RSS Feed for This Post

Kadına karşı şiddete son!

kadina-karsi-siddet-image4.jpgDikkat! : Bu yazıda bahse konu olaylar tamamıyla gerçektir. Konusu ve içeriğindeki şiddet tasvirleri nedeniyle 18 yaşından küçükler tarafında okunması sakıncalı olabilir

Geçtiğimiz 25 Kasım Pazar günü “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü”[1] [2] idi. Bu gün hasebiyle çeşitli etkinlik ve gösteriler düzenlenerek insanların dikkat ve ilgisi bu konu üzerine toplanmaya çalışıldı[3a]. Yürütülen kampanyalarla da ilginin devem etmesi amaçlanıyor[3b]

Sadece ülkemizde değil bütün dünyada pek çok kadına fiziksel ve psikolojik şiddet uygulanmakta. Bu “gün”den haberli, habersiz yüzlerce, binlerce kadın aynı günde şiddetin çeşitli şekillerine maruz kaldılar[4] ve kalmaya da devam ediyorlar. Sebepleri ne olursa olsun dünya genelinde her 3 kadından 1’i eşinden, erkek arkadaşından ya da aile bireylerinden kötü muamele görüyor, fiziksel ya da duygusal şiddetin kurbanı oluyor.

Dünya çapında istatistikî veriler gerçeği yansıtmıyor.

kadina-karsi-siddet-image1.jpgUluslararası Af Örgütü’nün 2004 yılında yaptığı açıklamada[5]  belirtildiği gibi kadına yönelik şiddetin dünya çapında çok yaygın olmasına karşın bu konuda sağlıklı istatistikî veriler ortaya çıkarılamamıştır. Verilen rakamların gerçek boyutu yansıtmadığı da aynı açıklamada dile getirilmiştir. Bu durumun nedenin ise toplumlarda kadına yönelik şiddetin sistematik biçimde araştırılmamasının olduğu ifade edilmiştir. Daha da önemlisi kadınların yaşadıklarından utanmaları, toplum tarafından maruz bırakılacakları diğer olumsuzluklardan çekinmeleri, şikâyetlerinin sonrasında daha da fazla şiddet görecekleri korkusu ile yasal makamlara şikâyette bulunma, korunma ve sığınma talepleri olmaması nedeniyle istatistikî bilgi oluşmamaktadır. Bu konuda kimi ülkelerde hiçbir veriye rastlanamadığı gibi bazı ülkelerde ise verilerin gerçeği yansıtacak nitelikte olmadığı aynı raporda dile getirilmiştir.

Kadının sırtından sopa hiç eksik olmuyor ama kadınlar hep susuyor…

Yukarıda belirtilen durumların benzerleri ülkemizde de yeterli ve detaylı araştırmaların yapılamamasına neden teşkil etmektedir.  Dahası kimi yörelerimizde kadınların kendilerine uygulanan duygusal ve fiziksel şiddeti olağan sayacak şekilde yetiştirilmeleri söz konusu olduğundan içinde bulunulan ve maruz kalınan şiddeti hayatlarının bir parçası olarak değerlendirmektedirler. Hal böyle olunca kadınlarımızın pek çoğu kötü muamele ve şiddet karşısında bırakın resmi makamlara şikâyette bulunmayı, kendi ailelerinden dahi yardım talep etmemektedirler. Darp, yaralanma, zor kullanarak cinsel ilişkiye maruz kalma, diğer fiziki acılar ve psikolojik şiddet karşısında çocuklarına ve canlarına kast edilmedikçe çoğunlukla sessiz kalmakta ve yaşadıklarını saklamaktadırlar. Yaşadıkları korku ve endişe onların sessizliklerini arttırmaktadır. Hala pek çok yöremizde kızlarımız bir “bedel” karşılığında küçük yaşlarda evlendirilmekte, namus ve töre cinayetlerine kurban verilmekte, pek çok nedenden dolayı da değişik biçimlerde şiddet görmekte ve buna boyun eğmektedirler.  

Üzücü olan diğer bir nokta ise kadınlarımızın ve yetkililerin karşılaşılan şiddet olaylarında korumaya yönelik kanunların varlığından (Örneğin 4320 sayılı kanun. Söz konusu kanun, aile üyelerine ailenin diğer bir üyesi tarafından şiddet uygulanması halinde bir takım özel tedbirler alınmasını içermektedir.) ve bunlardan yararlanılmasından[6],  korunma talebinde bulunmadan, profesyonel yardım istemeden, sığınma evlerinden istifade etme gibi destek ve yasal imkânlardan habersiz olmalarıdır.

Buna kim dur diyecek!

Emniyet Genel Müdürlüğü Asayiş Daire Başkanlığı’nın hazırladığı 2006 Yılı Faaliyet Raporu’nda [7] verilen rakamlar ise kadınların yaşadıkları şiddetin korkunç boyutlarını ortay çıkarmaktadır. Raporda verilen rakamlar, 2006 yılında kadına yönelik şiddet olaylarında bir önceki yıla oranla %76 artış olduğunu göstermektedir. 2005 yılında 41.081 kadın şiddete maruz kalırken, 2006 yılında bu rakam 72.643 olmuştur. Geçen yıl, 842 kadın cinayet kurbanı olmuş, 9.037’si yaralanmış, 22.884’ü darp edilmiş, 5.972’si kaçırılmış, 9.675’i tehdit edilmiş, 14.989’u aile içi şiddete maruz kalmış, 1.113’ü tecavüze uğramış, 872’si taciz kurbanı olmuş, 380’nine zorla fuhuş yaptırılmış, 466’sı intihar etmiş, 5.852 kadın ise intihara teşebbüs etmiştir.[7]  2006 yılında şiddete maruz kalan kadınların 11.002’sinin ise 18 yaşından küçük olduğu belirlenmiştir.

kadina-karsi-siddet-image3.jpg   Mor Bakışlar[8], ürküten rakamlar[9]

  • Türkiye’de 640.000 kız çocuğu okula gönderilmiyor.
  • Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunda kadınların %45,7’sine kocalarının seçiminde danışılmıyor, %50,8’inin rızaları alınmıyor.
  • Acil yardım hattını arayan kadınların%57’sini fiziksel şiddet, % 46,9’unu cinsel şiddet, %14,6’sını ensest ilişkiye, %8,6’sını tecavüze maruz kalanlar oluşturuyor.
  • Ankara’da gecekondularda yaşayan kadınların %97’si kocalarının saldırısına uğruyor.
  • Orta ve yüksek gelir grubundaki kadınların %71’inin kocası şiddet kullanıyor.
  • Orta ve yüksek gelir grubundaki kadınların %63,5’i cinsel tacizin bir türüne maruz kalıyor.
  • Aile içinde barışı sağlamak gibi yanlış bir inanca sahip polis, kadınların şikâyetlerini araştırmıyor.
  • 1990 yılından buyana, Türkiye’de töre ve şiddet kıskacındaki kadınlara kucak açacak sadece 30 sığınma evi var.[10]
  • Nüfusu yaklaşık 70 milyon olan Türkiye’de şiddet mağduru kadınlar için kurulmuş kadın sığınma evlerinin toplam kapasitesi 496 kişiliktir. Ve bu güne kadar 5.512 kadına hizmet verdiği belirtilmiştir.[11]

Gerçek hayattan kesitler…

Trafik sıkışık, kavşakta ikinci kez ışık kırmızıya dönüyor. Görünen o ki böyle giderse iki ışık daha beklenecek. Kilit olmuş araç kümesi içindeki arabaların birinde olağandışı bir hareketlilik yaşanıyor. Araçta bir adam ve bir kadın var. Direksiyondaki adam olduğu yerde bir öne, bir yana doğru hızlı ve sinirli hareketler yapıyor. Belli ki bir şeylere fena halde kızmış, hiddetini beden diliyle de konuşturuyor. Adamın iki kolu birden havaya kalkarken yan koltukta oturan kadın irkilerek olduğu yere siniyor. Adam gövdesini kadına doğru çeviriyor ve hiddetine devam ediyor. Belli ki ağzından dökülenler hiç de hoş sözler değil, kadının başı önüne eğiliyor. Saniyeler geçtikçe hareketler daha da sertleşiyor. Kadın bu gidişin sonunu biliyor gibi endişe ile etrafına bakıyor. Adamın yüzünden etrafa yayılan öfke çok net görülebiliyor. Alnının ortasından geçen damar kabarmış, kaşlar çatılmış, yüz iyice gerilmiş, gözler ateş saçıyor. Son sinir dalgasının harareti ile havaya kalkan sağ el yumruk olmuş. Artık direnmenin faydası yok, o yumruk bir balyoz gibi kadının kafasına iniyor. Darbenin şiddetinden savrulan kafa yan cama çarpıp yumruğa geri dönüyor. Adamın hırsı geçememiş, üstelik daha da iştahlanmış. Havada hazır bekleyen yumruk çözülüyor ve bu kez adamın avuç içi kadının yüzüne yapışıyor. Adam hiç tereddüt etmeden bir yumruk ve iki tokatla kadını iyice sindirip, hareketsiz bırakıyor. Yan arabada bulunanlar dehşete kapılmış bir halde bu durumu seyrediyorlar. Sözle başlayan eylem fiziksel aktivite ile devam ederken ışık yeşili bulmuş ve araçlar hareketlenmiş. Tıkanan trafik aksın diye sabırsızlanan araçların kornaları kulakları kaplıyor. Kadın koltuğunda iyice büzülüyor, yüzünü avuçlarının içinde saklayarak hıçkırıyor. Kornalar sanki şimdi daha da gürültü ile ötüyor, kadının hıçkırıklarıysa duyulmuyor…

……

Tenha, loş bir sokak, tek tük gelip geçenden başka kimse yok. Gecenin lacivertliğinin yeni yeni yayıldığı dakikalarda sokak lambaları da olmasa etraf hepten karanlık olacak. Henüz çiselemeye başlamış yağmurla birlikte havaya toprak kokusu sinmiş. Acele ile gelip geçenlerin ayak seslerinden başka, arka caddeden gelen trafik gürültüsü dışında, ortama yabancı, kedi miyavlamasını andıran bir inleme sesi duyuluyor. Ardından bir şaklama sesi, bir daha, bir daha… Sonra bir feryat çınlıyor sokakta, bir kadının yalvaran, çaresiz ve güçsüz feryadı “yapma! Kurbanın olayım yapma!”. Bir adam sesi yüksek tondan karşılık veriyor o cılız, ince, titrek sese. Adamın sesi gürlüyor adeta. Köpürmüş, kabarmış bir denizin kıyıya patlaması gibi kabaran hiddeti ile ses patlıyor, binalara çarpıp kadına geri dönüyor. “sus k…ak, onu önce düşünecektin”. Sokağı aydınlatan ışığın altında iri cüsseli bir adam kendi boyunca fakat kendinden hayli zayıf bir kadını hırpalıyor. Bir eliyle kadının bileğini tutarken diğer eliyle kadını tokatlıyor göbekli iri adam. Havaya kalkan, bir devin eline benzeyen o büyük avuç olanca kuvveti ile kadının zayıf ve uzun çenesinde nihayetlenerek hareketini tamamlıyor. Sonra tekrar aynı kuvvet ile el yeniden hava kalkıp yerini buluyor. Sendeleyip, sendeleyip bir türlü yere düşmeyen kadın son darbeye dayanamayıp asfalta kapaklanıyor. Yalvarması, inlemesi tıpkı üstüne gelen tekmeler gibi hiç kesilmiyor. Adam hırslandıkça hırslanıyor, ne attığı onca tokat ne de savurduğu tekmelerden tatmin olmamış. Tekmesini savururken, ön dişleri arasında ısırdığı dili dışarıda hırlıyor kadına “sus be kadın, sus dedim sana, sus yoksa gebereceksin…”. Sokaktan geçen üç beş kişi sanki bu gösterinin özel izleyicileriymiş gibi öylece durup bakıyorlar. Adam neden sonra aynı gürleyen sesi ile etrafındakilere dönüp “sizin işiniz yok mu? Ne bakıyorsunuz” diyor ve o üç beş kişi de sessizce dağılıyor. Kadın yerde sessizce kıvranıyor…

……

Yıkılırcasına yumruklanan kapının arkasından gecenin sessizliğini yırtarcasına çığlıklar yükseliyordu. Akşamın ilerleyen saatlerine rağmen henüz yatmamış olan ev sahibi korku ve panikle kapıya yöneldi. Gözetleme deliğinden gördüğü manzara kanını dondurmaya yetmişti. Kapıyı yumruklayan kapı komşusuydu ve panik halindeydi. Kapı açıldığında karşılaştığı manzara daha da korkunçtu. Pijaması yırtılmış, dudağının kenarından ve burnundan süzülen kan yanağına ve çenesine doğru yayılmış, dehşet ve korku ile yardım dilenen gözleri ağlamaktan şişmiş bir halde kapı komşusu kapısında tir tir titriyordu. Aniden kadının arkasında beliren kocasındaki hal çok daha korkutucu idi. Adamın iri gözleri sanki daha da pörtlemişti. Hiddetten kızarmış yüzündeki kasların hepsi dondurulmuşçasına kasılmış, kaşlar gözlerle birleşecek kadar çatılmış vaziyette yan kapıda kadının arkasında bitivermişti. Yedi aylık hamile olan kapı komşusu daha yardım çağrısı için ağzını açamamıştı ki adam karısını saçlarından yakalayıp evlerine doğru sürüklemişti. Kadın sadece “yalvarırım” diyebilmişti kapısına sığınmaya çalıştığı komşusuna, “yalvarırım…”

 ……

Son olarak;

Şiddet gören insanlardan bu şartlar altında hayatlarını sürdürmelerini beklemek, ortamdaki şiddeti desteklemektir.

Eşlerine, ailelerine ya da çevrelerine şiddet uygulayan insanların hasta olmadığını vurgulayan uzmanlar, şiddet uygulayanlara yönelik cezaların caydırıcılığının bulunmadığına dikkat çekmektedirler. [12]

Kaynaklar:

[1] http://www.cnnturk.com/TURKIYE/haber_detay.asp?PID=318&HID=2&haberID=407077

[2] http://www.amnesty.org.tr/v2511200401.si

[3a] http://www.ucansupurge.org/

[3a] http://www.urfahaber.net/detay.php?id=10870

[3b]http://www.saynotoviolence.org/

[4] http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=135438

[5] http://www.amnesty.org.tr/v0503200402.si

[6] http://mevzuat.basbakanlik.gov.tr/mevzuat/metinx.asp?MevzuatKod=1.5.4320

(Ailenin korunmasına dair 4320 sayılı Kanun -Madde 1: Türk Medenî Kanununda öngörülen tedbirlerden ayrı olarak, eşlerden birinin veya çocukların veya aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireylerinden birinin veya mahkemece ayrılık kararı verilen veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı olan veya evli olmalarına rağmen fiilen ayrı yaşayan aile bireylerinden birinin aile içi şiddete maruz kaldığını kendilerinin veya Cumhuriyet Başsavcılığının bildirmesi üzerine Aile Mahkemesi Hâkimi meselenin mahiyetini göz önünde bulundurarak re’sen aşağıda sayılan tedbirlerden bir ya da birkaçına birlikte veya uygun göreceği benzeri başka tedbirlere de hükmedebilir:…)

 [7] http://213.243.28.21/haber.php?haberno=226416&tarih=09/07/2007

[8] Mor Bakışlar, Yazar : Cahide Günay, Truva Yayınları, 2. Baskı 2004, ISBN:975-6237-19-8           

     http://www.ideefixe.com/kitap/tanim.asp?sid=IE81XTDZBB4BGAPELRSB

[9] ae. Sayfa 31, 32, [12] a.e Sayfa 59

[10] http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=211436

[11] Report on women’s rights (turkish) ___[1]   http://www.eminebozkurt.pvda.nl/download.do/id/100831911/cd/true/

… Bu makale ilginizi çekitiyse…

Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları

Suzan Başarslan’ın dediği gibi “kadına dair söylenmesi gereken ne  kadar söz varsa erkeğin söylediği” bir dünya bu. Sadece söz mü? Yaşama hakkı bile. Bugün Çin’de ve Hindistan’da yüzbinlerce kız bebek daha doğmadan ultrason ile ana karnında görülüp yok ediliyor. Erkeklerin güç mücadelesinde kadınlar eziliyor. Cumartesi anası oluyor, cezaevlerinin önünde sıra bekleyen, şehit tabutlarının üzerinde ağlayan oluyor.  Şampuan veya otomobil satarken bedenini kullandıran, arka planda, silik, soyunan, tüketen, “figüran”… Kadınlara özne olma hakkını vermeyen erkekler mi yoksa bu hakkı alamayan kadınlar mı? Kadınlıklarını kaybetmeden, erkekleşmeden var olabilecek mi birgün kadınlar? 96 sayfalık bu kitapta Kadın’a ait kavgaları ve Kadın’ın kimlik arayışını sorguluyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

 

 Kadın hakları ve Kemalizm

 “Kemalizm Türk kadınına özgürlük verdi” gibi sloganlarla düşünmeye daha doğrusu ezberlemeye itildiği için sık sık  şaşırmaya mahkûm bir kuşak bizimki. Tarihi, belgeleri, siyasî söylemleri ve sloganları aklın imtihanına tabi tutan herkes hayretler içinde kalıyor. “İyi de biz bunu bunca sene nasıl yuttuk?” diye sormaktan alamıyoruz kendimizi.  Kemalist düşüncenin, çağdaşlığın ve Atatürk devrimlerinin yılmaz bekçisi “çağdaş Türk kadını’nın sesi” Cumhuriyet Gazetesi’nin başyazarı olan Yunus Nadi kadınların siyasete atılmasına nasıl tepki vermiş meselâ?  “Havva’nın kızları, Meclis’e girip yılın manto modasını tartışacak”  Kadınlar Halk Fırkası kapatılınca yerine Türk Kadınlar Birliği kurulmuş. O da kapatılınca Cumhuriyet Gazetesi’nde şu başlık atılmış:  “Türk Kadınlar Birliği kapatıldı, fesat çıkaran hatun kişilere haddi bildirildi.” Derin Düşünce Fikir Platformu yakasını resmî tarihten kurtarmak isteyen okurlarına ezber bozan bir kitap öneriyor : Kadın hakları ve Kemalizm ilişkisine alternatif bir bakış

 

 

 Derin İnsan 

 “Düşümde bir kelebektim. Artık bilmiyorum ne olduğumu. Kelebek  düşü görmüş olan bir insan mıyım yoksa insan olduğunu düşleyen bir kelebek mi?” (Zhuangzi, M.Ö. 4.yy)

“Ben” kimdir? İnsan nedir? Hakikat’in ne tarafındayız? Hiç bir şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde nasıl bilebiliriz bunu? Zekâ, mantık ve bilim… Bunlar Hakikat ile aramıza bir duvar örmüş olabilir mi? Freud, Camus, Heidegger, Kierkegaard, Pascal, Bergson, Kant, Nietzsche, Sartre ve Russel’ın yanında Mesnevî’den, Mişkat-ül Envar’dan,  Makasıt-ül Felasife’den, Füsus’tan ilham alındı. Hiç bir öğretiye sırt çevrilmedi. Aşık Veysel, Alfred Hitchcock, Maupassant, Hesse, Shyamalan, Arendth, Hume, Dastour, Cyrulnik, Sibony, Zarifian ve daha niceleri parmak izlerini bıraktılar kitabımıza. Buradan indirebilirsiniz. 

   Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları

Suzan Başarslan’ın dediği gibi “kadına dair söylenmesi gereken ne  kadar söz varsa erkeğin söylediği” bir dünya bu. Sadece söz mü? Yaşama hakkı bile. Bugün Çin’de ve Hindistan’da yüzbinlerce kız bebek daha doğmadan ultrason ile ana karnında görülüp yok ediliyor. Erkeklerin güç mücadelesinde kadınlar eziliyor. Cumartesi anası oluyor, cezaevlerinin önünde sıra bekleyen, şehit tabutlarının üzerinde ağlayan oluyor.  Şampuan veya otomobil satarken bedenini kullandıran, arka planda, silik, soyunan, tüketen, “figüran”… Kadınlara özne olma hakkını vermeyen erkekler mi yoksa bu hakkı alamayan kadınlar mı? Kadınlıklarını kaybetmeden, erkekleşmeden var olabilecek mi birgün kadınlar? 96 sayfalık bu kitapta Kadın’a ait kavgaları ve Kadın’ın kimlik arayışını sorguluyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

 Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor.  Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

Amerika Tedavi Edilebilir mi?

 Amerikalılar neden bu kadar gaddar? Dünyanın geri kalan kısmında yaşayan insanlara karşı niçin bu denli acımasız?
 Bayrak yakmanın ve Amerikan/İsrail mallarını protesto etmenin dışında bir şeyler yapmak gerektiğini düşünenler için yapılmış bu çalışmayı ilginize sunuyoruz. ABD desteği son bulmadan Ortadoğu’nun psikopatı İsrail’in saldırganlığı bitmeyecek ve Ortadoğu’ya huzur gelmeyecek gibi görünüyor. Vietnam’da ve Latin Amerika’da yaşanan katliamlar Ortadoğu’da devam ediyor.

 Müslüman’ın Zaman’la imtihanı

Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî  tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.

 Bir pozitivizm eleştirisi

Hayatta en kötü mürşit ilim ve fen olmasın sakın? Eğer Atatürk bir kaç yıl daha yaşasaydı o meşhur sözünü geri alır mıydı acaba?… Ateşi keşfetmeden önceki insanlık ile bugünkü “uygarlığımızı”  karşılaştırdığımızda hiç  yol almadığımız söylenebilir. Bundan 200 bin yıl önce komşusunun yiyeceğini çalmak için başına taşla vuran neandertal insani ile 2003 yılında Irak in petrolünü çalmak için bir milyon ıraklı sivili öldüren (veya buna seyirci kalan) homo economicus ayni uygarlık seviyesinde. Aralarındaki tek fark kullandıkları silahların teknolojik üstünlüğü.  Teknoloji ve bu teknolojinin uygulanmasını mümkün kılan bilimsel buluşlar sıradan insanlar kadar bilim adamlarının da gözlerini kamaştırdı. Bugün karşımıza kâh bilimci (scientist), kâh deneyci (ampirist) olarak  çıkan ahlâkî-felsefî bir duruş var. Bu duruş eğitim sistemimize ve resmî ideolojimize öyle derinden işlemiş ki sorgulanması dahi çok sayıda insanı öfkelendirebiliyor, rejimin savunma mekanizmalarını harekete geçirebiliyor.  Bilim ve teknolojinin insanlığa otomatik olarak barış getireceğinden şüphe etmek neredeyse bir suç. Buna cüret edenler gericilikle, bağnazlıkla suçlanabiliyor.  Pozitivizm ve “modern” yaşam üzerine yazılmış makalelerimizin bir derlemesini 75 sayfalık bir kitap halinde sunuyoruz. PDF formatındaki bu kitabı buradan indirebilirsiniz.  

Trackback URL

  1. 113 Yorum

  2. Yazan:snowqueen Tarih: Ara 3, 2007 | Reply

    Kamer Hanım,
    çok incitici bir konuya değinmişsiniz, biz de kol kırılır yen içinde kalır…

    Güldünya Tören gibi töre cinayeti kurbanlarının hikayelerini haberlerde izledik, gazetelerde okuduk ama pek birşey yapıldığı söylenemez. Kadın hastane odasında öldürüldü!
    Düşünebiliyor musunuz, bu zamana kadar ‘töre cinayeti indirimi’ diye bir kavram vardı…

    Türkiye gibi erkek egemen toplumların üzerine sinen aile içi ‘şiddet’
    kavramını silip atmak kolay değil.

  3. Yazan:knz Tarih: Ara 3, 2007 | Reply

    Kamer hanım ben de tebrik ediyorum ve katkıda bulunmak istiyorum.

    ceseretli olup bu konuyu her yönüyle irdelemek gerekiyor.

    yani şiddeti şöyle bir durumda uygulanablir dediğiniz anda,

    yani şu şartlar altında şu kadarı müsadelidir dediğiniz anda,

    yukarda yazdığınız yazılar anlamını yitirir.

    önce hukuk olarak, bir insanın diğerine uyguladığı şideti her şart altında tanımlanablir olmaktan çıkaracaksınız.

    şiddeti bazı şartlar altında erkeğe tanımmış bir hak olarak gördüğünüz anda yazıdaki samimiyetiniz biter.

    şöyle açıklayım.

    hırsızlık şuçtur değil mi ? fakat batıda veya doğuda birçok kişinin banka soyuyor olması,ka,marketten ıvız zızvır çalması, yani hırsızlığın bi fiil zaten yapıyor olması
    hukukta hırsızlığın mazret olarak görülmesine yol açmaz. yani batıda kadınlar dövülmesi size mazeret olmuyor değil mi ?

    Bu bazı şartlarda islami bir erkek hakkı olarak dayağın mazeret olarak kabul edilmesine sebep olmamalı değil mi ?

    asla değil mi ? her şart altında asla değil mi ? erkeğe böyle bir ruhsatımız hiç bir şart altında yok değil mi ?

    bu sorulara evet cevabınızı duymak istiyorum.

    bir erkek, evet ben bunu uyguladım. Bu bana dinimin verdiği bir haktır dediği anda hukuk, bu insanın innaç hürriyetini tanımaz değil mi ?
    Ynai böyle bir inanç hakkını tanımamalı değil mi ?

  4. Yazan:gülcin kacar Tarih: Ara 3, 2007 | Reply

    Kadın Hakları EvrenselBeyannamesi
    Benım adım kadın
    Söyle ben sana ne yaptım
    Seni doğuran benim
    Sana hayat verenim
    Dokuz ay bedenimde
    Seni müsafir edenim
    Sana ineklikte eden benim
    İlk öğrendiklerin
    Hep benim eserim
    Ve ben kadın
    Sense benim
    En büyük düşmanım
    Beni döven
    Bana söven
    Bana tecavüz eden
    Zayıflığımdan
    En iyi yararlanan
    Beni kendine aşık edip
    Kedi fareyle oynar gibi
    Duyğularımla oynayan
    Duygu sömürücüsü
    Piskolojik terörü bende
    En iyi uygulamasını bilen
    En ağırından işlerde
    Beni kulanan
    Bana hemcinsimle
    İhanet eden
    Beni kendine kukla eden
    Kadın olduğum için
    Beni durmadan ezen
    Yine sen yine sen
    Sırtımdan sopayı
    Karnımdan sıpayı
    Eksik etmeyen
    Canının her istediğinde
    Beni yatağa ceken
    Duyğularıma hiç önem vermeyen
    Her zorlukta beni öne süren
    Yine sen yine sen
    Şimdi bağırıp yaygara
    Yaptığını duyar gibiyim
    Haksızlığa uğradım diye
    Bense burda genelden bahis ediyorum
    Müstesnadan değil
    Tabi ki senin
    İyi olanında var
    Oma onlar azınlıktalar
    Çoğunlığunuz
    Kötüsünüz. Egoist. etobur
    Her şeyi bildiğini zaneden
    Boş kafalar
    Ne demişler.ve de doğru demişler
    Her başarılı erkegin
    Arkasında bir kadın vardır
    Seni dünyaya getiren ben
    Hayata ilk atığın adımları
    Bana borclusun sen
    İlk sex duyğularını
    Benim kollarımda tatın
    İlk kelimelerini bile
    Sana ben anlatım
    Ama sen nankör oğlu nankör
    Sen ne yaptın
    Hindistanda beni yaktın
    Afkanistanda taşlatın öldürdün astın
    Avrupada beni aptal yerine koyup
    Sayğım sonsuzdur kadına
    Deyip hep aldatın hiç eşitlik
    Sağlamadın
    Amerikada ağzıma bir parmak
    Bal çalıp sokaklarda beni satın
    Uğruna kuryeçilik yaptım
    Sanki ezilmiyormuşum gibi
    Bir ımajla beni aldatın
    Arabistanda bana saraylar yaptın
    Ama bana söz hakı bırakmadın
    Ben seni eğlendirmek zevkini yapmak
    İçin oradaydım
    Türliyede Beni insan yerine
    Hiç komadın
    Ben altı üstü bir kadındım
    Dövülürdümde sevilirdinde
    Kişilik hakı hukuku
    O da ne imiş be
    Tüm dünyada
    Ama öyle ama böyle
    Beni kulandın
    İnsanların en tabi
    Hakı olan yaşama hakını
    Bana hiç tanımadın
    Anan oldum beni inkar etin
    Karın oldum hep ezdin
    Kızın oldum tecavüz bile etin
    Bacın oldum arka cıkmadın
    Kadındım haksızdım
    Yargısız infazdı kaderim
    Sen erkek nesin sen
    Şeytan dedikleri senmisin sen
    Anahtarın bende senin
    Ne eylesen ne etsende
    Aslında bana bağımlı
    Olan sensin
    Ayaklarımın altı
    Senin cenetin.
    03.05.02 İzmir

    Gülçin Kaçar

  5. Yazan:knz Tarih: Ara 4, 2007 | Reply

    gülçin hanım, böyle duygu sömürüsüne ağlamaklı yazılara hiç gerek yok.,

    türkiyede bazı insanlar vicdan sömürüsünü hak mücadelesi sanmaya başladı. çocuklar bile ortalığa sürüldü ya.

    Bu şiir de dayak yiyen kadının iç sızlanmasına benziyor.

    ayaklarımın altı cennet diyorsunuz ya, dayak o cennetten çıkma zaten., kültürel mücdelenin için en yaygın görüş görüşleri hariç tutarsanız sadece bir şiir, sahip çıklılamayan bir ana sayfa yazısından iberet olur bu sayfa.

    umarım böyle devam etmez.

  6. Yazan:snowqueen Tarih: Ara 4, 2007 | Reply

    ey insanlar!

    kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. siz kadınları, allah’ın emaneti olarak aldınız ve onların namusunu kendinize allah’ın emriyle helal kıldınız. sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınların da sizin üzerinizde hakkı vardır. sizin kadınlar üzerindeki hakkınızı; yatağınızı hiç kimseye çiğnetmemeleri, hoşlanmadığınız kimseleri izniniz olmadıkça evlerinize almamalarıdır. eğer gelmesine müsaade etmediğiniz bir kimseyi evinize alırlarsa, allah, size onları yataklarında yalnız bırakmanıza ve daha olmazsa hafifçe dövüp sakındırmanıza izin vermiştir. kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, meşru örf ve adete göre yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.

    veda hutbesi

    hak verilmiş çoktan…

  7. Yazan:Kamer Yalçın Tarih: Ara 4, 2007 | Reply

    Sayın Snowqueen, Knz, Gülçin Kaçar yorumlarınızla yaptığınız katkılarınızdan dolayı teşekkür ederim.

    Tam da Sayın Snowqueen’in dediği gibi kol kırılıyor yen içinde kalıyor. Bu sessizliğe mahkumiyet hali bizi çaresizleştirmekten başka bir işe yaramıyor. Dünyanın en ileri kanunlarını dahi kabul etseniz o kanunları işler kılmadıktan sonra bir mana teşkil etmez. Ortada talepte bulunacak ve hakkı korunacak kimse yok ise kanunların işlemesi mümkün olmaz. Kolu kırılan, yeni içine gizledikçe de böyle sürüp gidecek.

    Çok hassas ve çetrefilli bir konuyu olabildiğince ele almaya çalıştım. Bu konuyu çok önemsiyor ve bunun üzerine düşünüyorum. Hal böyle iken samimiyetime ispat istenmesi de beni ziyadesi ile incitmiştir. Israrla meseleyi bir dine doğru sürüklemek ise çok yanlış. Dinin uygulanışındaki sakatlıkları dine atfetme hatasına burada da düşülecek, açıkça görülüyor. Bakınız, kadına karşı şiddetin failleri ve mağdurları, dinlisi, dinsizi, eğitimlisi, cahili, zengini fakiri her kesimden, her zümreden ve her memleketten insanlardır. Amerika’da da kadınlara yönelik kötü muamele vardır, Fansa’da da, Çin’de de, G. Afrikada’da… Mesele bu noktadan incelenirse önyargılar devreye girmemiş olur. Kadına yönelik şiddet sade bizim sorunumuz değildir. Örneğin, namus kavramının yerini kimi toplumlarda kıskançlık alır ve o toplum da şiddeti mazur kılabilir. Ama bu, orada olanı görmemize engel teşkil etmez. Mesele insalık meselesidir. Ben dilerim ki erkekler de bu konuda fikir ve düşüncelerini ifade etsinler. Kadına şiddete hayır derken veya demezken ne düşünüyorlar açıkçası bilmek isterim.

  8. Yazan:snowqueen Tarih: Ara 4, 2007 | Reply

    @Kamer Hanım,

    ‘dinin uygulanasindaki sakatlıkları dine atfetme hatası’ndan bahsediyorsunuz.

    dinin kendisi ataerkil ise, pratiğinden önce
    teorisine de göz atmak gerek. Veda Hutbesi’nde kadına karşı şiddet meşru kılınmış ufacık, minicik bir pürüz değil bu ve gören gözlerden kaçamıyor maalesef.

    Kadına karşı şiddete hayır derken, erkek egemenliği eleştirmemek,
    ona dokunmamak bana pek makul gözükmüyor.

  9. Yazan:Arzu Tarih: Ara 4, 2007 | Reply

    Kamer Hanım,

    Kadına karşı şiddet gösterenleri bir labaratuvara alıp, iyice inceleyip, çözüm üretmek lazım sanırım.

    Ellerinize sağlık. Çok güzel bir yazı olmuş.

  10. Yazan:fuatogl Tarih: Ara 4, 2007 | Reply

    Kadına karşı şiddet gösterenleri bir labaratuvara alıp, iyice inceleyip, çözüm üretmek lazım sanırım.

    Arzu hanım, sadece kadına şiddet uygulayanları değil, genel olarak şiddeti incelemek lazım. Çocuğunu döven kadın-erkek, öğrencisini döven öğretmen, işgal etmeler, savaş vs. ler, hepsinde ortak bir öz var. Birde bunun yanında şiddeti meşrulaştıran, meşrulaştırmaları yeniden üretecek ortamı, dili sağlayan şeylere de dokunan bütüncül bir şekilde bakmak lazım. Buna kültür de giriyor, din de giriyor başka başka şeyler de giriyor. Çok boyutlu bir matrix. Yoksa kadına yönelik şiddeti diğer şiddet biçimlerinden ayıran, onu özel kılan birşey yok sanırım. (özel olarak ifade edilmesi gereksizdir demiyorum)
    Ama sırf “kadına karşı şiddet” demekle, özel olarak ona vurgu yapmakla, yukarıdaki şiddet matrixine değilde sanki “hanzo,kötü erkekler” e vurgu yapılıyormuşuz gibime geliyor. Yada muhatap olan insanların kafasında sanki öyle birşey uyandırıyor. “trafik canavarı” gibi. Dil meselesi yani. Emin değilim tabi, ama bana biraz öyle gibi geliyor. Düşünüyorum sadece…

  11. Yazan:muharrem yar Tarih: Ara 4, 2007 | Reply

    @snowquenn
    “dinin kendisi ataerkil ise, pratiğinden önce
    teorisine de göz atmak gerek.”
    Islamin ozune ataerkilligin sindigi bence cuvala sigmayan bir mizrak. Islam olarak ayirmaya gerek de yok, Tevrat da Incil de birer kadin-erkek esitligi manifestosu degil, bu cok acik bence. Istediginiz kadar yorum deyin isi felsefi kilifina uydurun, ben Islamin veya diger tek tanrili dinlerin kadin haklari konusunda cagimizdan cok geri kaldigini dusunuyorum. Dinde reform sart. Hiristiyanlikta bir Luther reformu, sonrasinda aydinlanma sureci dinin devlet islerinden elini cekmesi olmasaydi acaba bugun Avrupa bu kadar gelisebilir miydi? Bence cevap kocaman bir hayir.
    Bugun bu sitede yazanlarin bir kisminin pratikte kendi kafalarinda dinde reformu halihazirda yaptiklarini gozluyorum. O zaman bu teoriyi, Hz.Muhammed’in soylediklerini dondurma cabasi, o demisse kesin dogrudur o zaman kilifina uyduralimcilik neden. Lutfen bu yazdiklarimi bir saygisizlik olarak algilamayin amacim bu degildir, anlamaya calisiyorum. Ben de kendimi musluman sayiyorum.

  12. Yazan:knz Tarih: Ara 4, 2007 | Reply

    Çok hassas ve çetrefilli bir konuyu olabildiğince ele almaya çalıştım. Bu konuyu çok önemsiyor ve bunun üzerine düşünüyorum. Hal böyle iken samimiyetime ispat istenmesi de beni ziyadesi ile incitmiştir. Israrla meseleyi bir dine doğru sürüklemek ise çok yanlış.

    Bu bir fırsattır kamer hanım. hiç birşeyden korkmadığınızı gösterecek. Israrla meseleyi dine doğru sürükleyin, çünkü bunu siz yapmasanız başkası zaten yapacaktır.

    Dinin uygulanışındaki sakatlıkları dine atfetme hatasına burada da düşülecek, açıkça görülüyor.

    bu dinin uygulanışındaki sakatlık değildir.
    Bu dinin yorumlanışındaki sakatlıktır.
    Yüzleşmekten kaçınmanın imkanı yoktur.

    ben snowqueen ‘e cevap verecğim. sizin de BUNU doğrudan yapmadığınız sürece samimiyetiniz sorgulanacaktır. incinecek bir şey yok. bir fırsat olarak alın.

    Bakınız, kadına karşı şiddetin failleri ve mağdurları, dinlisi, dinsizi, eğitimlisi, cahili, zengini fakiri her kesimden, her zümreden ve her memleketten insanlardır.

    Bu başka bir şeydir. hepsinin yerleşik kültürden beslendiği doğrudur.
    ancak bir ülke, şiddeti aile mahremiyeti olarak görmediği sürece bu sorunu çözme şansı olablir. cezayı kendinde hak gören her erkeğe bunun sebebini sokmaksınızın haksız görüyorsa orası için uygulmadaki yanlış dersiniz.

    BEN şunu zaten önceden demiştim.

    nasılsa bütün ülkelerde hırsızlık oluyor diye hırsızlığın bir biçimine hukukta haklılık vermezsiniz. Hırsızlığın zaten yapıyor oluşunu bahane olarak kullanmazsınız.

    Amerika’da da kadınlara yönelik kötü muamele vardır, Fansa’da da, Çin’de de, G. Afrikada’da…

    Önce hukuk ne diyor ? Bir kadın şiddete uğradığı zaman hukuk erkeğe bunu neden yaptığını sormalı mı sizce ? şu durumda ruhsat verilmeli mi ? kamer hanım sizin sorununuz budur. Bunu netleştirmeniz lazım.

    Mesele bu noktadan incelenirse önyargılar devreye girmemiş olur. Kadına yönelik şiddet sade bizim sorunumuz değildir.

    evet ben kendim için bunu derim. Çünkü ben erkeğe bazı şartlarda ruhsat tanıyan bir anlayışa sahip değilim. sizin de net cevabınızı görmek istedim.

    tevrat ve incil kendinden sorumludur.
    incil temelli biri bu konuyu açsaydı ona da incili sorardık.

    islamda reform şart demişsiniz. Bu çok ceseretli bir girişim. Sizi tebrik ediyorum.

    fakat değildir. hristiyanlık reformdan sonra bence daha iyi olmadı., bence din içeriği bakımından hiç kimse( ruhban) reform yapacak durumda değil. o zaman ortaya başka din çıkar ancak.

    Fakat kaynakların yüzyıllardır erkek icmalarında kadınlar gözetilmeksizin yorumlanması ve bunun din sayılması sorun oluyor. Biz ruhbenın din yorumunu gerçek din sanmaya başaladık. Halbuki dinin anlaşılması dinamaik bir süreçtir. Sürekli tartışmalarla
    yenilenir.

    Mesela başörtüsü konusunda da erkekler, kendilerinin 15 dakika giymeye tahammül edmeyecekleri bir kıyafeti 15 yaşında kız çocuklarına cehennem korkusuyla dayatıyorlar. ve dinde başka bir yorumun olmayacağı şeklide dayatmacı bir din eğitimini savunuyorlar.

    kamer hanım kuranda da ayette geçen kelime darb’tır.

    arapçada darp kelimesinin bir çok anlamı vardır. Neden diğer kelime yanında bunu kullanmak daha akla yatkındır, bunu da açıklarım sonra.

    yorum farklılığından akla yatkın sonuçlar elede etmek için “sih” dindarlığınından daha fazlasına ihtiyacımız var.

  13. Yazan:T.Suat Demren Tarih: Ara 4, 2007 | Reply

    Bu ataerkilliği teistik dinlerle başlatanlara da uyuz olmaya başladım.

    Yahu doğaya neden bakmıyorsunuz? Doğa ataerkil değil mi? İnsanın en yakın akrabaları olduğunu iddia edilen canlılar nasıl bir komün hayatı yaşıyorlar?

    İdeoloji beyinleri nasıl felç ediyor, net şekile görüyoruz.

    Ataerkilliğin de şiddetin de kökeni “insanın/yaşamın doğası”ndadır. Bunu başka yerde aramak, hele dinlerde köken bulmaya çalışmak şaşkınlıktır.

    Kur’an’dan bir ayet gösterilerek buna veri olarak sunuluyor. Hiç mi “tarihsel toplum tasavvuru” diye birşey duymadınız? O zamanlarda toplumda kadın-erkek münasebeti ne boyuttaymış, İslam’ın gelmesi ile bu haklarda azalma mı olmuş artma mı olmuş, hiç mi düşünülmez?

    İslam pekçok “devrim”ini tedrici olarak yapılmıştır. Kadın konusundaki “haklar” da buna dahil. Ve İslam öğretisi “donuk” değildir, ilerlemeye açıktır. Toplum yeterli kavrama yetisine sahip olsaydı ya da İslam farklı bir zamanda farklı bir coğrafyada ortaya çıksaydı, hiç kuşku olmasın ki ayetlerin formu da ona göre değişirdi.

    Şekilciliği, ayetin indiği toplumun o anki hastalıklarına müdahale anlamına gelen tarihsel bağlamı bulunan emirlerin şekli yönünü bırakıp (Ki o ayet kadına şiddette çok büyük bir hafifletme ve erkeği bununla kısıtlayan bir bağlayıcılık arzediyordu indiği şartlarda) ardındaki gayeye bakılmalı.

    Bunu biraz açayım.

    Mesela oradaki “darp” kelimesini çok daha farklı anlamda yorumlayanlar var. Ama buna gerek bile olmadan şöyle söyleyebiliriz.

    O şartlarda mekke/medine toplumunda kadının durumunu “iyileştirmek” için indirilmiş o ayet. Yani amaç kadına kötülük yapılmasını, ikinci sınıf insan muamelesi görmesini, şiddete uğramasını engellemek, bunu bir şarta bağlamak hafifletmek amacıyla, mevcut toplumsal soruna en kestirme yol olarak, o forma bürünmüş olarak indirilmiş. Nitekim o zaman da bu büyük bir gelişme, çünkü erkeği müthiş kısıtlıyor — dikkat “eskiye nazaran”

    İslam donuk değildir, ilerlemeye dönüktür dedik. Toplumsal kabuller değişti, kadın bireyleşti. Şimdi orada “serkeşlik ederse hafifçe dövün” ayeti var diye “dur ben şu karıyı hafifçe döveyim buna izin var” demek bunu “verilmiş bir izin” olarak görmek İslam’ın özüne de şekline de herşeyine de aykırıdır. O bir izin değil bir kısıtlamadır, o tarihsel şartlarda devrimdir, bugun bunu çok daha ileriye götürmek de müslümanın başlıca görevlerinden birisidir. (Çok eşlilik ruhsatı/kısıtlaması da özde tamamen bununla aynıdır)

    Bir yorumcu anlatmıştı, sanırım Haydar bey idi. Bir köyde çeşme başında kadınlar su doldururken birbirlerine “benim herif akşam bana bi patlattı, şöyle sarsıldım, sonra da halvet olduk” gibi bir övünç, eşi tarafından sevilme belirtisi olarak anlatıyormuş arkadaşlarına durumunu. Bize ne kadar saçma geliyor değil mi? Ama o homojen kültürde öyle bir yargı oluşmuş.

    Bugün ise algılarımız tamamen farklı.

    Bugün bir erkek, el kaldırdığı, fiziki üstünlüğünü kullanarak canını yaktığı bir kadın ile nasıl sevişebilir, onu öpebilir, nasıl olur da birbirlerine sarılabilirler, öyle değil mi?

    Konuya dinler özelinde böyle bakmak gerek. Hele ki İslam gibi değişime açık, ilerlemeci bir dini “reforme etmek” ya da başka adlarla bir değişim gereğine vurgu yapmaya gerek duymadan sadece ve sadece “gaye ve hikmet” açısıdan yorumlamak sosyal değişimlere şekilsel değil ilkesel bir kabulle yaklaşmak bile tek başına yeterli olacaktır.

    Bu sadece kadın konusuda değil. Had cezaları da, cihad ayetleri de, miras ayetleri de, indiği dönemin formuna bürünen diğer tarihsel ayetlerde de bu böyle.

    İslam bir tevhid dinidir, bir ahlak dinidir. tek bir ilaha inanmayı, iyilik yapmayı emreder, anne babımıza iyi davranmayı, fakirlere yardım etmeyi, yetimi öksüzü korumayı, savaşta bile masumlara ilişmemeyi emreder. İslam’ın ahlak boyutunu tamamen gözardı edip, ahkamı da dar, tarihe hapsolmuş gaye ve hikmetinden soyutlayarak şeklen yorumlamak kadar günümüzde İslam’a zarar veren çok fazla şey yoktur.

    Bu, modernleşmeye, küreselleşmeye ya da değişimle gelen bazı çirkinliklere ve bozulmalara teslimiyet demek değil, İslam’ı gerçek yönleri ile çağa sunarak, onunla bu çirkinlikleri düzeltmek, aşırılıkları törpülemek insanlığın çivisinin çıktığı mevcut dünyada ahlak ile temel insanlık ilkeleri ile toplumsal durumu iyileştirmeye katkıda bulunmak demektir. Müslümanın günümüzde en önemli görevleriden birisi de budur.

    Hulasa edersem;

    Kadın ve erkeğin biyolojik açıdan birçok farklılığı vardır; ama İslami açıdan ruhî öz, ilahî hitaba muhatap oluş ve sorumluluk açılarından özetle “birey” açısından aralarında hiçbir fark yoktur. Kadın ve erkek birbirinin eşidir, birbirirlerini tamamlarlar, biri olmadan diğeri yarımdır, kadüktür, kadın ver erkek eştir, eşittir.

    “Bugün” eşine, kardeşine, sevgilisine, kendiden güçsüz, mütekabiliyet imkanı olmayan bir kadına vurmaya kalkan adamın -bunu ne adına yaparsa yapsın-, yaptığı hayvanlıktır, kendi acziyetinin göstergesidir. Bu kadar basit.. Kimse kendi kusurunu dinin üstüne yıkmaya kalkmamalı..

  14. Yazan:knz Tarih: Ara 4, 2007 | Reply

    suat beye kesinlikle katılmıyorum.

    kadın kişiliğini ona anlatmak lazım. O devirde veya bu devirde, çölde veya şehirde bir erkeğin uyguladığı şiddeti insanlık hazmetmez. taş devrinde bile bu böyledir.

    insan genetik olarak tarihin yazıldığı günden bu yana milim değişmmeiştir. üzerimizden kültürler gelir geçer. yaşam değişir. insanca
    yaşamak he çağda hayalimiz olmuştur.

    Eğer suat bey gibi düşünseydik kabullenirdik. kabullenseydik yaşamı değiştiremezdik., veya uğraşmazdık.

    biz tabiatla didişmeyiz. Biyolojik farklılık
    gibi muğlak bir ifade ile erkek şiddeti açıklanmaz.

    biz biyolojik fark nedeniyle ancak koyunları kurban ederiz.

    bilinç sahibi hiç bir varlığa bu şiddeti de reva görmeyiz.

    sakat insanla benim aramda biyolojik fark var. ben sakat insanı dövebilir miyim ?

    tabiattaki doğru tanımızı yapmadan önyargıyı kırmamız imkansız. kuran o bahsettiğiniz homojen kültürün kitabı mıdır ? iyi okumak lazım.

  15. Yazan:T.Suat Demren Tarih: Ara 4, 2007 | Reply

    @Knz,

    Bana katılsan şaşardım zaten.

    İslam inen ilk din değil, süregelen dinlerin sonuncuydu. Öncekiler deforme olmasa yenisi gelmezdi. Yani insan fıtratı değişmedi ama
    içindeki şiddeti açığa çıkartan kültürleri de aynı insan “fıtratı” yarattı. Dinler de insanlara doğruları empoze etmek ve bu bozuklukları düzeltmek için geldiler.

    Ben yukarıda yazdım, indiği toplumun şartlarından bağımsız olarak dini yorumlamak yanlıştır. O şartlar da ortada, onları islam getirmedi, zaten vardı. Bu kabullenmek değil, iyileştirme dinamiğini ateşlemektir. İslam da bunu yapmış, tam olası gerektiği gibi.

    Eğer mevcut kadın hakları formunda gelseydi İslam, daha doğmadan ölürdü, çünkü o toplumda anlaşılamaz, kabul edilemez bir ütopya ve saçmalık olarak kalırdı. Biz de bunları tartışamazdık. Pek çok yumuşak tedrici emir/iyileştirme bile o zaman böyle karşılanmıştı, hatırlayalım.

    Tarihsel ve yöresel şartlar her dinin indiği coğrafyada “form”un en etkin ve belirgin unsurudur. gayeye bakmak hele ki islam gibi evrenselliğini daha mekke’de ilan etmiş bir din de buna önem vermek elzem.

    Vaktim yok yazamam daha fazla. Hele sana laf anlatmaya kalkacağıma bir deve, bir de hendek bulurum onu oradan atlatırım, hiç olmazsa “deveye hendek atlatan adam” diye namım yürür.

  16. Yazan:T.Suat Demren Tarih: Ara 4, 2007 | Reply

    Kadın ve erkek biyolojik olarak da ruhi meleke olarak da farklıdır. Kafayı kuma gömmekle gerçekler değişmez.

    Bu eşit değiller demek değil. Birey olarak eşit ama yapı olarak farklılar demektir. Bu birbirlerine üstünlük anlamıyla bir eşitsizlik demek de değildir.

    Batıda da eşitlikçi feminist dalga yerini farklılık feminizmine bırakmış durumda. Ama işte bazıları herşeyde olduğu gibi bunda da 30-40 yıl geriden gidip, illa amerikayı yeniden keşfe kalkıyorlar. 30 yıl sonra onlar da aynı noktaya gelecektir. (Knz hariç)

    Neyse, Bu konuda,son bilimsel bulgulara dayanan detaylı bir araştırma buradan okunabilir:

    http://www.derindusunce.org/2007/06/25/degisen-dunyada-feminizm/

  17. Yazan:snowqueen Tarih: Ara 4, 2007 | Reply

    @muharrem yar
    Islamin ozune ataerkilligin sindigi bence cuvala sigmayan bir mizrak. Islam olarak ayirmaya gerek de yok, Tevrat da Incil de birer kadin-erkek esitligi manifestosu degil, bu cok acik bence.

    çok haklısınız. dogru söze ne denir?

    @suat demren

    ataerkillik, erkek olmayana(kadın, eşcinsel vb.) ve dogaya hükmetmektir.
    ayrıca doğada mülkiyet kavramı yok, çocukların kimden olacağının ve mirasın kesin belirlenmesi için evlilik, bekaret gibi durumlara da ihtiyaçları yok. dolayısıyla bu şekilde kıyaslayamazsınız.

    ‘tarihsel toplum tasavvuru’ öyle mi?
    siz daha yüzyıl basinda devlet kurulurken yasanılan olayları tahammül edemiyorsunuz 500 sene öncesi zaman aşımına mı uğradı?

    içinde kadına karşı şiddeti meşru gösteren bir metin bulunan bir din
    benim dinim olamaz çünkü olursa kadın özgürlüğü dediğim anda kendimle çelişirim.

    semavi dinlerin kadına bakışı nerden tutsan elinde kalıyor, dağılıyor.
    farlılıklar feminizminin ardına saklanmakla da olmuyor.
    ben kadın bedeni ve doğanın bu ataerkil yıkıcı işgalciden kurtulması gerektiğine inanıyorum aksi felaketimiz olacak çünkü.

  18. Yazan:Balbazar Tarih: Ara 4, 2007 | Reply

    Kamer Yalçın’ın eline sağlık. Çok konuşulması, çok tartışılması, çok göze sokulması gereken bir konu bu.

    Kadın sorununa “aydınlanmacı” tavırla yaklaşıp sorunları dinlerin köküne indirgemek elbette gerçekçi değil. Bu, kendini meşru kılmak için dinsel muhafazakarlığı büyük ölçüde kullanan mevcut erkek-egemen kültürün de ekmeğine yağ sürüyor.

    Müslüman toplumlarda kadının özgürleşmesinde, kendini müslüman olarak tanımlayan kadınların önemli rol oynayacaklarını düşünüyorum. Ama bu, Türkiye özeli de dahil olmak üzre, son derece uzun ve sancılı bir süreç. Çünkü mevcut müslüman kültürlerde “din” farklı unsurları, sesleri, ve değişim taleplerini bastırmada önemli bir araç olarak kullanılıyor. Kadın konusu ise özellikle bir tabu. Hizbullah’ın aydınlanmacı kadınları değil de Konca Kuriş’i hedef seçmesi tesadüf değil.

    Bence önemli olan, konumunuzu doğru belirlemek. Evet, aydınlanmacı tavır hem entelektüel hem stratejik açıdan yanlış, ama karşısında benim gördüğüm, kadını bir kenara koyup, salt “İslam savunusu”na saplanan yaklaşım. Kendini müslüman olarak niteleyen sekiz kadının yazdıklarından derlenmiş, “Vahiy Sürecinde Kadın Rolleri” adında bir kitap okudum. Dinsel anlatılarda kadına ikinci planda yer verilmesinden tek şikayet eden Nihal Bengisu Karaca idi. Diğer yedi yazar, yazılarını tamamen İslam’ın kadın açısından ne büyük nimetleri olduğunu ballandıra ballandıra anlatmaya ayırmışlardı.

    Bence, kadın konusunda konuşacaksak ve yapıcı birşeyler ortaya koyacaksak, meseleye kadını merkeze koyarak bakmamız gerekiyor. İslam’ı ya da aydınlanmacılığı değil. Kadın sorunu, İslam eleştirisinin yeri olmadığı kadar, İslam savunusunun da yeri değil. Erkek egemen sistemin eleştirisinin ucu sizin “asıl İslam” bildiğinize dayanıyorsa bile, herşeyden önce yapmanız gereken, tepki göstermek yerine, bunun sağlıklıca tartışılması için gereken ortamı sağlamak. Çünkü bu ortam yok, bunu hepimiz biliyoruz.

    Bir örnek vereyim. Bence bizim kültürümüzde kadına yönelik şiddeti etkileyen bir çok faktörden ikisi şu:

    1. İçki kültürü. Kontrolsüz alınan alkol, şiddetin katalizörü. İçip içip karısını dövmek geleneksel bir koca davranışı bizde. Doğrudan fiziksel şiddet olmasa da, karısı ayıkken kendisi içen erkek, salt nefesinin kokusu ve davranışlarıyla da karısını yeterince rencide edebiliyor.

    2. Harem selamlık kültür. Sosyal ortamlarda birbirinden izole eşler, birbirlerini kendi sosyal ortamlarında görme fırsatı bulamadıkları için, eşlerini tanıma yolunda en önemli bilgi kaynaklarından biri yok oluyor. Sürekli erkeklerle birlikte olan, karısını kendi ortamına sokmayan bir erkek için karısı çok daha farklı bir varlık halini alabiliyor. İçkinin şiddetle ilişkisinde de harem selamlığın önemli etkisi var: Bizim kültürümüzde içmek, erkeğe özgü bir faaliyet alanı.

    Meseleye İslam açısından bakan biri, birinci maddede bana tereddütsüz hak verecektir. Çünkü içki, zaten bütün kötülüklerin anasıdır.

    İkincisi konusunda ise hemen savunuya geçecektir. Haklı olabileceğim ihtimaline yer vermeden. Çünkü onun için İslam’ın aslına uygun olanı, kadın ve erkeğin sosyal ortamlarını birbirinden ayırmaktır. İslam açısından düşünen bir insanın bunu sorgulamasını beklemekse gerçekten zor. Bir de bu görüşü kitlesel olarak dillendirmeye, hatta kabul ettirmeye çalıştığınızı düşünün. Suç İslam’ın kökünde mi? Tabii ki hayır.

    Maddelediğim görüşlerin mutlaka doğru olduğunu savunmuyorum. Sadece, meseleye kadın açısından bakmanın gereğini ve önemini göstermeye çalışıyorum.

    Not: Eleştirilen sosyal oluşumları “doğada da öyle” diyerek normalize etmeye çalışmak “Sosyal Darwinist” bir yaklaşım. İnsanlar olarak, doğamızı sorgulayabilmemiz de doğamızın bir parçası. Kaldı ki, anaerkil sosyalleşmeye çok güzel bir örnek, çok yakın akrabalarımızdan geliyor: Bonobolar, tamamen anaerkiller, şempanze ve goriller gibi agresif değiller, şiddetten mümkün olduğunca uzak duruyorlar, ve cinselliği bir sosyalleşme ve iletişim aracı olarak kullanıyorlar.

  19. Yazan:snowqueen Tarih: Ara 4, 2007 | Reply

    Bu konuda kaynak olabilecek kitaplardan bazıları0

    Prof. Fatmagül Berktay – Tektanrılı Dinler Karşısında Kadın

    Prof. Dr. Aysel Ekşi – Büyük Dinler Öncesi Kadın

  20. Yazan:T. Suat Demren Tarih: Ara 4, 2007 | Reply

    @Balbazar,

    Yorumunun geneline katılıyorum.

    Eleştirilen sosyal oluşumları “doğada da öyle” diyerek normalize etmeye çalışmak “Sosyal Darwinist” bir yaklaşım.

    Ben normalize etmiyorum. Bu konuda özellikle bir yorumcuya hitaben aynı şeyi defalarca yazdığım halde o bunu anlamadı, ama nihayet bir anlayan çıktı.

    Ben bunu söylerken teistik dinlere aydınlanmacı pozitivist yaklaşımla karşı çıkan, her kötülüğün kaynağını onlarda bulduğu gibi, ataerkilliğin kökenini de “din”lerde bulan sakat mantığı yine kendi argümanı ile vurnuş oluyorum. Nihayet bir anlayan çıktı.

    Fakat şunu da belirteyim ki belirttiğiniz anaerkil özellikler “cinselliği algılama farkı” sınırında kalıyor zihni meleke geliştikçe bu “farklılık” çok hızlı bir biçimde ataerkilliğe dönüşüyor. Ortada din falan da yokken.

    Bu farklılığın insan doğasındaki tezahürü için yukarıda verdiğim linkteki yazı okunabilir.

  21. Yazan:snowqueen Tarih: Ara 4, 2007 | Reply

    Ben bunu söylerken teistik dinlere aydınlanmacı pozitivist yaklaşımla karşı çıkan, her kötülüğün kaynağını onlarda bulduğu gibi, ataerkilliğin kökenini de “din”lerde bulan sakat mantığı yine kendi argümanı ile vurnuş oluyorum. Nihayet bir anlayan çıktı.

    aydınlanmacı pozitivist yaklaşımdan kastınız ne oldu burada?
    ayrıca bu yaklaşım nasıl ve neden kötü oldu?
    O kötü de postmodernizmin kaçak muhafazakarlığının arkasına saklanmak mı iyi?

    Kadın sorunu, islam eleştirisinin de elbette yeridir.
    Adem’in kaburgasından yaratılan bir havva metaforu varsa
    eleştirinin de yeridir.
    Kusura bakmayın da bir KADIN olarak gene kadınları ilgilendiren bu konuda neyi yadsıyıp neyi eleştireceğimi kimseye soracak değilim.

  22. Yazan:Ç-Z Tarih: Ara 4, 2007 | Reply

    Suat bey,Balbazar’a tamamen katıldığınıza göre belki bu cümleyi de tekrar yorumlamak istersiniz!
    “Ben bunu erkek fıtratı ile açıklıyabiliyorum ancak. (İnananlar için) İslam’ın verdiği ruhsat, (islama) inanmayanlar için “doğa” belki açıklayıcı olabilir.”

  23. Yazan:snowqueen Tarih: Ara 4, 2007 | Reply

    burada bir toplumsal cinsiyet figürü olarak erkeğin (elbette heteroseksüel olanı) diğer tüm cinslere karşı üstünlüğünden bahsediyorsak ve İslam dini de bunun ayrılmaz bir parçasıysa, eleştiri yapmayı nasıl bir yaklaşım olarak alırsanız alın gerçekler değişmeyecektir.

  24. Yazan:T.Suat Demren Tarih: Ara 4, 2007 | Reply

    Ç-Z Hanım,

    Suat bey,Balbazar’a tamamen katıldığınıza göre….

    Ben böyle demedim; “Yorumunun “geneline” katılıyorum.” dedim.

    Katılmadığım kısım Balbazar’ın son paragrafında daha çok zaten. Onu da şu cümlelerimle açıkladım:

    Fakat şunu da belirteyim ki belirttiğiniz anaerkil özellikler “cinselliği algılama farkı” sınırında kalıyor zihni meleke geliştikçe bu “farklılık” çok hızlı bir biçimde ataerkilliğe dönüşüyor. Ortada din falan da yokken. Bu farklılığın insan doğasındaki tezahürü için yukarıda verdiğim linkteki yazı okunabilir.

  25. Yazan:Balbazar Tarih: Ara 5, 2007 | Reply

    @snowqueen:

    Kadın sorunları konusunda kadınlara fikir dayatmaya haddim olmadığını, aynı zamanda bu konuda fikir üretip eylemde bulunma sorumluluğum olduğunu düşünüyorum.

    Kadın sorunun İslam eleştirisinin yeri olmadığını söylemem kadın sorununun öneminden kaynaklanıyor. Kadın sorunu konusunda üretilen fikirlerin İslam eleştirisi de içerebileceğini, ve bu fikirlerin ifade edilebilmesi için gerekli ortamın sağlanması gerektiğini söylemiştim zaten (bir kelime hatasıyla: dokunmak yerine dayanmak demişim).

    Benim aydınlanmacı tavırdan kastım, kadın sorununu İslam eleştirisine indirgeyen, bugünkü toplumsal normların kaynağını salt İslam’ın kökeninde arayan yaklaşım. Bunu entelektüel açıdan sağlıksız, stratejik açıdan yanlış bulmam ise, bu yaklaşıma yönelik tahammülsüz İslamcı tavrı onaylamam anlamına gelmiyor elbette.

    Bir kitap da ben önereyim: Kadının İnsan Hakları için Kadın Hareketi’nin kurucusu Pınar İlkkaracan’ın derlediği “Müslüman Toplumlarda Kadın ve Cinsellik”. Dikkat edilirse, başlıkta toplumlar için kullanılan sıfat “Müslüman”, “İslami” değil. Bunun amacı da müslüman toplumlardaki bütün sorunları doğrudan İslam diniyle ilişkilendiren “köktenci” yaklaşımdan kaçınmak.

  26. Yazan:snowqueen Tarih: Ara 5, 2007 | Reply

    @balbazar

    kadın sorununu salt İslam eleştirisi ve ‘müslüman toplum’ derken
    ne demek istediğnizi anlıyorum fakat ateş olmayan yerden duman çıkmaz…

    Salt İslam eleştirisinden ziyade Semavi dinler eleştirisi diyelim.
    Ben bu konuda biraz hassasım, yeteri kadar ‘uzlaşmacı’ davranamıyor olabilirim çünkü ortada büyük bir haksızlık olduğunu düşünüyorum.

    İlginçtir bahsettiginiz kitabi daha bugün bir kitabevinde gördüm,
    elime alıp inceledim hatta ‘müslüman toplumların kadın cinselliğine karşı hep savunma pozisyonunda durdukları’ gibi ilginç bir cümle kaldı içinden aklımda. Bir saldırı tehditine karşı savunma duruşu…
    Bu denli tehdit olarak algısının sebebi nedir?
    İyileştiricilerin nasıl ‘cadı’ya dönüştüğü fikir verebilir…
    Kadın ya feminen ama aptal, ya da bazı ülkelerde topuklu ayakkabı
    giymenin yasaklanmasına kadar gidebilecek şekilde dışarıya karşı
    cinsiyetsiz gösterilmeye çalışılıyor.
    Clarissa Estes’in Kurtlarla Koşan Kadın‘ları
    tam bir başucu kitabı ve erkeklerinde okumasında fayda var.

    @suat demren

    sizinde bahsettiginiz linke baktım, kadın hareketinin onlarca yıldır elde ettiği kazanımların sonucu gelinen noktadaki rota değişikliklerini sonundan yakalayıp ‘hah, bizde tam öyle diyorduk zaten üzerine bastın’ tavrına güleyim mi ağlayım mı bilemedim.

  27. Yazan:T.Suat Demren Tarih: Ara 5, 2007 | Reply

    @Snowqueen,

    İster gülün ister ağlayın.

    Hah şöyle diyen yok, sadece takke düştü kel göründü diyen var. Bizim baştan beri söylediğimiz şeye nihayet gelen eşitlikçi feministler; bizim biryere gelip gittiğimiz yok.

    Sizin, kafayı semavi dinlere fena halde takmış birisi olarak ‘hah, bizde tam öyle diyorduk zaten üzerine bastın’ dememizin (öyle diyor olsak bile yani) -en azından- İslami söylemin ispatı olduğunu bile göremeyecek derecede önyargılı, mantık kurallarını altüstü edici garip bir yaklaşımınız var. Çünkü buna hah üstüne bastıncı yaklaşımımıza rağmen, gelinen noktada farklılık feminizmiyle örtüşen bir ispata rağmen hala semavi dinlerin kökenine yapılacak eleştiriden bahsetmek açık bir kalıplaşmış önyargı daha doğrusu buna bağlı bir tutarsızlık örneği. Sizde semavi dini nasıl olur da eleştiririm kaygısı var, ama absürd olan şu ki, onu haklı çıktığı konularda bile eleştirmeye kalıyor, haklı çıktığını da “hah aynı şeyi söylüyoruz üstüne bastın” dememizle aynı şeyi söylediğimizi de kabul ettiğiniz halde.

    Amma…

    Radikal eşitlikçi feminizmdeki rucûyu görmeyeceğim, yok illa ben amerikayı yeniden keşfedip geleceğim diyorsanız ne diyebilirim ki? Bir kısım insanımız bu tip takipleri 30-40 yıl geriden yapmayı bir haslet sanıyorlar, kolay gelsin size de.. Bi dolaşın gelin 40 yıl sonra görüşürüz.

  28. Yazan:knz Tarih: Ara 5, 2007 | Reply

    Hadi konuyu odak noktasına geri çekelim.

    Ben yukarıda yazdım, indiği toplumun şartlarından bağımsız olarak dini yorumlamak yanlıştır. O şartlar da ortada, onları islam getirmedi, zaten vardı.

    kadının evdeki eşi tarafından dövülmesi noktasında, kadının bunu toplum ve hukuk yolu ile benimemeye zorlanması ne bu ozamanın ne bu zamanda insaf ile örtüşen tarafı yoktur.

    Kerem ile aslı hikayeleri insanlık tarihi kadar eskidir.

    toplumlarda her zaman ayyaş da oldu, eşini döven erkek de oldu, hırsızlık ta oldu.
    bunlar oluyor diye, içlerinden erkek şiddetini meşru göstermeye çalışan bir anlayışı burada teşhis edelim öncelikle.

    hem Kurana, hen Doğaya hem de insan fıtratına
    iftira ediliyor.

    sosyal darvinst sizsiniz. ne kuranı anladınız , nede insan biyolojsini. ikisininde yanlış yorumu bu.

    yüzyıllardır zencilerle beyezlar arasında biyolojik fark var diye, zencilere yaptıklarını mazur göstermeye çalışanların adı da kluxklandır.

    ben size kadınla erkek arasında biyolojik fark yoktur demedim. Bilinç farkı yoktur. onur farkı yoktur. varlığını hissetme yönününden fark yoktur.

    biyolojik fark yüzünden neden koyun kesip yiyoruz? HİÇ DÜŞÜNDÜNÜZ MÜ ?

    çÜNKÜ KOYUNDA BİLİNÇ OLMADIĞINI DÜŞÜNÜRÜZ. ÇÜNKÜ KOYUN VARLIĞININ FARKINDA DEĞİLDİR.

    Çocuklara dayak insan topluluklarında bir ara
    terbiye görülürdü, çünkü henüz bilinç sahibi oılarak kabul edilmezlerdi.

    Bilinç sahibi bir yetişkinin şu veya bu şekilde , dercesi ne olursa olsun şiddetin
    onaylanması insan onuruna saldırıdır.

    biz lafı eğip büküp konuşmayacağız suat bey.

    burada diyorsunz ki, kuran o gün şartlarda bunu dedi ve bu hükmü kalktı. İyi o zaman başörtüsü konusunda da aynı şeyi söyleyin.
    bu benim işime gelir ama kaynağa zarar vermek hakkım yoktur.

    bazı ayetler şartlara göre yorumlanır ama o ayetin ne olduğu apaçık bellidir. olay ya savaş meydanıdır ve kervanın geçiş yoludur.
    yani ahzab suresinin başörtü yorumu tpik bir günün şartları yorumudur.

    Ama bu değildir. Burada be swequen e şunu diyeblirim, o ayet buradakilerin anladığı ve savunduğu şekilde değildir. iyileştirme dinamiği de hiç bir ruhbana devredilemez.

    eşini döven bir erkek, o da serkeşlik etmişti ben de kuranın bana verdiği yetkiyi kullandım dediğinde o adama ne diyeceksiniz ?

  29. Yazan:snowqueen Tarih: Ara 5, 2007 | Reply

    @Suat Demren

    sorun da o zaten, siz hiç bir yere gidip gelmediniz, bazılarını kalkamadığından oturur ya aynı o hesap, elalem yorulup oturduğunda ‘en iyisinin oturmak iste bakın biz yıllardır bu yüzden oturuyoruz’ diyebilmek nasıl fantastik bir yaklasım:))

    Ayrıca benim kafamda farklılık feminizmiyle ilgili soru işaretleri var.
    Öncelikle sizin tanımladığınız şekilde kalıpları şablonla çizilmiş
    kadın-erkek fıtratını pek inandırıcı bulmuyorum. Ben kadınım diyerek
    kendimi ayrıştırıyorsam bu toplumda dayatılan şişirilmiş rollere tepki gösterme anlamında. Eril ve dişilin uyumuna inanıyorum. Bence her kadının içinde bir erkeklik, her erkeğin içinde de kadınlık var.
    (semavi dinler öncesi pagan toplumlarındaki tanrıça tapımları bu uyumu vurgular zaten)
    Kız çocuklarının çay takımlarını, erkek çocuklarının silah vb. oyuncakları seçtiği bir kampı anlatmışsnız. O kampta eminim bir çok erkek çocuk çay takımlarını, kız çocuk makinelere ilgi duyacaktır.
    Dolayısıyla nasıl bir farklılık?

    Gelinen noktanın, kadının güç çalışma koşulları altında annelik içgüdüsünü bile yadsıyacak şekilde çalışmasının onu evde bir cam önü yastığı haline getirmeyi aklayacağını mı düşünüyorsunuz?
    Koşulları iyileştirmek yerine kadını sosyal hayattan koparma çabası
    ‘erkeğin cinsel dürtüsünü törpülemek için kadının örtünmesi’ geleneğiyle nasıl da örtüsüyor! yapmaya çalıştığınız çeşitliliğe saygı duymak falan değil, cinsiyet ayrımcılığını meşru kilmak.

    ‘bedenim benimdir’ diyerek bedenleri üzerinde koca, baba figürü, toplum, töre baskısına karşı çıkan kadınlar aynı şekilde
    güzellik yarışmalarına, 0 beden dayatmasına, kadının metalaştırılmasına karşı değil mi sanıyorsunuz?

    Emma Goldman’ı alıntılamıştım daha önce,

    “Onun [kadının] gelişmesi, onun özgürlüğü, onun bağımsızlığı kendinden ve kendisi aracılığı ile olmalıdır. İlk önce, kendisini bir seks metası olarak değil, bir şahsiyet olarak değerlendirmesi ile. İkinci olarak, herhangi birisinin kendi vücudu üzerinde hak iddia etmesini reddederek; istemedikçe çocuk doğurmayı reddederek, Tanrı’ya, Devlet’e, topluma, kocaya, aileye vb. hizmetçi olmayı reddederek; yaşamını daha basit, ama daha derin ve zengin yaparak. Yani, yaşamın anlam ve özünü tüm karmaşıklığı ile anlamaya çalışarak; kendisini toplumun değer yargılarının ve sınırlamalarının korkusundan özgürleştirerek”

    Evlilğe de aileye de karşı değilim ama buradaki kilit nokta ‘hizmet’ anlayışının ‘içselleştirilmesi’.

  30. Yazan:snowqueen Tarih: Ara 5, 2007 | Reply

    @knz
    ben size kadınla erkek arasında biyolojik fark yoktur demedim. Bilinç farkı yoktur. onur farkı yoktur. varlığını hissetme yönününden fark yoktur.

    katılıyorum.
    biyolojik farkların tanımı da klişelerle yapılıyor.

  31. Yazan:Balbazar Tarih: Ara 5, 2007 | Reply

    “Feministler hatalarini anladilar, esitlikciligi birakip farkililikci oldular” yorumunun sagliksiz olduguna katiliyorum.

    Radikal feminizmin temel kazanimlari olmadan, feminizmin bugun ulastigi noktanin bir anlami yok. Bu acidan degisim, feminizmin geri cekilmesi degil, aksine zaferi olarak yorumlanmali.

    Ayni hata modernizm konusunda da yapiliyor. Post-modernizm modernizm’e yonelik bir karsi devrim degil, modernizmin kazanimlarinin bir sonucu.

    Sonucta bunlar diyalektik surecler, ve antitez olmadan senteze ulasmak mumkun degil.

  32. Yazan:Ç-Z Tarih: Ara 5, 2007 | Reply

    @Snowqueen,
    Alıntıladığınız bir paragraf üzerinde farklı bir bakış açısı ile değerlendirme yaptığınız taktirde toplumun değer yargılarını kökten sarsıp onu dejenere edip her açıdan bir çöplük haline gelmesinin cevabını bulmak mümkün olabilir mi dersiniz?
    “Onun [kadının] gelişmesi, onun özgürlüğü, onun bağımsızlığı kendinden ve kendisi aracılığı ile olmalıdır.
    1)Kendisini bir seks metası olarak değil, bir şahsiyet olarak değerlendirmesi ile.
    2)Herhangi birisinin kendi vücudu üzerinde hak iddia etmesini reddederek;
    3)istemedikçe çocuk doğurmayı reddederek,
    4)Tanrı’ya, Devlet’e, topluma, kocaya, aileye vb. hizmetçi olmayı reddederek; yaşamını daha basit, ama daha derin ve zengin yaparak.
    Yani, yaşamın anlam ve özünü tüm karmaşıklığı ile anlamaya çalışarak; kendisini toplumun değer yargılarının ve sınırlamalarının korkusundan özgürleştirerek”

    Bir kadın kendini sex metası olarak görmez,bedeninin pazarlama malzemesi olmasına sadece alet olabilir çünkü “kendisini toplumun değer yargılarının ve sınırlamalarının korkusundan özgürleştir”diğine ve bunun kendi düşüncesi,seçimi olduğuna ikna edilmiştir.

    Bir kadın kendini sex metası olarak görmez çünkü“herhangi birisinin kendi vücudu üzerinde hak iddia etmesini reddeder ve kendi gelişmesi, özgürlüğü, bağımsızlığı kendinden ve kendisi aracılığı ile olmalıdır”diye düşünerek cinselliğini limitsizce yaşar.Fütursuzca günü birlik sex yaşantısına sahip olmayı da “toplumun değer yargılarının ve sınırlamalarının korkusundan özgürleşmek” olarak savunur.
    Kadın,istemedikçe çocuk doğurmayı redde”bileceğine inandırılarak,performansı düşmeyecek,üretim zamanından kayıp yaşatmayacak yeni çalışan köleler elde edilmiştir.”..kadının güç çalışma koşulları altında annelik içgüdüsünü bile yadsıyacak şekilde çalışması..”Bu cümledeki “yadsıma” kadını mutlu eden bir seçimin sonucu olabilir mi?
    “Tanrı’ya, Devlet’e, topluma, kocaya, aileye vb. hizmetçi olmayı reddederek; yaşamını daha basit, ama daha derin ve zengin yaparak.”
    Daha basit,daha derin ve zengin yaşam !!!Kadını,kendisini mutlu eden tüm duygularından içgüdülerinden budayıp,neredeyse cinsiyetsiz bir canlı olarak yeni gönüllü eşit olmayan köle çalışan toplumu yaratma eyleminin adına ”eşitlik” diyerek pazarlamak büyük bir reklam başarısıdır:Hizmetçi olma gönüllü köle ol,bunu da özgürlük olarak tahayyül et….
    Alıntı yaptığınız metindeki bir cümleye dayanarak;kadın günümüz toplumunun popüler,özendirilmeye çalışılan yeni değer(!) yargılarına,sadece eş,anne,ev hanımı olmayı seçerek karşı çıkıyor ve bu şekilde mutlu oluyorsa bizler neden ona,vasıfsız,atıl ekonomi dışı tüketen,asalak, şahsiyetsiz canlılar gibi aşağılayarak bakıyoruz o halde?

    Gemilere yüklenip geitrilecek karın tokluğuna çalışacak köleler artık kalmadığına göre iyi bir pazarlma yöntemi ile gönüllü ve üstelik daha ucuz yeni köleler “imal”edilebilir yere ki pazarlama taktiğiniz duyguları yakalasın..

  33. Yazan:fuatogl Tarih: Ara 5, 2007 | Reply

    @Ç-Z;
    Piyasa ilişkileri herşeyi metalaştırmaya alıp satmaya çalışır. Buna “özgürlük”, “din”, “bilim” vs. de dahildir. Deterjan, diş macunu, traş makinaları, cep telefonları reklamlarında görebilirsiniz. Piyasamız bunları “Branding” olarak kullanır. Erkek cinselliği için bile öyledir. Cinselliği “tüketme hakkı” bile daha çok erkeğe ait olduğu için kadın cinselliği daha çok görünüyor raflarda. Yoksa bizi de pazarlıyorlar 🙂
    Ama pazarlamanın kendisi ve pazarlamaya konu edilen şeyler arasındaki ilişkiyi fazlaca abartmamak lazım. Hatta nasıl bir ilişki vardır?

  34. Yazan:Ç-Z Tarih: Ara 5, 2007 | Reply

    @fuatogl,
    Piyasa !Sorun bence zaten burada.Hayat sadece,alıp-satma üzerine temellenmiş bir çeşit “piyasa”ymış gibi insanlara pazarlanmakta.İnsanı insan yaptığına inandığımız değerler yok edilerek yerine yeni komutlar yüklenmekte.Kendi kendine üreyebilen,nasıl düşüneceğini,neyi hedefleyeceğini,ne için yaşaması gerektiğini bile belirleyebildiğiniz yaratılmış yada evrilmiş yaratıklar.

    Sizce de günümüzde insanlık geldiği nokta ile övünürken “insan haklarının korunmaya muhtaç”olması tuhaf değil mi?Nesli tükenen bir canlı türünün koruma altına alınması gibi..sanırım çok da uzun olmayan bir süre sonra “insan hakları” olarak listelenenler sayesinde “insan”olmanın ne demek olduğu hatırlanır olacak.”Atalarımız çok tuhafmışlar kendi haklarını bir yerlere yazma ihtiyacı duymuşlar,acaba neden?
    Big brother düşüncesi de okuduğumda bana çok uzak ve ütopik gelmişti,gelecekte bir zaman okullardaki bir dersin adının “insan olmak” olabileceğini düşünmek bugün gelinen noktaya bakarak şuan bana hiç de garip gelmiyor.
    hala “nasıl bir ilişki”olduğunu merak ediyorsanız sizin için önemli olduğuna inandığınız şeylerin aslında ne kadarının aslında kendi seçiminiz olduğuna bir bakın derim..

  35. Yazan:fuatogl Tarih: Ara 6, 2007 | Reply

    Seçim olayını bilemem ama, kadın erkek eşitliği, özgürlük, dini duygular, cinsel-özgürlük vs. bunların metalaşma ürünü olduğunu zannetmiyorum. 8 Mart kadınlar günü nereden geliyor? Ve 8 Mart ın sevgililer günü gibi lay-lay-lom alışveriş-hediye tüketim gününe çevrilmesinde 8 Mart ı ortaya çıkaran özün ne kadar katkısı var?

    Dün hiç olmayan insan haklarının bugünkü yarım yamalak halini korumaya çalışanların olması daha geri bir nokta değil. “insan hakları” diye birşeyin olmadığı zamanlar da vardı. O kadar da karamsar olmayın. Biz insanlaştıkça etrafımızdakiler daha berbat gelecek bize, gayet normal, fazla kaptırmamak gerek. Cngiz han zamanını düşünsenize, uçan kafalar filan, gayet normalmiş. O zamanlar kimsenin dünya bozulacak diye paniğe kapıldığını zannetmiyorum 🙂 Big-brother oluşursa, ona karşı araçlarda doğar kaçınılmaz olarak, hiç merak etmeyin.
    Ama dediğim gibi, metalaşmaya konu olan şeyler onun ürünü olmak zorunda değil 🙂

  36. Yazan:knz Tarih: Ara 6, 2007 | Reply

    Ben gene izninizle konuyu odağa çekmek istiyorum.

    çünkü odak noktası, biyolojik farklılığının istismarıdır.

    Bu muğlak bir ifadedir. biyolojik farklılık sözü arkasına sığılarak, ne o zaman, ne bu zaman, hele hele dini bir metinde erkeğin müfetiş rolü ile kadını cezalandırmasını açıklmanız mümkün değil.

    Size ilk cevabımda “Asla” dedim ya, kamer hanım. önce hayır demeyi öğreneceğiz.

    suat bey bunu biyolojik farklılıkla değil, şuna sığınırak açıklmanız gerekiyordu.
    yani şunu diyebilmeniz gerekiyor.
    “erkek ile kadın arasında bilinç farkı vardır.”
    siz hele bu cümleyi söyleyin. Hani söyleyebiliyorsanız, bunu deyin.
    ben size o develeri atlatayım 🙂

    hİÇ KİMSENİN EĞİTİMİ ele geçirerek, kızlara bu
    ezik rolü benimsetmeye, bunu savunur hale getirmeye hakkı yoktur. en üzlüdüğüm nokta ise, kızlara bu çarpık yorumları savunduruyorlar.
    asıl insan hakları ihlali budur.

    Ben yukarda size bu dinin kötü yorumu dedim ya, aslında çarpıtmadır. Eğer sizin dediğiniz doğru olsaydı ben bu dini terk ederdim.

    Alt tarafı bir dindir, biz bilinmeyen gerçeğe iman ederiz. O zaman şunu derdim, meğer islamiyette yeryüzünde mevcut olan kötü dinlerden bir tanesiymiş. Ama gerçeği araştırırken durumun tamemen farklı olduğuna ikna oldum. Riske girmeden, yüzleşmeden yeni bilgi edinmek mümkün değil.

    siz merak ederseniz ben de konuyu açarım.

    Ama bilmek istemiyorsanız, dini hassasiyeti yansıtan bir mecliste bu konu dine dayandırılmak zorundadır.
    Kısaca sizin önünüzdeki engel kamer hanım, dışarda olmasından ziayede, içerdedir.
    O engeli kaldıralım, daha alıncak daha çok yol var. o englele rağmen konuşursak, mış gibi yapmış oluruz.

    fuatbey tarihte hiç bir cengizhan, bir milyon insanı, kuşu, böceği ve balığı ve değil çocukları hatta yeni doğacak nesilleri topyekün buharlaştırmayı becerememişti.(nükleer silahlar)

  37. Yazan:snowqueen Tarih: Ara 6, 2007 | Reply

    @Ç-Z
    Alıntıladığınız bir paragraf üzerinde farklı bir bakış açısı ile değerlendirme yaptığınız taktirde toplumun değer yargılarını kökten sarsıp onu dejenere edip her açıdan bir çöplük haline gelmesinin cevabını bulmak mümkün olabilir mi dersiniz?

    Toplumun deger yargıları derken küçük burjuvanın iki yüzlü ahlak kriterlerini kastediyorsanız inanın sarsılması pek umurumda degil. Bundan korkanlar düsünsün.

    Bir kadın kendini sex metası olarak görmez,bedeninin pazarlama malzemesi olmasına sadece alet olabilir çünkü “kendisini toplumun değer yargılarının ve sınırlamalarının korkusundan özgürleştir”diğine ve bunun kendi düşüncesi,seçimi olduğuna ikna edilmiştir.

    Burada bahsedilen sex metası olmayı içsellestirme durumu.
    Toplumun deger yargıları konusundaki bu tutumunuz bende hayret
    uyandırdı, elbette bu yargılar ve sınırmalar korkusundan özgürlesme bir ‘seçim’dir, ama burada kastettiginiz ‘sex&the city’ dizisi tarzı
    bir özgürlestirmeyse haklı eleştirileriniz olacaktır ama muhafaza etmeye çalıstığınız ‘değer yargıları’ nedir anlayamadım?

    Fütursuzca günü birlik sex yaşantısına sahip olmayı da “toplumun değer yargılarının ve sınırlamalarının korkusundan özgürleşmek” olarak savunur.

    İste bahsetttigim Sex&theCity özgürlesmesi.
    Öncelikle Emma Goldman aşkla kutsanmamıs bütün birliktelikleri
    (maddi kaygılarla yapılmıs evlilikler dahil) fuhuş saydığı için onu ‘dejenarasyonla’ suçlamak haksızlık. Evlilik kurumu bile daha dejenere, aşksız birlikteliklere imkan tanıyor.
    Sorun kişi sayısı mı yani?

    Cinselliği tüketim haline getirmenin savunulacak bir tarafı yok.
    Emma Goldman da bundan bahsetmiyor.
    Ama bu konuda takınılan ‘ahlakçı’ tutumları anlayamıyorum.

    Kadın,istemedikçe çocuk doğurmayı redde”bileceğine inandırılarak,performansı düşmeyecek,üretim zamanından kayıp yaşatmayacak yeni çalışan köleler elde edilmiştir.”..kadının güç çalışma koşulları altında annelik içgüdüsünü bile yadsıyacak şekilde çalışması..”Bu cümledeki “yadsıma” kadını mutlu eden bir seçimin sonucu olabilir mi?

    istemedikçe çocuk doğurmayı reddetmek ‘kürtaj’ anlamında kullanılıyor. Goldman, kürtaj konusunda mücadeleler vermiş biri.

    Kadının annelik içgüdüsünü ‘işgücü kaybı’ bakımından redetmesini
    savunabilecegimi düsünmüyorsunuz sanırım?

    Ama her kadın da anne olmak zorunda değil, istemeyen olmaz.
    Bu da kadını değersiz yapmaz.

    Tanrı’ya, Devlet’e, topluma, kocaya, aileye vb. hizmetçi olmayı reddederek; yaşamını daha basit, ama daha derin ve zengin yaparak.”
    Daha basit,daha derin ve zengin yaşam !!!Kadını,kendisini mutlu eden tüm duygularından içgüdülerinden budayıp,neredeyse cinsiyetsiz bir canlı olarak yeni gönüllü eşit olmayan köle çalışan toplumu yaratma eyleminin adına ”eşitlik” diyerek pazarlamak büyük bir reklam başarısıdır:Hizmetçi olma gönüllü köle ol,bunu da özgürlük olarak tahayyül et….
    Alıntı yaptığınız metindeki bir cümleye dayanarak;kadın günümüz toplumunun popüler,özendirilmeye çalışılan yeni değer(!) yargılarına,sadece eş,anne,ev hanımı olmayı seçerek karşı çıkıyor ve bu şekilde mutlu oluyorsa bizler neden ona,vasıfsız,atıl ekonomi dışı tüketen,asalak, şahsiyetsiz canlılar gibi aşağılayarak bakıyoruz o halde?

    Kadını mutlu eden şeyler tanrıya, topluma, devlete, koca ya hizmet etmek mi?
    Burada neden bahsettiginizi gerçekten anlayamadım?

  38. Yazan:Oldumusimdi Tarih: Ara 6, 2007 | Reply

    “Radikal feminizmin temel kazanimlari olmadan, feminizmin bugun ulastigi noktanin bir anlami yok. Bu acidan degisim, feminizmin geri cekilmesi degil, aksine zaferi olarak yorumlanmali.”

    Aslında jetonun geç düşmesi şeklinde yorumlanmalı Tarık beyin söylediklerini doğru anlarsak.

  39. Yazan:knz Tarih: Ara 6, 2007 | Reply

    sayın yönetici yazım çıkmadı.

  40. Yazan:knz Tarih: Ara 6, 2007 | Reply

    Odak noktamız öncelikle olayları örtbas etmemektir. Bu sitenin ve bu sayfanın Müslüman hassasiyeti ile ilgili olduğu bilindiği için, önümüzdeki ilk engeli görmezden gelerek bir şey yapamayız. Yapacağımız ilk şey buraya vicdan boşaltmak değil, kendi engelimizi görmektir.

    1- Burada biyolojik ayrım terimi kadınlar aleyhine yanlış kullanıldı. “Biyolojik ayrım” gibi muğlak bir ifade ile kadına yönelik şiddeti mazur göstermeyiz. Eğer kadına yönelik bir şiddet meşru gösteren bir metin ilahi ise, o halde kadının bilinç olarak erkekten farklı olduğunu ve farklılığının şiddeti meşru kıldığını kabul edersiniz. Cevabınızla ilgili muğlak cümle kullanmak imkansızdır.

    2-Kadın bazı hallerde müfettiş rolündeki koca tarafından cezalandırılması meşru kabul edilebilir mi ? Tarihin herhangi bir döneminde bunun zaten oluyor olması kadının buna rızasını zorunlu kılar mı ? Bütün bu kabuller kadının bilincine yönelik saldırıdır.

    Burada aranızdan biri, cesareti var mı bimemem, kadının bilincinin kadına şiddeti bazı durumlarda meşru kılacak farklılığını söylesin. Ben ona daha develeri ne hendekleri atlatırım. BU KOLAY DEĞİLDİR.

    Kamer hanım, ben ilk cevabımda “asla” demiştim hatırlarsınız.

    Sesinizde hiçbir tereddüt olmadan “asla” demelisiniz, asla kadının bilinç olarak böyle kabule zorlanacak bir fıtrata sahip olmadığını buradaki herkese söyleyebilmeliyiz. Ondan sonra başka konular veya kürtaj vs tartışabiliriz. Burnunun ucunu görmeden nasıl başka konuları konuşabiliriz ve samimi olabiliriz ?

    Biz bilinmeyen gerçekliğe iman ederiz. Dünyada sayamayacağımız kadar din var. Biz kötünün iyisine iman etmeyiz. Eğer İslamiyet, kadın bilincini böyle bir istismara yol açan
    İçeriğe sahipse terk ederdik. Fakat iki alternatif açıklamadan biri diğerinden çok daha tutarlı ise, TUTARLI OLANI kabul ederiz. Riske girmeden yeni bilgi bulunmaz. Yeni bilgiyi aramazsak bulamayız. arzu edilirse düşüncelerimi, arayış tecrübelerimi yazarım.

    Ama tutarlı olmak şarttır. Önümüzdekine bakmadan uzaktakiler hakkında konuştuğumuzun ne değeri olabilir ?

    Fuat bey, tarihte hiçbir cengizhan bir günde milyon insanı, çocuklarıyla birlikte buharlaştırmamıştı. Buharlaşma kelimesi mecaz değildir. Kuşlar, balıklar ve ekosistem bir günde tarihte kimse silememişti( nükleer silahlar) . karamsarlık pek de uzak değil yani.

  41. Yazan:snowqueen Tarih: Ara 6, 2007 | Reply

    @Ç-Z,

    bir ek,
    Goldman ‘kadının özgürleşmesi ruhunda başlar‘ der,
    yani sandığınız gibi ‘gönüllü köle’ler yaratmak değildir amaç.
    ‘kadının özgürleşmesi trajedisi’sinde bahsettiğinz noktalara çoktan değinmiştir.

    ne ilginçtir değil mi, günü birlik ilişki yaşayanlar ahlaksızlıkla suçlanırken, zengin koca avcılığı yapmak evlilik kurmunun kutsallığı çerçevesinde ahlaklı oluveriyor…

  42. Yazan:fuatogl Tarih: Ara 6, 2007 | Reply

    @knz;
    Ben insan mantalitesinin son kertede bizim “iyi” dediğimiz yönde gittiğini düşünüyorum inişli çıkışlı olarak. Atom bombası ile çok insan öldürme olanağı “teknik” birşey. Buharlaşırma da o tekniğin kaçınılmaz sonucu. Nasıl yapsak da bitki ve kuşları buharlaştırsak hepsini gebertsek in sonucu değil. Bir bomba ile 5000 kişi öldüren kişi, çomak ile 1000 kişi öldürenden 5 kat daha mı kötü? Cengiz han a o devirde atom bombası verilseydi herhalde ağzı sulanırdı ve kullanması halinde de şanı yürürdü, efsane, tanrı olurdu birçok insan için. Neyse konuyu dağıtmak istemiyorum,.. atom bombası gibi şeyleri de kafamıza takalım elbette.

    Kadın erkek arasındaki biyolojik fark da teknik birşey. Kadınlar fiziksel olarak erkeği haşamat edebebilecek durumda olsa bu tazr kadına karşı şiddet diye özel bir konu olmazdı herhalde, başka zeminlerde olurdu iktidar etme olayı, ciniyetten bağımız belkide. Fakat şiddet meşruluğunu bu fiziksel farktan aldığını zannetmiyorum, hiç kimse bu şekilde meşrulaştırmıyor, haklı göstermiyor, sebebi de o değildir. Bir polis bir öğrenciyi hayvanca coplarken kimse, “ama daha güçlü, hakkıdır yani” demiyor. Aynı polisin aynı copla bir kadına tecavüz etmesi de bu farktan gelmiyor. İktidar, ve gerektiğinde zor kullanımı ile iktidarın sürdürülmesi söz konusu. Bu anlamda kadına şiddeti herhangi bir şekilde özel kılan birşey yok sanırım. O yüzden bence iktidar etme ilişkilerine, bunları meşrulaştıran, ortam sağlayan, gerekli dili sağlayan şeylere bakmak lazım. İşin teorik değilde, soruna eğilme, mühendislik kısmında “kadına şiddet” demek başka, işin özüne ilişkin tartışmalar özel olarak ayırmak başka gibi. Şiddet nerelerde yeniden üretiliyor, kullandığı dil nerelerde ortaya çıkıyor ona bakmak lazım değil mi? Bir memur tarafından azar işiten vatandaşla, dayak yiyen öğrenci ile şiddete uğrayan kadın ile annesinden dayak yiyen çocuk arasında pek bir fark yok. Olayı sırf “kadına şiddet” diye özel, tekil birşeymiş gibi yalıtırsak işin özünü anlayamayız gibime geliyor…Anlamayan bazı insanlarda mesela “delikanlı adam karıyı dövmez lan, bozarım-oyarım bak haa!” şeklinde, söylenen şeyleri absorbe eder aynı sakat mantığı içersinde.
    Yanılıyorda olabilirim, çetrefilli konular bunlar,..bir foucault filan değilim nede olsa.

  43. Yazan:Ç-Z Tarih: Ara 6, 2007 | Reply

    @snowqueen,

    Tanrı’ya, Devlet’e, topluma, kocaya, aileye vb. hizmetçi olmayı reddederek; yaşamını daha basit, ama daha derin ve zengin yaparak.”

    “Kadını mutlu eden şeyler tanrıya, topluma, devlete, kocaya hizmet etmek mi?”(hizmetçi olmak !)
    Edemez mi?Etmemeli mi?Kim diyor ve itiraz gerekçesi nedir?Kadın tüm yukarıda belirtilenlerle ilişkilerinde durduğu yeri kendi seçiyor ve böylelikle “yaşamını daha basit ama derin ve zengin yaptığını” düşünüyorsa yine de buna “hizmetçilik” deyip itiraz eder misiniz?

    “istemedikçe çocuk doğurmayı reddederek,”
    Ama her kadın da anne olmak zorunda değil, istemeyen olmaz. Bu da kadını değersiz yapmaz.
    Elbette ama anneliğini iğdiş etmiş başarılı işkadını,yukarıdaki cümleyi kendini teselli etmek için kullanmıyorsa eğer!Bu hakka(!) rağmen ortada garip bir çelişki var;genellikle başarılı,kariyer sahibi kadınların çocuk yapmaya “vakti” yada “imkanı” olmamış,şartlar elvermemiştir.İşvereni yada bulunduğu mevkii yüzünden işten en az iki ay uzak kalması mümkün olamamıştır,rekabet halinde olduğu diğer cinsin hamilelik gibi bir “ayakbağı” da yoktur.Kadın doğurgansa yani erkekten yaradılış olarak farklıysa bu farklılık neden kusurmuş gibi onun ayakbağı olmakta o halde?Bu eşit şartlarda var olabilme çabası sayılabilir mi?
    Kadının sadece ve sadece anne olmayı reddetmek için “kürtaja” onay verdiğini söyleyebilir misiniz?Kadın,bu kararı alırken çevre baskısından izole değildir bu da kürtajı imkan/hak gibi değerlendirmeyi olanaksız kılar.
    Kocayı,aileyi reddet,sex metası olma basit derin zengin yaşa, olur da bu arada başına hamilelik gibi bir kaza gelirse “kürtaj” olabilme hakkına sahip ol.Bunun “hak” olduğuna inanmak/inandırılmak ise ayrı bir mesele?Tıbbi bir zorunluluksa zaten kürtajın hak olduğundan bahsetmek saçmalık olur,yok sebep ekonomikse hele hele ucu devletin kalkınma planına dayanıyorsa E.G’ın devlete hizmetçi olmayı reddet tavsiyesini tutamayacağız demektir:-) “aile planlaması”gönüllü olarak hizmet edilen bir eylem değil mi?
    Kadının annelik içgüdüsünü ‘işgücü kaybı’ bakımından reddetmesini savunabilecegimi düsünmüyorsunuz sanırım?Farklılık feminizmi konusunda kafanızda soru işaretleriniz olduğunu söylemiştiniz o nedenle düşünebilirim.Kadının erkekler ile birlikte çalıştığı ortamlarda anne olmasını cesaretlendiren şartların,yani pozitif ayrımcılığın yapılması gerektiğine inanıyorum yaptığınız yorumlardan anladığım kadarı ile siz kadının sahip olduğu bazı cinsi özelliklerinden vazgeçip,reddedettiğinde “eşit olma hakkına”sahip olabileceğini savunuyorsunuz.Hak takas konusu olamaz,ancak verdiğinizde alabiliyorsanız o hak değildir.Hakkınıza sahibi değilseniz eşit de değilsinizdir.Kadın olarak farklı olma hakkınız elinizden alınmaya çalışılıyorsa siz sadece daha “özgür” ve “eşit”olduğunuz sanrısını yaşıyorsunuz demektir.

    Fütursuzca günü birlik sex yaşantısına sahip olmayı da “toplumun değer yargılarının ve sınırlamalarının korkusundan özgürleşmek” olarak savunur.

    İste bahsetttigim Sex&theCity özgürlesmesi.
    Öncelikle Emma Goldman aşkla kutsanmamıs bütün birliktelikleri
    (maddi kaygılarla yapılmıs evlilikler dahil) fuhuş saydığı için onu ‘dejenarasyonla’ suçlamak haksızlık. Evlilik kurumu bile daha dejenere, aşksız birlikteliklere imkan tanıyor.
    Sorun kişi sayısı mı yani?
    Cinselliği tüketim haline getirmenin savunulacak bir tarafı yok.Emma Goldman da bundan bahsetmiyor.Ama bu konuda takınılan ‘ahlakçı’ tutumları anlayamıyorum.

    Neden?Sanatta özgünleşebilmek için klasik sanat eğitiminin zorunluluğunu anlayabiliyor ve temel yapılacak edinimlerin olması gerektiğine inanıyorsunuz da toplum hayatının dejenerasyonuna engel olabilecek “ahlakçı” anlayışı neden anlayamıyorsunuz?
    Tencere dibin kara mantığı ile bugünkü evlilik kurumuna bakışı örneklemişsiniz;maddi yada gelecek kaygıları ile gerçekleştirilen birliktelikler.Ahlakçı bir bakış açısı sizce buna onay verir mi?Aşkı kutsayan Emma G.,aşk ile sevilen eşe,evliliğe ihtimam göstermeyi hizmetçilik olarak tanımlayıp,reddedin tavsiyesinde bulunmuyor mu,bu bir çelişki değil mi?
    Bu arada Emma Goldman’ın aşk tanımını merak ettim kısaca yazarsanız memnun olurum. Günümüzde aşk=sex yapmak olarak algılanıp ortaokul,lise çağındaki çocukların aşk diye cinsellik peşinde koşmaları ne kadar anlaşılabilir?Hele ki bunu özgürlük olarak tanımlamaları ne kadar sağlıklı bir düşünce yapısıdır?
    Bunlara karşı olan biri olarak evet ahlakçıyım.
    Bahsettiğim küçük burjuva dediğiniz bir kesimin iki yüzlü ahlak anlayışı değil.Sex&city kadınlarını yaratma mantığı ve bunun adına da özgürlük ve eşitlik denmesi.Buradaki kadınlara benzer insanların çevremizde var olmadığını,günden güne sayılarının artmadığını söyleyebilir misiniz?Siz bunun sebebini düşündüğünüzde aklınıza gelen cevap nedir?
    Derdimin sayı olmadığı şimdi anlaşılmıştır umarım.

  44. Yazan:Ç-Z Tarih: Ara 6, 2007 | Reply

    @Snowqueen,

    “Goldman ‘kadının özgürleşmesi ruhunda başlar‘ der,”

    Ruhunda özgürleşmek;çok romatik bir tanım ama gerçekleşmesi imkansız.Hayal tacirinin materyalizme hizmeti.
    Kadın yada erkek bedeninden,cinselliğinden özgürleşemez.Bir uçurtmayı bağlı olduğu ip elinizde olmadan sınırsızca uçuramazsınız.

    ne ilginçtir değil mi, günü birlik ilişki yaşayanlar ahlaksızlıkla suçlanırken, zengin koca avcılığı yapmak evlilik kurmunun kutsallığı çerçevesinde ahlaklı oluveriyor…
    Bu konu bana hiç ilginç,tuhaf yada şaşırtıcı gelmiyor..bahsettiğim dejenerasyonun bir parçası,hani şu benim muhafaza etmeye çalıştığım ama sizin anlayamadığınız değer yargılarının değiştirilmesi neticesinde evlilik kurumu bile maddi yada kariyer kaygısı düşüncesi ile materyalist bir düşünce ile gerçekleştirilir oluyor.
    Emma Goldman’ın gibi düşünenlerin tavsiyesinin tutulmasının neticesi; Tanrı’ya, Devlet’e, topluma, kocaya, aileye vb. hizmetçi olmayı reddederek; yaşamını daha basit, ama daha derin ve zengin yaparak.
    Yani, yaşamın anlam ve özünü tüm karmaşıklığı ile anlamaya çalışarak; kendisini toplumun değer yargılarının ve sınırlamalarının korkusundan özgürleştirerek”

  45. Yazan:knz Tarih: Ara 6, 2007 | Reply

    Bir memur tarafından azar işiten vatandaşla, dayak yiyen öğrenci ile şiddete uğrayan kadın ile annesinden dayak yiyen çocuk arasında pek bir fark yok.

    fuat bey size katılıyorum. atom bombası tekniktir. insan aynı insandır. atom bombası sorumluluğumuzu artıtrdı sadece. Fakat bu sorumluğu ister istemez artırmıştır. Sorumlu olmaya mecbur olduk ve hala sorumluğu taşıma gücümüz yetersizdir.

    Mesela benden nesiller önce yaşayan kadınlar, dinde kadınların dövülebileceğine dair bir metne duyarsızlık gösterebilirlerdi. Kadınlar kendini rabia hatun gibi dünyadan vazgeçme hikayeleri ile avutabilirdi. Ama ben bunu yapmamam. Sorumluluğum artmıştır. Ben bunu yaparsam insanlık katili olurum. ben bu saatten sonra o ayetin çarpıltıldığını görmemiş gibi yapamam.

    Çünkü biz bugün kadınların erkeklerden bilinç farklılığının olmadığını biliyoruz.
    Biyolojik farklılık diye yapılan saldırganlıkları biliyoruz. Günümüzde kadınlar kendi varlığının farkında mı sorusu geçerli mi ? soruyu köle için sorun. soruyu yönetilen olarak sorun, suçlu olarak sorun veya çocuk olarak sorun.

    19.yy da çocuk bilinci gelişmediği için tam insan sayılmıyor, ve şiddete dayalı hayvani terbiye yöntemleri
    okullarda geçerli kabul görüyordu.

    Bilinci gelişmmeiş bir varlık acıyı hisseder ve
    bu acıyı şartlı refleksle davranışa dönüştürür
    diye düşünülüyordu.

    geçmişte güç iktidar aracı olarak sorunsuz kullanılabliyordu ama bu sorumsuzluktu.

    köle dövmek mesela.
    kölelerde acaba bilinç var mıydı ? o zaten köle doğduğu için böyle birşey onda gelişmediğini söyleyenler köle sahibi olablirdi. Fakat şidete uğrayan köle kendi bilincinin farkındaydı fakat bunu dinleyen yoktu. O köle o zaman bilincini hissetmiyordu da, şimdi hissediyor değil yani.

    O zaman da hissediyordu ama köle sahibi ya ilgilenmiyordu veya farkında değildi.
    Belki de, amerikalıların bir zamanlar yaptığı gibi zenciler biyolojik farkımız var diye düşünüyordu.

    Gerçeği sadece köleler biliyordu. onlar tarihin eski devirlerinde de, kendi bilinçleri olduğunu o acıyı bilinçlerinde hissederek biliyorlardı.

    20.yy eğitimciler, çocukların da bilinci olduğunu anladıklarında dayak(falaka)bir eğitim aracı olarak hızla eğitimden çıktı.

    Bir kadın da, cezalandırmayı bilincinde hissedebilen bir varlıktır. Erkekten farklı değildir. serkeşlik etmek sadece kadına da mahsus değil. serkeşlik etmek biyolojik farklılıktan dolayı sadece kadınların düşeceği bir durum da değildir. Dedim ya, asla ve katiyen.

  46. Yazan:knz Tarih: Ara 6, 2007 | Reply

    Bir memur tarafından azar işiten vatandaşla, dayak yiyen öğrenci ile şiddete uğrayan kadın ile annesinden dayak yiyen çocuk arasında pek bir fark yok.

    fuat bey size katılıyorum. atom bombası tekniktir. insan aynı insandır. atom bombası sorumluluğumuzu artıtrdı sadece. Fakat bu sorumluğu ister istemez artırmıştır. Sorumlu Mesela benden nesiller önce yaşayan kadınlar, dinde kadınların dövülebileceğine dair bir metne duyarsızlık gösterebilirlerdi. Kadınlar kendini rabia hatun gibi dünyadan vazgeçme hikayeleri ile avutabilirdi. Ama ben bunu yapmamam. Sorumluluğum artmıştır. Ben bunu yaparsam insanlık katili olurum. ben bu saatten sonra o ayetin çarpıltıldığını görmemiş gibi yapamam.
    Evet sorumlu olmaya olmaya mecbur olduk ve hala sorumluğu taşıma gücümüz yetersizdir.

    Çünkü biz bugün kadınların erkeklerden bilinç farklılığının olmadığını biliyoruz.
    Biyolojik farklılık diye yapılan saldırganlıkları biliyoruz. Günümüzde kadınlar kendi varlığının farkında mı sorusu geçerli mi ? soruyu köle için sorun. soruyu yönetilen olarak sorun, suçlu olarak sorun veya çocuk olarak sorun.

    19.yy da çocuk bilinci gelişmediği için tam insan sayılmıyor, ve şiddete dayalı hayvani terbiye yöntemleri
    okullarda geçerli kabul görüyordu.

    Bilinci gelişmmeiş bir varlık acıyı hisseder ve
    bu acıyı şartlı refleksle davranışa dönüştürür
    diye düşünülüyordu.

    geçmişte güç iktidar aracı olarak sorunsuz kullanılabliyordu ama bu sorumsuzluktu.

    köle dövmek mesela.
    kölelerde acaba bilinç var mıydı ? o zaten köle doğduğu için böyle birşey onda gelişmediğini söyleyenler köle sahibi olablirdi. Fakat şidete uğrayan köle kendi bilincinin farkındaydı fakat bunu dinleyen yoktu. O köle o zaman bilincini hissetmiyordu da, şimdi hissediyor değil yani.

    O zaman da hissediyordu ama köle sahibi ya ilgilenmiyordu veya farkında değildi.
    Belki de, amerikalıların bir zamanlar yaptığı gibi zenciler biyolojik farkımız var diye düşünüyordu.

    Gerçeği sadece köleler biliyordu. onlar tarihin eski devirlerinde de, kendi bilinçleri olduğunu o acıyı bilinçlerinde hissederek biliyorlardı.

    20.yy eğitimciler, çocukların da bilinci olduğunu anladıklarında dayak(falaka)bir eğitim aracı olarak hızla eğitimden çıktı.

    Bir kadın da, cezalandırmayı bilincinde hissedebilen bir varlıktır. Erkekten farklı değildir. serkeşlik etmek sadece kadına da mahsus değil. serkeşlik etmek biyolojik farklılıktan dolayı sadece kadınların düşeceği bir durum da değildir. Dedim ya, asla ve katiyen.

    Bilmek sorumluluktur. Fuat bey bilgimiz arttı sadece. insan aynı insan ama bilmek zorunda. Bildikten sonra eskisi gibi olamayız. Hayvanlarda bile artık bilinç tartışmaları yapıyoruz. Onlarda bilincin verdiği acı olmasa bile yine de kendimizi sorumlu hissediyoruz.

  47. Yazan:snowqueen Tarih: Ara 7, 2007 | Reply

    @Ç-Z

    Olayların bir aydınlık, bir de karanlık tarafı vardır.
    benim özgürlük anlaşım sizin zindanınız,
    benim zindanım sizin cennetiniz olabilir.

    Sizce itaat etmek özgürlükçü bir tavır mıdır?
    Toplumsal normlarla tasdik edilip onaylanmış, Tanrıya iyi bir kul, devlete iyi bir vatandaş, kocaya iyi bir eş, çocuklara iyi bir anne olmak özgürlükçü bir tavır olsaydı hiç birşeye karşı konulmaz, isyanlar çıkmaz, devrimler olmazdı. Burada kilit soru ‘iyi’liği belirleyen kriterler ne, otorite kim?

    Ben bu cümleden tanrının, toplumun, kocanın, babanın vb. kadın bedeni ve ruhu üzerindeki ipoteği yadsıma gereksinimi anlıyorum.

    Anneliği iğdiş edilmiş başarılı bir iş kadını doğasını tahrip etmekle suçluyorsunuz peki ya sizin örneğinizdeki ‘mutlu ev kadını’ da
    ‘ben evden mutluyum’ demeyi unuttuğu benliği ve becerileri için bir teselli cümlesine çeviriyorsa?

    Kadının doğurganlığını bir kusur olarak gören sistemden bahsetmişken kadının adet kanamasının bile kusur olarak görülmesine gelelim, neden İslam’da kadın imam yok mesela?

    Kürtaj sadece tıbbı zorunluluklarda yapılmıyor, tecavüz vb. sebepleri de da var bu işin. Bu çok çetrefilli bir konu, sebebi konusunda da kimseyi kolay kolay yargılayamayacağımızı düşünüyorum.

    korunma eylemini ‘aile planlaması’ adı altında devletle ve evlilik cüzdanıyla ilişkilendiriyorsunuz fakat pek gerçekçi bir ilişkilendirme olmadı sanırım? yani sadece aile olanlar korunmuyor…

    yaptığınız yorumlardan anladığım kadarı ile siz kadının sahip olduğu bazı cinsi özelliklerinden vazgeçip,reddedettiğinde “eşit olma hakkına”sahip olabileceğini savunuyorsunuz.

    Yanlış anlamışsınız.
    Kadın ve erkeğin çizilmiş şablonlardan çıkartılmış gibi birbirinden farklı fıtratta olduğuna inanmıyorum diye yazmıştım.
    Hatta kadınların içinde erkeklik, erkeklerin içinde de kadınlık olduğunu eklemiştim. Bu cinsi özelliklerden vazgeçme midir?

    Cinsi özellikler derken de ‘kadın kırılgandır, çiçektir böcektir, duygusaldır, korunması muhafaza edilmesi gerekir’ şeklinde başlayıp erkeğin yapıp, kadının yap(a)mama nedenlerine dönüşen klişelerden hiç hoşlanmıyorum.

    Sanatta özgünleşebilmek için klasik sanat eğitiminin zorunluluğunu anlayabiliyor ve temel yapılacak edinimlerin olması gerektiğine inanıyorsunuz da toplum hayatının dejenerasyonuna engel olabilecek “ahlakçı” anlayışı neden anlayamıyorsunuz?

    (Klasik sanat eğitimin yıkılması gerekliğini yazmıştım hatırlarsanız)

    Evlilik kurumundaki çürümeden Emma Goldman gibi düşünenleri sorumlu tutmuşsunuz, oysa evlilik kurumu yapısı gereği çürümeye
    çoktan başlamıştı. Zengin koca avcılığı yeni başlamadı, yüzyıllardır var, kız çocukları çocukluklarından itibaren bunun için yetiştirilmiyor mu? maddi bağımsızlığı olmayan bir kadın için evlilik bağı, bir sigorta anlaşması değil de nedir? Ahlakçı bir bakış açısı elbette buna onay verir.

    Bu iki yüzlü ahlakçılık, sokak fahişesini aşağılar oysa orada ona dokunan kadının bedenini satıyor olması değil bunu evlilik dışı yolla yapıyor olmasıdır.

    Sex&theCity kadınlarını tüketim toplumuna gömülmüş oldukları için eleştirebiliriz. Güzellik masalı denen olguya kendilerini adayıp
    süper iş kadını, süper seksi ama bir yandan da çağlar boyunca erkelere atfettiğimiz ‘karşı cinsi mendil gibi kullanıp atma’ olayını
    kendileri de yaptıkları hatta belki ‘erkekleştikleri’ için.

    Ama gene de bahsettiğiniz anlamda ahlakçılığa katılmıyorum.

    Günümüzde aşk=sex yapmak olarak algılanıp ortaokul,lise çağındaki çocukların aşk diye cinsellik peşinde koşmaları ne kadar anlaşılabilir?

    Nasıl engelleyeceksiniz? Yasaklar koyarak mı?
    Ya da bekaret kontrollerine gönderilerek ya da evde kalırsın kimse seni almaz diyerek korkutularak mı?

    Aşkı kutsayan Emma G.,aşk ile sevilen eşe,evliliğe ihtimam göstermeyi hizmetçilik olarak tanımlayıp,reddedin tavsiyesinde bulunmuyor mu,bu bir çelişki değil mi?

    hayır çelişki değil çünkü Goldman taş üzerinde kurumlara karşı
    evlilik de buna dahil.

  48. Yazan:Rumuzyok Tarih: Ara 7, 2007 | Reply

    Yaman bir kadın hakları savunucusun snowqueen.. Helal..

  49. Yazan:Ç-Z Tarih: Ara 7, 2007 | Reply

    @Snowqueen,
    Olayların bir aydınlık, bir de karanlık tarafı vardır.
    benim özgürlük anlaşım sizin zindanınız,
    benim zindanım sizin cennetiniz olabilir.

    Evet,o halde aşağıdaki soruyu nasıl yönlendirebiliyorsunuz?Sizin itaat,hizmetçilik olarak gördüğünüz tavrı bir başkası “sizin kelimelerinizle”tanımlamayabilir?Özgürlük kişinin seçimlerinde,tanımlamalarında baskı hissetmemesi demek değil midir?Bakış açınızın özgürlükçü olduğunu neyle mukayese ederek iddia ediyorsunuz.Kıstas olarak kendi özgürlük tanımınzı mı kullanıyorsunuz…”ben senden daha özgürüm zira ruhum özgür”bu ölçülebilir mi?

    Sizce itaat etmek özgürlükçü bir tavır mıdır?

    Asi(!*) olmak mıdır özgürlük yoksa asi/reddeden olabileceğini bildiği halde itaat(!*)etmeyi seçebilmek midir?
    Daha çok bireysel özgürlük temin edileceği iddiası ile daha çok yasaklamaya ihtiyaç duymak.Örn:Başörtüsünün,kadının özgürleşmesine engel olduğu düşüncesi ile üniversite eğitiminde yasaklanması!!! Ve kadının en tabii eğitim hakkının elinden alınması!!

    Toplumsal normlarla tasdik edilip onaylanmış, Tanrıya iyi bir kul, devlete iyi bir vatandaş, kocaya iyi bir eş, çocuklara iyi bir anne olmak özgürlükçü bir tavır olsaydı hiç birşeye karşı konulmaz, isyanlar çıkmaz, devrimler olmazdı. Burada kilit soru ‘iyi’liği belirleyen kriterler ne, otorite kim?

    Kişinin kendisi.Herkes ehliyet almak zorunda diyemezsiniz,araba kullanmak isteyenin ehliyet alması zorunludur diyebilirsiniz sadece.. bunu beşeri hayatın gereği diyerek kabullenirsiniz, itaat(!) etmeyi reddetmek özgürleşmek demek değildir.Zorunluluk < bireyesel fayda,olmak zorundadır,kilit sorunuzun anahtarı.
    Tanrı’nın kulu olduğunu kabul eden birine neden itaat ediyorsun diye bir başkasının sorma hakkı yoktur.Bu seçim tamamen kişiseldir.
    Devlete iyi vatandaş olmak mantığı ile devlet opera ve balesinin devlet desteğinde kalmasını,dışınızda bulunan çöp yığınlarından korunmak için gerekli olduğunu düşünüp savunmanız gibi…size devlet tarafından dayatılan bir kültür olarak bakıp neden reddetmediniz?
    Sevgilisinin yada kocasının sevdiği bir yemeği yapmak ile ona sarılmak arasında fark gözetmeyen,yaşadığı evi temizlediği için neden hizmetçi denildiğini ve özgürleşmek adına bunları reddetmesi gerektiği mantığını anlamıyorum.Özgürlükçü tavır anne,eş,vatandaş olmayı reddetmek demek değildir bu imkana sahip olduğunu bilerek seçim yapabilmektir.

    Ben bu cümleden tanrının, toplumun, kocanın, babanın vb. kadın bedeni ve ruhu üzerindeki ipoteği yadsıma gereksinimi anlıyorum.

    Ruhun özgürleşmesi sadece isyankar bir tavırla mümkün değildir ve tek yol da değildir.Kişi size göre itaat etmek olarak görülen bir başka yolu gönüllü olarak seçer ve bunu seçebilmesini de özgürlük olarak kabul eder.Daha iyi anlaşılabilmek için;bir lokantanın alacart yada fix menü seçeneklerinden birini seçmeniz özgürlüktür.Tanrıya inanmak yada inanmamak gibi..sadece Tanrıya inanabilirsiniz,din seçer ve o şekilde inanç sahibi olursunuz,vs vs kimse kalkıp size Tanrıya inanmamanız yada nasıl inanmanız gerektiğini söyleyemez hele bunu reddetmenin kişiyi özgürleştireceğini hiç iddia edemez bu söyleyenin kendi inancını dayatmasıdır…devlet,toplum,eş,çocuk için bu örneği uygulayabilirsiniz..devlet yönetim sistemini halk belirler,seçtiğine uymak itaat etmek anlamına gelmez ama sitem dayatmacı ise zaten bu halkın seçimi anlamına gelmez.

    Anneliği iğdiş edilmiş başarılı bir iş kadını doğasını tahrip etmekle suçluyorsunuz peki ya sizin örneğinizdeki ‘mutlu ev kadını’ da‘ben evden mutluyum’ demeyi unuttuğu benliği ve becerileri için bir teselli cümlesine çeviriyorsa?

    Anlatmaya çalıştığım,reddetmek özgürlük değildir,seçeneklerin istihdam edilmesi ve bunlardan birini seçebilmek adına fayda görmediğimizi reddedebilme imkanına sahip olabilmektir özgürlük.Çalışan kadının anneliğinden feragat etmeden çalışabileceği şirketlerden birini seçme hakkı olmalı,seçimi;annelik yada kariyer arasında yani sakal ve bıyık niteliğinde kısıtlı kalmamalı.Kadının bu şekilde kısıtlı çalışabiliyor ve anneliğinden fedakarlık ediyor olması onun özgürleşmesi demek değildir.
    Evli ama mutsuz olan kadınları(ki eğer bu kişisel tatminsizlik duygusundan kaynaklanıyorsa sadece psikoloğa gitmesi tavsiye edilir)örnek gösterip “evliliği reddetmeyi” tavsiye etmek pireden kurtulmak için yorganı yakmaktır.(okullar olmasa maarif idare etmek kolaydır gibi bir mantık).Kadın hakları kapsamında(ki bu noktada kadın erkek ayrıcalığı kalkar)şiddet,baskı,vs gibi kanunen suç kapsamında olan eylemlerin cezalarının fiiliyata geçirilmesi şarttı.Bu sebeple karakoldaki polise başvuran kadına oradaki “erkek”polisin evraklama işi çıkmasın yada dargınları barıştırmak sevaptır mantığı ile yaklaşmaması devletin görevidir.Kanunlar,onları uygulayanların “mahalle baskısı”na takılıp kalmamalıdır.(şiddet gören kadın adına talep edilecek olan bu olmalı,devleti deddeden biri bunu kimden talep edecek)Burada kadının hakları konusunda bilinçlendirilmesi gerekir pire-yorgan eylemi için kışkırtılması değil.

    Kadının doğurganlığını bir kusur olarak gören sistemden bahsetmişken kadının adet kanamasının bile kusur olarak görülmesine gelelim, neden İslam’da kadın imam yok mesela?

    Bilmiyorum ama fikrim var.Kadının adet kanaması esnasında namaz ve oruçtan muaf tutluyor olmasını,kocaya adetli iken eşine yaklaşmamasının kadının rahatı düşünülerek tavsiye edilmesini göz önünde bulundurduğumda, İslam’ın “farklılık feminizminin”ilk uygulayıcısı oluğu sonucuna ulaşıyorum. Görevini ifa edemediğinde suçlu olacağına,suçlanacağı görevi vermeyerek kollamak gibi makul bir gerekçe olabilir.

  50. Yazan:Ç-Z Tarih: Ara 7, 2007 | Reply

    @Snowqueen,

    Kürtaj sadece tıbbı zorunluluklarda yapılmıyor, tecavüz vb. sebepleri de da var bu işin. Bu çok çetrefilli bir konu, sebebi konusunda da kimseyi kolay kolay yargılayamayacağımızı düşünüyorum.

    İnsan psikolojisi tıbbi bir konu değil mi?Kişinin tecavüz sonucu sahip olacağı bir çocuğu her gördüğünde yaşayacağı tecavüz anı tıbbi bir sorun yaratmaz mı?Kürtaj konusunda bir yargılamada bulunmuyorum,anne olmayı reddetmenin “özgürleşme”hakkı kapsmında değerlendirilmesine karşı çıkıyorum.Zorunlu olduğunuz bir ameliyat sizin özgürleşmeniz demek değildir.Kürtaj “kadın özgürlüğü” kapsamında empoze edilmez.

    korunma eylemini ‘aile planlaması’ adı altında devletle ve evlilik cüzdanıyla ilişkilendiriyorsunuz fakat pek gerçekçi bir ilişkilendirme olmadı sanırım? yani sadece aile olanlar korunmuyor…

    Evet,sadece evli ve yeterli(!)(imkan kapsamında bunu yazmıştım) çocuk sayısına sahip olan kadınlar kürtaj olmuyor…başlangıç noktasına bakın..evliliği,eş ve anne olmayı reddetmesi özgürleşmesinin yolu olarak gösterilen kadınlar da korunup,kürtaj oluyor….özgürleşebilmenin ayakbağları!!!

    yaptığınız yorumlardan anladığım kadarı ile siz kadının sahip olduğu bazı cinsi özelliklerinden vazgeçip,reddedettiğinde “eşit olma hakkına”sahip olabileceğini savunuyorsunuz.
    Yanlış anlamışsınız.Pekii ben yanlış anlamış olayım ya Emma Goldman’ın yanlış olma ihtimali yok mudur?

    Kadın ve erkeğin çizilmiş şablonlardan çıkartılmış gibi birbirinden farklı fıtratta olduğuna inanmıyorum diye yazmıştım.

    Neden?Regl oluyoruz ve tüm psikolojimiz bu zaman zarfında değişiyor.Nerde ve ne zaman olduğunu,uygulanıp uygulanmadığını çok net bilmemekle beraber regl dönemlerinde kadınların işlediği suçlarda indirim talep edilmişti bence gayet makul bir öneriydi.

    Hatta kadınların içinde erkeklik, erkeklerin içinde de kadınlık olduğunu eklemiştim. Bu cinsi özelliklerden vazgeçme midir?
    Testosteron ve serotonin..iki kol,iki göz vs…evet paylaştığımız pek çok şey aynı,insanız .-)Sevin,acı,mutluluk,stress gibi duygusal tepkilerimiz var ama bu kimyasal yapımızdan dolayı biraz daha farklı bir şekilde dışa vuruyoruz;farklı ama aynıyız.

    Cinsi özellikler derken de ‘kadın kırılgandır, çiçektir böcektir, duygusaldır, korunması muhafaza edilmesi gerekir’ şeklinde başlayıp erkeğin yapıp, kadının yap(a)mama nedenlerine dönüşen klişelerden hiç hoşlanmıyorum.

    Anlıyorum sizin karşı çıktığınız pek çok noktaya ben de karşı çıkıyorum.Fıtri farklılık bir gerçek ama reddedilmesi gereken gerçek bu değil.Kadını engelleyip,üzerinde tahakküm kurmaya yönelik,kadının kendisini aciz olduğuna inandırarak üstünlük elde etmeye yönelik sözüm ona korumacılıktır karşı çıkılması gereken.Bu karşı çıkışı temin edebilmek için savaşmak üzere cinsiyetinden vazgeç(iril)miş kadın ordusu kurmak saçmalıktır.İkna edilip fikirlerinin değiştirilmesi gerek erkek yada kadın zihniyetidir.Kadınlarda erkek cinsine onun temsil ettiğine inanılan şeylere karşı bir düşmanlık oluşturmakla kazanılacak tek şey mutsuz ve huzursuz bir toplum oluşturacak bireyler olur.

    Sanatta özgünleşebilmek için klasik sanat eğitiminin zorunluluğunu anlayabiliyor ve temel yapılacak edinimlerin olması gerektiğine inanıyorsunuz da toplum hayatının dejenerasyonuna engel olabilecek “ahlakçı” anlayışı neden anlayamıyorsunuz?
    (Klasik sanat eğitimin yıkılması gerekliğini yazmıştım hatırlarsanız)

    Evet ama öğrenildikten sonra demiştiniz.

  51. Yazan:Ç-Z Tarih: Ara 7, 2007 | Reply

    @Snowqueen,

    Evlilik kurumundaki çürümeden Emma Goldman gibi düşünenleri sorumlu tutmuşsunuz, oysa evlilik kurumu yapısı gereği çürümeye çoktan başlamıştı.

    Nasıl ve ne zaman?Sebep?Bireyler değişmeden kurum nasıl değişir?Ahşaptan mamul bir ev mi ki zamanla kendi kendine çürüsün.Aile/evlilik kişilerin kafasındaki anlamla ve tavırları ile sağlam yada çürük olabilir.
    Lütfen bana,bir çocuğun sağlıklı bir yetişkin birey olarak yetiştirebileceği en güvenli ortamın neresi olduğunu ve bu güvenin tesisi edilebilmenin gereklerinin neler olduğunu yazabilir misiniz?
    Madem öyle evlilik kurumu çoktan çürümüştür günümüz toplumunun niteliği için de çürümüş diyebilir misiniz?Çürümüş bir kurum içinde yetişen çocuğun kişiliği nasıl gelişir,olumlu anlamda özgürlükçü ve bağımsız mı?
    Zengin koca avcılığı yeni başlamadı, yüzyıllardır var, kız çocukları çocukluklarından itibaren bunun için yetiştirilmiyor mu?

    maddi bağımsızlığı olmayan bir kadın için evlilik bağı, bir sigorta anlaşması değil de nedir? Ahlakçı bir bakış açısı elbette buna onay verir.

    Geçmişte değdiniz gibi kadının maddi bağımsızlığı nedeniyle zengin koca seçiyor olması anlaşılabilir peki günümüzde maddi olanakları elde etme imkanı olduğu halde bir kadının “zengin koca” avcılığına çıkıyor olmasının sebebi ne o halde?Ve hatta daha iyi bir mevki,maaş için vücudunu peşkeş çekmesine sebep olan tamahkarlığını tetikleyen nedir pekii?Daha çok özgürleşmek,daha çok bağımsız olmak mı?Özgürlüğün sadakat,saygı gibi duyguları da içeren itaatı reddetmekle elde edilebilmesi mümkün değildir,çok mu ahlakçı oldu?

    Bu iki yüzlü ahlakçılık, sokak fahişesini aşağılar oysa orada ona dokunan kadının bedenini satıyor olması değil bunu evlilik dışı yolla yapıyor olmasıdır.

    Kişilere bedenleri üzerinde söz söyleme hakkı olduğunu söyledikten sonra(ki buna itirazım yok) peşindeki cümlede toplumun değer yargılarını reddetmesini,özgürlüğün ancak maddiyatla elde edilebileceğini ama bu söylediğiniz kişinin elinden ahlak anlayışını nüvesi olan dinini de uydurma olduğunu söyleyerek alırsanız,eğitim almasını bile şarta bağladığınız bu insanın ulaşacağı sonuç ne olur?2.sınıf addedilen bu kadın sınıf atlamak için ne yapar?
    Yukarıda yazdıklarımdan sonra bunu iki yüzlü ahlakçılık olarak değerlendiremezsiniz. Sanırım!

  52. Yazan:Ç-Z Tarih: Ara 7, 2007 | Reply

    @Snowqueen,

    Sex&theCity kadınlarını tüketim toplumuna gömülmüş oldukları için eleştirebiliriz.
    Niye burayı doğal bir sonuç gibi es geçiyoruz.Nasıl gömüldüler,kim gömdü???Benim daha en başta söylediğim gönüllü işçi kölelik değil mi bu?Gönüllülük başka nasıl sağlanabilirdi?

    Güzellik masalı denen olguya kendilerini adayıp süper iş kadını, süper seksi ama bir yandan da çağlar boyunca erkelere atfettiğimiz ‘karşı cinsi mendil gibi kullanıp atma’ olayını kendileri de yaptıkları hatta belki ‘erkekleştikleri’ için.

    Erkekleşmek eşitlik demek değildir,kadınlığın budanması derken kasttettiğim şeylerden biri bu.
    Güzellik masalı,kesinlikle haklısınız.Bu masalı yazan para basan bir sektör olduğu kesin.Plastik sanatların en güzel insan formülünün yaşayan etten kemikten canlılara pazarlanması…imkansız olduğu bilinen bir şeye para ile ulaşılabileceğinin mesajının verilmesi.Asla ulaşamayacağın bir havuç için seni mutlu eden basit değerleri(!)reddet.

    Ama gene de bahsettiğiniz anlamda ahlakçılığa katılmıyorum.

    Katılmanız değil anlamanız önemli.Kadın özgürlüğü,eşitliği diye taktim edilen her düşüncenin peşine tek doğru diye takılmak,bakış açısını daraltmak hata.Her düşüncenin arkasındaki karanlık noktayı aramak gerek.

    Günümüzde aşk=sex yapmak olarak algılanıp ortaokul,lise çağındaki çocukların aşk diye cinsellik peşinde koşmaları ne kadar anlaşılabilir?

    Önce “neden bu kanıya sahipler” sorusunun cevabını vermeniz gerek.
    Nasıl engelleyeceksiniz? Yasaklar koyarak mı?
    Sizin kadar özgürlükçü bir insanın aklına neden hemen “engel” ve “yasak” kelimeleri geldi ki?Benim aklımda olan sevgi,saygı gösterilerek kendilerine olan özgüvenlerini arttırmaktı.Bunun yapılabileceği en sağlıklı ortamın da anne babanın rol model olduğu “evlilik müessesine” destek vermekti.Anne ve baba olmanın sorumluğunu “reddetmemek”ti.

    Ya da bekaret kontrollerine gönderilerek ya da evde kalırsın kimse seni almaz diyerek korkutularak mı?

    Elbette hayır..şu sıralar bir ülkede evlenene kadar bakire kalmaya yemin eden kızlar var..Neden yapıyorlar dersiniz?Neden bir yeminle sex özgürlüklerini sınırlandırıyorlar(rahibe değiller)Ne aileleri ne de bir kanun bunu yapmaya onları zorluyor.

    Aşkı kutsayan Emma G.,aşk ile sevilen eşe,evliliğe ihtimam göstermeyi hizmetçilik olarak tanımlayıp,reddedin tavsiyesinde bulunmuyor mu,bu bir çelişki değil mi?

    hayır çelişki değil çünkü Goldman taş üzerinde kurumlara karşı evlilik de buna dahil.

    O halde birinin E.G’a evliliğin “taştan mamul ev sahibi “olmak olmadığını anlatması gerek.:-)

    Bu arada Emma Goldman atesit mi?Daha önce de aşk tanımını sormuştum,okuyan biri olarak cevaplarsanız gerçekten memnun olurum.

  53. Yazan:knz Tarih: Ara 7, 2007 | Reply

    Özgürlük kişinin seçimlerinde,tanımlamalarında baskı hissetmemesi demek değil midir?Bakış açınızın özgürlükçü olduğunu neyle mukayese ederek iddia ediyorsunuz.Kıstas olarak kendi özgürlük tanımınzı mı kullanıyorsunuz

    Bir ilişki de ezikliği temsil eden emareler vardır. Bir insan, kendisine şiddet uygulanmasını onaylayamaz. kamu davası açılır.

    Amerikada bir bir erkek karısına ( veya çocuğa şiddet uygulandığında )şiddet uyguladığı zaman
    kadın şikayet etmmeiş olsa dahi, komuşusu şikayet ettiğinde kamu davası açılır.
    Hukuk böyle bir aile mahremiyeti oalmaz diyor. Zaten baskı altındaki kişilerin özgürlüğünden de söz edilemz.

    Ç-Z aykırı duurm örneği olarak yukardaki örneği verdim.

  54. Yazan:snowqueen Tarih: Ara 8, 2007 | Reply

    @Ç-Z

    Benim zindanım sezin cennetiniz olabilir yeteri kadar açık bir ifade sanırım. Kişisel seçimlerden bahsediyoruz.
    Bütün insanlığı kurtaracak bir kurtuluş reçetesi, büyük fikir, ideoloji kavramına mesafeli bakıyorum dolayısıyla anarşizme de.
    E.Goldman bir anarşist(belki benden daha cesur belki daha haklı),
    ama ben tanrı, devlet, koca yokolsun gibi beylik laflar edemem,
    etmemem gene de bu kurumların çürümüşlükleri üzerinde eleştiri yapmayı engellemez. Çünkü daha iyisini oluşturacak olan bu eleştirel tavırdır, ne verildiyse onu alıp uygulamak değil.
    (Devletin bekaret konrolü, zina yasası, töre cinayeti indirimi gibi duruşları olmuşken, sanat politikasındaki ‘karışma ama destekle’ formülünü aynı kaba koyamazsınız.)
    Goldman’ın alıntıladığım firinden kendimce ne aldığımı ifade edebilirim. Bundan da tanrı, devlet, koca vb. otoritelerin kadın bedeni üzerindeki kontrolünü ve bunun yarattığı içselleştirmeyi sorgulamak ve yadsımayı aldığımı yazmıştım. Bir erginleme sürecinin başlatılması diyebiliriz. Kadının bir bireye dönüşmesi. ‘yaşamını daha zengin kılması’ aç kalan ruhun(hambre del alma)beslenmesidir.

    Burdan sonrasında kişisel görüşler netlik kazanıyor. Kendi fikrim,
    şehir hayatı içinde yaşanılan çocuk oyuncakları, bulaşık detarjanları,
    danteller ve kahve gezmeleriyle ev kadınlığının aslında bir miktar
    tehlikeli bir yol olduğu. Etrafınıza baktığınızda henüz alarm sistemi tam gelişmediği ya da aile öyle uygun gördüğü için Mavi Sakal’larla evli bir çok kadın göreceksiniz. Kocalarından ayrılan, boşanan ya da
    kocaları vefat eden kadınlar ne yapacak? Kadınları fıtratları gereği
    çalışma hayatından alı koyup ‘bakın nasılda kadınlığınızı unutuyorsunuz, oysa evlerinize geri dönünce erkek fatmalıktan kurtulup gene kadın olacaksınız’ diyen bu yaklaşım kadının yalnız kaldığı durumda nasıl bir hayat mücadelesi yaşamasını öngürüyor?
    Ya da öneriyor mu?

    Neo feminizm, postfeminizm ya da farklılık feminizmi (her ne derseniz deyin) için ‘sağın bir icadı’ der kimileri. Çünkü aslında
    altan alttan cinsiyetçilik yapar, muhafazakarlığı besler.
    Kürtaj karşıtlığı, bekaretin kutsallaşmasının geri getirilmesi vb.
    O kadar ki islam’da kadın imam, kadın peygamber olmayışı
    ‘kadının iyiliği için’ olarak alınıyor.

    Asi(!*) olmak mıdır özgürlük yoksa asi/reddeden olabileceğini bildiği halde itaat(!*)etmeyi seçebilmek midir

    işte bu da neomuhafazakar oldukça postmodernist bir söylem.
    ‘itaat edebilmeyi seçebilmek’in özgürlük oluşu, itaat eylemini özgürlükçü yapmaz.

    Tanrıya inanabilirsiniz,din seçer ve o şekilde inanç sahibi olursunuz,vs vs kimse kalkıp size Tanrıya inanmamanız yada nasıl inanmanız gerektiğini söyleyemez hele bunu reddetmenin kişiyi özgürleştireceğini hiç iddia edemez bu söyleyenin kendi inancını dayatmasıdır…

    Bu tavrı çelişkiler yumagi buldugum için dinsizim. (elbette kendi görüşüm diyerek her cümle sonunda parantez açmama gerek yok heralde)
    Dışarıdan birinin size tanrıya inanmamanız ya da nasıl inanmanız gereketiğini söylemesi karşısında oluşturulan direnç nedense içeriden ndiği zaman tanrıya böyle inanılır, ibadet şöyle yapılır, şunlar giyilir buralara gidilir dendiği zaman koşulsuz itaate dönüşüyor.

    ——————-

    Yazdıklarınızın tümünü okuyunca gözüme çarpan muhafazakarlık
    yukarı da da belirttiğim gibi farklılık feminzmi dedigimiz duruma
    bakışımdaki şüpheleri kendi bakış açımdan haklı kılıyor.

    Bu tür ahlakçılık, hristiyan ahlakçılığıyla çok benzeşiyor.
    (bekaret yeminleri veren genç kızlar, cinselliğin yasanagi en doğru yerin anne babanın rol modeli olduğu evlilik kurumu olduğu vb.)
    Ahlakçılar, erkek egemen zihniyetlerinin etkisiyle kadınları hep baştan çıkartıcı olarak görmüşlerdir. Kadınlar ayartıcı oldukları için
    onların bu yönleri törpülenmek istenir.

    Toplumdaki dejenerelik yüzünden tüketim toplumu, katı ahlak yargılarının gizlilik ve dürüst olmayan tavırlara yol açması eleştirilmesinin degil cinsel serbestinin eleştirilmesi tam da bu tür ahlakçılık örneğidir.(sex&the city kadınlarında eleştirdiğim nokta gucci mağazalarının önüne yapışamaları, yaşlanmayı kabul edemeleri ve erkeklerde görüp yıllarca canlarını acıtmış aldatma vb.durumlar normalleştirme yoluna gitmeleri)
    Diğer tarafı, ‘seks satar’ mantığı, seksin bir tüketim malzemesi haline getirilip, Levis’ta che guevera tsörtü satmak gibi içinin boşaltılması.

    Eşcinselliğin bu kadar yaygın hale gelmesi de ahlakçılar için bir toplumsal bozulma göstergesidir. Oysa gizli kapalı odalarda yaşanılan eşcinsellik, göz önünde olmadığı için bir sorun teşkil etmiyordu. Osmanlı toplumunda, Avrupa manastırlarında eşcinselliğin ne ölçüde yaygın olduğunu sağır sultan biliyor bugün.
    Oysa toplumsal bozulma eşcinselliğin yaşanıyor olması değildir,
    bunun gizli kapaklı ya da doğal olmayan, suni, plastik bir tatta yaşanması.

    Samuel Noah Kramer veya M.Ilmiye çığ okuduysanız ‘kutsal evlilik töreni’ denen olayı da biliyorsunuzdur. Bu birleşim, bir kutsanma, arınma, evrenle bir olma ritüeliydi. (Doğada, kutsal ve saygısız, kutsal ve cinsel olan birbirinden ayrılmaz, birlikte yaşar, c.estes)
    (Sonra adım semavi dinlere takık oluyor) Cinselliğe hastalıklı bir yaklaşım getirildi. Bu kadar büyütüp, abartıp, tabulaştırmak ya da
    şişirip şirişirip içini boşaltmak, sağlıksız bir cinsellik yaşayan hasta toplumlar olmamıza yarıyor sadece.
    ——————————————————–
    Sorunuza gelirsek, Emma Goldman, aşkı yaşayabilmek için evliliğin kanunlar ve toplum önünde onaylanmış, imzalar atılmış şekline ihtiyacımız olmadığını düşünüyor ve evet, o bir ateist.

  55. Yazan:Ç-Z Tarih: Ara 9, 2007 | Reply

    @Snowqueen,

    Benim zindanım sezin cennetiniz olabilir…Kişisel seçimlerden bahsediyoruz… ama ben tanrı, devlet, koca yok olsun gibi beylik laflar edemem,etmemem gene de bu kurumların çürümüşlükleri üzerinde eleştiri yapmayı engellemez.Çünkü daha iyisini oluşturacak olan bu eleştirel tavırdır, ne verildiyse onu alıp uygulamak değil.

    İslamiyet’in de böyle bir dönemde,ihtiyaca cevaben vahy edildiğini düşünmek neden zor?Hani zamanın çürümüşlüğüne merhem olacak bir yol!

    Şimdiki merkezi yönetim şekli yerine bölgesel yönetim sistemini kabul edebiliyor musunuz?
    Devletin küçülmesini kabul edebiliyor musunuz?
    Kemikleşmiş doğru sanılansağlıksız(!)düşüncelerden vazgeçmek kolay değildir.
    içselleştirmeyi sorgulamak ve yadsımak…zaman alır..

    Cahiliye dönemi kadınları İslamiyet’in kendilerine getirdiği hak ve imkanlardan hoşnutlardı ki çoğu, kocaları İslamiyet’i seçmediği halde İslamiyet’i seçip ona sığınmışlar, Müslüman olmuşlar.Başlangıçta İslamiyet’i seçen kadın sayısı erkek sayısından fazlaymış.
    * * *
    Devletin bekaret konrolü,=tecavüz etmedim diyen suçlunun ifadesine karşı “hayır tecavüze maruz kaldım”diyen mağdurun ifadesi…adaletin tecellisi için delil şart değil midir?(ölüm nedeninin tespiti,suçun ispatı için otopsi yapılmasına ne diyorsunuz?)

    zina yasası= …çağlar boyunca erkelere atfettiğimiz ‘karşı cinsi mendil gibi kullanıp atma’ olayını… bunlar sizin kelimeleriniz…buram buram intikam kokan buna benzer bir düşüncenin uzantısı :-)..bu durumda kadınların eli daha güçlü değil mi?

    töre cinayeti indirimi= (..çağlar boyunca erkelere atfettiğimiz ‘karşı cinsi mendil gibi kullanıp atma’ olayını…)işte namus uğruna töre cinayeti işleyenler de aynen sizinki gibi intikamcı/düşmanca bir tavırla hareket ediyorlar,ne kadar benzer değil mi?Çocuk yaşta bir delikanlı da “bacısının” mendil gibi kullanılıp atıldığına inandırılarak cinayet işleyebilir.Bu gençleri tamamen suçlu bulabilir misiniz?

    * * *
    (Devletin bekaret konrolü, zina yasası, töre cinayeti indirimi gibi duruşları olmuşken, sanat politikasındaki ‘karışma ama destekle’ formülünü aynı kaba koyamazsınız.)

    Bu noktada ben yeterince açık ifade edememişim demek ki;bakın toplum hayatındaki birlikteliği idame ettirebilmek için her şey devletten beklenemez.Toplumun kanunlara başvurmadan kendi içinde uzlaşmasına imkan sağlayacak ortak değerler olmak zorundadır,ben size bu temelin ne olması ve nasıl sağlanması gerektiğini o örneği vererek anlatmak istemiştim.İnsan ilişkileri “bu eylemin kanunen cezası var korkusu” üzerine inşa edilemez.Bu cezalandırma yöntemi çözüm olamaz.Sevgi,saygı,şefkat,merhamet,sadakat(itaat yada razı oluş anlamında zaruriyet/baskı temelli seçeneksizlikle kuşatılmış bir razı oluş değil)fedakarlık kanuni yaptırımlardan önce “asi” olmayı öğretmeden önce anlatılmalı,kazandırılmalı.Söylemeye çalıştığım, “karışma ama destekle” değil, “bil,öğren sonra istersen yık,istersen takip et,istersen üzerine inşa et” idi.(klasik sanat eğitiminin temel alınmasının,gereklilik nedeniyle zorunlu olması mantığınıza hitaben yazmıştım)
    Goldman’ın alıntıladığım firinden kendimce ne aldığımı ifade edebilirim. Bundan da tanrı, devlet, koca vb. otoritelerin kadın bedeni üzerindeki kontrolünü ve bunun yarattığı içselleştirmeyi sorgulamak ve yadsımayı aldığımı yazmıştım.

    Devlet,eleştiriyi kabul ediyor,hakareti suç sayıyor.Kime ve neye göre?Dönelim şiddete;çözüm olarak başvurulan kuvvetin dozu ve tanımı kişiden kişiye değişiyor,bence,sözel taciz ile tokat arasında fark gözetilemez ama herkes bu şekilde düşünmeyebilir.Kişi( kadın,erkek fark etmez)herhangi bir baskı,sıkıntı veya sadece rahatsızlık hissettiğinde alternatif bir çözüm yolu olduğunu bilmeli,bu konuda bilinçlendirilmeli.

    Kadına,çocuğa,erkeğe değil sadece bu şiddet,hatırlayın daha kısa bir süre önce milletimizin bir kısmı şehitlerimizin ardından kana kana,cana can”intikamcı mantığı ile “savaşalım, ölelim”naraları atmadılar mı sokaklarda;savaş en yoğun şiddetten başka nasıl tanımlanabilir ki?Ne uğruna ne için olursa olsun ilk ve en kesin çözüm olarak şiddeti görmek!!!
    Devletten yasaklamalarla barışı,hakları idame ettirmesi,desteklemesi bekleniyorken,yine aynı devletten çözüm için savaşması da beklenmişti.Asıl iki yüzlülük işte burada!

    Bir erginleme sürecinin başlatılması diyebiliriz. Kadının bir bireye dönüşmesi. ‘yaşamını daha zengin kılması’ aç kalan ruhun(hambre del alma)beslenmesidir.
    Bireye dönüşmesi gereken,sadece kadın değil…
    Kendi fikrim,şehir hayatı içinde yaşanılan çocuk oyuncakları, bulaşık detarjanları,
    danteller ve kahve gezmeleriyle ev kadınlığının aslında bir miktar tehlikeli bir yol olduğu.

    Ev kadınlığı ne için “tehlikeli bir yoldur”,”tehlike” dediğiniz nedir ???

    Yorum başındaki cümlenizle bu birbiriyle çelişiyor;Benim zindanım sezin cennetiniz olabilir…Kişisel seçimlerden bahsediyoruz..
    Etrafınıza baktığınızda henüz alarm sistemi tam gelişmediği ya da aile öyle uygun gördüğü için Mavi Sakal’larla evli bir çok kadın göreceksiniz.

    Mavi sakallar başka mavi sakallarla mı birlikte yoksa başka “kadınlarla” mı?Sanırım o mavi sakalların birlikte olduğu kadınlar için “aile”çürümüş bir kurum o nedenle bir çürümüş kurumun bireyi ile birlikte olmak o kadınları pek ilgilendirmiyor!!Ne dersiniz?

    Kocalarından ayrılan, boşanan ya da kocaları vefat eden kadınlar ne yapacak? Kadınları fıtratları gereği çalışma hayatından alı koyup ‘bakın nasılda kadınlığınızı unutuyorsunuz, oysa evlerinize geri dönünce erkek fatmalıktan kurtulup gene kadın olacaksınız’ diyen bu yaklaşım kadının yalnız kaldığı durumda nasıl bir hayat mücadelesi yaşamasını öngürüyor?
    Ya da öneriyor mu?

    Siz beni hiç anlamamışsınız!Bakın bazı büyük firmalarda belirli bir sayıyı geçtikten sonra spor alanı,doktor olmak zorundadır.Kadın çalışanı olan bir firmanın da “tavan” sayısını beklemeden ve bunu mecburiyetmiş gibi algılamadan,evdeki eşini ve çocuklarını da düşünerek bu çalışan kadın elemanına “anne” olma imkanını sağlayacak bilinçte olmalı.
    Kadın çalıştığı maaşın yarısını evdeki çocuk bakıcısına vermek zorunda kalmamalıdır,boşanmış ama çocuklu bir kadın ise çocuğuna nasıl ve nerde bakacağı kaygısını yaşamamalıdır.Kadını boşandığı kocanın nafakasına mahkum etmek midir o kadına sağlanan “kadın hakkı”?Bu mudur kadına kazandırılan şahsiyet??

    Neo feminizm, postfeminizm ya da farklılık feminizmi (her ne derseniz deyin) için ’sağın bir icadı’ der kimileri. Çünkü aslında altan alttan cinsiyetçilik yapar, muhafazakarlığı besler.
    Kürtaj karşıtlığı, bekaretin kutsallaşmasının geri getirilmesi vb.
    O kadar ki islam’da kadın imam, kadın peygamber olmayışı‘kadının iyiliği için’ olarak alınıyor.

    Bir kez karşı çıkmış olmak için karşı çıkmadan kadının bunlaran hiçbir faydası olmadığı sabit fikrine kapılmadan,düşmanlığı bir kenara bakıp aynı konuları değerlendirebilseniz,inanın bu boyun eymiş olduğunuz anlamına gelmeyecek.Bu itaat değil .-)

    Asi(!*) olmak mıdır özgürlük yoksa asi/reddeden olabileceğini bildiği halde itaat(!*)etmeyi seçebilmek midir

    işte bu da neomuhafazakar oldukça postmodernist bir söylem.‘itaat edebilmeyi seçebilmek’in özgürlük oluşu, itaat eylemini özgürlükçü yapmaz.
    (!*)diye işaret atmış ama notu aşağıya düşmemişim;bunlar sizin kelimeleriniz. Anlaşılır olabilmek adına sizin kelimelerinizi kullanmıştım.Siz“itaat”i bir atın yuları nedeniyle sahibinin direktiflerine uyması gibi algılıyorsunuz;bir kedi,köpeğin sahibinin komutuna uyması gibi.Biz aklı olan bir insandan bahsediyoruz.Aklı olan insan için koşulsuz itaat söz konusu olamaz(belki çocuk insan için olabilir,hoş onun bile bir şeyi tutturduğunda ikna edilmeden itaat etmesi/dediğinizi yapmaya razı olması sağlanamıyor .-)).E.Goldman yada siz kadınları hangi gruba soktuğunuzun farkında mısınız?

    Tanrıya inanabilirsiniz,din seçer ve o şekilde inanç sahibi olursunuz,vs vs kimse kalkıp size Tanrıya inanmamanız yada nasıl inanmanız gerektiğini söyleyemez hele bunu reddetmenin kişiyi özgürleştireceğini hiç iddia edemez bu söyleyenin kendi inancını dayatmasıdır…
    Bu tavrı çelişkiler yumagi buldugum için dinsizim.

    Çelişki gibi görünenin(bana göre) açıklaması;
    sanırım çalışıyorsunuz,iş yerinin kurallarına uyuyorsunuzdur,bazı kuralları saçma bulmanıza rağmen bu kuralların varlığına ihtiyaç duyan arkadaşlarınızın varlığını görerek “onlar” içinmiş diyerek kendinizi bu kuralın dışında,size dokunmayan olduğu için görmezden gelmeyi başarabilir ve iptali için başvurmazsınız.Kimse de size çalıştığınız firmada “zorla” çalışmak zorunda olduğunuzu söyleyemez ama elektrik,su faturanızı ödemek arzu ettiğinizi yiyebilmek,maddi olarak bir başkasına bağımlı olmamak(maddi özgürlük .-)) için şirket kurallarına “itaat” edersiniz,müşterinizin talimatlarına uygun hareket etmeye çalışırsınız vs.vs…bu uyulması gereken ve doğru sonuca ulaştıran kurallara,önerilere uymak neden çelişki olsun(!) düşünsenize bir de size başarılı bir işinizin ardından prim veriliyorsa :-)) daha çok uymak ve uygulamak için gönüllü olmaz mısınız??Şimdi aşağıdaki kendi satırlarınıza tekrar göz atın lütfen.

    (elbette kendi görüşüm diyerek her cümle sonunda parantez açmama gerek yok heralde)
    Dışarıdan birinin size tanrıya inanmamanız ya da nasıl inanmanız gereketiğini söylemesi karşısında oluşturulan direnç nedense içeriden ndiği zaman tanrıya böyle inanılır, ibadet şöyle yapılır, şunlar giyilir buralara gidilir dendiği zaman koşulsuz itaate dönüşüyor.

  56. Yazan:Ç-Z Tarih: Ara 9, 2007 | Reply

    @ Snowqueen,

    Yazdıklarınızın tümünü okuyunca gözüme çarpan muhafazakarlık

    Siz kendinizin bu tip şablonlara,tanım kalıplarına sokulmasına itiraz ediyorsunuz ama bir başkasına aynı şeyi yapıyorsunuz;bu durumda size söyleyeceğim sadece “o sizin kafanızdaki şablon” olur .Şablonların maalesef sınırları vardır ve bu sınırlar bena değil sizi kuşatır ve adım attırmaz.

    yukarı da da belirttiğim gibi farklılık feminzmi dedigimiz duruma bakışımdaki şüpheleri kendi bakış açımdan haklı kılıyor.

    Ben bakış açımı, kendimce gelinen bazı sonuçların nedenleri üzerine yazdım,haklılık ve doğruluk onayı beklentim değildi asgari müşterekte anlaşabilmek için önce bir diğerimizin ne demek istediğini anlayabilmek için uğraşmak,çaba harcamak gerekir diye düşündüm.Siz ve ben blog sahibinin kurallarına itaat ederek birbirimizin düşüncelerini öğrenme fırsatı bulabildik,en başta sizin düşüncelerini reddetmiş olsaydım/olsaydınız ne kazanırdık,yanlız ve sessiz kalmak dışında!

    Bu tür ahlakçılık, hristiyan ahlakçılığıyla çok benzeşiyor.

    Olabilir 🙂 anlayabilmek için benzer aramanız sizi ilgilendirir,ben de yaparım.Benzetilen seçiminiz benim ifadelendirdiğime karşılık değil ama olsun o da bir yol :-)!

    (bekaret yeminleri veren genç kızlar, cinselliğin yasanagi en doğru yerin anne babanın rol modeli olduğu evlilik kurumu olduğu vb.)

    Cinselliğin “en doğru yeri” iddiam olmadı,siz ve ben doğru “seçim” olarak gördüklerimizi yazdık sadece.Size Goldman’ın aşk tanımını sormuştum,siz bana yine Goldman’ın aşkın yaşanılacağı yer düşüncesini yazmışsınız.
    Aşk duygusunda sadakat,saygı,şefkat,kıskançlık da vardır siz bu duygular “benim” dediğinizde duyguların ucundaki insan için de demiş oluyorsunuz.Bu duyguları içermeyen bir aşk tanımı bence sadece bedenseldir ve elbette bu durumda doğru yer tartışması yapmak saçmalıktır.
    Çocuk eğitiminde doğru yer tanımınız var mı???Anne ve babasız çocuklar için bir fikriniz var mı???
    Darülacezeye bırakılan ebeveynler için ne düşünüyorsunuz??

    Ahlakçılar, erkek egemen zihniyetlerinin etkisiyle kadınları hep baştan çıkartıcı olarak görmüşlerdir. Kadınlar ayartıcı oldukları için onların bu yönleri törpülenmek istenir.

    cinsel serbestiye ve evliliğin modası geçmiş,çürük bir müessese olduğuna inanan kadınlar ile sadakate ve evliliğe inanan kadınlar arasında “ayartıcı tanımı “kullanılmış olabilir.Pek erkeksi bir tanım değil gibi ne dersiniz?

    Toplumdaki dejenerelik yüzünden tüketim toplumu, katı ahlak yargılarının gizlilik ve dürüst olmayan tavırlara yol açması….

    Dejenerasyon tanımınız nedir?Ne ile mukayese ettiğinizde “dejenere”tanımına ulaşıyorsunuz?Bu tanım için bir ahlak tanımı yapılması gerekmez mi?Sizin katı bulduğunuz diğerine göre esnek ve gevşek olamaz mı?
    Toplumdaki bu dejenerasyona sebep katı ahlak kuralları mı gizlilik mi?Alenilik dejenerasyonu önler mi?Alenilik dürüstlük müdür?Her aleni olan doğru mudur?

    Sayın,Snowqueen ne olur “tüketim toplumunu eleştiren”ilk yorumumu tekrar okuyun?Gönüllü kadın işçi köle!!!!!!tanımını yaptığımda itiraz etmiştiniz.”İtaatkar(!)” kadınlara uzatılan havucun ne olduğu konusunda yazdıklarıma tekrar bakın.
    Cinsel serbesti ana hedefim değil bu yukarıda yazdıklarımın sonucu,erkek eşitliği şekerine bulanmış çürük elma,havuçlarından biri…ben konuyu cinselliğe dayamadım,sorun olarak karşımıza çıkan sonuçlardan biri olarak altını çizdim…aaaa ???Ahçıya kızmak için pilav içine taş atmayın!Sex and city örneği sizden geldi hatırlayın!!!

    (sex&the city kadınlarında eleştirdiğim nokta gucci mağazalarının önüne yapışamaları, yaşlanmayı kabul edemeleri ve erkeklerde görüp yıllarca canlarını acıtmış aldatma vb.durumlar normalleştirme yoluna gitmeleri)

    İntikam normalleşme midir?Daha önce yazdığınız “kullanılmış mendil olmanın”rövanşı niteliğindeydi.. yazdıklarınızı unutuyorsunuz tekrar okuyun derim…

    Diğer tarafı, ’seks satar’ mantığı, seksin bir tüketim malzemesi haline getirilip, Levis’ta che guevera tsörtü satmak gibi içinin boşaltılması.

    Hem fikrim kadının bunları elde etmesi için maddiyata kavuşması gerekir,aile kadını,anneliği seçen kadının önceliği çocuğu,eşi ve ailesidir,basit(!) ve sade bir yaşam..Kadının önceliklerini buldozerledikten sonra yerine istediğiniz markayı koyabilirsiniz..ama daha önce onu bu çabanın“kendi şahsiyetli duruşunu,özgürlüğünü,bağımsızlığını” kazandırmak adına yapıldığına inandırmak/ikna etmek zorundasınız..eh birileri kadının ikna olmadan itaat etmeyecek bir salak olmadığının farkında demek ki?

    Yorumunuzun sonunda konuyu Osmanlı ve eşcinselliğe çekmişsiniz ama ben kadın ve haklarından bahsetmeyi,konuyu dağıtmamayı seçiyorum,bu nedenle bu konuda yazmayacağım 🙂

    Samuel Noah Kramer veya M.Ilmiye çığ okuduysanız ‘kutsal evlilik töreni’ denen olayı da biliyorsunuzdur.

    Evet ve İlmiye Çığın 1940 dan beri (çürümüş !)evlilik kurumuna sadakatle bağlı olduğunu da biliyorum hatta mezun olur olmaz evlenmiş sanırım..bir iki senelik hata payım olabilir tekrar kontrol etmedim..Kramer de evli bildiğim kadarı ile…

    Cinselliğe hastalıklı bir yaklaşım getirildi. Bu kadar büyütüp, abartıp, tabulaştırmak ya da
    şişirip şirişirip içini boşaltmak, sağlıksız bir cinsellik yaşayan hasta toplumlar olmamıza yarıyor sadece.

    Cinselliği tabulaştımak da özgürlüğün olmazsa olmazı olarak dayatmak da yanlış ama bana 14,15,16 yaşındaki çocukların aşk diye sex peşinde koşmalarının nedenini hala yazmadınız!!!!!Cevap olarak nasıl cezalandıracak yada yasaklıyacaksınız diye sordunuz sadece!!!Hasta toplum olmamak için nasıl çocuk yetiştirmek ve hangi düşünceleri kazanmasını sağlamak gerek;reddetmek dışında bir alternatifiniz var mı?

    ——————————————————–.

  57. Yazan:snowqueen Tarih: Ara 10, 2007 | Reply

    İslamiyet’in de böyle bir dönemde,ihtiyaca cevaben vahy edildiğini düşünmek neden zor?Hani zamanın çürümüşlüğüne merhem olacak bir yol!

    Zor değil, sadece yeterli değil. Bunun nedeni sizin Müslüman benimse olmamam. Yeteri kadar açıklayıcı mı?

    Devletin bekaret konrolü,=tecavüz etmedim diyen suçlunun ifadesine karşı “hayır tecavüze maruz kaldım”diyen mağdurun ifadesi…adaletin tecellisi için delil şart değil midir?(ölüm nedeninin tespiti,suçun ispatı için otopsi yapılmasına ne diyorsunuz?)

    Devlet bekaret kontrolünü sadece tecavüz mağduruna uygulamadı.
    Lise veortaokul çağındakı bir çok kız bu müdahaleyle karşı karşı kaldı
    belki hatırlamıyorusuz ama ‘devlet elini bedenimizden çek’ diye bir çok protesto gösterileri düzenlendi.

    zina yasası=savunabilecek hiç bir tarafı yok. çiftlerin birbirini aldatması çiftleri ilgilendirir, bunun için hapis cezası vb. şeylerin
    saçmalığından bahsetmek bile zaman kaybı.

    ‘erkeklere atfettiğimiz karşı cinsi mendil gibi kullanıp atma olayı’nın
    ne kadar yararlı bir şey olduğunu mu yazdım?
    Bu konuda intikamcı bir duygu taşımıyorum olayısıyla töre cinayetlerindeki intikamcı bir tavırla hiç alakası yok.

    Mavi sakallar başka mavi sakallarla mı birlikte yoksa başka “kadınlarla” mı?Sanırım o mavi sakalların birlikte olduğu kadınlar için “aile”çürümüş bir kurum o nedenle bir çürümüş kurumun bireyi ile birlikte olmak o kadınları pek ilgilendirmiyor!!Ne dersiniz?

    Mavi Sakal derken tam anlatamadım sanırım. Bunu bir yokedici anlamında kulandım. O karısının üzerinde baskı kuran, kişiliğini öldüren, bireyselliğini yutan yeri gelince baskı kuran bir koca metaforu. Bu kadınlar için aile çürümüş bir kurum derken neyi kastediyorsunuz anlayamadım açıkçası?

    Kadın çalışanı olan bir firmanın da “tavan” sayısını beklemeden ve bunu mecburiyetmiş gibi algılamadan,evdeki eşini ve çocuklarını da düşünerek bu çalışan kadın elemanına “anne” olma imkanını sağlayacak bilinçte olmalı.

    Elbette burada hemfikiriz.
    Ev kadınlığı için tehlikeli bir yol dememin sebebi, kadının yarın öbür gün çalışmak zorunda kalacağı zaman bocalayacak olabilme ihtimali.
    Bakın ben bir çalışan anne çocuğuyum, benim annem de belki isterdi evde bolca zamanın olmasını, komşu gezmelerini vs.vs. Önüme yemek ısıtıp koymaktan (kendimce) daha değerli olan şeyleri verdi,
    dirayet gibi, rol modelim oldu.
    ama bunlar kendi yaşam tecrübelirimin ve etrafımda gördüklerimin sonucu düşüncelerim.
    —————————
    Kürtaj karşıtlığı, bekaretin kutsanması vb. konulara ‘karşı çıkmak için karşı çikmiyorum’. Kadınıniş yaşamındaki koşullarının iyileştirilmesi konusunda(ve erkeklerinde) aynı fikirde olmamız, bu tipik sağ söylemlerini onaylayacağım anlamına gelmez.

    Siz“itaat”i bir atın yuları nedeniyle sahibinin direktiflerine uyması gibi algılıyorsunuz;bir kedi,köpeğin sahibinin komutuna uyması gibi.Biz aklı olan bir insandan bahsediyoruz.Aklı olan insan için koşulsuz itaat söz konusu olamaz(belki çocuk insan için olabilir,hoş onun bile bir şeyi tutturduğunda ikna edilmeden itaat etmesi/dediğinizi yapmaya razı olması sağlanamıyor

    Şimdi bende bu konu hakkında fazla konuşmama hakkımı kullanmak istiyorum çünkü zaten antropomorf bir tanrı algısı veya aidiyet dürtüleri çocuksu bir aklın kavrayışları gibi geldiği için dinsizken
    pek yararlı olmaz.

    iş yeri örneği de itaat et rahat et konformizminde .
    Onun yerine keşke herkes işyerindeki kuralların acaipliklerini görse…

    Yazdıklarınızın tümünü okuyunca gözüme çarpan muhafazakarlık

    Siz kendinizin bu tip şablonlara,tanım kalıplarına sokulmasına itiraz ediyorsunuz ama bir başkasına aynı şeyi yapıyorsunuz;bu durumda size söyleyeceğim sadece “o sizin kafanızdaki şablon” olur .Şablonların maalesef sınırları vardır ve bu sınırlar bena değil sizi kuşatır ve adım attırmaz.

    O benim kafamdaki şablon değil, dünya üzerinde yükselen bir trend.
    Şablonlara benim de itirazım var ama toplumsal değerlerin muhafaza edilmesi yönündeki beklentilerinizi kendiniz
    ortaya koydunuz.

    Size Goldman’ın aşk tanımını sormuştum,siz bana yine Goldman’ın aşkın yaşanılacağı yer düşüncesini yazmışsınız.
    Aşk duygusunda sadakat,saygı,şefkat,kıskançlık da vardır siz bu duygular “benim” dediğinizde duyguların ucundaki insan için de demiş oluyorsunuz.Bu duyguları içermeyen bir aşk tanımı bence sadece bedenseldir ve elbette bu durumda doğru yer tartışması yapmak saçmalıktır.

    Goldman’ın aşk tanımını yazdığı kadarıyla bilebilirim çünkü aşk yaşaren orada yoktum. Ama zaten aşk dediğimiz şeyi bedensel olandan da ayırmak zor çünkü bedenseli de kapsar. Bu da kötü bir durum değil, işin doğası.

    Ahlakçılar, erkek egemen zihniyetlerinin etkisiyle kadınları hep baştan çıkartıcı olarak görmüşlerdir. Kadınlar ayartıcı oldukları için onların bu yönleri törpülenmek istenir.
    Cinsel serbestiye ve evliliğin modası geçmiş,çürük bir müessese olduğuna inanan kadınlar ile sadakate ve evliliğe inanan kadınlar arasında “ayartıcı tanımı “kullanılmış olabilir.Pek erkeksi bir tanım değil gibi ne dersiniz?

    Cinsel serbestiye veya evliliğin çürük bir kurum olduğuna inanan ‘sadık’ bir kadın olamaz mı? Sadakat illa evlilikle gelmiyor.
    Evli olmayan eşcinsel arkadaşlarımın içinde birbirine oldukça sadık çiftler var(ben konuyu açayım:)
    Baştan çıkaran ayartıcı, erkek egemen toplumlarda kadının bu yönde görülüp kendini kamufle etmesi gerekliliyle ilgiliydi.

    Dejenerasyon tanımınız nedir?Ne ile mukayese ettiğinizde “dejenere”tanımına ulaşıyorsunuz?Bu tanım için bir ahlak tanımı yapılması gerekmez mi?Sizin katı bulduğunuz diğerine göre esnek ve gevşek olamaz mı?
    Toplumdaki bu dejenerasyona sebep katı ahlak kuralları mı gizlilik mi?Alenilik dejenerasyonu önler mi?Alenilik dürüstlük müdür?Her aleni olan doğru mudur?

    Dejenerasyon örneğimi yazdım. Seks satar mantığı mesela.
    aman içine biraz daha seks koyalım. Doğal olmayan, plastik tatlar.
    Bir kez daha tekrarlayım, sex&thecity kadınlarına seks yaptıkları için değil eleştirim plastikleştikleri için. 40 yaşında 20 yaşında görünmezlerse kaybedeceklerini düşündükleri için.
    ‘karsındakini mendil gibi atmak’ derken aman da ne fena ilişkiye giriyorlar, ahlak mahlak kalmadı başımıza taş yağacak değil derdim, skor sayısı tutmak gibi yıllarca erkeklerden gördüğümüz davranışlar.
    doğal yoldan olsaydı, yarış ve rekabet fikri işin işine girmez,
    bunun hakkında konuşulmazdı bile.
    Gene de kişilerin yatak odalarındaki tavrı eleştirirken çekimserim,
    çünkü bu oldukça kişisel ve bazen döneme göre de değişebilir.
    O yüzden Sex&theCity kadınlarında eleştireceğim son şey seks oluyor. Ayakkabılara harcanan servet daha önemli bir detay.

    Katı ahlak kuralları gizliliği de getiriyor, bu bir sonuç.
    Her aleni doğru veya dürüst olmak zorunda değil, her gizli olanın
    hatalı veya ahlaksız olacağı anlamına gelmeyeceği gibi.
    Ama ben şeffaf bir dürüstlük anlayışından yanayım.

    Hem fikrim kadının bunları elde etmesi için maddiyata kavuşması gerekir,aile kadını,anneliği seçen kadının önceliği çocuğu,eşi ve ailesidir,basit(!) ve sade bir yaşam..Kadının önceliklerini buldozerledikten sonra yerine istediğiniz markayı koyabilirsiniz..ama daha önce onu bu çabanın“kendi şahsiyetli duruşunu,özgürlüğünü,bağımsızlığını” kazandırmak adına yapıldığına inandırmak/ikna etmek zorundasınız..eh birileri kadının ikna olmadan itaat etmeyecek bir salak olmadığının farkında demek ki?

    ikna dediğiniz nedir? nasıl sağlanır?
    yukarıdaki yazıda gördügümüz rakamlardaki şiddete uğruyan kadınlar ikna olmuş kadınlar mı, eğer ikna olmadan itaat olmuyorsa?
    Hangi ikna ve motivasyonla bu durumun içinde var oldular?
    —————————————————–
    Kutsal Evlilik Töreni derken ‘sacred marriage rite’ denen ritüelden
    bahsediyorum, çığ ve kramer’in evliliklerinden değil.

    bu ritüel, eski ahite de ‘süleyman’ın şarkıları’olarak girmiş.
    Dan Brown’un şu çok satan kitabı ‘Da Vinci Code’da bununla ilgiliydi.
    —————————————————-
    Cinselliği tabulaştımak da özgürlüğün olmazsa olmazı olarak dayatmak da yanlış ama bana 14,15,16 yaşındaki çocukların aşk diye sex peşinde koşmalarının nedenini hala yazmadınız!!!!!

    Sizin anneaneniz, babaaneniz kaç yaşında evlendi?
    Bu yaşlar zaten bedende cinsellikle tanışılan yaşlar.
    Ama 18 yaş altı teenage tabir ettiğimiz gençleri cinsel istismardan
    korumak için bekletme yolunu seçiyoruz.
    aşk diye ne peşinde koşacaklardı peki?
    elde mendil pencere önlerinde beklemeleri mi gerekiyor?
    14,15,16 yaşındaki çocukların pahalı arabalar ve giysiler veya uyuşturucalar peşinde koşması bundan daha sakat bence.

    Hasta toplum olmamak için nasıl çocuk yetiştirmek ve hangi düşünceleri kazanmasını sağlamak gerek;reddetmek dışında bir alternatifiniz var mı?

    cinselliğin bu kadar abartılıp, büyütülmemesi, tabulaştırılması veya
    içinin boşaltılmaması gerektiginden başlanabilir mesela:)

  58. Yazan:snowqueen Tarih: Ara 10, 2007 | Reply

    Bir insan duygusuz ilişkiler yaşarken hissedebilecegi boşluk duygusu ve
    ruh açlığını, 20 yıldır aynı yastığa başını koyduğu eşiyle de hissedebilir.
    Bunun panzeheri, kişilerin içindeki sevme ve sevilme güdülerini ateşlemek ve bedenleriyle barışmalarını sağlamak olmalı(kişisel gelişim uzmanı gibi oldu:)))

    Bunun için ahlakçı bir yaklaşıma güvenmiyorum çünkü ahlakçılık genelde insani olanı yadsır, katı kuralları vardır, emirlere buyruklara göre düzenlenir vs.vs.

  59. Yazan:Ç-Z Tarih: Ara 10, 2007 | Reply

    @Snowqueen,

    Karşı olduğunuz fikrin içinde,kişi ve toplum yaşantısının varlığı için ihtiyaç duyulan fayda nedeniyle,iyi,doğru detaylar olduğunu ,”detayın doğruluğunu onaylamak bütüne razı olmak anlamına gelir düşüncesi” ile reddediyorsunuz.Benim gibi bu detayların insan ilişkilerine katkılar nedeniyle,varlığında fayda vardır ısrarında olan birine de ahlakçı diyorsunuz.Bu kalıp nedeniyle,fayda ve zarar konusunda en az sizin kadar fikir ve deneyim sahibi biri ile muhatap olabileceğinizi düşünmüyor ve olayı siyah-beyaz noktalarında tutup,kafanızda hiçbir soru işareti oluşmasına izin vermiyorsunuz.Beni,faydaya değil kuralların korunmasına odaklanmış, körü körüne itaatkar ahlak(çı)) bir muhafazakar olarak tanımladınız bu sonuca da yazdıklarım neticesinde ulaştığınızı söylediniz.
    Kendi yazdıklarınıza benim gözümle bakabilseniz kendinizin de en az benim kadar aşırılıklara tepki verdiğinizi bunu da dejenerasyon ve iki yüzlülük olarak tanımladığınızı görebilirsiniz.Aşırılık ve dejenerasyon tanımı yapıldığı anda elde bir kıstas olmak zorundadır ve siz bunu kabul etmeseniz de nedenlerini farklı noktalarda arasanız da bu değerler ahlakidir.

    “benim özgürlük anlaşım sizin zindanınız,benim zindanım sizin cennetiniz olabilir. ”

    Sizin kadın haklarına ve özgürlüğüne yaklaşımınız;”benim özgürlük anlayışım,itaatı içselleştirmeniz nedeniyle size zindan gibi geliyor ama aslında gerçek cennet benimkidir”şeklinde.

    Oysa ki ben ; “Olayların bir aydınlık, bir de karanlık tarafı vardır.”yaklaşımındayım.Sizin Emma Goldman’dan alıntı yaparak,özgürlüğün kazanılması konusunda işaret ettiğiniz başkaldırı yolunun aslında kadınları başka bir köleliğe ulaştırdığını,bu fikrin arkasındaki karanlık kısmın da aslında tamamıyla tüketim toplumuna,materyalizme hizmet ettiğine dikkat çekmekti.

    Tanrıya,devlete,topluma,aileye,kocaya itaat etmemenin “tek özgürlük” yolu olduğu söyleminin başka dayatmaların temeli olduğunu görmek o kadar da zor değil;

    1)dini inancı olan kadını başörtüsünden ve dolayısı ile Allah inancından “özgürleştirmek”adına üniversite kapısından içeri almamak,cinsiyete bağlı olmayan en tabii eğitim hakkını “kadına” teslim etmek için başını açması gibi görünüşte şekilci bir yaklaşımla şart koşmak!

    2)”Bedenim bana aittir” diyen kadının bedeli ödendiği sürece kadınlığını,cinselliğini,ruhunu satışa çıkartmış olması.
    Evlilik sanki sermaye ortaklığıymış gibi kadının “çalışıyor” olma şartının kadın,erkek tüm zihinlere mıhlanmış olması,(bu da bedeli ödenen beden ve ruh satışı değil midir)

    Modern,çağdaş kadının tanımında yukarıdaki niteliklerin aranması ve bu tanım dışında görülen her kadının 2.sınıf muameleye“layık” olduğunun bir önkabule dönüşmesi ve benimsenmesi.Bir çocuğun,kendisini yetiştirmeye kendini adamış annesini sırf başı örtülü yada ekonomik olarak babasına bağımlı olduğunu düşünerek küçümsemesi gibi korkunç bir fikre sahip olması.Bunu anlamanız çok kolay olacaktır;annenizin çalışıp,sizi büyütmesine sizi”dirayetli”yetiştirmesine saygı duymanız gibi bu düşüncelerin aksi ile donatılmış çocuğun da annesine saygı duymaması söz konusu!
    Neden dünyada muhafazakarlığa doğru bir yöneliş olduğunu düşündüğümde insanların “sahip”oldukları ile mutsuz olduklarını idrak etmeleri diyebilirim.Özgürlük adına reddettikleri değerlere bile isteye geri dönüyorlar,eskiden imkansızlıklarla kuşatılmışlığın çaresiz kabullenişi diye görülenleri bile isteye seçiyorlar.Üstelik günümüz bilgi,teknoloji çağında,sizce neden acaba??

    ikna dediğiniz nedir? nasıl sağlanır?

    Siz neden her kelimenin sakat anlamını düşünüyorsunuz?Akıl sahibi kadının “ikna” olmasından bahsediyorum,siz akıl dışı ve bir ikna yöntemi olmadığında hemfikir olduğumuz şiddeti örnekliyorsunuz.Bu bakış,düşünüş şekli de şiddeti davet ediyor,şiddete onay veriyor. Birinin şiddeti kendini ispat yöntemi gibi görmesi ile şiddet karşıtı birinin “ikna”alternatifi olarak şiddeti görmesi de sakat bir bakış.”Dayak yiyen kadın”tanımı kadar sakat!

    yukarıdaki yazıda gördügümüz rakamlardaki şiddete uğruyan kadınlar ikna olmuş kadınlar mı, eğer ikna olmadan itaat olmuyorsa?

    O kadınlar da aynen sizin gibi “itaat” için“ikna”etmek deyince şiddeti düşünebilen erkeklerin var olduğunun ispatı.O erkekler de sizin gibi bu kelimelerin karşılığında “şiddet”dışında başka şey düşünemeyen insanlar.
    Size ve o kadınları döven erkeklere bu kelimelerin başka anlama da geldiğini anlatabildiğimizde “şiddet”sorunu çözülmüş olacaktır.

    Hangi ikna ve motivasyonla bu durumun içinde var oldular?

    Şimdi anladınız mı;başka şey düşünmeye muktedir olamamak!İkna ve itaat kelimelerinin bile başka anlamı olabileceğini siz ki düşünemedikten sonra!!!

  60. Yazan:gülcin kacar Tarih: Ara 12, 2007 | Reply

    Bayanlar baylar!
    Maalesef sizler benim kadınlar hakkında yazdıklarımı anlamamışsınız.
    Ben dünyada yaşayan kadınların uyanmasını ve ezilmemesini isteyen, bir insanım sadece.
    Ne feministim
    Nede düşüncesiz
    Sadece haksızlıklara karşı olan normal bir insan,
    Duygu sömürüsü diye algıladığınız, haksızlıkları her gün medyada okur ve görürsünüz oysa.
    Buna rağmen beni duygu sömürüsü yapmakla suçlamanız hayret verici.
    Duygu sömürüsü yapmam için hiçbir beklentim yok.
    Siz, çıkar gözeten, beklentisi olanlarla beni karıştırmışınız
    Ben ne kitaplarımın, CD satışı artırma ve meşhur olma derdinde olan biri değilim.
    Yazılarımı, yorumlarımı, şiirlerimi de anonim yazan normal vatandaşım o kadar.
    Birde cennetin anaların ve eşlerin ayağı altında olduğunu
    Mübarek kitabımız kuranı kerimde yazıyor
    Dayağın çenetten çıktığı da
    Hasta beyinlerin uydurması
    Dayak ne
    Kadın nede
    Her hangi bir canlı için düşünülemez
    Ve çenetten çıkmamıştır,
    Bunu böyle düşünense,

  61. Yazan:knz Tarih: Ara 12, 2007 | Reply

    selam gülçin, dayağın cennetten çıkma olduğunu kuran-ı kerim mi yazıyor ?

  62. Yazan:gülcin kacar Tarih: Ara 13, 2007 | Reply

    Siz yine yazdığımı yanlış okumuşsunuz,
    Dayak cennetten çıkmıştır diyenler bence psikolojik yardım almalıdır diyorum.
    Kuranı kerimde dayak cennetten çıkmıştır demiyor. Bu tekerlemeleri uyduranlar akli dengesi bozuk olanlardır diye düşünüyorum.
    Kuranı kerimde cennetin anaların ve eşlerin ayakları altında olduğunu yazıyor.

  63. Yazan:knz Tarih: Ara 13, 2007 | Reply

    Gülçin hanım şunu düzeltelim, cennet annelerin ayakları altındadır sözü kuranda geçmiyor. peygamberin hadisleri arasında kabul ediliyor. İslamiyet öncesi arap atasözü olduğunu söyleyenler de var.

    gülçin hanım benim kastettiğim şu, dayak cennetten çıkma sözü de, cennet annelerin ayakları altında sözü de aynı kültürden besleniyor.

    cennet annenin ayakları altında derken uzak bir teseliyi baştan kabullenmş oluyoruz.
    Biz bir yorumdan zedeleniyoruz ya, iyi niyetli
    insanlar da bizi çocuk gibi teseliye çalışıyor.

    siz tıbbi bir yardımdan söz ettniz ya, ben de onu diyorum. kuran’da erkeğin kadını cezalandırabilceğine dait ayet var. BU AYETİN o dönem için için geçerli olan bir cezalandırma yetkisi olduğu söylendi. Bu da teselli anlamında bir kabullenmedir.

    SORUM ŞU; o dönem için dahi olsa, şiddetin kültürel onayı, şiddetin kabulünü yapmak psikolojik bir yardım gerektiri mi ?

    böyle bir cezalandırma o dönem için zaten yapılıyordu, bu da hafifletilmesi yoluyla onaylanmıştır demek psikolojik tedaviyi kapsar mı ?

    not : ben yukarda yazdım. asla ve katiyen.
    yeni yapılan yorum eskisini geçersiz kılmıştır. eski yorum bizi kabul edilemez saçmalığa götürüyor.

  64. Yazan:snowqueen Tarih: Ara 14, 2007 | Reply

    Sizin kadın haklarına ve özgürlüğüne yaklaşımınız;”benim özgürlük anlayışım,itaatı içselleştirmeniz nedeniyle size zindan gibi geliyor ama aslında gerçek cennet benimkidir”şeklinde.

    Oysa ki ben ; “Olayların bir aydınlık, bir de karanlık tarafı vardır.”yaklaşımındayım.Sizin Emma Goldman’dan alıntı yaparak,özgürlüğün kazanılması konusunda işaret ettiğiniz başkaldırı yolunun aslında kadınları başka bir köleliğe ulaştırdığını,bu fikrin arkasındaki karanlık kısmın da aslında tamamıyla tüketim toplumuna,materyalizme hizmet ettiğine dikkat çekmekti.

    Chumbawamba bir şarkısında şöyle der ‘başkaldırıyı paraya çeviriyorlar ve bunu komik bir şey zannediyorlar’, Levis vb. mağazalardaki fahiş fiyatlara satılan punk modası için kullanıyordu bunu. Ama şu çıkarım doğru ve yeterli değildir ‘punk, tüketim toplumuna hizmet eder’.

    Tüketim toplumu, herşeyin içini boşaltıyor, buna özgürlük ve başkaldırı hareketleri de dahil.

    Farklılık feminizmi adı altında yaptığınız ‘biyolojik indirgemecilik’ bundan daha tehlikeli bence, zamanında başka ırkların neden daha ‘farklı’ olduğunu açıklamak için de biyolojik nedenler sürülmüştü.
    R.W.Connell “toplumsal cinsiyet ve iktidar” kitabında bu muhafazakar
    indirgemeciliği, AIDS gibi durumlar karşısında ahlaki panikçilik yapmakla, arkasına dogmaları almakla itham eder.
    ve bu yönelim elbette özgürlükçü değildir, çünkü çizilen kadın ve erkek rolleri arasında, üçüncü cinsiyete yer yoktur. gayler ve lezbiyenler, cemiyet hayatından dışlanması gereken hastalar ya da
    ahlaki çöküşteki insanlardır.

    1-)basörtüsü yasağı kalkmalıdır, bunda hemfikiriz.
    Ama daha fazlasını söylememi beklemeyin gene, ortada bir cinsellik törpülenmesi varsa neden bu sadece kadınlar için olduğu sorusunun yanıtı oldukça cinsiyetçi olduğu için herkesin bu cevaptan tatmin olmasını bekleyemezsiniz.

    2-) Bedenim benimdir diyebilmek, oldukça devrimci bir tavırdı ve bu tavır, meta olmaya karşı olduğu için kendini satışa çıkartmakla suçlayamazsınız.
    Evlilik sanki sermaye ortaklığıymış gibi kadının “çalışıyor” olma şartının kadın,erkek tüm zihinlere mıhlanmış olması,(bu da bedeli ödenen beden ve ruh satışı değil midir)

    Evlilik sermaye ortaklığıdır aynı zamanda, öyle olmasaydı bir imzaya gerek kalmadan sevdiğimiz kişilerle çocuklarımızı büyütür, mal bölüşümü, miras vb. işlerle uğraşmazdık.

    Bir çocuğun,kendisini yetiştirmeye kendini adamış annesini sırf başı örtülü yada ekonomik olarak babasına bağımlı olduğunu düşünerek küçümsemesi gibi korkunç bir fikre sahip olması.Bunu anlamanız çok kolay olacaktır;annenizin çalışıp,sizi büyütmesine sizi”dirayetli”yetiştirmesine saygı duymanız gibi bu düşüncelerin aksi ile donatılmış çocuğun da annesine saygı duymaması söz konusu!

    Küçümseme tanımı nedir? Ben annem gibi olmak istemiyorum, ekonomik olarak bir erkeğe bağımlı olmayacağım demek küçümseme midir mesela?
    Bu konuda yorum yapamam, kimi de annemin inancına, sabrına ve şefkatine saygı duyuyorum der ne bileyim.

    ——————
    ikna yöntemi olarak ‘şiddet’ten bahsetmedim, erkek egemenliğin kadında içselleşmesininden bahsettim. Kocadır, sever de döver,
    zaten hatalı olan benim, hem zaten nereye gider nasıl bir yaşam kurarım gibi.
    Erkek saldırganlığını meşru kılan, bu abartılmaş erkeklik mitleri.

  65. Yazan:knz Tarih: Ara 14, 2007 | Reply

    ikna yöntemi olarak ‘şiddet’ten bahsetmedim, erkek egemenliğin kadında içselleşmesininden bahsettim. Kocadır, sever de döver,
    zaten hatalı olan benim, hem zaten nereye gider nasıl bir yaşam kurarım gibi.
    Erkek saldırganlığını meşru kılan, bu abartılmaş erkeklik mitleri

    tamamen katılıyorum. Bu kabullenmişliğin iç acısını çıkartmak için kutsanmışlığa sığınılıyor ki, bu daha fazla kuşatılmışlıktan başka birşey değil.

    İzlenimlerde yazacağım. BURADA ŞUN U SÖYLEMEK İSTİYORUM.

    Bir suçlunun cezalandırılması tarih boyunca vardır. Çünkü suçun engellenmesi zorunludur.
    Suç sadece iradi değil, bazen piskopatlık, şizofreni gibi hastalıklardan da kaynaklanır.
    Suçluyu cezalandıran otorite de hiyarşik bir düzende toplum tarafından bu yetkiyi almış kişi veya kişiler vaye bir kurumdur. Toplum geliştikçe ceza makamı kişi olmaktan çıkar ve
    kuruma dönüşür. İŞTE BURDA, sadce bu başlık altında şeriat kanunlarını ve toplumun iyileştirme dinamiğini konuşabiliriz.

    Kadın ve erkek ilişkisinde ise,
    sadce insan DNA sına atıfta bulunurak birşey söylemek mümkündür.

    kadın kendiliğinden bir suçlu değil, erkek de kendiliğinden bir ceza koyucu değildir. Mağra devrinde neyse, cahiliye toplumda neyse, islam
    sonrasında neyse veye modern toplumda neyse insan DNA sı aynıdır. Değişen ve hükmeden kültürdür.

    bu kültürde bir saniye dahi, tarihin hiç bir döneminde erkekğin evde cezalandırıcı olarak kabulü ne hukuki, ne geleneksel , ne de insani olarak mümkün değildir. Bu patalojik bir duurmdur.

    yani tarihin bir devrinde, bir toplumda zina şuçtur veya ama eskimolarda zina suç değildir. zinanın çeşitli cezalandırma yönetmleri vardır. Bunlar zamana bağlılık göstereblir.
    Bu sayfanın konusu bu başlıklardan farklıdır. çünkü değişmeyen cezalandırıcılar( kadınlar), değişmeyen ceza uygulayıcılar ( erkekler), değişen bir yaşamda nasıl var olablir ?

    tarihinin hiçbir devrinde, erkeğin ( doğuştan gelen özelliğine dayanarak)eşine ceza koyucu olarak onaylanması mümkün değildir.

    Bir din kitabı erkeklere bu yönde tartışmalı bir tavsiyede bulunumaz. üstelik seksin cezalandırma yöntemi gibi yorumlanması var ki, bu snowqueen in dediği gibi, abartılmış erkek mitinden başka birşey olamaz. Pavlovun köpeğine uygulayacağı bir terbiye şeklinin onayı kutsal kitabımızda yer alamaz.

    bir dine inanıyorsak, özen göstermeliyiz.
    Tek kusur din yorumumu kaldı sorusuna, önce bahçeden başlayacağız. Çünkü dünya çapında çok büyük bir sorunu halletmek için,motivayonumuzu bahçede bozarsak birşey yapamayız.

  66. Yazan:knz Tarih: Ara 15, 2007 | Reply

    En fazla hayal kırıklığını islami feminst diye tanınan isimlerin bu yorumu kabullenişinde yaşadım.

    Fakat kadınların üzerinde büyük bir baskı var. yüzyıllardır erkeklerin gözünden kadına ait yorumları kabullenmek bir yana savunmak durumunda bırakılıyorlar.

    Biraz ceseret gerekiyor. Biraz da zaman.
    Bu kabullenemyi hepimiz yaptık. Türkiyede biz sadece bocalıyoruz. Dışarda kamplaşma biizm bocalamamıza izin vermiyor. Bunu aşmamız lazım.

    Hiçbir kamplaşmada doğru cevapları aramak mümkün olmaz.

    siz darp fiilin diğer anlamları üzerinde düşünmeye devam edin. BEN NEDEN İKİNCİ YORUMU birinciye göre tercih etmek zorunda kalacağımızı yazacağım.

  67. Yazan:Ç-Z Tarih: Ara 16, 2007 | Reply

    @ snowqueen,

    Tüketim toplumu, herşeyin içini boşaltıyor, buna özgürlük ve başkaldırı hareketleri de dahil.

    Evet,..gibi görünüyor,zira “toplumu” onu oluşturan bireylerden soyutlayıp “tek bir varlık gibi tanımlamak ve sonra ona sıfat yükleyip,bir şeylerden sorumlu tutmak oldukça ilginç bir yaklaşım.Evlilik müessesini,kadın sorunlarının kaynağı olarak çürümüşlükle suçlamak gibi!

    Sizin “katı ahlakçılık” olarak tanımladığınız benimse insani değerler diye muhafaza edilmesini desteklediğim bazı unsurların içi boşaltıldığı,yok edildiği,sarsıldığı için “tüketim” toplumuna dönüşüyoruz.

    “Tüketim toplumu”nun varlığı kimin işine yarıyor?Toplumun bugün geldiği nokta,kadınların sahip olduğu hakka ve değişime rağmen hala “kadına yönelik bir şiddet” söz konusu ve hatta bazen “şiddetin” var olma nedeni!Eğitimli,ekonomik özgürlüğüne sahip kadın yine aynı vasıflara sahip erkekten şiddet görebiliyor.

    Bir silah tüccarı “ben savaş istiyorum”,bir uyuşturucu,içki,sigara imalatçısı da “benim bağımlılara ihtiyacım var” demez.

    Nükleer enerjiye insani,ahlaki,vicdani bir yaklaşımla tüm artılarına rağmen “risk” gözettiğiniz için hayır diyebiliyorsunuz ama toplumun en ufak en sağlam olması gereken nüvesinin üzerini,aile bağlarının oluşmasına olanak sağlayan kurumu(itaate karşı çıkın mantığı ile) çürümüştür diyerek tek kalemde çizebiliyorsunuz.

    Şimdi de sözüm ona toplum menfaatine hizmet ediyormuş gibi görünen,aslında tamamen ”tüketim sektörüne ”hizmet eden akımları düşünün.Bu “davetlerin” mutlaka ilişkilendirilmesi gereken,kabulünü kolaylaştıran akımlar olmak zorunda.(içi geçmiş kof elmanın dışındaki parlak,tatlı kırmızı şeker)

    Sadece kadına hitap eden sektörleri bile düşünseniz yeter!

    Karlı üretim nasıl gerçekleşecek;kadınla,yani ucuz işgücü ile.Kadın işgücü neden erkeğin iş gücünden ucuz?

    Bunu yazarken aklıma geçen gün bir tekenede ucuz işçi olmak için batıya göçmeye çalışırken boğulanlar geldi;kendilerini satanlardan,yeni bir hayat satın aldıklarını düşünerek,mutlu ve gönüllü olarak o tekneye binmişlerdi herhalde!

  68. Yazan:Ç-Z Tarih: Ara 16, 2007 | Reply

    @ Snowqueen,
    Farklılık feminizmi adı altında yaptığınız ‘biyolojik indirgemecilik’ bundan daha tehlikeli bence, zamanında başka ırkların neden daha ‘farklı’ olduğunu açıklamak için de biyolojik nedenler sürülmüştü.

    Eşcinsellerin,toplum içinde arzu ettikleri gibi saklanmadan yaşayabilmeleri için hakları savunulurken “biyolojik ve psikolojik” farklılıklarının altı özellikle çizilebiliyorken,özgürleşmek adına çalışmak zorunda kalan kadının,emzirdiği bebeği evde bakıcıya,kreşe bırakmasına, göğüslerindeki sütü buzdolabındaki biberona pompalamasına karşı olan bir düşünceye temel olan,kadının doğurganlığının/dişiliğinin,”farklılığını” kavratmaya yönelik bir hak aranmaya neden biyolojik indirgemecilik deyip karşı çıkıyorsunuz inanın anlayamıyorum!

  69. Yazan:snowqueen Tarih: Ara 16, 2007 | Reply

    @Ç-Z

    sizinle farklı pencerelerden bakıyoruz,
    Bence sonuçları neden gibi görüyorsunuz.
    insani degerlerdeki dejenerasyon, tüketim toplumunun bir sonucu,
    nedeni değil. Tüketim toplumu, kapitalizmin bir getirisi.

    Kadının sahip oldugu haklar, hala ataerkil bir düzende yaşamasına engel olamadi.

    Toplumun en sağlam olması gereken yeri evlilik kurumu mu?
    yasal yollar dısında sevismenin, çocuk dogurmanin, birlikte yasamanın sakıncası nedir? sadakat, güven, sevgi mi azalıyor?

    Hiç bir katı ideolojiyle bagim olmadigini söyledim ama evlilik kurumunu bahsettiginiz anlamda göremiyorum, belki de içi geçmiş kof elmanın dısındaki parlak, tatlı, kırmızı şeker evliligin kendisidir?

    Kadın işgücü erkegin işgücünden ucuzsa bu artık yuvalarınıza geri dönün mü demek? Çalışmamak elbette güzel, sabahları geç kalkalım falan, oh mis ama bunun için, içi kof parlak şekerler yiyeceksek biraz işimiz iş sanki.

    Eşcinsellerin,toplum içinde arzu ettikleri gibi saklanmadan yaşayabilmeleri için hakları savunulurken “biyolojik ve psikolojik” farklılıklarının altı özellikle çizilebiliyorken,özgürleşmek adına çalışmak zorunda kalan kadının,emzirdiği bebeği evde bakıcıya,kreşe bırakmasına, göğüslerindeki sütü buzdolabındaki biberona pompalamasına karşı olan bir düşünceye temel olan,kadının doğurganlığının/dişiliğinin,”farklılığını” kavratmaya yönelik bir hak aranmaya neden biyolojik indirgemecilik deyip karşı çıkıyorsunuz inanın anlayamıyorum!

    Biyolojik indirgemecilik, kadın ve erkek sınırlarının şablonla çizilmesi.
    cinsiyet rollerinin çok daha karmaşık olduğunu ve bunun ‘biyolojik ve psikolojik farklar’ üzerine insa edilemeyecegini düsünüyorum.
    Kavratılması gereken ‘farklıliklar’mı olmalı gerçekten?
    (eve ekmegi erkek getirir, yuvayı dişi kus yapar)
    veya bu şekilde mi olmalı?
    bence hem kadınların hem erkeklerin iş koşullarının iyileşmeye ihtiyacı var, bu çalışan kadının ötesinde, bütün çalışanları kapsayan bir konu.
    Ama kadının çocuk yetiştirme konusundaki rolüne gelirsek,
    Sylvia Plath geldi aklıma, ikisi de şair/yazar olan karıkocanın çocukları oldugunda, toplumsal cinsiyet rolleri çerçevesinde çocuk bakımını “dişi kuş’ olarak üstlenmesi gereken Sylvia, artık yazamaz hale geldiginde kafasını gaz ocağının içine sokuverdi.
    Bu ‘çocuklarım için meslegimden vazgeçtim, çocuklarım için kocamdan boşanmıyorum, çocuklarım için bilmemne’ tarzı fedakarlık söylemleri ne kadar geçer akçe bilmiyorum.

  70. Yazan:Ç-Z Tarih: Ara 17, 2007 | Reply

    @Snowqueen,
    Aşağıdak, alıntılar sizden.

    insani degerlerdeki dejenerasyon, tüketim toplumunun bir sonucu,nedeni değil. Tüketim toplumu, kapitalizmin bir getirisi.

    Toplumdaki dejenerelik yüzünden tüketim toplumu, katı ahlak yargılarının gizlilik ve dürüst olmayan tavırlara yol açması eleştirilmesinin degil cinsel serbestinin eleştirilmesi *tam da bu tür ahlakçılık örneğidir.

    Dejenerasyon örneğimi yazdım. Seks satar mantığı mesela.
    aman içine biraz daha seks koyalım. Doğal olmayan, plastik tatlar.

    * verdiğiniz cevaplardan artık neyi eleştirdiğimi anlamışsınızdır diye ümit ediyorm.

  71. Yazan:snowqueen Tarih: Ara 17, 2007 | Reply

    @Ç-Z

    ikimizde, tüketim toplumunun yapay algılarını eleştiriyoruz,
    sadece neden ve çözüm olarak baktigimiz noktalarda görüs farkliliklarina takiliyoruz,
    gene de feminizm, kadın hakları vb. konuları gene bir kadınla tartismayi tercih ederim.

  72. Yazan:Ç-Z Tarih: Ara 18, 2007 | Reply

    @ Snowqueen,

    gene de feminizm, kadın hakları vb. konuları gene bir kadınla tartismayi tercih ederim.

    İlginç,tartışılacak konularda “cinsiyet ayrımcılığı” yapmak!Bu “sizin fikrinizdir”deyip saygı mı duymalı yoksa “ayrımcılıktır” deyip karşı mı durmalı! .-)Hnagi düşünce size kendinizi rahat hissettirecekse artık,seçim sizin :-))

    ikimizde, tüketim toplumunun yapay algılarını eleştiriyoruz, Bence sonuçları neden gibi görüyorsunuz. . insani degerlerdeki dejenerasyon, tüketim toplumunun bir sonucu,
    nedeni değil. Tüketim toplumu, kapitalizmin bir getirisi.

    Sizin de dediğiniz gibi “farklı” pencerelerden baktığımız kesin.Sizin “yapay algı” başlığı altında maddelediklerinizle benimkiler tamamıyla farklı.

    “Farklı düşünenler’ birbirlerine tahammül ederler. Oysa bir nesne hakkında neden sadece farklı düşüneyim ki, farklı düşünmeyi neden son aşamasına kadar düşünmeyeyim; yani düşünülecek şeyi anlamsızlaştırana dek düşünmek: nesnenin hiçleşmesine ve yokedilmesine dek ?”(M.Stirner)

    Hemfikir,benzer olabildiğimiz tek şey birşeyler üzerine düşünmek olabilir.

    Sizin özgürlük dediğinize ben gönüllü kölelik diyorum.

    “Kendi meselesini bizim meselemizmiş gibi gösteren ve bizim çıkarlarımızdan dem vuran herkese tüm meselesinin sadece kendisinde düğümlendiğini açıklamama gerek yok. Bir kez olsun diğer kavramları da gözden geçirin. Hakikat, özgürlük, hümanizm, adalet, sizden kendilerine hayran olmanız ve hizmet etmeniz dışında başka bir şey istiyorlar mı?”(M.S)

    Özgürlük adına başkaldırırken özgürlüğün kendisini kutsallaştırıp köle olmak!

    Dışımızda aradığımız ve adına gerçek dediğimiz bilgi ile ruh “özgürlüğü” temin edilemez!

    Kadın,erkek hangi cinsiyete sahip olursa olsun kişi kendi bildiğinden fazlası değildir “hak”tanımını da bu bilgiye göre yapar.

    Kişinin,hak talebi için başvurduğu onun efendisi olmuştur!Talep ettiğiniz anda efendiliğini de kabul etmişsinizdir.

    “Özgür cesaretle yapmadığım bir şey hakkımın dışındadır, yani yapmasını haklı görmediğim şey hakkım değildir. Neyin haklı olduğuna Ben karar veririm. Benden öte bir hak yoktur. Bence haklı olan haklıdır. (…) Bu egoist haktır. “(M.S)

    Şablon diye red ettiğiniz “şablon düşüncede” tıkılı kalmamak,bu bilginin dışında da düşünebilmeye imkan vermek gerek,siz de deneyin bence.Ben de denemeyi deniyorum,kaybedilen tek şey bir önceki düşünce oluyor,tehlikeli bir durum söz konusu değil yani:-)),hala algı gerçekliği ile var olmaya devam edilebiliyorsunuz.

    “Bilginin istem olarak doğabilmesi ve özgür kişi olarak kendisini hergün yenilemesi için ölmesi gerekiyor. “

  73. Yazan:knz Tarih: Ara 18, 2007 | Reply

    ikimizde, tüketim toplumunun yapay algılarını eleştiriyoruz

    1000 yıl öncesinde hangi insan varsa, aynı insan hala söz konusu. Fark şu; Şimdi daha geniş kesimler tüketime daha kolay erişebliyor. Yoksa ilkçağda süt banyosu yapan saraylı kadınlar vardı. Bunlar osmanlı sarayında da yaşadı, Bizans sarayında da yaşadılar.

    Erkekler de tüketen kadınları tüketerek yaşadılar. Çok sayıda kadına sahip olmak aç gözlülüğü kurumsallşmış haremlere dönüştü. Kadınlar da dediğim gibi süt banyolarında yaşama anlam aradılar( nafiledir)

    tüketmin nesnesi olmaktan geçmişte kurtulmuş muydular ?

    Tıpkı bugün olduğu gibi ogün de kurtulan kurtulmuştur, kurtulamayan kurtulammaıştır.

    tüketimin yaygınlaşması bana sorarsanız çok farkı ve yeni bir boyut kazandırmadı. Tüketim vardır ama siz tercihinizi tüketmekten yana kullanmazsınız.

    fakat biz şunu kazandık. Mesela eskilerin Kadın şahitlik yapamaz,kıskançtır, başkasının güzelliğini kıskanır gibi gerekçlerle açıkladıkları bir önyargı kırıldı.
    önyargı çok baskın birşekilde kadını doğal birşekilde tanımlamaya çalışıyor.

    işimiz insan tabiatı ile ilgili önyargıları kırmaktır. Geçmişte yaşayanların ağır ödenen bedelleri olmasydı bugünkü duruma gelemezdik.

    Bne diyorum ki, tüketim beni bozmaz.

  74. Yazan:Cahide Günay Tarih: Ara 18, 2007 | Reply

    Dayak Atan Erkek Aciz Bir Varlıktır…

    Eşlerinin ve çocuklarının üzerinde gövde gösterisinde bulunmaktan başka bir şey değildir… Dayak atan erkeğe hiç sordunuz mu neden diye? Çok küçük yaşlarda başlayan ezilmişlik mi, babası ve annesi tarafından hırpalanması mı, yoksa okulda arkadaşlarından gördüğü eziyet mi, yada toplumdan dışlanmak soyutlanmak mı? Ya sonra?
    Sonrası bugünkü durumlar, kendileri de bir zamanlar canavar dedikleri kişilerle aynı kategorideler. Şiddet uygulayarak geçmişte yaşadıklarını sergiliyorlar. Ya da işyerinde kendinden üstün birinden azarlanmak onları bu duruma getiriyor. Onlara gösteremedikleri güç gösterilerini zavallı masum bedenlerde gösteriyorlar.
    Şiddetin bahanesi olmaz! Fakat araştırmalarımda bütün bahaneler bunlardan ibaretti. Daha önce ezilmişlikleri… ve hala da toplumda ezik durumda olmaları. Dayak yiyen kadın hep acizim der! Hayır! Dayak atan erkek acizdir. Kadınlarımız dayak yedikçe ve sustukça maalesef şiddet denen bu illet dayak atan erkeklerin ruhlarından hiçbir zaman çıkıp gitmeyecektir. Bir başka ruh gibi. “Kocamdır hem sever hem döver” diyen bir kadın dayak yediğini söylemesin lütfen… Sızlanmasın… Susan kadınlar daima şiddet görmek zorunda kalacaklardır.
    Sevgilerimle
    Cahide Günay

  75. Yazan:snowqueen Tarih: Ara 19, 2007 | Reply

    İlginç,tartışılacak konularda “cinsiyet ayrımcılığı” yapmak!Bu “sizin fikrinizdir”deyip saygı mı duymalı yoksa “ayrımcılıktır” deyip karşı mı durmalı! .-)Hnagi düşünce size kendinizi rahat hissettirecekse artık,seçim sizin :-))

    Hayir, bu cinsiyet ayrimi degil. Aşiri şişirilmis erkekligi asagi çekmek.
    Bizim gibi yogun erkek egemen kültürün oldugu toplumlarda ‘birsey söyelnecekse icabinda onu da biz söyleriz’ tavri hakimdir. Ucube bir asimetri.
    Hrant Dink cenazesi sirasinda ‘hepimiz Ermeniyiz’ diyenler, neden ‘hepimiz insaniz demediniz’ diye eleştirilmişti. Hepimiz insaniz evet,
    ama Ermeni kelimesini kullanmak tabuysa, nasil eşitlenebiliriz?

    Özgürlük adına başkaldırırken özgürlüğün kendisini kutsallaştırıp köle olmak!

    Elbette bu konuda haklisiniz. Bazen asiri bireysellesme tutsaklik getiriyor. İçgüdülerimizi ve sagduyumuzu dinlemeyi unutmamak gerek.

  76. Yazan:Ç-Z Tarih: Ara 19, 2007 | Reply

    @ Snowqueen,
    Elbette bu konuda haklisiniz. Bazen asiri bireysellesme tutsaklik getiriyor. İçgüdülerimizi ve sagduyumuzu dinlemeyi unutmamak gerek.

    İçgüdüler ve sağduyu;onları değiştirmeniz,bir forma sokmanız mümkün değil.

    Anne olmamak yerine anne olmayı seçenler,
    Ev hanımı olmayı çalışmaya tercih edenler,
    Başını açmak yerine örtenler,

    Seçimleri bu doğrultuda olmayanlar tarafından ne “ikinci sınıflar” ne de “şahsiyetsiz,özgürleşmemiş,itaatkar köleler” olarak tanımlanamaz. İçgüdüleri ve sağduyuları nedeniyle birilerinin izledikleri yola onlardan farklı düşünenler tarafından “tehlikeli” tabelası asılamaz.

    Aşiri şişirilmis erkekligi asagi çekmek.

    Bir kadın olarak durduğunuz yerin erkekten aşağı olduğuna mı inanıyorsunuz da “aşağı çekmek” fiilini kullandınız?Gördüğünüz gibi bu kadar özgürlükçü bir hanım olmanıza rağmen siz bile belki farkında bile olmadan“içselleştirdiğiniz” bir “aşağı” olma düşüncesine sahipsiniz.”Bastırmak” fiilini de kullansanız sonuç aynı.

    Şiddetin cinsiyeti yok!

    Sn.C.Günay’ın dediği gibi acziyet düşüncesi karşı koyulan eşitsizliğe,haksızlığa aşırı tepki vermeye neden oluyor.Düşmanlığı,kini,nefreti,intikamı barındıran hiçbir çözüm yolu barışçıl,uzlaşmacı değildir.

    Erkek egemen toplum diyorsunuz ama bu sadece erkek eli ile inşa edilmedi ki.Erkek bir “kadının”oğlu.Topluma “erkek egemen” nitelik kazandırmakta bazı kadınların kolaycılık ve konfor düşkünlüklerinin de payı olduğunu unutmamak gerek.Çocuğunu mazeret olarak kullanıp evinin tüm maddi yükünü erkeğin omuzlarına yükleyen,sadece talep eden bencil kadınlar…Erkekleri kadınların düşmanı olarak görmemek onlarında bu hayatı yaşarken pek çok sıkıntıya sahip olduğunu hatta bazen mecbur hissettiklerini de düşünmek gerek.Kadınların “hak”diye peşine takıldıklarının erkekler tarafından kaçınılmaz”mecburiyetler” gibi algılandığı gerçeğine gözümüzü kapatıp “erkek egemen toplum”tanımlaması yapmak da bir çeşit kadın kolaycılığı!

  77. Yazan:Ç-Z Tarih: Ara 19, 2007 | Reply

    @ Cahide Günay,

    Dayak Atan Erkek Aciz Bir Varlıktır…

    Ya dayak atan kadın?

    Çocuğu yaramazlık yaptığında “babasına söylemekle” sözüm ona korkutarak terbiye eden kadın?

    Varlığı ile bir çeşit “ceza”nın parçasına dönüşen “erkek”!

    Terbiye/eğitim/ıslah ederken erkek varlığını kullanan kadın “aciz” değil midir?

    Çocuklar annelerinden şiddet görseler de annelerini “severler”,babalarından tek fiske dahi görmemiş olmalarına rağmen onlardan “korkarlar”.Erkek, aile içinde baba olarak sayılıp sevildiğini düşünürken aslında “korkulan” olduğunu fark etmez,edemez bile.Ailede görev dağılımı yapılmıştır;kadın evde çocukları yetiştirecektir,erkek ihtiyaçları karşılayacaktır.Kadın hile yapar;çocuğu, yetiştirirken bunaldığında,sabrı tükendiğinde “baba” sıfatına sığınır.

    Snowqueen yukarıdaki yorumunda “aşırı şişirilmiş erkeklikten” bahsetmiş.Daha çocukken,büyük “erkek” gölgesi ile tanıştırılıyoruz üstelik bir kadın tarafından!Zavallı erkekler toplumda kendilerinden önce “namları”yürüyor;ya bu nama uygun davranacaklar yada “kılıbık” olarak adlandırılacaklar.

    Evet,erkekler aciz çünkü kadının bu “yetiştirme” tarzına müdahil olabilecek,değiştirebilecek ölçüde “çocuğu”ile iletişimde olabilecek “imkana”sahip değil!

    Sonuç dediğiniz gibi;yetişkin hayatında,geçmişte şiddet görmese de “azar” yada “korkutma” ile yüzleştiğinde öğretilen en kolay yola başvuruyor.

    Onlara gösteremedikleri güç gösterilerini zavallı masum bedenlerde gösteriyorlar.
    Kendi zavallı çocukluk bedenlerini,çocuk ruhlarını “annelerine” karşı koruduklarını düşünüyor,geç kalmış bir tepki veriyor olabilirler!

    Şiddetin bahanesi olmaz! Terbiye için sopa,ceza,korkutma,yıldırmanın adının da kadınlar tarafından “baba” olarak koyulmasının da bahanesi olamaz.!

    Kadınlarımız dayak yedikçe ve sustukça maalesef şiddet denen bu illet dayak atan erkeklerin ruhlarından hiçbir zaman çıkıp gitmeyecektir.

    N’olur anneler çocuklarını “erkek” otoritedir gölgesinden bile korkulmalıdır diye yetiştirmesinler.Onlar da ağlıyor,hissediyor,içlerinde doğuştan şiddet taşımıyorlar.Kadın yada erkek sadece kas güçleri belki farklı olur ama içlerindeki şiddet varlığı birinde diğerindekine oranla daha fazla değil.!!!

    Karşı olunup tavır alınması gereken şiddet, erkek değil!

    Dayak atan erkeğin karşısında durması gereken ilk önce o erkeğin “annesidir”

  78. Yazan:snowqueen Tarih: Ara 20, 2007 | Reply

    @Ç-Z

    eger ‘tehlike’ sinyalleri karşisinda harekete geçilmemiş olsaydi, kadinlar olarak bugün ne seçme seçilme hakkimiz, ne de başka alanlardaki kazanimlarimiz olurdu.
    içgüdü ve sagduyu derken ‘insansi’ olandan bahsediyorum,
    bunu kadin, erkek, gay, lezbiyen, biseksüel olarak bölmüyorum.

    Bir kadın olarak durduğunuz yerin erkekten aşağı olduğuna mı inanıyorsunuz da “aşağı çekmek” fiilini kullandınız?Gördüğünüz gibi bu kadar özgürlükçü bir hanım olmanıza rağmen siz bile belki farkında bile olmadan“içselleştirdiğiniz” bir “aşağı” olma düşüncesine sahipsiniz.”Bastırmak” fiilini de kullansanız sonuç aynı.

    Elbette şişirilimiş bir erkeklik mitinin var olduguna inaniyorum.
    Kendimi erkeklerden ‘aşagı’ görmedigim için buna itiraz ediyorum :)))
    Feminizm de, bir eşitleme çabasiydi, erkegi ‘gökten’ yeryüzüne indirme çabasi.

  79. Yazan:knz Tarih: Ara 21, 2007 | Reply

    ç-z

    Erkek egemen toplum diyorsunuz ama bu sadece erkek eli ile inşa edilmedi ki.Erkek bir “kadının”oğlu.Topluma “erkek egemen” nitelik kazandırmakta bazı kadınların kolaycılık ve konfor düşkünlüklerinin …….

    ——————————

    Ya dayak atan kadın?
    Çocuğu yaramazlık yaptığında “babasına söylemekle” sözüm ona korkutarak terbiye eden kadın?

    Bunun nedeni nedir ?

    Örneğin 3 nesil boyunca erkeğin çok eşli olduğu ailelerde yetişen kız çocuklarında davranış değişikliği başlıyor. Yani kızın büyük-büyük annesinden itibaren eğer hep erkek o ailede üst üste çok eşili yaşadıysa, kadınlar adaptasyona uğruyor. Yani yaşam geriye çark ediyor. Kız sorgulamıyor. efendimdir diyor. Erkek isterse döver diyor. Çünkü varolma mücadelesine kendine çizilen o dar alanda yaşamak zorunda kalıyor.

    Öte yandan kadın doğuştan bilinç yetisi olan bir varlık, ve bunu bu tür adaptasyonla yok edemiyor. O zaman Ç-z nin dediği, hileli(nitelikli) kurnazlıklara başvuruyor. Bilinçsiz bir varlık olsaydı, kümesteki tavuklar gibi sorunsuz yaşardık.

    Bu kıstlanmışlık alanında kadın çocuğunu silah olarak kullanıyor. Mesela kocası diğer eşine
    giden kadının bunu engelemek için çocuklarını kullandığına şahit olmuştum. babası eve geldiği zaman çocuklarına hasta taklidi yapmalarını söyleyen eğitimli bir kadın tanıyorum.

    Yine bizden önceki nesillerde, çocukların dövülmesi eğitim için şart olarak görülürdü.
    çünkü çocuk bilinçsiz bir varlık olarak kabul edilirdi. laftan anlamaz diye dayakla terbiye edilirdi. Bu hem batıda böyleydi, hem osmanlıda böyleydi.

    Kadının bilinçsiz bir varlık kabul edilişi çocuklarınkinden daha dramatik bir durumdur. Çünkü çocukLUK en azından geçici bir duurmdur.

    Aslında bu dar alanda kadının kendi avatanjlarını keşfederek varlığını sürdürmesidir. Bunlardan biri de kadının dünya dışı dindarlıkata erkeklerle yarışıp onu orada alt etmesidir ki, asıl bu erkeği aşağı düşürme gayreti budur. kadınlar da ulvi, uhrevi olup dünyayı pas geçme gayretlerini pek severler.

    Çz- nin dediği gibi nasıl çocuk silah olarak kullanıyorsa, “saf”lıkta silah olarak kullanıyor. İKİSİ de doğallıktan çıkıp, dar alanın kısa paslaşmalarında bir avantaja dönüşüyor. yırtmaçtan bacak göstermek sadece hikayenin öteki versiyonu yani.

    Bacak, saflık, ya da çocuk, doğallığımızın bir parçası olarak görülmedikçe bu böyle gidecektir.

    Biz bu oyun sahasını bu şekilde kabul etmemeliyiz ki, içinde hapsolmuş oyunlarla bilincimizi kurtarmaya çalışmayalım.

    asla demeliyiz. asla . tarihin hiçbir devrin de, hiçbir zaman…evet, birbakıma insan DNA sını savunmaktır.

  80. Yazan:snowqueen Tarih: Ara 21, 2007 | Reply

    Erkek egemen toplum diyorsunuz ama bu sadece erkek eli ile inşa edilmedi ki.Erkek bir “kadının”oğlu.Topluma “erkek egemen” nitelik kazandırmakta bazı kadınların kolaycılık ve konfor düşkünlüklerinin de payı olduğunu unutmamak gerek.Çocuğunu mazeret olarak kullanıp evinin tüm maddi yükünü erkeğin omuzlarına yükleyen,sadece talep eden bencil kadınlar…

    Erkek egemenligin içsellestirilmesi durumu bu.
    Konformizmden dert yaniyorsunuz ama ‘çocuk yetistirmek isteyen fedakar anne eve geri dönmeli’ söylemi erkege maddi olarak sirtini yaslaminin verdigi konformizmi ve bagimsizligi elden birakmayi da desteklemiyor mu?

  81. Yazan:Ç-Z Tarih: Ara 24, 2007 | Reply

    @ Snowqueen,
    Ev kadınlığı için tehlikeli bir yol dememin sebebi, kadının yarın öbür gün çalışmak zorunda kalacağı zaman bocalayacak olabilme ihtimali,…. hem zaten nereye gider nasıl bir yaşam kurarım gibi.

    Bazen asiri bireysellesme tutsaklik getiriyor. İçgüdülerimizi ve sagduyumuzu dinlemeyi unutmamak gerek.

    ikna yöntemi olarak ‘şiddet’ten bahsetmedim, erkek egemenliğin kadında içselleşmesininden bahsettim. Kocadır, sever de döver, …. zaten hatalı olan benim…Erkek saldırganlığını meşru kılan, bu abartılmaş erkeklik mitleri. Elbette şişirilimiş bir erkeklik mitinin var olduguna inaniyorum.

    Feminizm de, bir eşitleme çabasiydi, erkegi ‘gökten’ yeryüzüne indirme çabasi. Kendimi erkeklerden ‘aşagı’ görmedigim için buna itiraz ediyorum :)))

    eger ‘tehlike’ sinyalleri karşisinda harekete geçilmemiş olsaydi, kadinlar olarak bugün ne seçme seçilme hakkimiz, ne de başka alanlardaki kazanimlarimiz olurdu.
    :-)size ait cümleleri toparlayınca “feminizm”in erkekleri olabildiğince “özgürleştirdiği”sonucuna ulaşıyorum;sanki daha yükseklere çıkabilmek için safra atmış yada kadınların konformist yaklaşımlarından artık sıkılmış ve “eşitlik”istemişler gibi görünüyor,sizce?

    Konformizmden dert yaniyorsunuz ama ‘çocuk yetistirmek isteyen fedakar anne eve geri dönmeli’ söylemi erkege maddi olarak sirtini yaslaminin verdigi konformizmi ve bagimsizligi elden birakmayi da desteklemiyor mu?
    Feminizm’in erkeklere,kadının maddi külfetinden ve istemediği bir çocuğa kürtaj sayesinde babalık etmekten kurtararak verdiği destek gibi mi?
    Kimler ‘çocuk yetistirmek isteyen fedakar anne eve geri dönmeli’ diyor ben de merak ettim,paylaşırsanız sevinirim.
    Kimse kimseyi evden çıkınca şahsiyet kazanacağı ve bu şekilde aile içi şiddete engel olabileceği gibi tek ayaklı çözüm gibi görünen başka bir köleliğe zorlayamayacağı gibi evden çıkınca şahsiyet bulduğunu düşünen birini de eve geri dönmeye zorlayamaz.
    Aşırı uç örnekler uzlaşma yolunun tıkanması isteniyorsa mutlaka bulunabilir.

  82. Yazan:birbaşkasefere Tarih: Ara 24, 2007 | Reply

    eskiden de yok muymuş dayak?!varmış.anneannelerimiz,babaannelerimiz hiç mi maruz kalmamışlar.hem o zamanlar içlerini döküp yazışacakları böylesi angaryalara takılacakları ne mutlu ki bir sanal alem de yokmuş.sineye çekip otururlarmış.çok bilmek iyi değildir.izm’li şunlu bunlu kavramları söyleyip söyleyip kültür abideliği üstlenip,her öğün dayak yiyen kadınları da kurtaramazsınız böyle.
    acı olan bizatihi ‘şiddettir’.kadına yönelik şiddet olarak vurgu yapmanız,ayrı bir başlık yaratmanız kendinizi hala ‘özne’yerine koyamadığınızı gösterir.ne zaman nesne olmaktan sıyrılırsanız ve bir insan olduğunuzu anımsarsanız o zaman bu sorunlara daha iyi kafa yorabilirsiniz.
    çok bayat olacak ama eşlerini döven erkekleri yetiştiren de sizlersiniz,dayağın cennetten çıktığını söyleyen kişilere kikirdeyen de sizler..
    fazla lafa lüzum yok.sadece şiddet başlı başına eleştirildiği güne kadar sözkonusu soruna yönelik bir adım dahi atılamayacaktır.bu zihniyetle torunumun torunu da dayak yese gam yemem.çünkü kadın da insandır.ne diye ayrı kategori yaratıyorsunuz?!

  83. Yazan:Ç-Z Tarih: Ara 24, 2007 | Reply

    @ Snowqueen,

    eger ‘tehlike’ sinyalleri karşisinda harekete geçilmemiş olsaydi, kadinlar olarak bugün ne seçme seçilme hakkimiz, ne de başka alanlardaki kazanimlarimiz olurdu.
    Bahsettiğiniz kazanımlara medeni kanunumuz çerçevesinde ve onun dışında şöyle bir baktım ve kendimce yorumladım.Bunların kazanım olduğu konusunda siz de hemfikir misiniz merak ediyorum,fikrinizi paylaşırsanız sevinirim.

    (1)-Kadın ve erkek kendi kazançlarından fayda sağlarlar.Biri diğerinden,(bazıları diğerlerinden) daha fazla kazanabilir.Az kazanma sebebi biyolojik farklılıklar değildir.İstenip,çalışıldığında elde edilebilir bu nedenle kıskançlığa ve huzursuzluğa gerek yoktur.(fenizm’in başarısı)

    (2)- Erkekler,çalışma yaşamlarında daha fazla servete,imkana sahip olduklarında,yapabilecekleri harcamalarla kadınları ve haklarını koruyup gözetebilirler.(feminizm’in eşitlikçi yaklaşımı ile gökten yere inen erkekeğe kazandırdığı bakış açısı)

    (3)-Yaşam şartları nedeniyle,kötü niyetli yani maddi çıkar peşinde olan,bedenlerini ve ruhlarını pazarlayarak eş seçmiş olan kadınları suçlayıp,dışlamadan önce onlara seçtikleri yolun yanlışlığını,bunun bir manevi dejenerasyon olduğunu anlatmak,kendilerine,şahsiyetlerine yakışır bir tavır geliştirmeleri için bilinçlenmelerine destek vermenin gerekli olduğu.(dışlama,cezalandırma değil aksine kazanmak için bilinçlendirme,eğitme)

    Bilinçlendirme çabaları,kendi ruh ve bedenlerine saygın davranıp sahiplenmeleri konusunda gereken faydayı sağlamazsa,onların bu eylemlerine ket vuracak,kadın bedeninin bu şekilde kullanımını yasaklayıcı bir takım kanuni yaptırımlara başvurulabilir.(reklamlarda,gazete köşelerinde gereksiz kadın bedeni kullanımı,ponografi sansürü vb gibi)

    İkili ilişkilerini(karı-koca) de “menfaat” üzerine temellendiren ve bu birlikteliğin devamı için gereken özeni göstermeyen kadınların eylemleri sonucunda varcakları noktayı görebilmeleri için baskıdan uzak kararlar almalarına olanak sağlamak gereklidir.Her insanın hür iradesi ile kendi başına karar vermek hakkıdır.

    Bu kadınları izledikleri bu yoldan vazgeçirmenin yolu asla can yakan şiddet olamaz!

    Eşlerini,kredi kartı,banka cüzdanı yada sömüren kapitalist patron gibi görmeyen kadınlara diyecek bir şey olamaz!

    (4)-Kadın,kocası kusursuz karakter ve davranışa sahip olsa da varlığından nefret ettiği için boşanmak isteyebilir.Bu durumda evliliğini zoraki devam ettirmesine gerek yoktur boşanabilir ama nafaka talep etmesi doğru değildir.Hatta bugünkü medeni kanunda kadının eşinden boşanabilmesi için “tazminat” yada “nafaka” ödemesi bile söz konusudur ve bu oldukça makul,eşitlikçi bir yaklaşımdır.

    (5)- Ve [boşanmış] anneler, eğer emzirme müddetini tamamlamak istiyorlarsa, çocuklarına iki tam yıl bakabilirler; onların yeme-içme ve giyimlerini uygun bir şekilde temin etmek, çocuğun babasına düşer. …Ne anneye çocuğundan dolayı eziyet çektirilsin, ne de çocuğundan dolayı babasına.(hayran olunacak bir yaklaşım değil mi?) Ve [babanın] mirasçısına da aynı görev düşer.(nafaka borcunun erkek vefat ettikten sonra mirasçısına kalması gibi bir kanunumuz yok bildiğim kadarıyla,babanın mirasının bir kısmı resmi nikahla belgeli olduğu için çocuğa kaldığından buna gerek görülmemiş olabilir)

    Ve eğer [anne-baba], her ikisi de ortak karar verip çocuğun anne yerine babada kalmasına karar verirlerse bu uygulanabilir bir karardır.Erkek egemen,ataerkil toplumda çocuğun bakımından sadece annenin sorumlu tutulması gibi bir tek taraflı ebeveyn kayırmacı bir yaklaşım değil!

    “ve eğer boşanan bir çift olarak çocuğunuzu 3.kişilere emanet etmeye karar verirseniz, teslim edeceğiniz çocuğun emniyetini uygun bir şekilde sağlamanız şartıyla bir problem yoktur” diyebilecek kadar cesur birini tanıyor musunuz?(kadın-erkek boşanmaya karar vermiş ve sahip oldukları çocuğun bakımını bizzat yapmak istemiyorlarsa 3.bir kişiye masraflarını karşılamak üzere teslim edebilecekler)(bildiğim kadarı ile bizim medeni kanunumuzda böyle bir yasa yok,hakim kararına bırakılmış esnek bir madde var.Ebeveynler çocuklarından bile nafaka ile boşanabiliyorlar;”huzurlu bir ortam veremeyeceksem çocuğumu bunu temin edene teslim edebilirim” yaklaşımı.

    Medeni kanunun 274/1 maddesine göre velayeti yerine getirmekten aciz veya durumunu kötüye kullanan anne-babadan hakim velayet hakkını kaldırabilir. Velayeti bakımı, sağlığı ve gereksinimleri karşılayabilecek başka kişi veya kurumlara verebilir.

    Ki günümüzde bazı erkekler varlıklı oldukları halde babası olduğu çocuğun bakım masrafından düşük bordro ile kaçabiliyor hatta babalığını red edip bilimin DNA ispatına başvuracak kadar ileri gidebiliyor.
    Hukuk sitemimiz iddianın ispatına dayalı işlediğinden yani kişi vicdanını temel almadığından adamın karısı ile beraber çocuğundan da boşanması söz konusu olabiliyor.DNA sonuçları % 100 güvenilir olmadığından geçmişte yaşananların delil ve şahitleri kanıt olarak talep ediyor.Gizli saklı yaşanan bir ilişkide yada benzer nitelikte sayısız ilişki yaşandığında bu nasıl mümkün olabilir bilemiyorum!
    Bu hukuki boşluğu ya adamın vicdanına seslenerek yada kadının bir gün başına bunun geleceğini öngörerek tedbirli bir evlilik hayatı sürdürmesi salık veriliyor.

    (6)- Boşanmış kadınlar da güzel bir şekilde geçimlerini sağlama [hakkına] sahip olabilecekler.Erkek maddi imkanına göre boşandığı karısı evlenen kadar nafaka ödemek zorunda.Kadın evlenmeyip sigortalı bir işte çalışmaya başlarsa erkek bunu mahkemede ispat ederek ödemekte olduğu nafakayı kesebiliyor ama olsun,kadın kendine yeni bir düzen kurana kadar destek vermek amaç.

    (7)- Erkek ölerek arkasında dul bir kadın bırakırsa kadının yeniden evlenebilmesi İçin dört ay on günlük bir bekleme süresi geçirmeleri gerekir; bekleme süresinin sonuna vardıklarında kendileri ile ilgili olarak meşru şekilde ne yapmak isterlerse yapabilirler.Geçimini sağlayacağı miras hakkı ise kanunen düzenlenmiş ve koruma altına alınmış.

    -Evliliği sona ermiş bir kadın, sona erme tarihinden başlayarak 300 gün geçmedikçe evlenemez. (Md. 132)
    – Önceki evliliğin .sona erdiği ispat edilmedikçe yeni evlilik kurulamaz/.. (Md: 130)

    (8)- Anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız ve teyzeleriniz; kız ve erkek kardeşlerinizin kızları; ve süt anneleriniz ile süt kardeşleriniz; eşlerinizin anneleri; ve kendileriyle gerdeğe girmiş olduğunuz eşlerinizden doğmuş olan üvey kızlarınız -ki onlar sizin evlatlıklarınızdır- evlenemezsiniz,fakat gerdeğe girmemişseniz [kızlarıyla evlenmenizde] bir sakınca yoktur; ve kendi soyunuzdan gelen oğullarınızın eşleri ile de evlenemezsiniz.(YASAK),iki kız kardeşi [eş olarak] almanız da gayri ahlakidir.

    Türk Hukuku’nda ensest konusunda Medeni Kanunun 92. maddesi yakın akrabalar arasında evlenme yasağı koymuştur ama bu kişiler arasındaki cinsel ilişki yani ensest maalesef hukuğumuzda “suç” kapsamında değil.!

    (9)- Meşru şekilde [nikah yoluyla] evli olduklarınız dışında başka bir evli kadınla evlenemezsiniz,kanunen yasak ama evlilik dışı ilişki zina kanunen suç değil.Biri evli olan İki kişi resmi nikah talep etmeden,anlaşarak evlilik hayatı sürdürebilirler hatta bu ilişkiden olan cocuk resmi nikahlı eşden sahip olunan çocukla aynı haklara sahiptir.Bu şekilde gayri resmi ama meşru olan bir ilişkiden maddi manevi zarar gören kadın kanunen bu erkekten maddi kazanım elde edebilir;tazminat,nafaka gibi yok bunları mahkeme önünde yaşamak istemiyorsa erkekten ilişki öncesi hayatını garantileyebileceği ön ödeme talep edebilir,sonuçta bu o iki kişinin ilişkisidir.
    1- Zina (Zina,TCY’nda suç olmaktan çıkarıldı. Ancak, boşanma nedeni olmaya devanı ediyor. Ancak, eş diğer eşin zinasını öğrendiği andan başlayarak 6 ay, her halele, zina eyleminin üzerinden beş yıl geçmesinden sonra dava açamaz. (Md. 161)

    http://www.istanbulbarosu.org.tr/Detail.asp?CatID=1&ID=665 zina hakkında buradaki açıklamalardan kısa bir alıntı;

    “• En önemlisi “zina suçu” eşler açısından eşit koşullarda düzenlense, hatta toplumsal yapımız göz önünde tutulduğunda daha çok kadınların lehine olacağı görülse bile, kadınların eğitim sorunu ve ekonomik açıdan erkeğe bağımlılığı çözümlenmedikçe, kadınlar yasal haklarını kullanamayacaklardır. “İmam nikahı”nin engellenmesi “zinanın suç” olması ile değil, eğitim ile mümkün olacaktır.”bu cümleye katılıyorum ama
    “• Çağdaş hukuk sistemlerinde zina suçu yok, sadece şeriatla yönetilen ülkelerde var.” bu cümlenin kesinlikle cehaletle yazıldığını düşünüyorum zira hukuğumuzda “ensest” de suç olarak yer almıyor!

    Medeni kanundan – Eşlerden birinin evlenme sırasında evli bulunması medeni kanunda geçerli olmayan evlilik olarak kabul ediliyor.
    Suç olarak kabul edlmeyen ama boşanma nedeni olarak kabul edilen ve adının zina olarak tanımlanan evlilik dışı ilişkiden doğan çocuğun velayeti ise anneye verilir.

    Medeni kanunumuz hakkında kısa bilr bilgi;
    Cumhuriyet devrimimizin en önemli yasalarından olan Türk Medeni Yasası, 17.02.1920 tarihinde kabul edilmiş, 4-10-1926 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
    Yasanın temel özelliği, bilime ve akla dayanmasıydı. Ortaçağ’dan kalan gelenek, görenek ve din kuralları, değişmez yapılan ile yaşamı düzenlemeye yelemiyor, gelişen çağa ayak uyduramıyordu. Bu nedenle, Cumhuriyet’in kurucuları hiç tereddüt etme den Mecelleyi terk ettiler ve Medeni Yasa’yı kabul ettiler.

    Ancak 1926 tarihli Medeni Yasamızın, gerekçesinde de ifade edildiği gibi 1926’darı bu yana geçen sürede yeni gereksinimler ve yeni anlayışlar; yeni düzenlemelere kaynaklık elti. 1938 yılından başlayarak, değişikliklerle Medeni Yasa’nın daha ileri bir yapıya taşınması için çaba gösterildi.

    1926’lı yıllarda hem ülkemizde hem de bütün dünyada kadın-erkek eşitliği konusu tam kavranamamıştı. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kadınlar, yaşamın her alanında erkeklerle eşit olmak ve eşil olanaklara sahip olmak için mücadele elliler. Bu mücadele, özellikle son dört yıl içinde demokratik kadın kuruluşları ve kamusal alanın işbirliği ile meyvesini verdi? Hâlâ kimi eksiklikler taşımasına rağmen, yeni yasa ile Aile Hukuku açısından kadınlar önemli kazanımlar elde ettiler.http://www.istanbul.gov.tr/Default.aspx?pid=10246

    Medeni hukuğumuzun neyi temel aldığını görmek beni oldukça şaşırttı sanırım bilseydiniz sizi de şaşırtırdı!

    Not:oldukça uzun ama hala eksikleri olan bir yazı oldu özellikle “miras” kısmı bu yazıda yok.Yazıda bazı kopukluklar olmuş olabilir zira iki farklı kitabı haddim olmayarak bir araya getirmeye çalıştım.Umarım anlaşılır olmuştur.

  84. Yazan:Cahide Günay Tarih: Oca 12, 2008 | Reply

    En büyük kusur; insanın kendi kusurlarını
    bulup, bunları düzeltmeye çalışmamasıdır…

    Acıyı bizler yaratırız kimi durumlarda. Hiç kimse nedeni ne olursa olsun, acı çekmeyi hak etmez. Yapabilecek bir şeyimiz olmadığı durumlarda veya gücümüzün yetmediği olaylarda suçluluk hissine kapılmak asıl suçluyu gizler, bize zarar verir. Diğer yandan elimizden geleni yapar, cesur olursak inanılmaz bir güç kazanırız.

    Saldırganlık bir kişi veya grubun bir kişi veya gruba, onların isteği dışında, onları incitebilecek, zarar verebilecek davranışlara yönelmesi olarak tanımlanabilir.
    Saldırganlıkta bir güç ilişki vardır. Saldırı güçsüz ve zayıf konumda olanlara daha güçlü ve egemenliği ellerinde tutan kişiler tarafından yöneltilir. Çok uzun zamandır yaşamlarının farklı alanlarında denetlenen ve güçsüz konumuna sıkıştırılmış bir cins olarak kadınlar, ekonomik, sosyal, psikolojik ve cinsel aşağılanmalarla karşı karşıyadır.

    Peki soruyorum sizlere, hep kadınlarımızı duyuyoruz bu durumlar karşısında, hep kadınlarımız madur durumdalar, dayak yiyen erkek diyorsunuz, merak etmeyin arkadaşlar, erkek kendine dayak attırmaz, her ne olursa olsun, çünkü onlar erkek. Ya kadınlarımız, çünkü onlar da kadın… Siz hiç işyerinde cinsel tacize uğramış bir erkeği gördünüz mü? Siz hiç kafası kırılmış, gözleri morarmış, ağzı burnu kan içinde bir erkeği eşinden dayak yemiş diye duydunuz mu? Siz hiç bir erkeği kapı kapı dolaşıp eşine içki parası bulmak için gezdiğini, duydunuz mu? Veya siz hiç bir erkeği peşkeş çekilirken gördünüz mü? Siz hiç bir erkeği, sırf zayıf, güçsüz, madur olduğu için karısı tarafından aşağılandığını gördünüz mü… O kadar çok ki bu sorular… Hangisini yazayım ben sizlere… Bizler kadın olduğumuz için sanki suçluyuz, sürekli aşağılanma, horlanma, ezilme ile karşı karşıya kadınlarımız…

  85. Yazan:çuvaldız Tarih: Oca 13, 2008 | Reply

    @ Cahide Günay,
    evet,penisi kesilmiş,baltayla doğranmış yada sırtından bıçaklanmış olanları duydum..ha bir de iski skandalını ortaya çıkaranını…aşağılanan mı?sabah kadın programlarına bakın,kadınların ilk cümlesi “eve ekmek getirmekten aciz koca” oluyor…iş yerinde taciz örneğini dün gece beyaz’ın programında binlerce insan seyretti…kapı kapı dolaşıp içki parası toplayanı bilmiyorum ama karısının istekleri yüzünden altından kalkamayacağı borçların altına girenini en az haftada 1 görüyorum..Kocasını peşkeş çeken?tabii kocasını cezalandırmak için yatağına almayan yada maddi kaybı olmasın diye kocasının sevgilisini yada metresini ne derseniz deyin bilmemezlikten gelen kadın…envayi çeşit

    Şu kanları ile bayrak boyayan çocukların hepsi erkek midir sizce?

  86. Yazan:blue Tarih: Oca 13, 2008 | Reply

    Cahide hanım,

    Siz hiç kafası kırılmış, gözleri morarmış, ağzı burnu kan içinde bir erkeği eşinden dayak yemiş diye duydunuz mu?

    Oluyor bu tip olaylar.
    http://www.habervitrini.com/haber.asp?id=200278
    http://www.aksam.com.tr/arsiv/aksam/2001/12/22/icanadolu/icanadolu1.html
    Cinsel tacize uğramış erkekler de duydum. Kapı kapı dolaşıp içki parası toplamak duymadım ama karısına para yetiştirmek için anası ağlayan erkeklerin durumu çok daha zor, ve maalesef büyük çoğunluk bu durumda 🙂

  87. Yazan:snowqueen Tarih: Oca 13, 2008 | Reply

    -penisi kesilen, iskence gören, karisina para yetistirmek için borç batagina saplanan erkeklerin durumuna bakarsak:

    öncelikle bu durum, “toplumsal cinsiyet rollerini”nin katiligindan kaynaklaniyor. Erkek “eve ekmek getiren”dir ( güçlü ve kuvvetlidir oysa etrafimizdaki erkeklerin cogu erkeklik mitlerine sahip olan bir Sylvester Stallone degildir), cinselligi bile “iktidar” ile iliskilidir.

    kadin ise “yuvayi yapan disi kus”, abartilmis bir kadinligi vardir.
    güçsüz, zayif, muhtaç bir varliktir. fiziksel erkeklik imaji, kadinda fiziksel güzellik imajiyla örtüsür.

    bu rollerin katiligi içinde “karisina para yetistirememekten sikayet eden” erkek, kendi içinde bulundugu erkeklik mitinin kurbanidir aslinda. kadina bu entrikalari ögreten de ataerkil sistem içinde görünmez olmalarinin yarattigi gizli ve sinsi iktidar oyunlari.

  88. Yazan:MY Tarih: Oca 13, 2008 | Reply

    SnowQueen bu dediklerinde hakli bence, erkeklere gaz veriliyor, kadinlarin ise frenlemesi isteniyor (kim tarafindan?) Magra devrindeki rol dagilimini sürdürmek zorunda degiliz degil mi?

    kim deyince aklima geldi, sanki hiç sevmedigimiz bir lokantaya gidiyoruz ama ayip olmasin diye (herkes ne der diye?) kimse cesaret edip “arkadaslar bu berbat lokantaya gelmesek artik?” diye soramiyor.

    “Burasi türkiye” veya “böyle gelmis böyle gider”, kadin milleti-erkek milleti gibi neredeyse irkçi tavirlar içinde iki cins hayati birbirine zindan edebiliyor. ALLAH’tan herkes böyle degil, akilli çok çift taniyorum. Ama aileden/çevreden baski görebiliyorlar yine de… Mahalle baskisi mi desek 🙂

    Galiba vesayet baskisi, yaslilar gençlerin kendileri gibi yasamalarini istiyor, yasitlarimiz da bize vesayet tasliyor.
    herkes birbirine dogru/iyi ögretme pesinde. Kabak tabi en “zayif” olanin genellikle kadinin basina patliyor.
    Ama bu demek degil ki erkek korunuyor. KAdin %100 ezilse bile mutsuz bir kadinla evli olmak hiç de çekilir bir sey olmasa gerek.
    Esler bir tür “gidemeyenler” ülkesinde buluyorlar kendilerini 🙁

  89. Yazan:Cahide Günay Tarih: Oca 13, 2008 | Reply

    Ne yazarsak yazalım, günlerce yazalım hatta. Herkes kendi düşüncesinde diretecektir. Mücadelemiz ne uğruna sizce? Daha güzel bir yaşam, saygılı bir toplum, sevgi dolu yürekler değil mi? Bunun savaşını verirken, kadın-erkek savaşı niye? Biz erkeklere şiddetsiz bir ortamda yaşayabileceklerini anlatmaya çalışıyoruz. Şiddet güç değildir. Bende bir anneyim, iki tane erkek çocuğum var üstelik, daha ben onlar doğduğu günden itibaren öğrettiğim ilk şey saygıydı. Kadın erkek eşitliğinden bahseder dururuz. Bu ülkede kadın erkek eşitliği var ise, neden hala kadınlar erkekler kadar özgür ve rahat değil. Neden hala kadına çocuğuyla bile tatil yerine gittiğinde kötü gözle bakılıyor. Ben size bir örnek anlatmak istiyorum aslında bu konu hakkında.
    “Bir gün çok sevdiğim bir arkadaşım beni ziyarete geldi. Eşinden ayrılmıştı, bana anlattığı bir şey çok üzdü beni. “Eskiden akşam yediden sonra eve geldiğimde kimse kötü gözle bakmıyordu bana. Şimdi ise mahalledeki bütün kadınlar şüpheli gözlerle bakmaya başladı” dedi. Sanırım bu size bir çok şeyi anlatıyordur. Anlatmak istediğim ne kadar tartışırsak tartışalım bu konuyu bu ülkede çözülmemiş o kadar konular var ki; bunu ancak yazarak belki biraz daha rahatlatıyor olabiliriz. Fakat çözüm bulmak fikir çatışmasıyla asla olmaz. “Akşam 7’den sonra gelen erkeğe sanırım mahallede şüpheli gözlerle bakılmıyordur, öyle değilmi?”
    Saygı ve sevgiyle kalın.
    Şiddetsiz ve Kadına ve Erkeğe Saygılı Bir Dünya Diliyorum…

  90. Yazan:Kamer Yalçın Tarih: Oca 14, 2008 | Reply

    “Mücadelemiz ne uğruna sizce?”

    Geleceğe dair umudumuzu korumak için, mücadelemiz. Doğuran ve büyüten olarak kadının geleceği şekillendirmedeki etkisinin farkındalığını fark ettirmek için mücadelemiz. Siz, ben, kadın, erkek hepimizin bu mevzuda ortak sorumluluğunu kavrayıp kavrattırabilmek, her ne sebeple olursa olsun havaya kalkan elin bir an olup tereddüt etmesinde ve eyleminden vazgeçmesinde bir etken olabilmek uğruna olmalı, mücadelemiz.

  91. Yazan:Ç-Z Tarih: Oca 14, 2008 | Reply

    @ Cahide Günay,
    merak etmeyin arkadaşlar, erkek kendine dayak attırmaz, her ne olursa olsun, çünkü onlar erkek.

    Bizler kadın olduğumuz için sanki suçluyuz, sürekli aşağılanma, horlanma, ezilme ile karşı karşıya kadınlarımız…

    Herkes kendi düşüncesinde diretecektir.

    Çözüm için düşünen kadın yada erkek her sorunun kaynağındaki “biyolojik farklılığa” odaklanıp sonra da bunu “cinsel aşağılama” olarak yorumlarsa asla çözüme ulaşılamaz tabii ki.Bu erkeği erkek,kadını da kadın olduğu için şuçlamaktır.
    Çözüm için “cinsiyet değer analizi” yapmaya çalışmak(kim kimin kafasını,yarıp gözünü morartabiliyorsa gibi)anlamsız bir çabadır.

    Şiddet kimden gelirse gelsin suçtur,kullanan da suçlu.Suçun cinsiyeti olamaz!

    Mücadelemiz ne uğruna sizce? Daha güzel bir yaşam, saygılı bir toplum, sevgi dolu yürekler değil mi?Bunun savaşını verirken, kadın-erkek savaşı niye?

    Elbette ,o halde en üstteki o iki cümleye neden gerek duydunuz?Sevgi dolu yürekten kopup gelen kelimelerle yazılmış gibi görünmüyorlar!

    Erkeklere,sizin kas gücünüz var “Saldırganlıkta bir güç ilişki vardır. Saldırı güçsüz ve zayıf konumda olanlara(ki kadınları da böyle tanımlamışsınız) daha güçlü ve egemenliği ellerinde tutan kişiler tarafından yöneltilir.”dediğinizde “şiddetsiz bir ortamda yaşayabileceklerini anlatmış”mı oluyorsunuz?

    Kadın erkek eşitliğinden bahseder dururuz. Bu ülkede kadın erkek eşitliği var ise, neden hala kadınlar erkekler kadar özgür ve rahat değil.

    Kendilerini en az erkekler kadar özgür ve rahat hisseden kadınlarımızın varlığını yadsımış olmuyor musunuz?
    Bu biraz,”beş parmağın beşi de neden bir değil” gibi bir soru olmuş?

    Sizin bu sorunuza en güzel cavabı Mehmet bey vermiş zaten;
    “Burasi türkiye” veya “böyle gelmis böyle gider”, kadin milleti-erkek milleti gibi neredeyse irkçi tavirlar içinde iki cins hayati birbirine zindan edebiliyor. ALLAH’tan herkes böyle degil, akilli çok çift taniyorum. Ama aileden/çevreden baski görebiliyorlar yine de… Mahalle baskisi mi desek :-)(M.Y)

    Mehmet beyin de dediği gibi bunun mahalle baskısı değil de daha çok “bireysel tatminsizliklerin geçer akçe mazeret baskısı”olduğuna inanıyorum…önce “bu ağaç gölgesi iyi,sonra da manzarımı kapatıyor keselim” demek gibi bir yaklaşım.İki düşman taraf varsa savaş mutlaktır!

  92. Yazan:sadık Tarih: Eyl 19, 2008 | Reply

    Anlaşılan ülkemizde epeyce sorunu varmış.Ancak nedense tesettürlü kadınlarımızın sorunlarına değinilmemiş?Onlar erkek olsalardı,ne çalışma konusunda sorun yaşayacaklardı.Ne de eğitim alması engellenen 6400000 kadının önemli bir kısmını teşkil edeceklerdi.
    Kadınların önlerindeki en büyük sorun eşleri ya da aileleri değil,onların tesettürlerine savaş açan devlet yöneticileridir.
    Bu sorunu es geçen hiç bir yazı kadın sorunlarına değinmiş sayılmaz.Hatta bu sorunlara değinmeyen yazar bir yerde tesettürlüleri kadından saymamış oluyor.

  93. Yazan:ceren Tarih: Oca 6, 2009 | Reply

    ben 20’li yaşlardayım ve bi çocuk annesiyim eşimden 3 yıldan fazladır ayrı olmama ragmen hala sorunlarıyla ugraşıyorum evimi ordan oraya kaçırıyorum bu tür olaylara birinin dur demesi lasım bizim gibi kadınlar için bişeyler yapılması lazım inanın çok zor bi durum allah kimsenin başına vermesin ilk başta ailelerin evlatlarına sahip çıkması lazım

  94. Yazan:Kamer Yalçın Tarih: Oca 8, 2009 | Reply

    Sayın Sadık Bey,

    Öncelikle yorumunuzu hayli geç bir zaman sonra fark ettiğim için lütfen kusura bakmayın. Aylar geçse de yazdığım bu yazıya ilişkin hala yorum almak beni sevindirmeli mi yoksa sevindirmemeli mi açıkçası bilemiyorum. Fakat kadına şiddet konusunda dikkatleri çekmek maksadıyla yazılmış bu yazının siz değerli okuyucular tarafından hala ilgi ve alaka görüyor olması beni konuya verilen hassasiyet açısından umutlandırmaktadır. Bu vesile ile tüm okuyuculara teşekkürlerimi sunarım.

    Yorumunuzu dün fark etmiş ve hayli uzun bir cevap göndermiştim. Lakin teknoloji bazen kontrolümüzden çıkabiliyor. Ve ne yazık ki bir anlık gafletle kaydetmediğim onca satır bir anda uçup gitti. O cevap nasip değilmiş…

    Size katılıyorum. Evet, ülkemizin pek çok sorunu var. Ama ben bu sorunların hiç birini çözülemez olarak görmüyorum. Hepsinin çözümü mevcuttur. Bunun için gelin ilk ve öncelikli olarak kafalarımızdaki o ön yargıları bir kenara bırakalım, ne dersiniz?

    Yorumunuzda yönelttiğiniz serzenişinizle, benimle birlikte bu sitede yazan herkese haksızlık ettiğinizi ifade etmek isterim. Zira başörtüsü ve bunun mağduru olan kadınlarımız konusunda bu sitede onca başlık altında onlarca yazı yazıldı, bıkmadan usanmadan yorumlar ve tartışmalar yapıldı. Kendi adıma bahsettiğiniz konuda belki çok daha fazla yazmak durumunda olduğum eleştirisini kabul edebilirim. Lakin, sitemizde “konular” başlığı altındaki “kadın , laiklik, Kemalizm, demokrasi, eğitim, özgürlükler, adalet, anayasa mahkemesi, makaleler” gibi alt kategorilerde bu konu ile ilgili onlarca yazı mevcuttur. Küçük bir araştırma ve az biraz gayretle bu yazı ve yorumlarına ulaşmanız mümkün olacaktır. Ve akabinde göreceğiniz üzere, bu konuda yazmaktan da tartışmaktan da kaçmadık, kaçınmadık, bıkmadık, usanmadık. Şahsıma değil ama sitede yazan diğer yazarlara bir özür borcunuz olduğunu düşünmekteyim.

    Bakınız, kadın ve sorunları konusunda şahsen kapalı açık ayrımı yapmayı hiç doğru bulmuyorum. Böyle bir yaklaşımın bizi savunduğumuz düşüncelerimizle çelişkiye düşüreceğine inanıyorum. Ve kapalıyı açığından, eğitimlisini cahilinden ayırmadan, engellisini engelsizinden, güzelini çirkininden öte tutmadan ele alıyorum bu konuyu. Sorunlar ortak ve hepimize aittir. Zaten toplumda azınlık statüsünde görülen kadınlara bir darbede böyle bir ayrımla vurulmuş oluyor. Bununla ilgili çok defa düşüncelerimizi sizlerle paylaştık.

    Kendi adıma duruşum bellidir. Belki kısa alıntılarla gözden kaçırdığınız noktayı hatırlamakta fayda olacak. Bakın bahsettiğiniz mevzularda geçmiş zamanlarda neler demişim, kısa alıntılarla örnekler vereyim, buna ihtiyaç olduğu görülüyor. 28 Şubat 2008 tarihli, İçimizden Bir Yansıma, “İki Kız Kardeşi”’in Haberi » başlıklı haber yazımda şöyle demişim: “…Baş üstünde taşınan örtü konuşulurken onu bir şahsiyetin taşıdığı unutuldu. Taşıyanın kişiliği ve bunlardan ne denli etkilendiği hatta incindiği göz ardı edildi. Bir kurumun kapısından girebilmek için ödün vermeye zorlanmak, bunu şart koşmak… Okuma hakkından yararlanmanın şartı olabilir miydi? Ki o şart her gün kapısından gireceğiniz kurumun önünde sizi hazır bekliyorken buna maruz bırakılanların ruh hali hiç düşünülmedi. Türbanların altında sessizce nice travmalar yaşandı. Bundan kimimiz haberdar oldu kimilerimizin ruhu bile duymadı…”

    Şunu bir kez daha ifade edeyim, türban konusunda tarafım, tarafsız olmam kendi değerlerim açısından kabil değildir. Bu konu elbette ki benim için çok mühimdir. Başörtüsü hayâsızca tartışılırken, tartışma konusu olan insanların hissettiklerine kimse dikkat etmedi. Kampus kapılarında başları açılıp okula alınan kızlarımızın mahcubiyetlerini kimseler görmedi, görmek istemedi. Başı açıldığı için kulaklarına kadar kızaran o insanların içinde kopan fırtınaları kimse anlama gayretine girmedi. Bunları fark ettirmek için “iki kız kardeşin hikayesi” benim için ayrı bir önem taşımaktadır Sadık Bey. Ve türbanlılara karşı şapka hatta kalpak giydirilen kadınlarımızın dramları da bundan farklı değildir. Burada da bir zorlama dayatma mevcuttur. Açık ol, ol ki ne kadar laik olduğun anlaşılsın ve aman seni dinci zannetmesinler. O yazıyı
    “…Tüm bu olan biteni değerlendirirken lütfen şunu unutmayalım; Bizler, görüşlerimiz, düşüncelerimiz, yaşam biçimlerimiz ve tercihlerimiz ne olursa olsun bu topraklar üzerinde yaşayanlar, aslında kocaman bir ailenin fertleriyiz…”
    cümleleri ile noktalıyor ve yazdığım her kelimeye yürekten inanıyordum. Bu gün de aynı inancı taşıyor ve bundan farklı düşünmüyorum.

    Herkesin kendine özgürlük istediği günlerde ben de düşüncelerimi ifade etmiş ve kendine, kendinden olana özgürlük istemenin kolay olduğunu asıl zor olanın kendinden olmayana da istenecek özgürlük olduğunu vurgulamıştım. Yazı “Özgürlük” başlığı ile yayınlanmıştı. Ve bu yazımdan on gün sonra yayınlanan “Söz konusu özgürlükse hiçbir şey teferruat değildir, henüz özgür olmadık” diyerek “301 başörtülü kadın”ın ilan ettiği “biz henüz özgür olmadık” bildirisini cesaret verici bulmuş ve ne yalan söyleyeyim çok umutlanmıştım.

    Üzerimizden her yönde politikalar yapılıyor. Ve, maalesef her halükarda incinen yine kadın oluyor. Buna dur demenin bir yolunun da paylaşmak ve paylaşarak bir birimizi daha iyi anlamak olduğunu düşündüm. Bu düşünceyle de Derin Düşünce’de kadın hareketini başlattık. Kadınlar sessizlikten çıkıyor dedik ve devamında da şunları ekledik: “…Bu güne kadar kadınlar sustu, onların yerine başkaları konuştu. Onların giyimi, kuşamı, hayat seçimleri, hatta düşünceleri dahi kendilerinden başka herkesin bir numaralı konusu, sorunu oldu, konuşuldu. Kadınlar üzerinden siyaset yapıldı ve her çeşit parti görüşünün malzemesi olarak siyasetin çıkar hesaplarına pervasızca alet edildi. Toplumun yarısını oluşturan bayanlarımızın toplum içinde tıpkı bir azınlık statüsüne itiliyor olmasından bizler rahatsızlık duymaktayız.” Bu başlık altında destek veren okurlarımızın yorumları bizlere başka bir şevk verdi, heyecan verdi. Bu vesile ile aramıza yeni yazarlar katıldı, onlarcası da konuk yazarımız oldu. Her birinin çok kıymetli düşüncelerini beraber okuduk ilerleyen günlerde.

    Ve yine bu başlık altındaki yorumların biri tam da sizin serzenişte bulunduğunuz konuda düşüncelerimi ifade etme imkanı verdi. Yoruma karşılık çok üzüldüğümü bir kez daha belirtmek isterim. O konuda bakın tam da sizin şikâyet konunuza değinen yorumumda şunları diyorum: “…Fakat gözlerden kaçırılan ise sen ve senin kaderini paylaşan kadınların işlerinin iki kat daha da zor olması. Ve o zaman “hey millet bakın, kapalıyım ve ben de buradayım, haberiniz var mı?” demek ise zorluğunun yanında ayriyeten cesaret de istiyor. Bir kez bunu haykıran bir bayan olmak ise insanların karşınıza diktiği engellerle tek tek cebelleşmeye baştan hazır olmak demek. Acımasız iş ve yaşam kurallarının ceremesini sizler çok daha fazlasıyla çekiyorsunuz. Ve üzülerek, bizlerin elinden bir şey gelmiyor. Çünkü bu dünyanın kural koyucuları arasında bayanlar yok ve orada bayanlara yer yok. …” Bu yorumu ise şöyle tamamlamışım: “… Ve ne yazık ki kapalı kadınlarımızın yaşadıkları olumsuzluklar son on yıllarda iyice kendini göstermiştir. Zira kapalı bayanların sayıları arttıkça ve toplum hayatında “ben de varım” dedikçe birilerini rahatsız ettiler. Son on yıllarda bir şeyler oldu. Okuyan, nitelikli eğitim alan kapalı bayanların sayıları gözle görülür biçimde arttı ve toplumda talepkar olmaya başladılar. Onlar ki okuma, çalışma, toplum hayatında başı açık hemcinsleri ile birlikte sahip oldukları eşit haklarından özgürce istifade etmek istiyorlardı artık. Fakat ne yazık ki önyargılar her yerde olduğu gibi yaşamın bu noktasında da insanların hayatlarını etkileyebiliyor. Altı üstü bir bez parçası olarak algılanan başörtüsü onu giyen bayanların ne yazık ki önyargılarla bu yarışa baştan 1-0 yenik başlamalarına neden oluyor. Çünkü pek çok kişi önyargıları ile kapalı kadınlarımızın niteliklerine dahi bakmadan baştan onları yok sayıyorlar, eliyorlar. Bu aşağılanma değil de nedir? Hangi kadın hemcinslerine yapılan böyle bir yok saymayı içine sindirebilir?… Açıkçası ben sindiremiyorum.” Yorum tarihi 16 Temmuz 2008.

    Sadık Bey, şimdi bu satırları tekrar yazarken kendi kendime buna gerek var mı diyorum. Ama yorumunuz bunu zaruri kılıyor. Yukarıda sarf ettiğim onca düşüncenin ve duygunun akabinde değerlendirmeyi sizin ve bu cevabı okuyanların vicdanına bırakıyorum.

    Başta da ifade ettiğim gibi sorunların önünde duran ön yargılarımızı bir kenara bırakarak meselelere yaklaştığımızda gerçekte çözümlerin yanı başımızda olduğunu görmek hiç de zor olmayacaktır, ne dersiniz?

    Kendimi hiçbir zaman yazar mertebesinde görmesem de naçizane düşüncelerimi paylaşma cesaretini göstermek bana kendimi Hz.İbrahim’e gagasında su taşıyan serçe gibi hissetme bahtiyarlığı vermektedir.

    On binler bizi okuyor. Eksik olmayınız, teveccüh göstererek kıymetli vakitler ayırıyorsunuz, bin bir emek verilerek ve önemsenerek yazılan yazıları okuyorsunuz. Bizim gayretimiz daha iyi ve daha yaşanır bir dünya için. Kendimiz için ne istiyorsak bir başkası için de onu istiyoruz. Tüm gayretlerimiz bunun için.

    Saygılarımla.

  95. Yazan:Kamer Yalçın Tarih: Oca 8, 2009 | Reply

    Sayın Sadık Bey,

    Öncelikle yorumunuzu hayli geç bir zaman sonra fark ettiğim için lütfen kusura bakmayın. Geç cevabım için de özür dilerim. Aylar geçse de yazdığım bu yazıya ilişkin hala yorum almak beni sevindirmeli mi yoksa sevindirmemeli mi açıkçası bilemiyorum. Fakat kadına şiddet konusunda dikkatleri çekmek maksadıyla yazılmış bu yazının siz değerli okuyucular tarafından hala ilgi ve alaka görüyor olması beni konuya verilen hassasiyet açısından umutlandırmaktadır. Bu vesile ile tüm okuyuculara teşekkürlerimi sunarım.

    Yorumunuzu dün fark etmiş ve hayli uzun bir cevap göndermiştim. Lakin teknoloji bazen kontrolümüzden çıkabiliyor. Ve ne yazık ki bir anlık gafletle kaydetmediğim onca satır bir anda uçup gitti. O cevap nasip değilmiş…

    Size katılıyorum. Evet, ülkemizin pek çok sorunu var. Ama ben bu sorunların hiç birini çözülemez olarak görmüyorum. Hepsinin çözümü mevcuttur. Bunun için gelin ilk ve öncelikli olarak kafalarımızdaki o ön yargıları bir kenara bırakalım, ne dersiniz?

    Yorumunuzda yönelttiğiniz serzenişinizle, benimle birlikte bu sitede yazan herkese haksızlık ettiğinizi ifade etmek isterim. Zira başörtüsü ve bunun mağduru olan kadınlarımız konusunda bu sitede onca başlık altında onlarca yazı yazıldı, bıkmadan usanmadan yorumlar ve tartışmalar yapıldı. Kendi adıma bahsettiğiniz konuda belki çok daha fazla yazmak durumunda olduğum eleştirisini kabul edebilirim. Lakin, sitemizde “konular” başlığı altındaki “kadın , laiklik, Kemalizm, demokrasi, eğitim, özgürlükler, adalet, anayasa mahkemesi, makaleler” gibi alt kategorilerde bu konu ile ilgili onlarca yazı mevcuttur. Küçük bir araştırma ve az biraz gayretle bu yazı ve yorumlarına ulaşmanız mümkün olacaktır. Ve akabinde göreceğiniz üzere, bu konuda yazmaktan da tartışmaktan da kaçmadık, kaçınmadık, bıkmadık, usanmadık. Şahsıma değil ama sitede yazan diğer yazarlara bir özür borcunuz olduğunu düşünmekteyim.

    Bakınız, kadın ve sorunları konusunda şahsen kapalı açık ayrımı yapmayı hiç doğru bulmuyorum. Böyle bir yaklaşımın bizi savunduğumuz düşüncelerimizle çelişkiye düşüreceğine inanıyorum. Ve kapalıyı açığından, eğitimlisini cahilinden ayırmadan, engellisini engelsizinden, güzelini çirkininden öte tutmadan ele alıyorum bu konuyu. Sorunlar ortak ve hepimize aittir. Zaten toplumda azınlık statüsünde görülen kadınlara bir darbede böyle bir ayrımla vurulmuş oluyor. Bununla ilgili çok defa düşüncelerimizi sizlerle paylaştık.

    Kendi adıma duruşum bellidir. Belki kısa alıntılarla gözden kaçırdığınız noktayı hatırlamakta fayda olacak. Bakın bahsettiğiniz mevzularda geçmiş zamanlarda neler demişim, kısa alıntılarla örnekler vereyim, buna ihtiyaç olduğu görülüyor. 28 Şubat 2008 tarihli, İçimizden Bir Yansıma, “İki Kız Kardeşi”’in Haberi » başlıklı haber yazımda şöyle demişim: “…Baş üstünde taşınan örtü konuşulurken onu bir şahsiyetin taşıdığı unutuldu. Taşıyanın kişiliği ve bunlardan ne denli etkilendiği hatta incindiği göz ardı edildi. Bir kurumun kapısından girebilmek için ödün vermeye zorlanmak, bunu şart koşmak… Okuma hakkından yararlanmanın şartı olabilir miydi? Ki o şart her gün kapısından gireceğiniz kurumun önünde sizi hazır bekliyorken buna maruz bırakılanların ruh hali hiç düşünülmedi. Türbanların altında sessizce nice travmalar yaşandı. Bundan kimimiz haberdar oldu kimilerimizin ruhu bile duymadı…”

    Şunu bir kez daha ifade edeyim, türban konusunda tarafım, tarafsız olmam kendi değerlerim açısından kabil değildir. Bu konu elbette ki benim için çok mühimdir. Başörtüsü hayâsızca tartışılırken, tartışma konusu olan insanların hissettiklerine kimse dikkat etmedi. Kampus kapılarında başları açılıp okula alınan kızlarımızın mahcubiyetlerini kimseler görmedi, görmek istemedi. Başı açıldığı için kulaklarına kadar kızaran o insanların içinde kopan fırtınaları kimse anlama gayretine girmedi. Bunları fark ettirmek için “iki kız kardeşin hikayesi” benim için ayrı bir önem taşımaktadır Sadık Bey. Ve türbanlılara karşı şapka hatta kalpak giydirilen kadınlarımızın dramları da bundan farklı değildir. Burada da bir zorlama dayatma mevcuttur. Açık ol, ol ki ne kadar laik olduğun anlaşılsın ve aman seni dinci zannetmesinler. O yazıyı

    “…Tüm bu olan biteni değerlendirirken lütfen şunu unutmayalım; Bizler, görüşlerimiz, düşüncelerimiz, yaşam biçimlerimiz ve tercihlerimiz ne olursa olsun bu topraklar üzerinde yaşayanlar, aslında kocaman bir ailenin fertleriyiz…” cümleleri ile noktalıyor ve yazdığım her kelimeye yürekten inanıyordum. Bu gün de aynı inancı taşıyor ve bundan farklı düşünmüyorum.

    Herkesin kendine özgürlük istediği günlerde ben de düşüncelerimi ifade etmiş ve kendine, kendinden olana özgürlük istemenin kolay olduğunu asıl zor olanın kendinden olmayana da istenecek özgürlük olduğunu vurgulamıştım. Yazı “Özgürlük” başlığı ile yayınlanmıştı. Ve bu yazımdan on gün sonra yayınlanan “Söz konusu özgürlükse hiçbir şey teferruat değildir, henüz özgür olmadık” diyerek “301 başörtülü kadın”ın ilan ettiği “biz henüz özgür olmadık” bildirisini cesaret verici bulmuş ve ne yalan söyleyeyim çok umutlanmıştım.

    Üzerimizden her yönde politikalar yapılıyor. Ve, maalesef her halükarda incinen yine kadın oluyor. Buna dur demenin bir yolunun da paylaşmak ve paylaşarak bir birimizi daha iyi anlamak olduğunu düşündüm. Bu düşünceyle de Derin Düşünce’de kadın hareketini başlattık. Kadınlar sessizlikten çıkıyor dedik ve devamında da şunları ekledik: “…Bu güne kadar kadınlar sustu, onların yerine başkaları konuştu. Onların giyimi, kuşamı, hayat seçimleri, hatta düşünceleri dahi kendilerinden başka herkesin bir numaralı konusu, sorunu oldu, konuşuldu. Kadınlar üzerinden siyaset yapıldı ve her çeşit parti görüşünün malzemesi olarak siyasetin çıkar hesaplarına pervasızca alet edildi. Toplumun yarısını oluşturan bayanlarımızın toplum içinde tıpkı bir azınlık statüsüne itiliyor olmasından bizler rahatsızlık duymaktayız.” Bu başlık altında destek veren okurlarımızın yorumları bizlere başka bir şevk verdi, heyecan verdi. Bu vesile ile aramıza yeni yazarlar katıldı, onlarcası da konuk yazarımız oldu. Her birinin çok kıymetli düşüncelerini beraber okuduk ilerleyen günlerde.

    Ve yine bu başlık altındaki yorumların biri tam da sizin serzenişte bulunduğunuz konuda düşüncelerimi ifade etme imkanı verdi. Yoruma karşılık çok üzüldüğümü bir kez daha belirtmek isterim. O konuda bakın tam da sizin şikâyet konunuza değinen yorumumda şunları diyorum: “…Fakat gözlerden kaçırılan ise sen ve senin kaderini paylaşan kadınların işlerinin iki kat daha da zor olması. Ve o zaman “hey millet bakın, kapalıyım ve ben de buradayım, haberiniz var mı?” demek ise zorluğunun yanında ayriyeten cesaret de istiyor. Bir kez bunu haykıran bir bayan olmak ise insanların karşınıza diktiği engellerle tek tek cebelleşmeye baştan hazır olmak demek. Acımasız iş ve yaşam kurallarının ceremesini sizler çok daha fazlasıyla çekiyorsunuz. Ve üzülerek, bizlerin elinden bir şey gelmiyor. Çünkü bu dünyanın kural koyucuları arasında bayanlar yok ve orada bayanlara yer yok. …” Bu yorumu ise şöyle tamamlamışım: “… Ve ne yazık ki kapalı kadınlarımızın yaşadıkları olumsuzluklar son on yıllarda iyice kendini göstermiştir. Zira kapalı bayanların sayıları arttıkça ve toplum hayatında “ben de varım” dedikçe birilerini rahatsız ettiler. Son on yıllarda bir şeyler oldu. Okuyan, nitelikli eğitim alan kapalı bayanların sayıları gözle görülür biçimde arttı ve toplumda talepkar olmaya başladılar. Onlar ki okuma, çalışma, toplum hayatında başı açık hemcinsleri ile birlikte sahip oldukları eşit haklarından özgürce istifade etmek istiyorlardı artık. Fakat ne yazık ki önyargılar her yerde olduğu gibi yaşamın bu noktasında da insanların hayatlarını etkileyebiliyor. Altı üstü bir bez parçası olarak algılanan başörtüsü onu giyen bayanların ne yazık ki önyargılarla bu yarışa baştan 1-0 yenik başlamalarına neden oluyor. Çünkü pek çok kişi önyargıları ile kapalı kadınlarımızın niteliklerine dahi bakmadan baştan onları yok sayıyorlar, eliyorlar. Bu aşağılanma değil de nedir? Hangi kadın hemcinslerine yapılan böyle bir yok saymayı içine sindirebilir?… Açıkçası ben sindiremiyorum.” Yorum tarihi 16 Temmuz 2008.

    Sadık Bey, şimdi bu satırları tekrar yazarken kendi kendime buna gerek var mı diyorum. Ama yorumunuz bunu zaruri kılıyor. Yukarıda sarf ettiğim onca düşüncenin ve duygunun akabinde değerlendirmeyi sizin ve bu cevabı okuyanların vicdanına bırakıyorum.

    Başta da ifade ettiğim gibi sorunların önünde duran ön yargılarımızı bir kenara bırakarak meselelere yaklaştığımızda gerçekte çözümlerin yanı başımızda olduğunu görmek hiç de zor olmayacaktır, ne dersiniz?

    Kendimi hiçbir zaman yazar mertebesinde görmesem de naçizane düşüncelerimi paylaşma cesaretini göstermek bana kendimi Hz.İbrahim’e gagasında su taşıyan serçe gibi hissetme bahtiyarlığı vermektedir.

    On binler bizi okuyor. Eksik olmayınız, teveccüh göstererek kıymetli vakitler ayırıyorsunuz, bin bir emek verilerek ve önemsenerek yazılan yazıları okuyorsunuz. Bizim gayretimiz daha iyi ve daha yaşanır bir dünya için. Kendimiz için ne istiyorsak bir başkası için de onu istiyoruz. Tüm gayretlerimiz bunun için.

    Saygılarımla.

  96. Yazan:Kamer Yalçın Tarih: Oca 9, 2009 | Reply

    Sayın Ceren Hanım,

    Sizin ve sizin durumunuzdaki kadınların yaşadıklarını bizler ancak tahayyül edebiliyoruz ne yazık ki. Böylesi bir muameleye maruz kalmayı mı sorgulamalı yoksa sizi bu yaşta bir çocukla böyle yaşam koşullarına mecbur kılanlarımı mı…?

    Dediğiniz çok doğru, başta ailelerin evlatlarına sahip çıkması gerektiği bir hakikat. Kişinin arkasında duran bir ailenin gücü ile hayata tutunmakla, bu dünyada yapayalnız ve güçsüz olduğunu düşünerek hayata tutunmaya çalışmak arasında çok fark var. Bunda da aile denen o yapının nasıl ve hangi temeller üzerine kurulduğunun da etkisi büyük sanırım. Gelinlikle çıkılan baba ocağına ancak kefenle geri dönmeyi kabul etmiş toplum zihniyeti ne yazık ki bu durumda olanlara çıkış yolu sunmuyor. Çekilen acının ne olduğuna bakılmaksızın acımasızca kadına kaderine razı olmayı dayatıyor. Bu noktada da ailenin tutumu belirleyici oluyor. Evlatlarına sahip çıkmak mı yoksa toplumun yargılarına boyun eğerek onu kaderine terk etmeye mecbur bırakmak mı…? Ve maalesef donanımlı kadın da aynı kaderi paylaşabiliyor. Bu yüzden ki ailelerin kız çocuklarını hayat için ne kadar donanımla yetiştirirse yetiştirsinler bir de onlara hiç bitmeyecek sevgi ile kol kanat germeleri şart oluyor. Yoksa daha çok can yitip gitmeye, rüzgâr önündeki yaprak misali oradan oraya savrulmaya mahkûm olmaya devam edecek.
    Buna dur demenin nasıl bir yolu olur diye düşünüyorum. Bunun cevabını şimdilik şöyle verebilirim. İnsan ne zaman kıymetli ve değerli olursa o zaman bu sorunlar azalır kanaatindeyim. Ve insanı koruyan kanunlar, haklar ne zaman hayata fiili olarak geçirilip, sözde değil de gerçekten işletilir kılınırsa o zaman bunlara bir nebze olsun dur denilebilir. Sığınma evleri ancak geçici çözüm olabilmektedir. Kalıcı ve gelecek vadeden bir hayat için sizlerin arkasında güçlü bir toplum dayanışması, sağlam duruşlu aileler, insan hayatının biricikliği ve kıymetliliğini ön planda tutan ve işleyen kanunların olması şart diye düşünüyorum.

    Sayın Ceren, size ve yavrunuza dua ediyorum. Allah sizinle birlikte aynı dertleri yaşayanlara yardım etsin, yol göstersin. Ve sizden ricam, lütfen paylaşın. Siz paylaştıkça bazı şeylerin aslında göründüğü gibi olmadığı ortaya daha net çıkacaktır. Siz paylaştıkça inşallah, sizin vesilenizle vicdanlar harekete geçer ve mutlaka bir katkısı olur. Yazdığınız için sağ olunuz, var olunuz.

    Saygılarımla.

  97. Yazan:ceren Tarih: Oca 11, 2009 | Reply

    öncelikle yazımı dikkate almış oldugun için çok tşk ederim sizin yazılarınızı internette kadına karşı şiddetle alakalı yazıları okurken gördüm ve yazma ihtiyacı duydum ben bu tür olaylarla 14 yaşından beri mücadele ediyorum gerçekten türkiyede ciddi bir sorun bu fakat zihniyet degişmedigi sürecede hep olucak gibime geliyo çözüme ulaşacagını sanmıyorum devletin emniyet güçlerinin biraz daha duyarlı olması gerektigini düşünüyorum vede belli bi kitlenin görüp duyup ah vah yazık diyerek geçiştirmemesi seyirci kalmaması gerektigini düşünüyorum kimse benim başıma bu tür olaylar gelmez diye düşünmemeli ben kolej çocuguydum vede kültür seviyesi düşük bi aileyede sahip deilim ama herşey insanlar için gerçektende bu olayları yaşayanların herşeyden önce destege ihtiyacı var manevi olarak herkes seyirci kalıyo kendimden örnek veriyorum bişeyler yapmak istedigim zaman ayaklarımın üstünde durmak için çabaladıgım zaman aile destegi olsa dışardaki faktörler illa bi engel çıkıyo böle olmaması gerek ben vaktiyle dilekçe vermiştim bi kuruma benim dilekçem dahi imzalanmadı lütfen bu konulara biraz daha hassasiyet gösterilsin bazı şeyler için geç olmadan yapılması gereken yapılsın bizde bi ana baba kuzusuyuz benim ailemde dahi bi kaç sene evvelinde namus diyip kaçan kızın peşine düşüldü dün okudum bi yerde çocuk ablasını namus diye öldürüyo yazık bu kadar hayata kendi elleriyle bi sürü hayatı harcıyolar beni dinleyenin olmasından dolayı yazıcaklarım bitmiyo galiba size tekrarda çok tşk ederim olaki yazdıklarımda bi yanlışlık olduysa affola

  98. Yazan:Kamer Yalçın Tarih: Oca 20, 2009 | Reply

    Ceren Hanım yeniden merhaba.

    Sizin yazmanız benim için çok önemli. Çünkü, siz yaşadıklarınızı yansıtıyorsunuz, paylaşıyorsunuz. Ben ise araştırdıklarımı, okuduklarımı, gördüklerimi, düşüncelerimi. Sanırım burada yorum yapan çok kişi de benim gibi…

    Sizin mesajınızdan öncesinde konuyla ilgili tartışmalarda çok şeyler söylendi. Konunun farklı biçimleri, yönleri tartışıldı. Herkes kendi düşüncesini paylaştı. Fakat siz yaşadıklarınızı paylaştınız bizimle. Bu cesaret ister, bunu konuşmak gerçekten cesaret ister. Çıkıp alenen “bakın ben bunu yaşıyorum ve halim şudur” demek gerçekten cesaret ister. Bu önemlidir ve önemsenmelidir.

    Onca yorumun içinde sizin yorumlarınız benim için müstesnadır. Sizin söylediklerinizin dikkate alınması, önemsenmesi, burada yer bulması bizim vazifemizdir. Burada sizi dinleyen mutlaka olacaktır, bunda müsterih olunuz.

    Saygılarımla.

  99. Yazan:enestalha Tarih: Ağu 29, 2009 | Reply

    kadınlara iyi davran malıdır anneleremizdir
    eşlerimizdir bir erken arkasındakadın olmalıdır
    kadınsız dünyaolmaz
    erkek cocunu okutursankendini kız cocunu okutursan tümnesli kurtarır
    enestalha
    fidan
    11 yaşındayım

  100. Yazan:enestalha Tarih: Ağu 29, 2009 | Reply

    kadına şiddete krşı
    şitdet iyi birşey degildir

  101. Yazan:Soner Tarih: Mar 9, 2010 | Reply

    Bir erkeğin kendisinden fiziksel olarak daha güçsüz olan bir kadına fiziksel şiddette bulunması alçaklıktır, haysiyetsizliktir. Erkeğin kendi ezikliğinden ve güçsüzlüğünden başka bir şey değildir. Kadınların toplumda hak ettikleri saygıya ve güvenli ortama en kısa zamanda ulaşmalarını temenni ederim.

  102. Yazan:Ayda Çamlıca Tarih: Nis 12, 2010 | Reply

    Ben 13 yaşındayım. Yaşanmış hikayeleri okudukça içim burkuldu, gözlerim yaşlarla doldu. Bu kadar mı cahiliz, bu kadar mı vicdansızız?? Üstteki hikayelerin çoğunda kadını döven adamlar “iri cüsseli” olarak bahsedilmiş. Demek ki bazıları şu ilkeyle yaşıyor: “Büyük Balık Küçük Balığı YER!!”…

  103. Yazan:nil Tarih: Kas 17, 2010 | Reply

    merhaba ben tiyatro oyuncusuyum ve 25 kasımda izmir konak meydanında bu günle ilgili korunma aile içi şiddet ve kadına şiddeti dile getiricez yazılarınızdan faydalanmak istiyorum ama ilk izninizi almak istedim tabiki saygılar

  104. Yazan:yorum sizin Tarih: Mar 20, 2011 | Reply

    saatlrdir site site dolaşıyorum siddetin ne okumuşlukla ne maddı durum la alakası var karşınızdaki insan adam degilse siddet var ben maddı durumu yaşadıgım bölgeye göre iyi olan bir ailenin okumuş kızıyım 7 yıl görüştükten sonra evlendim ilk aydan başlayarak 3 yıldır şiddetgörüyorum şiddet nedir biliyormusunuz iki yaşındaki çocugunuzun önünde yediginiz dayaktan sonra agzınız eli ile kapatılıp aglama seni öldürücem diye bagırıyorsa duvar kenarında sinmiş aglarken o küçücük avuçlarının arasına alıp yüzünüzü öpüyorsa o küçücük çocuk sizye yediginiz dayagamı yoksa o küçücuk yüregin sizi teselli etmeye çalışmasınamı aglamalı eskiden yazdıgınız yazıların hepsinde aşk varken simdi beddua ve lanet doluysa hayatamı yoksa yaptıgınız yanlış tercihten dolayı kendinizemi kızmalısınız kimi nede nasıl suçlamalı peki ya ben nedenmi yaşıyorum bu hayatın içinde hala benim gitmam lazım ya bu diyardan gidicem ya bu dünyadan gidicem bekliyorum iş arıyorum bulursam tek tokatlık hakkı bile yok bulamazsammı 2 ay daha ondan sonra yine bitti eger bu iki aydan önce başıma birşey gelirse tek sebebi kocamdır

  105. Yazan:yer altından notlar Tarih: Mar 21, 2011 | Reply

    Ben yine kendi yöntemimi kullanacağım bu yazıyı yorumlarken.”Yöntemim”derken ayrıntılara takıntılı yanımdan söz ediyorum.Biraz ayrıntıcıyımdır.Yok yok şu beylik “Şeytan ayrıntılarda gizlidir”vecizesinden(!) esinlenen biri değilim…”Gerçekler ayrıntılarda gizlidir”demeyi yeğlerim.Gerçekler gerçekten ayrıntılarda mı gizlidir değildir midir hep beraber inceleyelim.
    Ayrıntı 1-Bu yazı yayımlandığında okumakla yetindim.Bir toplumsal meseleyi,daha doğrusu bir travmayı gündeme taşıyan önemli bir yazı olmasına karşın, istedim ki söz kadınlarda olsun.İki nedenle:
    Bir,kadına dair ne hikmetse erkekler konuşur(du) hep bu ülkede…Bu da pozitif anlamda müdahil olunsa bile bir başkası adına konuşmak/onlar adına karar verici olmak anlamına geliyordu.
    İki,kadına yönelik baskı/şiddet/ayrımcılık…bunu yaşayan kadınlardır.Dolayısıyla “yaşayan bilir”düsturuyla kadın sorunlarını kadından dinlemek çok daha isabetli olacaktı.
    Dolayısıyla doğruluğuna inandığım bu ilkeye sadık kaldım ve okumakla yetinerek yorum yazmadım.Tabi bugün o ilkeyi çiğnedim,bu da bir tutarsızlıktır belki,kabul ediyorum.Sessizliğimi bozma nedenine deyinmeyeceğim,bu kısmı yorumsuz kalsın,belki buraya aktaracağım diğer ayrıntılar en azından bir “haklılık gerekçesinin” ip uçlarını verebilir,bilemiyorum.
    Ayrıntı 2-Sanırım beni klavyenin başına geçiren en önemli saik de bu ayrıntıdan doğdu.Dikkattinizi çekerim,yazı 2007’nin sonlarında yayımlanmış.Muhtemelen kadın sorunlarıyla ilgili ilk yazı değildir.Fakat daha da önemlisi bu yazının ardından benzer daha pek çok yazı var.Var olmasına var da,bilmem dikkat ettiniz mi,bu yazıya yorum bazında hararetle katılan yorumculardan bazıları kadın sorunlarına eğilen diğer yazılara hiç yorum yazmamış.-Rumuzları aklımda değil yanlış yazdıysam şimdiden özür dilerim-knz,sq başta olmak üzere bazı yorumcular,kadın sorunlarını işleyen yazılara ya hiç katılmımaşlar ya da eskisi kadar ilgi duymamışlardır.E ne var bunda diyeceksiniz.Çok şey var-bana göre.Zira bahsi geçen yorumcuların yukarıdaki yorumlarında bazı noktalar o denli bariz anlaşılıyor ki…Dikkat edin,bir kadın yazar(Kamer hanım) hemen hemen pek çoğumuzun aşina olduğu kadına yönelik şiddetine dikkat çekiyor.Duyarlı(!)kadın hakları savunucuları yorumcularımız ise birer savcı edasıyla yazarı kumpasa almakta hiç gecikmiyorlar.Bir tanesi “veda hutbesi”yle iştirak ediyor konuya sanki kadına şiddet uygulayan,kaba kuvveti kutsayan şiddet yanlısı erkekler veda hutbesinden esinlenmiş gibi!Diğeri de ondan geri kalmayarak ha bire işi din noktasına çekerek alakasız yerlerden giriyor ve buna yönelik itiraza karşın da-yazarı kasderek-“bu sizin için bir fırsattır”diyor.Bilmeyen, başörtülü öğrencilere uygulanan “ikna odaları”nda bir diyalog(!)geçiyor zanneder.Yani açıkçası “bu bir fırsattır”derken “kendini kanıtla”demeye getiriliyor.Peki nasıl kanıtlayacak?Eh,demek ki kadına yönelik şiddetin temelinde din vardır demeyi,bugün yaşanan cinsiyet ayrımcılığının “veda hutbesinden”esinlendiğini teyit etmesi gerekiyormuş-muş!Bu yapılmadığı takdirde işin rengi değişiyor,söylenen her sözün samimiyetinden kuşku duyulabiliyormuş.Yazık oksimorunluğun,ideolojik körlüğün de bir ölçüsü sınırı olur değil mi?Yahu devletin bütün kurumlarına kadar sızan-başta yargının erkeği kollayan ve gözeten yargı anlayışı olmak üzere- erkek egemen zihniyet yaşamın her alanında iş başındayken,bunca tecavüz ve şiddet vakası vb toplumda kanıksanır hale gelip sıradanlaşmışken sormazlar mı bula bula bu kompleklerle karşılık vermeyi mi buldunuz?
    Neyse sanırım uzatmanın fazla da bir anlamı olmayacak.KADIN HAKLARI eğer bu, ideolojilerle kafayı yemiş,feminizmi islam karşıtlığına indirgeyen bu zevattan sorulacaksa inanın sadece kadınlar değil bu ülkede yaşayan tüm bireylerin çekeceği var demektir.Ve çekiyoruz da bu zihniyetten!Yazık ya tapınma derecesinde iman edilen bu dogmalar nasıl bir şeydir ki insanları bu denli körleştirebiliyor.

  106. Yazan:Elendivel Tarih: Mar 21, 2011 | Reply

    Ancak, dünyanın birçok ülkesinde ve Türkiye’de biz kadınlar değişik biçimlerde şiddete uğruyoruz. Kadınların eğitimden yoksun bırakılarak eve mahkum edildiği, ekonomik faaliyetinin yasal ve geleneksel birçok engelle kısıtlandığı, çalışma yaşamında bin bir haksızlık ve ayrımcılıkla karşılaştığı, toplumun en fakir kısmını oluşturduğu ve kendi kaderine terk edildiği koşullarda, şiddetin ilk hedefi de doğal olarak(!) en korumasız ve zayıf kesimi biz kadınlarız!
    sizden sadece 1 dk nızı ayırarak şu videoyu incelemenizi istiyorum.

  107. Yazan:özlem yağız Tarih: Mar 23, 2011 | Reply

    Merhaba yorum sizin rumuzlu arkadaş,
    eğer sizin için bir sakıncası yoksa özelden yazışmak istiyorum. Derin Düşünce yazarlarındanım. Site editörü Mehmet yılmaz a beni sorabilirsiniz. mailimi size ulaştırabilir ya da ben size ulaşabilirim.
    isterseniz tabi.

  108. Yazan:ç-z Tarih: Mar 23, 2011 | Reply

    Merhaba Yorum Sizin,
    “Neden hala bu hayatın içinde olduğunuzu sormak sizi itham etmek olur. Dediğiniz gibi şayet bir çıkış yolu bulabilmiş olsaydınız ifade ettiğiniz acıyı yaşamaya ve çocuğunuzun da sizinle beraber yaşamasına kesinlikle razı olmazdınız. Bilebildiğim kadarıyla bu konularda kadınlara yardımcı olan stklar var. Herhangi birine başvurdunuz mu? Şayet başvurdunuz ve yeterli ilgi ile size dönülmediyse eğer bu da toplumun yardım arayan kadına uyguladığı başka bir şiddettir ve ifşa edilmesi gerekir.
    Kocanızın tehditi konusunda bu site dışında bir şikayet dilekçesi verdiniz mi? Dediğiniz gibi şiddet uygulamanın eğitimle bir alakası yok ama şiddeten en kurtulmak isteyen kadın için eğitimin önemi var; nereye nasıl başvurması gerektiği çözümü nerde nasıl araması gerektiği noktasında özellikle..

  109. Yazan:Nilay Tarih: Mar 2, 2012 | Reply

    http://serhatyildizofficial.blogspot.com/2012/03/kadna-kars-siddete-hayr.html?spref=fb

    okunması gereken bir yazı…

  110. Yazan:Anarko-Komünist Tarih: Mar 6, 2012 | Reply

    “siz kadınları, allah’ın emaneti olarak aldınız ve onların namusunu kendinize allah’ın emriyle helal kıldınız.”

    Bu erk egemen namus anlayışını kendinize feyz ettiğiniz sürece daha çok ağlarsınız dayak yiyoruz diye.

  111. Yazan:Castellazi Tarih: Mar 7, 2012 | Reply

    Bu erk egemen namus anlayışını kendinize feyz ettiğiniz sürece daha çok ağlarsınız dayak yiyoruz diye.

    Modernizm egemen olduğu batı’da ya da geleneksel bütün davranış kalıplarının reddedildiği şekilde yaşayanlarda(ülkemizde) şiddet-dayak-cinsel istismar olayının hangi boyutlarda,(hayata bakış açınızdaki ”sığ”lığa paralel biçimde Allah’ın ayetlerini erkek egemen olarak yorumlamışsınız) buna karşılık din’i bilen hakkıyla yaşayan kesimde ne boyutta olduğuna bakmadan,ezbere yazıp çizip durmayın…

    Bir insan 10-15 yıl aynı yastığa baş koyduğu birini bir anda delirip öldürüyorsa yada bir anda değil zaman içerisinde biriken nefretin sebebiyle katil oluyorsa bu işin sadece sonucuna bakıp ”erkekler psikopattır,hayvandır” diye kestirip atmak mı gerek yoksa işin arka planında ne var,cinayete zemin hazırlayan psiklojik ortam nasıl oluştu ona mı bakmak gerek?

    -göz önünde görünen erkek şiddetini bir kenara atmadan elbette-Arka plandaki kadın şiddetini tartışmadan,insanların söyledikleri lafların nereye gittiği karşı tarafın onurunun zedeleyebilme ihtimali ve en önemlisi erkeklerinde gücenme,kırılma gibi duygularının olduğunu,”gerçekten problemi çözmeye odaklı” kadınlara anlatmadan bir çözüm olabileceğini sanmıyorum…

  112. Yazan:Cengiz Cebi Tarih: Mar 8, 2012 | Reply

    erk egemen namus anlayışı

    İnsaf yahu. Bu kadar da mı çarpıtılır?

    “Benim işime gelmeyen anlayış” diyerek açıksözlü olmak varken, “şöyle anlayış, böyle anlayış”…

    Bunların hepsinin size kapak yapılabileceğini bile bile nasıl da konuşuyorsunuz.

    Yok yok, fikir mikir bunları geçelim arkadaşlar.

    Açıksözlülük, samimiyet vb. asıl vasıflarda sorun var.

    Allame-i cihan olsak faydası yok.

    “Savaş Hilesi” zihniyetiyle vatandaş takmış maskeleri, arkasından ok atıyor.

    “Meşruiyet” çivisi çıkmış, herşey mübah.

    Fikir işi değil bu, vicdan işi.

    Kemalist, komünist vb. kolkola, duygusuzluk almış başını gitmiş.

    Bu yıkımın tamiri çok emek ister.

  113. Yazan:Kurtulus Tarih: Mar 15, 2012 | Reply

    “Benim işime gelmeyen anlayış” diyerek açıksözlü olmak varken, “şöyle anlayış, böyle anlayış”…

    ERK EGEMEN tabii. Ne diyecektik. Sen kalk erk üzerinden kadını tanımlamaya çalış, sonra egemen namus anlayışını kurumsallaştır. ERK EGEMEN denilince de küplere bin.

    Bugün dünyanın insan ve kadın hakları tanımlamarında kadın; aile bireyi, eş, bacı, anne yada namus olarak değer kazanmıyor. Sadece kadın olması bu insan değerini kazanması için yeterli görülüyor.

    Tevekkeli değil hükümet, kadın hakları ile ilgili bir kanuni iyileştirme yaparken kanun maddesinin yanına hemen bir “aile” kelimesi sıkıştırmıyorlar. Bundanmış demek. Sakatlık anlayıştaymış…

  114. Yazan:Castellazi Tarih: Mar 20, 2012 | Reply

    Bugün dünyanın insan ve kadın hakları tanımlamarında kadın; aile bireyi, eş, bacı, anne yada namus olarak değer kazanmıyor. Sadece kadın olması bu insan değerini kazanması için yeterli görülüyor.

    He ya! Sorma.Zaten o kadar insancıllar ki kadın’ı annelikten,bacılıktan,eş olmaktan kurtarıyorlar ama ne hikmetse fuhuş yuvalarından,reklam malzemesi olmaktan,etini pazarlamaktan da geri durmuyorlar…

    Sakın bunların nedeni namus diye bir kavramı kenarı atarak sadece KADIN=ET YIĞINI olarak tanımlamaları olmasın?

    Aile kurumu karşıtı,küresel kadın ticareti yapan ”dev şirketlerin” finansmanıyla ayakta duran derneklere ve çıkardıkları yasalara selam olsun.Batı’lı olmaya az kaldı!

  1. 2 Trackback(s)

  2. Ara 12, 2008: En çok “sevilen” yazılar… : Derin Düşünce
  3. Oca 12, 2010: En çok okunan ve tartışılan 50 yazı : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin