RSS Feed for This Post

Türk Solu’nun ruh hali: CHP’lilik…

chp_iktidar.gifGeçtiğimiz günlerde “Türk solu” üzerine GENAR’ın bir araştırması hakkında değerlendirme yapmam istendi. Her ne kadar daha çok CHP’yi merkeze alan bir araştırma olsa da, Türkiye’de genel olarak solun halleri üzerine oldukça önemli veriler sunuyordu bu araştırma. Örneğin araştırmaya göre, AKP’ye oy verenler benzer oranlarda “başarılarından ötürü” ve “kendi görüşlerine yakın buldukları için” (yani “kimliğinden ötürü”) oy veriyorlar. Ana muhalefet partisi olarak CHP’nin seçmenleri ise esas olarak bir “kimliğe” oy veriyorlar. Ancak –gayet tahmin edilebileceği gibi- CHP’yi “muhalefet” olarak da “başarılı” bir parti olarak görenler yok denecek kadar az.     

Bir de bu partiye oy verenler arasında “alternatif olmadığını” düşünenler var. Bu haliyle CHP, ya kimlik özelliğinden ya da çaresizlikten oy verilen bir parti özelliği taşıyor.Genel olarak “sol/solculuk” üzerine yapılan değerlendirmelerde ilginç ve önemli olan bulgu, görüşülen kişilerin üçte birinin sol hakkında “fikrinin olmaması”…     

Başka bir deyişle, bu durum Türkiye’de “sol”un en önemli sorunlarından birine, solun ne olduğunun bilinmemesine işaret ediyor. Ve kuşkusuz bunun nedeni “sol” olarak siyasal yelpazede varolan partilerde yatıyor.Ancak, bunun yanısıra, geri kalan kesimin de sol hakkında -en azından temel değerler bakımından- öğrenmiş olduğu bir bilgisi var. Öğrenilmiş bir bilgi olarak “eşitlik”, “özgürlük”, “emeğe saygı” gibi değerler dile getirilirken, bu değerlerin örtüştüğü bir “sol” partinin olmadığı anlaşılıyor.

chp-turban_hatada_israr.jpg 

Öte yandan gene seçmenlerin üçte birinin “hiçbir zaman sol partilere oy vermediğini ve vermeyeceğini” söylemesi “sol” hakkındaki önemli bir blokaja ve “sol” kelimesinin “öğrenilmiş” bilgiler dışında gerçek anlamda nasıl bir duygu yarattığına, nasıl bir refleks uyandırdığına işaret ediyor. Yani bir tarafta “ideal / kitabî bir sol” var; diğer yanda “Türkiye’deki sol”… Türkiye’deki bu “sol”, söz konusu değerlerle örtüşmüyor.Başka bir deyişle, bir yandan “sol” olarak görünen partiler (kuşkusuz başta CHP) ve gerçekten “sol” değerler arasında üstüste örtüşmeme hali, tersine, açılan bir makas söz konusu…

CHP’nin seçmen profili de oldukça önemli ipuçları veriyor. CHP’nin daha çok üst gelir gruplarından ve eğitimi yüksek kesimlerden oy topluyor olması ve bu kesimlerin toplumsal piramitin tepesinde küçük bir gruba tekabül etmesi, bu kesimlerin yaşam standartlarını korumak istediklerini gösteriyor. CHP bu haliyle bir “üst sınıf” partisine tekabül ediyor ve toplumun geniş alt kesimlerine “değen” AKP’nin tersine, klasik anlamda çok daha “sağ / muhafazakar” parti özellikleri sunuyor. CHP gene bu haliyle yukarıdan aşağıya modernleşme politikalarının yarattığı ve devlet koruması altındaki, statükodan yana orta-üst sınıf çıkarlarını “yaşam tarzı ve seküler kültürel değerler” görünümü arkasında korumaya çalışan bir parti kimliği taşıyor.

Yani her ne kadar “ideal anlamda bir sol” hakkında kitabî fikirler (eşitlik, özgürlük vb) olsa da, bugün Türkiye’de “sol” algısında CHP’nin veya “CHP’li zihniyetin” oynadığı rol yadsınamaz. Seçmenlerin dörtte üçünün CHP’yi “sol” olarak görmesi, Türkiye’deki “sol”un olumsuz algılanışında CHP’nin temel bir rol oynadığını gösteriyor.

Özellikle son dönem (seçimler, cumhurbaşkanı seçimleri, muhtıra) gözönüne alındığında, CHP’nin almış olduğu merkezci ve devletçi tavıra rağmen, bu partiyi merkezde değerlendiren kesimin oranının yüzde 10’un bile altında kalmasıdır. O zaman şu söylenebilir: CHP’nin “devletçi” konumu “sol” olarak değerlendiriliyor; başka bir deyişle, Türkiye’deki “sol”un tanımlanmasında bu tavır temel bir rol oynuyor.

CHP’nin hâlâ Türkiye’de “sol”u taşıyor gibi görünmesi de başlı başına bir soruna işaret ediyor. Solun halkla ilişkisi genel olarak “halk adına doğruyu bilen seçkin sol”un muhatap olarak karşısında “cahil, kandırılmış, aydınlatılmayı bekleyen halk” algısı üzerine kurulu… Dolayısıyla “halktaki” değişimi göremeyen bu sol, değişmeyen, statikleşen ve giderek küçülen bir toplum kesiminde sadece destek bulabiliyor.

Buradan “sol” için anlamlı olabilecek bir sonuç çıkıyor: “Solcu” olmak için devlete değil; “halka yakın” olmak gerekiyor. Bu halk kuyrukçuluğu / popülizm yapmak anlamına gelmiyor; ama en basit ifadesiyle, “sol”un halkın değerleri arasında yer alan “dinselliğe saygıyı içselleştirmesi” gereği öne çıkıyor. Bu aslında “sol”un da yeniden tanımlanmasını gerektiriyor. Varolan CHP gibi partilerle “ezberlenmiş” olan “dindışı bir sol” yerine dinsellikle temas halinde olan, onu dinleyen ve anlayan bir “sol” anlayışının gerekliliğini ortaya koyuyor.

Araştırmadan elde edilen önemli bir bilgiye göre, bireylerin önemli bir kesiminde aynı anda hem cemaatçi / dışlayıcı özellikler, hem ayrı ayrı özgürlük ve özgünlüğünü yaşama arzusu, fakat daha genişleyen bir dairede ise “bir arada yaşama” arzusu belirginleşiyor. Dolayısıyla toplumun bu özellikleri gözönüne alındığında, tekil olarak her bireyin bütün bu “tanınma”, “kabul edilme” ve “birliktelik” özellikleriyle ele alınması gerektiği ortaya çıkıyor. Birey kendi üzerinde baskı hissetmediği takdirde (ve bunu net biçimde istiyor) birlikte yaşama arzusu ve gücü de ortaya çıkıyor.

Sonuç olarak, yukarıda değindiğimiz sola oy vermeyi kesin olarak reddeden üçte birlik oran önemlidir ancak geri kalan üçte ikilik kesimin böyle bir şartlanmışlığının olmaması daha da önemlidir. Yani yıllardan beri Türkiye’de sol partilerin en çok % 30’lar civarında oy alması mutlaklık arzetmiyor. Gerçekten sol değerleri –toplumla konuşarak ve dinleyerek- anlatabilen ve kendisiyle içselleştiren / özdeşleştirebilen bir parti olduğu takdirde bu oranın yükselebileceği pekala beklenebilir.

Ancak bunun için, CHP’li zihniyetin temsil ettiği (ve sadece CHP’yle sınırlı olmayan) “seçkin konumdan” çıkmak gerekiyor.

Bu sonucun tabii ki “kayıp vaka” CHP’yle bir ilgisi yok ama gerçekten sol olmak için çabalayanlar için büyük önem taşıyor. Türkiye’de bir sol partinin herşeyden önce “barış ve adalet”, “kendine benzemeyene saygı” ve “bir arada yaşama” meselesine vurgu yapan bir dil geliştirmesi gerekiyor.

 

 

Kitap tanıtan kitap 1

Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var.  Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.

 

Aydın kimdir? Muhafaza’nın ve Değişim’in kimyası

Aydın konusu gerçekten sorunlu görülüyor. Her ideoloji, her grup kendi liderini, kahramanını aydını ilan ediyor çünkü. Tam da bu sebeple tanımından önce başka bir sıfata daha ihtiyaç duyuluyor: Reformist aydın, muhafazakar aydın, Kürt aydını, Türk aydını, vs.. Kısacası “aydın olmak” hem toprak(toplum) hem de tohum(aydın) gibi üzerinde durulup incelenmesi yazılıp çizilmesi gereken bir kavram. Değişimin adresi kabul edilen Aydın’ın tanımı konusunda muhafazakar olunabilir mi?” 130 sayfalık bu kitapta modernleşme sürecinde Aydın’ı ve Aydınlanma’yı sorgulayan bakış açıları bulacaksınız. Ama teori ile yetinmeyen,  fikrin eyleme dönüşmesini, Cumhuriyet’i, demokrasiyi ve sivil itaatsizlik olgusunu da sorgulayan yazılar bunlar. Buradan indirebilirsiniz.

 İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında

Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü  sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Zaman Nedir?

“…Geçip gitmiş olmasa “geçmiş” zaman olmayacak. Bir şey gelecek olmasa gelecek zaman da olmayacak. Peki nasıl oluyor da geçmiş ve gelecek var olabiliyor? Geçmiş artık yok. Gelecek ise henüz gelmedi. Şimdiki zaman sürekli var ise bu sonsuzluk olmaz mı? ”  diyordu Aziz Augustinus. Zira kelimeler yetmiyordu. “Zaman Nedir?” sorusuna cevap verebilmek için kelimelerin ve mantığın gücünün yetmediğı sınırlarda Sanat’tan istifade etmek gerekliydi : Sinema, Resim ve Fotoğraf sanatı imdadımıza koştu. Ama felsefeyi dışlamadık: Kant, Bergson, Heidegger, Hegel, Husserl, Aristoteles… Bilimin Zaman’a bakışına gelince elbette Newton’dan Einstein’a uzandık. Bilimsel zamandan başka, daha insanî ve MUTLAK bir Zaman aradık. Delâilü’l-İ’câz, Mesnevî, Makasıt-ül Felasife , Telhis-u Kitab’in Nefs ve Fütuhat-ı Mekiyye gibi eserler Zaman-İnsan ilişkisine bambaşka perspektifler açtı. Zaman’ın kitabını buradan indirebilirsiniz.

Tarih şaşırmaktır

Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir… Buradan indirebilirsiniz. 

 

 

Kendi ülkesini işgal eden ordu

Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Beceriksiz ordular disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler.  İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek  KORKU PROPAGANDASI yaparlar. Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 10 Yorum

  2. Yazan:rafet günay Tarih: Oca 23, 2008 | Reply

    Bence medyada iş bitiyor.vel hasılı partileri bu pozisyona getiren çoğunlukla medyadır…
    medya artık yeni bir abi arıyor. Lütfen şu doğan yayınlarından kurtulalım.
    “Güzel günler gelecek” sloganının da kullanıldığı otobüste her kesimden insanı temsil edecek bir kurgu gözetilmiş baksanıza. Başörtülü bir bayanın varlığı dikkat çekiyor o fotoğrafta. Doğru bir yaklaşım bu. Çünkü şu ana kadar yapılan bütün kamuoyu araştırmaları gösteriyor ki; halk arasında başı örtülüler-başı açıklar diye bir kavga yok. Ve halkın ezici bir çoğunluğu yasakçı tavırların devam etmesinden yana değil. Halk arasında sorun olmayan bir konu, niçin çeyrek asrı aşacak bir hadise haline geliyor? Ya da halkın desteği istenirken gözetilen nezaket, başörtüsüne çözüm aranırken niçin göz ardı ediliyor? Bu sağduyu otobüsü neden konaklayacak bir yer bulamıyor?..

  3. Yazan:fuatogl Tarih: Oca 23, 2008 | Reply

    Ferhat bey, doğru tespitleriniz var fakat CHP konusundaki yanılsamayı bir ölçüde içeriyor analiziniz. CHP sol bir parti değildir, geçmişte zaman zaman sol unsurlarla ilişkilenmiş olması (dev-yol, shp sürecleri, vs.) bunu değiştirmiyor. Hangi ölçüte göre bakarsak bakalım, CHP yi sol diye sınıflandırmak mümkün görünmüyor. Ne teorik anlamda, nede hakim olan ideolojik ruh hali açısından bu mümkün değil.
    Sol şöyle olmalıdır böyle olmalıdır demeden önce de bugün var olan sol partilerin programlarına bir bakmak gerekiyor kanımca. Örneğin EMEP yada ÖDP nin parti programlarına bakınız. ÖDP yi nispeten daha iyi bildiğimden diyebilirim ki, demokrasi,eşitlik ve özgürlük açısından bugün büyük partilerin yanına bile yaklaşamıyacağı olgunluktadır. Ülke tasavvuru, yerel yönetimlerden parti içi işleyişine kadar. Sorun bunun siyasete kitlelere nüfus edememesi, kanalların olmaması. Solun kendi sorunları dışında, hem doğrudan baskılar(*) hemde sistemin bütünüyle çarpık olmasından kaynaklanıyor bunlar. Dolaysıyla, siyasi çerçevenin/zeminin bütünüyle çarpık olduğu bir yerde “şunlar şöyle bunlar böyle yaparsa..” demek biraz anlamsız gibi, hatta komik. Önce siyasetin zeminini konu edinip eleştirmek gerekiyor ki daha sonra birilerine akıl verebilelim. Örneğin 10% barajı hala bir demokrasi-özgürlük-samimiyet testi olarak kabak gibi ortada duruyor. Bu baraj kaldıkça siyaset oyunu hep aynı aktör ve akımlara mahkum gibi.

    (*)Örneğin yaz döneminde bir aile ziyareti için uğradığım Uşak-Eşme nin bir köyünde iken ödp liler gelmiş kahveye, bir takım tarım sohbetleri için. Partili sayısı kadar jandarma eşlik etmiş adamlara, telefon trafikleri, insanları tedirgin etmeler. Aynı akşam aynı jandarma gelip “huzurumuz bozulmasın” konuşması yapıyor kahvede. Somut baskılar derken bu tazr şeyleri kastediyorum, nasıl siyaset yapılsın bu ortamda?

  4. Yazan:TT Tarih: Oca 24, 2008 | Reply

    FK Türkiye’de bir sol partinin herşeyden önce “barış ve adalet”, “kendine benzemeyene saygı” ve “bir arada yaşama” meselesine vurgu yapan bir dil geliştirmesi gerekiyor.

    Özellikle son yüzyılda ortaya çıkan “öteki” üzerinden kendi ideolojisini yükseltme arzusu solunda başlıca problemlerinden biri…
    Durduk yere düşman üretme ve bu düşman üzerinden ideolojik iç bütünlüğünü,motivasyonu sağlama gayreti sonucunda bir yere varılamadığı bu yolla en önemli şey olan “insan”ın devre dışı bırakıldığı her türlü ideolojik düşüncenin uzun ömürlü olamayacağı açıkça ortaya çıktı…
    ……

    Geçenlerde GK başkanı Büyükanıt’ın yaptığı “insan hakları,demokrasi,özgürlük,barış” gibi insani değerlerin ihmal edildiği özeleştirisine benzer bir eleştiriyi de bu gün solun kendi üzerinde yapması gerekiyor ve durmadan sağ politikacıları ve değerleri eleştirecekleri yerde bu evrensel değerlerin neden pratikte solda da yaşanmadığı üzerinde kafa yormaları gerekiyor…

  5. Yazan:Kerem Tarih: Oca 26, 2008 | Reply

    CHP parti değildir!

    Aykırı adamız ya, herkes DP yazar, biz CHP yazarız.

    İki umutsuz vakadan ikincisi daha çok oy alıyor çünkü.

    Ve de müzik anlatınca hiçkimseden olumlu ya da olumsuz hiçbir tepki gelmediğinden, gene siyasal çıkıntılık yapayım da ortalık karışsın.

    Hem böylece “emekçi halkımın anlayacağı” bir konuya da değinmiş oluruz.

    Kimdi o yahu, geçenlerde biri bir laf etti, dedi ki “CHP aslında 1945’te bitmiştir”…

    Yani, 1950 yılında iktidardan bir daha dönmemek üzere düşünce değil de, çok partili sisteme geçildiği, DP kurulduğu zaman işi bitmişti aslında… Haksız değil.

    Bütün Türk siyaset bilimi camiasından da, üniversite kürsülerinden de, Türk basınından da rica ediyorum: Artık şu “çok partili sisteme geçmek” lafından vazgeçiniz, onu “çok partili sisteme geri dönmek” yapınız. Çünkü yanıltıcı oluyor. Türkiye’de 1908 yılından 1925 yılına kadar çok partili sistem vardı! Bunu “Milli Şef icat etmiş ve Türk milletine armağan etmiş” gibi bir sahtekârlığı bırakınız, size faydası yoktur! Onu ortadan kaldıran da İnönü oldu, geri getirmek zorunda kalan da…

    Elbette… Çünkü CHP, bilinen şekliyle bir “parti” değildir.

    Bir bürokrat yönetim mekanizmasıdır. Zorlama ve yapay bir oluşumdur.

    CHP, imparatorluğun yıkılması ve işgale uğramamız üzerine yurdun çeşitli yerlerinde kurulmuş olan “müdafaa-yı hukuk cemiyetlerinin”, yani “hakları savunma derneklerinin” birleştirilmesiydi… Bunları kuranlar, iktidardan düşmüş İttihat ve Terakki Fırkası’nın yerel yöneticileriyle oralarda işsiz kalmış Teşkilat-ı Mahsusa ajanlarıydı…

    Bu örgütlenme filizleri, yeni bir partiye dönüştürüldü.

    Varlık nedenini açıklamak üzere de “imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitleyiz” yalanı ortaya atıldı. Oysa, imtiyazsız ve sınıfsız toplum olmazdı, bu ancak Karl Marx’ın gündüz gözüyle kurduğu düşlerde geçerliydi.

    Aristokrat sınıfı yoktu, işçi sınıfı yok denecek kadar cılız, burjuva sınıfı büyük ölçüde gayrımüslimdi, onların da çoğunluğu yeni sınırlarımızın dışında kalmışlardı, bir kısmı öldürülmüş, bir kısmına göçettirilmişti. Memlekette iki “başat” zümre vardı: Bir köylü kitlesi, bir de bürokrasi… CHP, bu iki unsurun “zoraki” ittifakı oldu.

    Sonra, ikinci savaş yıllarında “taş gibi memur ekonomisi artık herkesi boğar duruma gelince” öküz öldü, ortaklık ayrıldı, zengin köylüler ve İstanbul burjuvaları, yoksul köylünün sırtına binerek bürokrasiyi iktidardan indirdiler.

    CHP, hiçbir serbest seçimi kazanamamıştır. Kazanamaz da.

    Şimdi ben söyleyince elektrik çarpmış gibi olacaksınız: Atatürk de, İnönü de, siyasi rakiplerine karşı hiçbir seçim kazanmamışlardır, ayrıca özel sektörde de hiç çalışmamışlardır! Askeri okula kayıt yaptırdıkları günden beri 10 Kasım 1938 ve 25 Aralık 1973 günlerine kadar ücret değil maaş almışlardır ve hiçbir geçim kaygısı da yaşamamışlardır!

    Deniz Baykal bunu çok iyi biliyor.

    Sekiz aydır Deniz Baykal’a yoğun şekilde hakaret ediliyor ama Deniz Baykal hiçbir şey yapamayacağını, hiçbir seçimi kazanamayacağını çok iyi biliyor… “Ana muhalefet liderliğine dünden razı” görünmesi, kimilerinin sandığı gibi bir zaaf değil, son derece gerçekçi bir politikadır. Ayrıca, kendi yerine kim gelirse gelsin hiçbir şey değişmeyecektir, o zaman o koltukta kalmasının ne sakıncası var?

    Bürokrasinin örgütü, sağa da yatsa seçim kazanamaz, sola da yatsa seçim kazanamaz. Ancak bazı “olağanüstü” dönemlerde iktidara bir ucundan tutunur, o kadar. Ona da el darbesiyle gerdeğe girmek derler.

    Ecevit de solla molla ilgisi olmayan, solculuğu lafta kalan milliyetçi bir politikacıydı. Epeyce de çağdışıydı. O kadar. Başka bir şey değildi.

    Dolayısıyla, AKP iktidarına kafa tutmak isteyenlerin, bir parti kurmaktan başka yolları yoktur. CHP gibi yapay bir oluşum değil, gerçek bir parti.

    Bu parti, ülkeyi AKP hükümetinden daha iyi yönetebileceğine seçmeni ikna etmek zorundadır.

    Mümkün müdür? Bugün için hayır. Ama on yıl sonra…

    Kimbilir?

    Bazı arkadaşlar bu yeni partinin “sol” olması gerektiğini ısrarla yazıyorlar. Demek ki hiçbir şeyden hiçbir ders almamışlar ve meslek hayatları boşa geçmiş.

    (Engin Ardıç)

  6. Yazan:Mehmet Tekcan Tarih: Oca 31, 2008 | Reply

    türban üniversiteye girdiği zaman müslüman olacaklarda üniversite bittikten sonra devlet dairelerinde çalışmaya başladıkları zaman baını açtıklarında dinsiz mi olacaklar? Bu türbanın üniversitede serbest olacağını savunanlar din için bunu yapıyorlarsa üniversite bittikten sonra çalışma hayatında başını açtıkları zaman dinsiz mi olacaklar? Bunu ileri görüşlü olan insanlar bunun dinle devlet işlerinin ayrı olduğunu türkiye cumhuriyetinin kurucusu Atatürk 1920 yılında bunu anlamış biz hala teknoloji devrinde bunu anlayamıyoruz ve algılayamıyoruz. Bunun arkasının geleceğini görmemezlikten geliyoruz.

  7. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Tem 13, 2008 | Reply

    Bence tartışmayı ters tarafından başlatıyoruz.Toplumsal altyapının gözardı edildiği ideolojijik etkiketler etrafında dönüp dolaşıyoruz.Birbirine karışmış,özgünlükleri şüpheli,duruşları hiç de net olmayan ideolojik karmaşayı salt kavramlar üzerinden tartışarak işe koyuluyoruz.Dolayısıyla politik çizgisi nasıl bir görüntü çizerse çizsin,toplumun genel talepleriyle örtüşmeyen tepeden inmeci ideolojik dayatmaların yarattığı bir siyasi gelenek hakim topluma.Bu siyasi iklim özelinde “sol”a mahsus bir durum da değil;islami kesimler,mufazakarlar,sağcılar,milliyetçiler(buna kürt etnik milliyetçiliği de dahil)bütün siyasi akımlar için de geçerli.Hatta bu anlayışın din,inanç,düşünce ve ifade özgürlüğü,kadın hakları gibi,insan hak ve özgürlüklerini savunan sivil toplum kuruluşlarına da sirayet ettiğini söylemek mümkün.

    Durum böyle olunca da halk adına söz sahibi olan,onlar adına karar veren ve bu anlamda doğrularını topluma kabul ettirmeye çalışan farklı marjinal grupların çözüm yerine tıkanmayı dayattığı bir tablo ortaya çıkıyor.

    Sol sol deyip duruyoruz,peki ifadesini “özgürlük”,”eşitlik”,”emeğe saygı”gibi değerlerden alan bir yapı nasıl oluyor da halktan yeterince destek bulamıyor?Bu,ortada ciddi bir çelişkinin varlığına işarettir.Öyle ya,bunun pek çok anlamı var;ya halk henüz bu değerlere itibar edecek bilinç ve siyasi olgunluktan uzaktır,ya bu değerleri savunuyor görünen “sol”samimi değildir,ya da bu güne kadar bu değerlerin halk tarafından içselleşebilmesinin doğru yöntemleri keşfedilmemiştir.Belki biri doğrudur belki de hepsi,ama görünen o ki bugüne kadar ısrar edilen anlayış bizi doğru sonuçlara götürmemiştir.

    30 yılı aşkındır boğuştuğumuz ve kangrenleştirdiğimiz kürt sorunu için de aynı çelişkiden sözetmek mümkün.Tamam,devletin çözümsüzlükte ısrarcı olduğu bilinmeyen bir gerçek değil.Fakat çözümsüzlüğü sadece devletin tutumunda aramak bizi çözüme ne kadar götürebilir?Dolayısıyla tıpkı”sol”un içine düştüğü benzer tutumun burda da geçerli olduğunu görüyoruz.Kürt elitleriyle halk tabanı arasında büyük bir uçurum var ve maalesef bu yeterince irdelenemiyor.Yani dikkatlice gözlendiğinde burda da halktan kopuk,halkın beklentileriyle örtüşmeyen bir tutumda ısrar edildiği görülecektir.Zira bu elit tabaka kendi içinde özeleştiri vermeksizin kendi doğrularını halka dayatarak, savunmuş göründüğü kesimi her türlü felakete sürüklemekten çekinmemektedir.Bu değerlendirmelerimle kürt vatandaşlardan büyük tepki alacağımı biliyorum.Fakat ben yine de doğru bildiğim gerçekleri dile getirmekten kaçınmayacağım.Zira tesbitlerimi doğrulayan sayısız örnek var.Silahsız,şiddetsiz bir seçim olayında bile nasıl derin uçurumların olduğu ortadadır.Bu denli riski az olan bir durumda bile neredeyse kutsallık mertebesine getirdikleri DTP yerine tercihlerini farklı kullanmışlardır.Peki bu çelişki değil midir?Bu partiyi tek kurtuluşları görüyorlardı da neden görünenden çok farklı bir tablo çıkıyor?Demekki asıl talepleri bu elitlerin kendileri adına dillendirdiklerinden çok farklı.Ve demekki kimsenin onların ne düşündüğünü dikkate aldığı yok.

    Sonuç olarak,ortak akılla halkı ortak paydalarda buluşturacak yeni açılımlara ihtiyaç var.Adı ister sol olsun ister başka bir şey.Yeter ki tepeden inmeci bir anlayışla dayatılmasın ve toplumsal gerçeklikler gözardı edilmesin.Bunu başardığımızda belki de sonu gelmez kavgaların,siyasi kutuplaşmaların yerini uzlaşma ve diyalog alacaktır.Öncelikli görevimiz bu olmalı.Yoksa daha çoook bu kavga dövüş içinde “sol”u tartışmaya devam edceğiz.

  8. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Tem 13, 2008 | Reply

    Bu arada Fuat Bey’in siysetin(özelinde solun)kitlelere nüfuz edemediği şeklindeki tesbiti son derece yerindedir.Gerçekten de solun geniş kitlelerle buluşabileceği kanallar tıkalıdır.Ancak bu engeli yaratan çarpık siyaseti sadece devletin baskıcı tutumuyla ilişkilendirmek de yanıltıcıdır.Devlet aygıtının sistematik baskıları dışında çok daha etkili bir medya yönlendirmesi olduğunu da unutmamak gerekir.Yani polis,jandarma,savcılık vs.halkı bu anlamda rahat bıraksa da kitlelerin sola yakınlık duyabileceği bir siyasi zeminin yokluğu sözkonusudur.Medyasını,üniversitesini,resmi ideolojisini bir tarafa koyarsak solu kitlelerin gözünde öcü gibi gösteren bir kolektif algı var ve bu algı maalesef toplumda kabul görmektedir.Hatırlamakta fayda var,sınır ötesi harekatı başlangıcında savaş çoşkusunun anaokullarına kadar sokulduğu bir süreci yaşadık.Böylesi bir atmosferde kitleler sola nasıl sempati duyabilir?Ayrıca şiddet ve militarizmin yüceltildiği ve bunun bizzat aydın ve solcu geçinenler tarafından desteklendiği bir ortamda da doğal olarak solu benimseyebilecek olan kitleleri de hayal kırıklığına uğratır ve bu da farklı bir kopukluğa yol açar.

    Sonuç itibariyle halk adına bu denli belirleyici,yönlendirici ve kafa karıştırıcı ideolijiler varken,halkın kendi talepleri doğrultusunda bilinçlenip özgürce tercih belirlemesi oldukça zor görünmektedir.

  9. Yazan:Recai Yahyaoğlu Tarih: Tem 14, 2008 | Reply

    Türk solunun ruh hali son yıllarda oldukça bozulmuş gözüküyor.

    Lütfen http://www.google.com.tr den ‘Cuntacıların Psikolojisi’ diye yazıp arama yapınız.

    Türk solunun aslında biraz da cuntacıların psikolojisi ile bir çok benzerlik göstermekte olduğunu görebilirsiniz..

    Solun içine düştüğü en önemli handikap halkın oylarıyla iktidar olamayacağını anlayıp umudunu darbe yapmaya bağlamış olması ve cuntacılarla bu bağlamda bir çok bakımlardan ruhsal ve psikolojik benzerlik göstermesi…

  10. Yazan:nurhayat Tarih: Kas 7, 2009 | Reply

    Bence medyada iş bitiyor.vel hasılı partileri bu pozisyona getiren çoğunlukla medyadır…
    medya artık yeni bir abi arıyor. Lütfen şu doğan yayınlarından kurtulalım.
    “Güzel günler gelecek” sloganının da kullanıldığı otobüste her kesimden insanı temsil edecek bir kurgu gözetilmiş baksanıza. Başörtülü bir bayanın varlığı dikkat çekiyor o fotoğrafta. Doğru bir yaklaşım bu. Çünkü şu ana kadar yapılan bütün kamuoyu araştırmaları gösteriyor ki; halk arasında başı örtülüler-başı açıklar diye bir kavga yok. Ve halkın ezici bir çoğunluğu yasakçı tavırların devam etmesinden yana değil. Halk arasında sorun olmayan bir konu, niçin çeyrek asrı aşacak bir hadise haline geliyor? Ya da halkın desteği istenirken gözetilen nezaket, başörtüsüne çözüm aranırken niçin göz ardı ediliyor? Bu sağduyu otobüsü neden konaklayacak bir yer bulamıyor?..bu böyle uzar herhalde, ben rafet hocama kesinlikle katılıyorum sonuna kadarda arkasındayım

  11. Yazan:ali duman Tarih: Kas 7, 2009 | Reply

    Hükümet bir yasa tasarısı hazırlıyor, yasa meclisten geçiyor ve cumhurbaşkanının onayına sunuluyor.

    yasa, işçilerin bir patrondan, başka patronlara devrini dair, işçi büroları kurulmasına ilişkin, ve işçiler sanki köle gibi devredilebilen varlıklar haline getiriliyor.

    bu yasaya karşı olan işçi sendikaları, hükümet, muhalefet partileri ve cumhurbaşkanıyla görüşmeler yapıyorlar.

    hani SOL parti yaa, bu yasa için TEK BİR CÜMLELİK MUHALEFET dahi yapmıyor. 301’in kaldırılmaması için MECLİSTE gövdesini siper eden, ergenekon kılıklı milletvekillerinin, tek bir tanesi bu yasa için, tek bir cümlelik muhalefet yapmıyor, tek bir söz etmiyor.

    ne varki işçi sendikalarını haklı bulan cumhurbaşkanı, sendikaların karşı çıktığı maddeyi VETO ediyor ve meclise geri gönderiyor, hükümet VETO üzerine geri adım atıyor, yasayı değiştiriyor. SOL partiymiş ha, SOL parti, buna SOL’cuların oylarını çalın hırsız parti demek çok daha doğru değil midir? yıllardır ALEVİLERİN oylarını çalıp, devletin resmen tanımadığı ALEVİLERİN tek bir kez dahi hakkını savunmayan hırsız parti demek daha doğru değil midir?

    her halukarda bu ülkede %20 sol/sosyaldemokrat oy vardır, şimdi parlemantoda neden %20 sol/sosyaldemokrat milletvekili yok, neden 550 üyeli parlemanto sol adına tek bir milletvekili (ufuk uras) tarafından temsil ediliyor???

    akp ve güleni bitirme planı ortaya çıktığında “belge doğruysa genkur başkanı istifa etmelidir” diyen, parti fuhreri, belge doğru çıktığı şu günlerde, sözünü ettiği İSTİFANIN adını dahi etmiyor. O zaman nasıl olsa belge yalanlanacaktı, yani kale boştu, boş kaleye gol atıyordu, şimdi kale dolu, gol atmaya teşebbüs dahi edemiyor, yalanı bayrak edinmişliğin sonu budur işte.

    söyler misiniz? bu durumda bu ülkenin gerçek takiyeci partisi kimdir, sol oyları, alevi oylarını çalan, ancak onları temsil etmeyen oy hırsızı kimdir?????????

    chp, sol değil aslında tamda sol düşmanı partidir.

    kuruluşundan 40 yıl sonra solcu olduğunu deklere etmiş hilkat garibesi bir oluşumdur.

    solculuğu, solu emniyet altına alma, solu iğdiş etme isteğinden, ve 1965 yılında TİP’nin önünü kesme isteğinden kaynaklanmaktadır.

    kısacası chp, türkiye’nen samimiyetsiz ve sahte solcu oluşu açısından ilk ve tek TAKİYECİ partisidir. Görevi, türkiye hakim sınıfları adına solu takip etmek ve kontrol altında tutmaktır. Ancak bu misyon, soğuk savaşın bitimi ve modernitenin çöküşyle birlikte bitmiştir, soğuk savaşın bitimiyle dünya konjektöründeki alt üst oluşlar bu partinin ipliğinin pazara çıkmasına da neden olmuştur.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin