kadar. Es kaza siyahî bir çocuk vitrinden birşeyler devirse çek elini seni pis siyah zenci diye hakarete maruz kalabiliyorlar, çünkü merhametini yitirmiş bir güvenlik ağı sözkonusu Amerikada. Fakat aynı şeyi bir beyaz yapsa önemi yok denilip bir bardak suda fırtına koparılmaz, olay hemen geçiştirilir.. Eşya zenciden daha değerli maalesef.. Sadece zenciler mi? Müslüman kimliğine sahip hertürden insan için ABD eskisi kadar güvenli olmayan ülke, onlarda ötekiler konumunda.
    Anlaşılıyor ki; Bush yönetimi devam ettikçe farklılıkların gün ışığına kavuşması bir hayli zor görünüyor.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin