RSS Feed for This Post

Mahalleler var mahallelerden içeri…

before-after11.jpgSon günlerde bir “mahalle baskısı” tartışmasıdır gidiyor. Mahalle deyince insanın aklına, sakinlerinin birbirini tanıdığı, uzun yıllardır, belki birkaç nesildir beraber yaşadığı, bakkalı, manavı, kasabı, fırını ve diğer esnafı ile küçük, şirin bir semt geliyor. İnsanlar güler yüzlü, birbirini kollayan, birbirine yardımcı. Ama baskı kelimesi işin içine girince şirinlik gidiyor, yerine “Vurun Kahpeye” filminin sahneleri gözümüzde canlanıyor. Önce hayalimizdeki insanların elbiseleri değişiyor, sonra da yüzlerindeki tebessümün yerini öfke alıyor. Korkuyoruz. Böyle bir mahallede yaşamasak bile. Hiç böyle bir şeye tanık olmasak bile.

Halbuki mahalle illa böyle midir? Mesela, üniversite gidiyorsunuz, yurtta kalıyorsunuz. Bir sürü genç bir arada, aynı odada belki de 8-10 kişi. İşte size bir mahalle. Tabii ki bu mahallenin de kendine göre , yerine göre baskısı oluyor. Elbiselerinize karışıyorlar, yediğinize içtiğinize karışıyorlar. İçki içiyorsanız içme diyebiliyorlar, içmiyorsanız sizi içki ile tanıştırma partisi düzenleyebiliyorlar. Başörtülü iseniz tesettüre uygunluğunuz tartışılabiliyor. Başörtülü değilseniz ama mini etek, mayo giymiyorsanız, bu tartışma konusu olabiliyor. Sizi illa bu kıyafetlerle görmek, moda ile, bikini ile buluşturmak isteyebiliyorlar. Sigara içmiyorsanız, sizi ciddiye almayarak, yetişkin olarak kabul etmeyerek sizi pasif şekilde sigaraya itebiliyorlar.

Üniversiteyi bitirip işe giriyorsunuz. Bir holdingte, bankada ya da fabrikada işe girmiş olabilirsiniz. Bu ortamlar da mahalleden farksız, hatta bir sürü mahalle içeren kocaman bir ilçe. Her mahallenin kendine göre iç dinamikleri, kendi kültürü, jargonu var. Elbette sizi kendilerine benzetmeye çalıyorlar. Farkında olarak,olmayarak. Yine elbiselerinize karışıyorlar, yönetmelikler yayınlıyorlar. Yerine göre uyarılar alıyorsunuz. Yine yediğinize içtiğinize nazikçe müdahale ediyorlar. Bir kere gidilecek lokantaları, şirket için eğlence yerlerini, seçeneklerini siz seçemiyorsunuz, yenisiniz. İş toplantılarında içki kullanmamak, gece eğlenceye gitmemiş olmak şaşkınlık yaratabiliyor. Tabii ki tersi de mümkün. İçki içmeniz, Taksim’e içmeye gitmeniz garip karşılanabiliyor. Kullandığınız dil, alışkanlıklarınız zamanla mahallenin önceki sakinlerine benziyor.

Çağımızın bir mahallesi daha var ki kalabalık mı kalabalık, hepimizi birden kucaklıyor, çok azımızı dışarıda bırakıyor. Hepimiz onun etkisine girmeye, onun baskısı altında kalmaya adayız. Tabii ki görsel ve yazılı medyadan bahsediyorum. Televizyon, gazete, internet ve son aşamada sinema ile sürekli bilgi bombardımanına tutuluyoruz. Yaşam tarzımızın nasıl olması gerektiği, nasıl giyinip nerelere gitmemiz gerektiği, nasıl görünmemiz gerektiği, hangi mesleklerin popüler olduğu, ideal eş adaylarının ve tabii ki düğünlerin, evlerin özellikleri ve daha niceleri. Yaşarken ihtiyacımız olan her şey bize hazırlanmış paket olarak sunuluyor. Baskı inceden inceden, yavaş yavaş yapılıyor. Gördükçe alışıyor, okudukça yazanları kendi fikrimiz sanıyoruz.

Bu mahallenin, kadınlara yönelik en çok tekrar ettiği sloganlar ise şunlar: “Genç kal!”, “Güzel ve ince ol!”, “Bakımlı ol!”,”Modayı takip et!”, “Sakın yaşlanma, 20 yaş kilonda kal, gram kilo alma, saçların beyazlamasın!”, “Selülitin olmasın!”. Sen taş bebek gibi, ince ve narin, vücudunun güzelliğini ortaya çıkaran ya da ortada bırakan son moda elbisemsi ile ortalıkta dolaş. Başka birşey yapmasan da olur.  Kalan zamanını ve olan paranı da böyle olmak için harca tabii ki.

Medyanın güzellik fetişizminden, daha doğrusu kadın üzerinde sürekli sürdürdüğü güzellik faşizminden ala mahalle baskısı var mı emin değilim. Elbette, Tuğçe Baran’ın 25.9.2007 tarihli yazısındaki ifadeleri ile :

“Sopa yemiyoruz tabii ki selülitimiz olduğu için. Şişman olanları da kırbaçlamıyorlar çok şükür.  Yaşlı kadınları da diri diri gömmüyorlar neyse ki. Ya ne yapıyorlar?
Her Allah’ın günü şişmanlığın, yaşlılığın, selülitin iğrenç şeyler olduğunu hatırlatıyorlar.
Her Allah’ın günü “bunlar gibi olun siz de” deyip zargana gibi kızları önümüze sürüp duruyorlar.
Her Allah’ın günü bu üçünün de tedavi edilmesi gereken bir “sakatlık”, “hastalık”, “leşlik”, “rezillik” olduğunu söylüyorlar.
Her Allah’ın günü böyle olursanız sevilmezsiniz mesajı veriliyor.
Her Allah’ın günü güzel olanı geçebilmek için sekiz kat iyi olman gerektiği öğretiliyor.
Her Allah’ın günü sekiz kat iyi olsan da fark etmeyeceğini öğreniyorsun.
Her Allah’ın dizisinde, her Allah’ın reklamında, her Allah’ın filminde tekrar tekrar vasat bir güzelliğin, fazladan on kilon, büyük bir burnun, düşük memelerin, çatlak çatlak bacakların varsa bir hiç olduğunu öğreniyorsun.
Her Allah’ın arka sayfa güzelinde asla giyemeyeceğin giysilerin moda olduğunu görüyorsun.
Her Allah’ın romanında yeterinde güzel ve zayıf değilsen sana aşık olunmayacağını öğreniyorsun.”(1)
Dahası “Gazeteler, film ve romanlar, güzel kadınların; daha yetenekli, daha başarılı, daha çalışkan, ama pek güzel olmayan kadınlardan, daha çabuk işe alındığını, daha kolay terfi ettiğini ve daha çok para kazandığını söyler. Başlangıçta böyle bir algı yoksa da, yazıla yazıla/söylene söylene zamanla bu algı gerçekleştirilmiştir.”(2)

bcc16968b1e6da40a5899b18o1.gifTuğçe Baran “Özgür müyüz gerçekten?” diye soruyor yazısının sonunda. İyi bir soru. Hatta şu anda tartışılan “Mahalle baskısı var mı, başladı mı?” sorusundan, çok daha iyi ve anlamlı bir soru. Özgür müyüz gerçekten? Biz kadınlar, bizi esir etmeye çalıştıkları faşizme dönüşen güzellik fetişizmine ne kadar direnebiliyoruz? Peki kadınlar ve erkekler olarak, hepimiz, medyanın hayatımızın tamamını şekillendirme çabasına karşı ne yapıyoruz? Baskıyı reddedebiliyor muyuz?

Aslında bu sorular yukarıda anlatılan değişik mahalleler ve onların yarattığı baskıların tamamı için geçerli.

Düşünün, özgür müyüz gerçekten? Değil isek, özgürleşmek için ne yapıyoruz?

Kısacası, mahalleler var mahallelerden içeri… Bir büyük mahalle içeriyor diğerlerini… Baskının büyüğü de o mahalleden geliyor. Seçimden beri değil, gazete-televizyon “medya” olduğundan beri…
Konu ile ilgili diğer yazılar:

Mahalle baskısı mı “haysiyetsizlik” mi?

Haysiyet, evet!

1) Tuğçe Baran’ın “Mahalle baskısı: Ama illa ki kadın üzerinden” adlı yazısı.

2) Fatma K. Barbarosoğlu’nun “Adamın karısından güzel olmasını istemek hakkı!”/Acaba!? adlı yazısı.

 

 Derin İnsan 

 “Düşümde bir kelebektim. Artık bilmiyorum ne olduğumu. Kelebek  düşü görmüş olan bir insan mıyım yoksa insan olduğunu düşleyen bir kelebek mi?” (Zhuangzi, M.Ö. 4.yy)

“Ben” kimdir? İnsan nedir? Hakikat’in ne tarafındayız? Hiç bir şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde nasıl bilebiliriz bunu? Zekâ, mantık ve bilim… Bunlar Hakikat ile aramıza bir duvar örmüş olabilir mi? Freud, Camus, Heidegger, Kierkegaard, Pascal, Bergson, Kant, Nietzsche, Sartre ve Russel’ın yanında Mesnevî’den, Mişkat-ül Envar’dan,  Makasıt-ül Felasife’den, Füsus’tan ilham alındı. Hiç bir öğretiye sırt çevrilmedi. Aşık Veysel, Alfred Hitchcock, Maupassant, Hesse, Shyamalan, Arendth, Hume, Dastour, Cyrulnik, Sibony, Zarifian ve daha niceleri parmak izlerini bıraktılar kitabımıza. Buradan indirebilirsiniz. 

   Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları

Suzan Başarslan’ın dediği gibi “kadına dair söylenmesi gereken ne  kadar söz varsa erkeğin söylediği” bir dünya bu. Sadece söz mü? Yaşama hakkı bile. Bugün Çin’de ve Hindistan’da yüzbinlerce kız bebek daha doğmadan ultrason ile ana karnında görülüp yok ediliyor. Erkeklerin güç mücadelesinde kadınlar eziliyor. Cumartesi anası oluyor, cezaevlerinin önünde sıra bekleyen, şehit tabutlarının üzerinde ağlayan oluyor.  Şampuan veya otomobil satarken bedenini kullandıran, arka planda, silik, soyunan, tüketen, “figüran”… Kadınlara özne olma hakkını vermeyen erkekler mi yoksa bu hakkı alamayan kadınlar mı? Kadınlıklarını kaybetmeden, erkekleşmeden var olabilecek mi birgün kadınlar? 96 sayfalık bu kitapta Kadın’a ait kavgaları ve Kadın’ın kimlik arayışını sorguluyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

 Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor.  Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

Amerika Tedavi Edilebilir mi?

 Amerikalılar neden bu kadar gaddar? Dünyanın geri kalan kısmında yaşayan insanlara karşı niçin bu denli acımasız?
 Bayrak yakmanın ve Amerikan/İsrail mallarını protesto etmenin dışında bir şeyler yapmak gerektiğini düşünenler için yapılmış bu çalışmayı ilginize sunuyoruz. ABD desteği son bulmadan Ortadoğu’nun psikopatı İsrail’in saldırganlığı bitmeyecek ve Ortadoğu’ya huzur gelmeyecek gibi görünüyor. Vietnam’da ve Latin Amerika’da yaşanan katliamlar Ortadoğu’da devam ediyor.

 Müslüman’ın Zaman’la imtihanı

Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî  tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.

 Bir pozitivizm eleştirisi

Hayatta en kötü mürşit ilim ve fen olmasın sakın? Eğer Atatürk bir kaç yıl daha yaşasaydı o meşhur sözünü geri alır mıydı acaba?… Ateşi keşfetmeden önceki insanlık ile bugünkü “uygarlığımızı”  karşılaştırdığımızda hiç  yol almadığımız söylenebilir. Bundan 200 bin yıl önce komşusunun yiyeceğini çalmak için başına taşla vuran neandertal insani ile 2003 yılında Irak in petrolünü çalmak için bir milyon ıraklı sivili öldüren (veya buna seyirci kalan) homo economicus ayni uygarlık seviyesinde. Aralarındaki tek fark kullandıkları silahların teknolojik üstünlüğü.  Teknoloji ve bu teknolojinin uygulanmasını mümkün kılan bilimsel buluşlar sıradan insanlar kadar bilim adamlarının da gözlerini kamaştırdı. Bugün karşımıza kâh bilimci (scientist), kâh deneyci (ampirist) olarak  çıkan ahlâkî-felsefî bir duruş var. Bu duruş eğitim sistemimize ve resmî ideolojimize öyle derinden işlemiş ki sorgulanması dahi çok sayıda insanı öfkelendirebiliyor, rejimin savunma mekanizmalarını harekete geçirebiliyor.  Bilim ve teknolojinin insanlığa otomatik olarak barış getireceğinden şüphe etmek neredeyse bir suç. Buna cüret edenler gericilikle, bağnazlıkla suçlanabiliyor.  Pozitivizm ve “modern” yaşam üzerine yazılmış makalelerimizin bir derlemesini 75 sayfalık bir kitap halinde sunuyoruz. PDF formatındaki bu kitabı buradan indirebilirsiniz.  

Trackback URL

  1. 10 Yorum

  2. Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Eyl 26, 2007 | Reply

    Serif Mardin’in deyimi ile “günlük hayatimizda hiç bir seye tekabül etmeyen” sorunlarla, ideolojilerle gündemimizi dolduruyor Hürriyet gibi gazeteler.

    Tüketim toplumunun kadinlara yaptigi kötülüklere ve asagilamalara daha önce de deginmistiniz :
    http://www.derindusunce.org/2007/05/16/esmeraydan-sonrasi-30-yilda-neler-oldu/

    Gerçekte gündemi isgal etmesi gereken konular bunlar kanimca.

  3. Yazan:Ece Tarih: Eyl 26, 2007 | Reply

    Sevgili Bahar hnm,
    Fatma hnmın bir cümlesi çok etkilemiştir beni:
    YAŞLANMA HAKKIMIZI ELİMİZDEN ALDILAR..

    Evet, aynen öyle yaptılar..
    Diyet endüstrisi, estetik cerrahi endüstrisi, moda endüstrisi , hepsi kadın üzerinde, psikolojik baskı oluşturuyor..

    Standartlar belirleniyor..
    Hangi renge giyeceğine, hangi bel ölçüsünde olacağına hiç tanımadığımız birileri, hiç görmediğimiz uzaklarda karar veriyor..

    O yılki trendlerin dışında giyinmen, plazada dalga konusu olman için yeterli..
    Burnun biraz büyükse, sekreter yada genel müdür asistanı olamıyorsun!
    Prezentabl olmak zorunluluğun var!
    Kilo almadan, çiroz vücudunu korumak için, aç yaşamak durumundasın!
    Çoccuk doğurursa, göğüsleri sarkar!
    Bebek emzirmek için bahşedilmiş,göğüsler dik olmak zorundadır nedense(!!!)

    Hasılı kelam, modern kadın olmak , bu kadar baskıyı göğüslemek demek oluyor!
    Valla herkese kolaylıklar diliyorum..
    [yobaz olmak bir nebze de olsa daha kolay sanki:P]

    sevgiler

  4. Yazan:snowqueen Tarih: Eyl 27, 2007 | Reply

    Bu güzellik masali yillar öncesinden beri hayatimizda.
    50’lerin güzel ve bakimli ev kadini reklamlari (ve mitleri)
    bugün güzel ve bakimli ‘çocukta yaparim kariyerde’ diyen
    sex&the city tarzi plaza kadinlarina dönüstü.

    Moda endüstrisi, diyet endüstrisi vb. hepsi kapitalizmin getirileri
    bundan ‘yobaz’ olarak kurtulmakta pek mümkün gözükmüyor.
    Bir kisim spa’larda, bir kisim lüks kaplicalarda epey bakimlara giriyor.
    En son Emine Erdogan ve kizi Amerika’da bilmem ne kürü seanslarindaydi:))
    Sorun modern kadin, dindar kadin diye ayrilamiyor yani.

    Kadinlarin kendilerine bakmak istemelerini yadirgamiyorum ayrica.
    Bunlar kadin yaraticiliginin bir parcasidir ve kremdi, parfümdü, sürmeydi, suydu buydu binlerce yildan beri var olan seyler.
    Durumu cirkinlestiren isin ‘yapay’ ve plastik bir hale dönüsmesi.
    güzellik ise her dönem avantajdi yeni kesfedilmedi.

    bunlar artik eskiyen söylemler, bakin kapitalizm kadini bir metaya dönüstürüyor, dogalini bozuyor, oynuyor, ortaya mutsuz ve tüketme
    hirsinda, kendi bedeninden rahatsiz birini çikariyor.
    O halde kendini izole etmek iyidir. Kirk katir degil diyorsaniz, iste size kirk katir, aman ne hos.

    kadinin bozulan dogasiyla ilgili güzel bir kitap
    Clarissa p. Estes

    KURTLARLA KOSAN KADINLAR

  5. Yazan:MY Tarih: Eyl 27, 2007 | Reply

    Selamlar Snowqueen,

    Tabi sürme, taki vb insanlik kadar eski seyler, ancak Ece Hanim’in dedigi gibi “yaslanma hakkinizi elinizden aldilar”.

    Bir kadin bizim toplumumuzda da güzel, çekici hatta sexy olabilir. Ama ayni zamanda ANNE olabilir, BÜYÜK ANNE  olabilir, ABLA olabilir.

    Bu kimlikler de tamamen “feminen” kimlikler. Zira haminlarimiza rezerve edilmisler.Meselâ hamile bir hanim kadar “KADINSI” bir görünüm düsünebiliyor musunuz? Ama simdilerde bir çok kadin ”vücudum bozulacak”  diye endiseleniyor hamile kalinca. Hani neredeyse komik bir durum, evlat sahibi olmak nerede, vücudun bozulmasi nerede?

    Ne yazik ki su anda yaptigimiz konusmalara benzer sohbetler medyada ve gündemde yer almadigi için hanimlara su mesaj veriliyor :
    ”Fiziklsel caziben yoksa bes para etmezsin!!!”

    Bahar Hanim basligi çok güzel seçmis, zira gerçek baski burada : Insanlara sahip olmadiklari veya artik olamayacaklari seyler
    hatirlatilip tatminsizlik ve mutsuzluk üretiyor reklamlar.

    14 yasinda kizlar annelerine benzemeye çalisirken birer lolita olup çikiyorlar.

    Kadinlik, kadin kimligi, kadinlarin kendine duyduklari saygi BASKI ALTINDA.

    Keske Ertugrul Özkök biraz da bu BASKIYA egilse…

    Dostlukla

     

  6. Yazan:BetüL Tarih: Eyl 27, 2007 | Reply

    @ MY

    Sozlerinize katiliyorum, fakat atladiginiz bisey var ki; kadinalrin hamile kalinca vucudunun bozulacagindan kilo alacagindan korkmasinin en buyuk nedeni -kanimca- mahhalle baskisindan etkilenmis, esini mahalle baskisi sinirlari icinde gormek isteyen erkekler.

    Esinin anneligine duydugu saygiyi goren onun icin cocuk sahibi olmanin guzel vucudu olan es sahibi olmakla boy olcusemeyecegini goren kadin rahatlardi. Peki oyle mi? Genelde erkekler bolca cocuklari olsun ama bu arada hic bir yeri bozulmamis, manken kivaminda esleri olsun istiyor.

    Kadinlarda hem es hem mahalle baskisi hem annelik gudulerinin arasinda kaliyor.

  7. Yazan:snowqueen Tarih: Eyl 27, 2007 | Reply

    merhabalar MY bey,

    dogru demissiniz, yalniz bizim toplumda ANNE’nin ‘feminen’ kimligi yokki Büyük annenin ablanin olsun. Anne, annedir, kutsaldir. Cinsel kimligi vardir ama “yok”tur.

    Hal böyle olunca çarpiklik basliyor tabi, ‘vücudum bozulmasin’ diyebiliyor kadinlar sanki çocuk dogurup vücudun bozulmasi bir kusur, bir hataymis gibi.

    peki 14 yasinda kizlarin türban takmasina ne diyorsunuz?

  8. Yazan:MY Tarih: Eyl 27, 2007 | Reply

    @ BetüL,

    Dogru, kadinlar baskiya maruz kaliyor ve teslim oluyor derken erkekleri aklaMAmali, bu baskilara erkekler de maruz kaliyor ve yenik düsebiliyor.

    “ideal kadin” modeli tabi sirf kadinlara dönük bir sey degil, “ideal kadina sahip olan ideal erkek” modeli birincisinin içine saklanmis, kutuyu açinca elinizde patliyor.

    Bir çok arkadasimin “top model” esler istediklerini ve bununla gurur duyduklarini görüyorum. Ama bu biraz çeliskili bir model özellikle biz Türk erkekleri için, zira karimiza çok bakilmasini da istemezük 🙂

  9. Yazan:MY Tarih: Eyl 27, 2007 | Reply

    @Snowqueen,

    “Annenin cinsel kimligi yok” demissiniz ama içini neyle doldugunuza bagli bu.

    Meselâ kadinlarin bulunduklari ortami güzellestirmek için ne kadar ugrastiklarina bakin, hatta kadin ve erkek dergilerini yanyana koyun, çok ciddi bir estetik kaygisi var hanimlarda.

    iki kizim oldugunu biliyorsunuz, her sabah ana okuluna gitmeden takilan tokalar, süsler 🙂 ve daha bu yasta evi süslemek için harcadiklari çaba dikkate deger. Vazoya konan bir çiçek mesela hiç gözlerinden kaçmaz.

    Tabi annelerinden etkileniyorlar ama neden benim umursamazligimi örnek almadilar? Demek ki kadinligin tarifinde olan bir sey güzellik.

    Gelelim 14 yasindaki kizlarin basörtmesine, benim iki kizim da basörtülü dogdular ALLAH’a sükür, onun için ailemizde böyle bir sorun yasamayacagiz 😛

  10. Yazan:Bahar Pınar Tarih: Eyl 27, 2007 | Reply

    Sayın Snowqueen,

    Dediğiniz gibi kadınların kendilerine bakması kadınlığın bir parçasıdır, yüzyıllardır bu böyledir. Yalnız bunu hayatının merkezine oturtmak, yaşamın bunun etrafında dönmesi, medyanın tanımladığı bakımdan uzak durmak günahmış gibi sunulması başka birşey. Ayrıca söylediğiniz üzere, bir de bu çabalara yapay ve plastik yöntemler de bulaştı ki işin en kötü tarafı bu.

    Bir de “güzellik ise her dönem avantajdi yeni kesfedilmedi.” demişsiniz. Doğru, güzellik yeni keşfedilmedi ama anlamı değişti. Eskiden güzellik dendiğinde sadece dış görünüş akla gelmez, ruh güzelliğinden de bahsedilmiş olurdu. Her ikisine de sahip olan elbette daha avantajlı olabilir. Ama şimdilerde güzellik dendiğinde sadece ve sadece görünüş akla geliyor. O insanın ruhu ile ilgili herhangi bir bilgi içermiyor. Bu anlam bozulması yüzünden, insanlar güzel görünmek için uğraşıyorlar ama ahlakı, kişiliği ile gerçekten güzel bir insan olmak için uğraşmıyorlar. İnsanların sadece dış görünüşlerine odaklanıp, iç güzelliğe yüz çevirmeleri, güzelliği sığ, geçici, sadece seyredilecek bir noktaya indirgiyor. Bu sebeple, yeni keşfedilmedi sözünüze katılmıyor. Bu anlamdaki güzellik modern ya da post-modern çağda keşfedildi. Dayatılan da bu şekilde güzel olmak.

    Ece Hanım,
    Fatma Hanım’ın paylastiginiz sozu gercekten dogru. Yaşlanma hakkımız elimizden aldılar ciddi olarak. Yaşlanmanın içindeki yaşanmışlık kısmı tamamen görmezden geliniyor. Bunun hiç anlamı yok. Etrafımızda yaşlanmakta olan insanlara değerli olduklarını hissettirmek gerek.

    Yorumlarınız için teşekkürler.
    Saygılarımla,

  11. Yazan:JaneDo Tarih: Eyl 28, 2007 | Reply

    Hayatlarımızla ilgili, ne yiyip içeceğimiz, nereden alışveriş yapacağımız, nasıl kokacağımız, ne giyeceğimiz, nasıl görüneceğimizle ilgili dış dünyadan sürekli taarruza maruz kalıyoruz. Öyle ki belirtilen ölçütlerin dışına çıkmakla bir anda aforoz ediliveriyorsunuz. Dış dünyanın bu durumda size yapıştıracağı etiket ise çoktan hazır; “modası geçmiş, yobaz, gerici, köylü, dar fikirli, eski kafalı vs…”.

    Medyada yayınlanan in/out listeleri hayatları şekillendiriyor. Gazetelerin hafta sonu ekleri bu yönlendirmelerle dulu konsept hayat biçimlerini enjekte etmekte bir mahzur görmüyorlar. Zira, In’ler ve Out‘lara göre ve onlarla yaşıyoruz. Kendimizden utanıp başkası gibi olmaya özendiriliyoruz. Bundan en fazla etkilenenler ise kadınlar, gençler ve çocuklar. Çünkü tüketim onların elinde… TV’lerde, gazetelerde, dergilerde, filmlerde, her türlü reklamda bu kesimi hedef alacak biçimde fütursuzca sunumlar yapılıyor. Akıl, ruh ve beden sağlığımızla oynanıyor.

    Gün be gün biraz daha artan oranda teşhircilik tırmanıyor. Hayatlar da bedenler gibi sere serpe ifşa ediliyor. Medyamızda, evli kadın ve erkelerin gayri meşru ilişkileri “seviyeli birliktelik” olarak ifade buluyor. Medya bunları sanki hayatımızın doğal ve rutin bir olayıymış gibi aksettiriyor. Tıpkı bikinili çıplak bedenlerde olduğu gibi, rutin ve doğal… Böylelikle bu tür haberleri, yaşam biçimlerini normal olarak algılamaya başlıyoruz, yadırgamıyoruz, yadırgayamıyoruz. Aksi takdirde etiketleniyoruz. Mesela, kanallarımızın birinde yayınlanan bir dizideki sahnede yakışıklı erkek kahramanımız kendisi ile birlikte olmayan kız arkadaşına kızıyor, hiddetleniyor. Kızcağız evlilik öncesi bir ilişki istemediğini söylediğinde oğlan kızı yobaz ve eski kafalı olmakla suçluyor ve yakışıklı kahramanımız bu yüzden kız arkadaşını terk ediyor. Diziyi izleyen gençlere verilen mesajlar çok açık…

    Çocuklarımıza Barbie bebekler alıyoruz. Barbie’ler bebek olmaktan çıkıp çocuklarımızın hayal dünyasına giren birer arkadaş oluyor. Böylelikle çocuklarımızın zihnine Barbie idolü yerleşiyor. Ama neden Barbie? Barbie bir dünya tarzı sunuyor da ondan. Barbie, tek başına bir “bebek” değil. Onun bir hayat sitili var, yaşadığı bir evi, kıyafetleri, arkadaşları, bindiği arabası, yüzdüğü havuzu, hobileri olan bir yaşam sitili… Daha çocukken yönlenmeye başlıyor körpe zihinler. Fakında olmadan da buna alet oluyoruz. Bombardıman devam ediyor. Siz hiç şişman, kemikli bir burnu olan, kısa ve tıknaz bir Barbie bebek gördünüz mü? Manken kızlarımızın pırıltılı hayatları, rengârenk yaşam biçimleri ve dal gibi koptu kopacak bedenleri TV programlarının vazgeçilmez mezeleri olarak sunuluyor önümüze, tıpkı Barbie bebekler gibi… O hayatlara, görüntülere özendiriliyoruz. Şimdi genç kızlarımız birer Barbie olabilmek için rejimler yapıyor, estetik operasyonlar geçiriyorlar. Zayıf ve ince görünebilmek için “ıslak pamuk” yutacak kadar, yediğini kusacak ve bunu da normal sayacak kadar hastalıklı gençlerimiz çoğaldıkça çoğalıyor. Hayatlarını en “in”‘de yaşayabilmek uğruna, kafalarını “0” bedene endeksliyorlar.

    Bahar Hanım, yaraya parmak basan yazılarınız için teşekkür ederim. Saygılar…

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin