RSS Feed for This Post

Amerikan bombasına Türkçe yazı

20080225_tsahal.jpgSavaşları askerler değil siviller kazanır. Türkiye bunu öğrendiği zaman belki savaşmasına bile gerek kalmayacak. Hava harekâtları sırasında Kanal D’nin verdiği “BBG evi gibi izlediler” başlıklı görüntüde İbranice  צה”ל   Tsahal yazısı (İsrail silahlı kuvvetleri) dikkati çekiyordu. Erken uyarı sistemleri İsrail’den mi satın alınmıştı? Yoksa Kanal D yanlışlıkla Filistin’de çekilmiş bir görüntüyü mü koymuştu?

BOP paranoyası ve İsrail düşmanlığı ile komplo üretenler neden sustular bu konuda? Meselâ “PKK’yı İsrail hava kuvvetleri vurdu” gibi bir hikâye uydurabilirlerdi.

Genel Kurmay’ın sitesinden basına dağıtılan ve bizim “gazetecilerimizi” göz yaşına boğan bir başka fotoğraf var: 20080225_bomba_ustune_yazi_a.jpgBir onbaşı PKK’lılara mesaj yazıyor: “şehitler ölmez, vatan bölünmez”. Fakat bombanın üzeri boş değil, daha önce onu bize veren ülke bir şeyler yazmış: “United States of America…. Defense”.

Savaşan her ülke gibi Türkiye’nin de dış desteğe ihtiyacı var. Teknik, diplomatik, ekonomik… Bu destek ister ABD’den gelsin, ister İsrail’den isterse başka bir ülkeden.

İstanbul’un fethi diplomatik hazırlık sayesinde askerî bir başarı olurken IIci Viyana kuşatması aynı sebeple bir bozguna dönüştü. Fatih yardım gönderebilecek devletleri bazen tehditle ama çoğu kez zaferlerine ortak ederek yol aldı. IIci Viyana Kuşatması’nda ise diplomatik altyapı oluşturulmadığı için Polonya Kralı Sobieski Viyana’nın yardımına koştu ve Osmanlı ordusu bir şehri kuşatırken kendini kuşatılmış buldu.

Türkiye ilk defa sınır ötesi bir harekâtın diplomatik hazırlıklarını yaparak başladı işe. Bunun yanında bölge halkı nezdinde gerekli propagandaya da enerji harcadı. Kuzey Irak’taki sivillerin bilgilendirilmesi, harekâtın yeni bir “Halepçe” girişimi gibi gösterilmemesi son derecede önemliydi. Zira karşı tarafta “Kürt Milliyetçiliği” yapan bir ulus-devlet projesi var.

Tüfek mi yoksa çanta mı?

Resmî bilgilere göre 30 km “içeri” giren Türk birlikleri bu kez günübirlik gitmediler. Askerlerin sırtındaki büyük sırt çantaları savaşta silah kadar çantanın da önemli olduğunu öğretiyor. Savaş kahramanlıkla, şiir okumakla, soylu kanla veya fiyakalı nutuklarla değil akılla kazanılıyor. Tarihin bütün komutanları bunu ya biliyorlardı ya da acı tecrübelerle öğrendiler. Büyük İskender’in kara ordusunu denizden takip eden ve yiyecek, silah, giysi yüklü gemiler olmasaydı 30 yılda bugünkü Yunanistan’dan Hindistan’a uzanan toprakları fethedebilir miydi? Efsanevî Makedonyalı cesaretine rağmen İskender’in fetihlerinin kıyı şehirlerinde yoğunlaşması bir rastlantı mı?

Keşke Enver Paşa da lojistik kavramının önemini bilseydi. Onun komutasında Sarıkamış’ta can veren 80 bin askere ne kahramanlık yetti ne Türklük ne de Müslümanlık.

İlk çağlardan Haçlı seferlerine, Osmanlının fetihlerinden Birinci ve İkinci dünya savaşlarına, Vietnam’dan Irak’ın işgaline kadar bütün askeri tecrübeler lojistiğin önemini gösterdi.

Musul ve Kerkük’ü fethetme sevdalıları artık takkelerini önlerine koyup savaşın diplomatik, ekonomik ve lojistik boyutlarını yeniden düşünmeliler:

  • 1) Savaş askerlere bırakılamayacak kadar ciddî bir iştir,
  • 2) Askerî harekâtlar siyasi bir projenin bir parçası olmazsa ne zaman biteceği bilinemez, çetecilik, katliam ve soykırım olur.
  • 3) Sivillerce kontrol edilmeyen askerler korumak için yola çıktıkları barış için bir tehlike arz etmeye başlarlar.

Sivil savaşın “faydaları”

TSK bugünlerde sivillerin “komutası” altında hareket etmenin lüksünü yaşıyor. Harekât devam ederken bir yandan sorunlu bir dosya olarak bilinen ve daha önce iki kez iptal edilmiş olan TEKEL ihalesi yapıldı hem de beklenenin biraz üzerinde bir fiyata! Ne makroekonomik göstergeler ne de borsa dalgalandı. İlk defa Türkiye kınanmadı böyle bir harekâtın arkasından.

Oysa teknik açıdan bakıldığında Batıyı endişelendirebilecek çok öge vardı. En başta derinlik. Çukurca’daki havan toplarının etkili menzili olan 30-40 km’nin sonuna kadar gidilmiş olması bu topların ileri kaydırılabileceğini, 10 bin askerin sayısının arttırılabileceğini ve bir kaç aylığına orada kalma ihtimallerini akla getiriyor.

Kuzey Irak’a her adım attığımızda buradaki petrol rezervleri sebebiyle bütün dünyanın sinirleriyle oynuyoruz. “ABD’den izin mi alacağız?” diye kabadayılık yapanlar artık susup askeri stratejiyi kuramsallaştıran ünlü askerlerin kitaplarını okumalılar.

Gerek Dış işlerinin gerekse TSK’nın Clausewitz ve Liddle Hart okumaya başlamış olmaları Türkiye açısından sevindirici!

Son gözlem

Terörün kendisi siyasi bir projedir. Bunun yanıtı da siyasi ve haliyle sivil olmalıdır. Bu sivil stratejinin askeri bir ayağı olabilir. Ama askerî harekâtlar tek başların hiç bir zaman kalıcı barış getiremezler. Terörist öldürmekle terörün önüne geçilemeyeceğini daha önce de ıspatlarıyla anlatmıştık.

Bunun yanında ne kadar “haklı-gerekli” görülse de savaş tarifi gereği öldürür. İster TSK mensubu isterse PKK’lı insanların ölmeleri savaşın da dahil olduğu siyasî projeye zarar verir. Bu sebeple askeri harekâtlar sadece son alternatif olduğu zaman kullanılmalı, zaman ve mekân içinde sınırlandırılmalı ve ilk fırsatta sona erdirilmelidir.

Gerek güney doğu Anadolu’da gerekse Kuzey Irak’ta yaşam koşullarının iyileştirilmesi, etnik ve dini grupların arasında ilişkilerin güçlendirilmesi terörün önünü kesebilir. Burada ise Türkiye silahlı güç olarak değil bir “soft power” olarak lider rolü oynamalı kanaatimizce.

AKP hükümetinin uygulamaya koyduğu terörle mücadele vizyonu çözüme gidebilecek bir vizyondur. 25 yıldır sivil idarenin kontrolü dışına çıkmış bir askerî vizyonsuzluktan bugünkü noktaya gelmek büyük bir başarıdır. Bu başarıda şüphesiz Abdullah Gül, Recep Tayip Erdoğan ile şimdi de Ali Babacan ve AKP’nin siyaset danışmanları pay sahibidir.

Daha bir kaç ay öncesine kadar “ilahî okuyan kızların başörtüsü” gibi sudan bahanelerle darbe yapabileceği ima edilen bir ordunun yeniden sivillerin denetimi altına girmeye başlamış olması gerçekten takdire şayandır. Üstelik hâlâ korku tacirleri başörtüsünden medet umarken…( Onun adı asker, canı neler ister?)

AKP hükümetinin bizce eleştirilmesi gereken yönlerini eleştiriyoruz. Ama muhalefet olsun diye muhalefet yapmanın verimsiz olduğu kanaatindeyiz. Terörle mücadele konusunda OHAL gibi korkunç hatalardan, “ya bitecek ya bitecek” gibi sloganlarla düşünen başbakanlardan kurtulup bugünkü noktaya gelinmesi hafife alınacak bir şey değildir.

 

Kitap tanıtan kitap 1

Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var.  Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.

 

Aydın kimdir? Muhafaza’nın ve Değişim’in kimyası

Aydın konusu gerçekten sorunlu görülüyor. Her ideoloji, her grup kendi liderini, kahramanını aydını ilan ediyor çünkü. Tam da bu sebeple tanımından önce başka bir sıfata daha ihtiyaç duyuluyor: Reformist aydın, muhafazakar aydın, Kürt aydını, Türk aydını, vs.. Kısacası “aydın olmak” hem toprak(toplum) hem de tohum(aydın) gibi üzerinde durulup incelenmesi yazılıp çizilmesi gereken bir kavram. Değişimin adresi kabul edilen Aydın’ın tanımı konusunda muhafazakar olunabilir mi?” 130 sayfalık bu kitapta modernleşme sürecinde Aydın’ı ve Aydınlanma’yı sorgulayan bakış açıları bulacaksınız. Ama teori ile yetinmeyen,  fikrin eyleme dönüşmesini, Cumhuriyet’i, demokrasiyi ve sivil itaatsizlik olgusunu da sorgulayan yazılar bunlar. Buradan indirebilirsiniz.

 İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında

Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü  sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Zaman Nedir?

“…Geçip gitmiş olmasa “geçmiş” zaman olmayacak. Bir şey gelecek olmasa gelecek zaman da olmayacak. Peki nasıl oluyor da geçmiş ve gelecek var olabiliyor? Geçmiş artık yok. Gelecek ise henüz gelmedi. Şimdiki zaman sürekli var ise bu sonsuzluk olmaz mı? ”  diyordu Aziz Augustinus. Zira kelimeler yetmiyordu. “Zaman Nedir?” sorusuna cevap verebilmek için kelimelerin ve mantığın gücünün yetmediğı sınırlarda Sanat’tan istifade etmek gerekliydi : Sinema, Resim ve Fotoğraf sanatı imdadımıza koştu. Ama felsefeyi dışlamadık: Kant, Bergson, Heidegger, Hegel, Husserl, Aristoteles… Bilimin Zaman’a bakışına gelince elbette Newton’dan Einstein’a uzandık. Bilimsel zamandan başka, daha insanî ve MUTLAK bir Zaman aradık. Delâilü’l-İ’câz, Mesnevî, Makasıt-ül Felasife , Telhis-u Kitab’in Nefs ve Fütuhat-ı Mekiyye gibi eserler Zaman-İnsan ilişkisine bambaşka perspektifler açtı. Zaman’ın kitabını buradan indirebilirsiniz.

Tarih şaşırmaktır

Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir… Buradan indirebilirsiniz. 

 

 

Kendi ülkesini işgal eden ordu

Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Beceriksiz ordular disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler.  İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek  KORKU PROPAGANDASI yaparlar. Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 4 Yorum

  2. Yazan:arif Tarih: Şub 26, 2008 | Reply

    Çok güzel bir yazı olmuş; ancak,Yazının içeriği ile başlığı arasında tam bir mutabakat oluşmamış. Eski statüko askerin sivil siyaseti vesayet altında tutması olarak şekillendiğinden, bir yandan akılda bunun yansımaları duruyor; bir yandan de, oluşan yeni statükonun izdüşümü görülüyor. Belliki ne olur ne olmazın endişesi var. Evet Kıbrıs barış harekatındada askeri vesayetin izleri vardı. O günkü genel kurmay başkanı harekatın seyrinden ‘efsane’ başbakan Eceviti haberdar bile etmemişti. Devletçe hiç güvenilmeyen Erbakan faktörüde cabasıydı. Bunu nerden mi anlıyoruz. Semih Sancar Ecevitden örtülü ödenek kanalıyla ek bütçe istiyor, Ecevit sizin paranız Savunma bakanlığından gelmiyor mu diye soruyor. Cevap, Özel bazı faaliyetler için olunca ve bu ambargo ile kesilince size geldik oluyor. Ozaman ABD, Hükümet ve asker ayrı çizgideydi. En azından ilişkiler askerden askere yürüyordu. Bugün küresel güç, hükümet ve asker aynı çizgide. Buna bazıları hepbirlikte ABD nin ardına düşmekde diyebilir. Ancak görünen oki, çok maharetli bir siyaset izlendiği. Önce ABD yi tam itmeyen örtülü bir köstek- Türkiyesiz bu bataktan çıkış olmadığını gösterme-. Sonra askere tam teminat verme ve tatlı sert uyarılarla- 27 nisan bildirisine ilk kez siyasi yanıt ve Ergenekona köpeksiz köyde değneksiz dolaşmama cezası-hizaya sokuş. Ve etkin bir diplomasi atağı ile red cephesi oluşmasını önleme. Bunda AB ile ABD arasındaki rekabetten yararlanma mahareti çok önemli. Şimdi milli menfaatlerin tam olarak geniş bir akılla -Hükümet, asker, Cumhurbaşkanı ve dışişleri ortaklığı- ele alınması askerin uzmanı olmadığı alanı siyasi iradeye bırakması bu etkili sonucun alınmasını kolaylaştırıyor. Dünya ekonomik krizle çalkalanırken, yüzmilyonlarca dolarlık bu siyasi operasyonun yapılması ile tüm dünya siyaset odaklarının bir denge halinde nutkunun tutulmasıda, bu yeni statükonun başarısı olarak okunmalı. Tabi buna inançlı müminler Allahın takdiri diyede bir ilavede bulunurken, İnançsızlar ise bu Tayyib de şeytan tüyü var diye hayıflanıyor. En kötüsü ise arafta kalmak. Bu gelişmeden sevinmek mi gerekir, yoksa üzülmek mi? Aselsanın ürettiği telekomümikasyon harikalarının ve yerli yazılımların payı ile o bombayı gece karanlığında deliğe sokan pilotun payı. Mehmetçiğin girilemez denen vadileri kar altında üç günde çiğnemeside inanılmaz başarı. Türk mühendislerinin askeri bilgi teknolojisinde çok ileri olduğuda ABD yi etkilemiş olabilirmi acaba diyede düşünmek lazım. Fatihin torunlarını yabana atmayın.Ezberlerin bozulduğu günleri yaşıyoruz. Allah milletimizin yar ve yardımcısı olsun.

  3. Yazan:Ç-Z Tarih: Şub 26, 2008 | Reply

    @ Mehmet Yılmaz,

    TSK bugünlerde sivillerin “komutası” altında hareket etmenin lüksünü yaşıyor. Harekât devam ederken bir yandan sorunlu bir dosya olarak bilinen ve daha önce iki kez iptal edilmiş olan TEKEL ihalesi yapıldı hem de beklenenin biraz üzerinde bir fiyata! Ne makroekonomik göstergeler ne de borsa dalgalandı. İlk defa Türkiye kınanmadı böyle bir harekâtın arkasından.

    Oysa teknik açıdan bakıldığında Batıyı endişelendirebilecek çok öge vardı.

    Tekel ihalesini bir batılı şirket kazandığından bu paragraf daha bir manidar görünüyor,demek istediğinizin bu olduğunu düşünemiyorum bile!

    Çok iyi dediğiniz fiyatla ilgili olarak da;fiyatın 2003 de 1.15 olarak açıklanan tekel piyasa değerinin Doğan Holding kuruluşunun yapmış olduğu yayınlar nedeniyle ancak 1.72 ye kadar ulaşabildiği ve bazı gazetelerde de “ihalaye katılanların Tekel satış bedelinin düşük olmasından dolayı Hürriyet’e teşekkür borçlu” olduğuna dair yazıları da hatırlamak gerekir ve hatta Tekel ihalesine katılan şirketlerden birinin de Doğan holding olduğu düşünüldüğünde bu oldukça anlamlı!

    http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/?i=9513&y=TahaKivanc

  4. Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Şub 26, 2008 | Reply

    @ç-Z,

    Hürriyet’in Türkiye’ye verdigi zararlar saymakla bitmez, haklisiniz.

    Ama TEKEL konusunda “çok iyi” degil, “beklenenin biraz üzerinde bir fiyata!” demistim. Nasil? iyi çevirdim mi kazi? :))

    Saka bir yana ihaleler konusunda her zaman “ucuza gitti” dedikodusu çikiyor. Ama Karabük demir-çelik veya TEKEL büyüklügünde bir isletmenin gerçek degerini kim kestirebilir?

    Bildiginiz gibi Finansal Analiz adinda bir disiplin var. Bunun uzmani 5 kisiye sorsak her biri TEKEL’e ayri ayri fiat biçerdi. Meselâ:
    1) Bina ve arazilerin kaçi TEKEL’e ait?
    2) Bilgi islem ne halde? Kullanilan yazilimlarin kalitesi nedir?
    3) Kamyonlarin ve depolarin yasi kaçtir?
    4) çalisanlarin bilgi ve diploma seviyesi nedir?
    5) TEKEL’in uluslararasi rekabet gücü nedir?

    Bunun yaninda ülke riski gibi durumlar var. Türkiye darbe tehdidinden henüz kurtulmadi, komsulariyla da savasma ihtimali sifir degil.

    Yani TEKEL belki Romanya’da veya Venezuella’da bulunsaydi daha fazla edebilirdi.

    gazeteciler bütün bu parametrelere hakim olmadan “filan isletme ucuza gitti” diye konusunca çok fazla kiymeti olmuyor benim gözümde.

    Son olarak yabanci bir firmanin satin almis olmasi bence bir sorun degil. Hatta bu firmanin Amerikan olmasi ayrica bir avantaj Türkiye için. Türkiye’deki yabanci yatirimcilar arasinda ABD’nin çok iyi temsil edilmedigini düsünüyorum çünkü.

    Muhabbetle

  5. Yazan:sokeli Tarih: Şub 8, 2009 | Reply

    artik biz turk milleti olarak 700 yil dunyayi yoneten hukmetmis osmanli torunlari olarak bulundugumuz nokta gelismislek yada silah gucu olarak sayin buyukleriz durumdan mem nunmu acaba biz masal dinlemek istemiyoruz artik guclu olmak zorundayiz insan gucu deyil akil gucu gerek saygilar vatanima kurban olurum sokeli

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin