RSS Feed for This Post

AKP eleştirilebilir mi?

akpanimated.gif

Hayatımın en berbat uçuşunu OttawaNewyork seferi yapan bir American Airlines uçağında yapmıştım. Sadece bir saat sürmesi gereken bu kısa uçuş bana ve diğer yolculara adeta bir işkence gibi gelmişti.

Sabahın oldukça erken bir saatinde Kanada’nın başkenti Ottawa’dan havalanmış olan uçakta hepimiz uyuyorduk. Büyük ihtimalle Amerikan hava sahasına girmiştik ve inişimize aşağı yukarı 15 dakika kalmıştı. Birden kaptan pilotun anonsuyla uyandık : “Uçağımızın sağ motorunda çıkan bir yangın sebebiyle kalkış alanımıza geri döneceğiz. Bu uçak tek motorla uçabilecek kapasitededir. Lütfen paniğe kapılmayın” .

Bütün yolcular kafamızı pencerelere dayayıp sağ motora baktık. Hiç bir anormallik görünmüyordu. Birden sol tarafta oturan yolcular haykırdılar : “Dumanlar!” Ne olmuştu? Her iki motorda birden yangın mı vardı? Yoksa Pilot sağını solunu mu karıştırmıştı? Peki ya pilot tek motorla uçabileceğimizi düşünerek sağlam motoru kapatırsa? Hem sonra neden daha yakın olan Newyork’a inmek yerine Ottawa’ya geri dönüyorduk?

yanan-ucak.jpgHepimiz birer hava güvenlik uzmanı kesilmiş, ateşli biçimde uçağı kurtarma planları yapıyorduk ki hostesler “korkmayın, yerinize oturun” diye bir anons yaptılar. Onlar “korkmayın” deyince bu sefer bir panik aldı herkesi: Pilot kabinine girmeye çalışanlar, ağlayanlar, dua edenler, çocuklarına sarılıp vedalaşanlar…

 

 

 

HALKI BİLGİLENDİRMEK

Ülkemizin iç ve dış güvenliğinden sorumlu kişiler bazen öyle açıklamalar yapıyorlar ki insanın “bu uçakta bir pilot yok mu?” diye haykırası geliyor:

• “Sınırlarımızdan 2 bin terörist girdi. Terör eylemleri artacak”
• “Kuzey Irak tan tonlarca patlayıcı ülkeye girdi! Bu patlayıcılardan çok az bir kısmı Ankara Ulusta kullanıldı! Bu patlamaların devamı gelebilir!”

Bu bilgilerin gizlice başbakana veya valilere verilmesini anlayabiliyorum. Bir pilotun hostesleri çaktırmadan uyarması gibi. Ama bir bakkal, bir ev kadını, bir öğrenci ne yapabilir korkmaktan başka? Böyle bir açıklamayı basına yapmak şu anlama gelmiyor mu?
“Ey Türk halkı, sınırları koruması gereken bizler bunu yapamıyoruz, isteyen elini kolunu sallayarak hatta tonlarca patlayıcı ile gelip geçebiliyor, siz de yakında ayvayı yediniz, bizden söylemesi!”

Basındaki gizli askerlik şubeleri birden strateji uzmanı kesiliyor:
1) Diyarbakır’da şu kadar asker konuşlandırabiliriz,
2) Sınırdan içeri 50 km girsek yeter,
3) Girmişken Musul ve Kerkük’ü de alalım,
4) Çok fazla kayıp vermeyiz, en fazla 300 kişi!

“Önden gazeteciler gitsin” diyesim geliyor. Belki abuk subuk haberleriyle PKK’lıları birbirlerine düşürürler de biz kurtuluruz. Hem de bir taşla iki kuş: Ne PKK kalır ne de savaşçı basın.

FRANSIZLAR TÜRKLERDEN DAHA MI AKILLI?

2665081.jpgFransa geçtiğimiz aylarda Türkiye ile aynı zamanda meclis ve cumhurbaşkanı yeniledi. Bizde bu dönem haddinden fazla bunalımlı geçerken Fransa’da hiç bir sorun çıkmadı. Elbette favori adaylar olan Sarkozy ve Royal birbirlerini çok sert eleştirdiler. Ama kimse kimseyi “vatanı satmak” veya “rejimi yıkmak“ ile suçlamadı. Siyasi çizgi olarak Charles De Gaulle’ün takipçisi olanlar bu ölmüş generalin arkasına saklanmadılar. Fransız genelkurmay başkanı Jean-Louis Georgelin’in siyasete tek müdahalesi sıradan bir vatandaş gibi gidip oy kullanmak ve çenesi kapatmak oldu. Hiç bir Fransız gazeteci de “filan general hapşırdı, falan komutan başbakana yan baktı veya amuda kalktı , bu ne anlama geliyor?” diye yazılar yazmadı.

(Fotoğrafta Genel Kurmay Başkanı Georgelin eski cumhurbaşkanı Chirac ile bir törende)

Eğer bir gün Fransız genelkurmay başkanı internet sitesinde Fransız hükümetine yönelik eleştiriler yayınlarsa hele “biz rahatsızız, böyle giderse müdahale ederiz” gibi tehditlerde bulunursa güneş batmadan görevden alınacağına hiç şüphe yok. Ama bununla kalmaz, akıl sağlığı kontrol edildikten sonra büyük ihtimalle hapse de gönderilir.

Meclislerini ve cumhurbaşkanlarını kolaylıkla seçebilen Fransızlar Türklerden daha mı akıllı?

* * *

Bizim Newyork uçağımız sorunsuz bir şekilde Newyork’a iniş yaptı. Yangın sanılan şey yangın değildi. Ottawa’ya dönmemize gerek kalmadı. Hatta gerçek varış saatinden bir kaç dakika daha erken inmiştik. Pilot neden bizi uyandırmıştı? Faydamız olmayacağını bile bile bir sürü teknik bilgiyi bize neden vermişti? Havacılıktan anlamayan o kadar insanı neden paniğe itmişti, hâlâ anlamış değilim.

boeing.jpg

Türk seçmeni 22 Temmuz’da AKP’ye başlanılan ekonomik ve demokratik reformları sürdürmek için gerekli ehliyeti verdi. Sonra Abdullah Gül Çankaya’ya çıktı. Yer yerinden oynamadı.

AKP’NİN KARNESİNDEKİ ZAYIFLAR
Bu kadar basit bir seçim sürecini bile bu kadar sıkıntılı bir hale getiren siyaset dışı güçler AKP’nin eleştirilmesini de imkânsızlaştırdılar. 22 temmuzdan yaklaşık bir yıl önce yaptığım AKP’ye yönelik eleştirilerin bir çoğunun haksızlık hatta insafsızlık olduğunu düşünmeye başladım. Çünkü akıllarda hep aynı soru vardı : “Acaba AKP bazı reformları kasıtlı olarak mı geciktiriyor yoksa ona müsade mi edilmiyor?” . Bu sis perdesini daha da kalınlaştıran olaylar oldu: 367 skandalı, sözde sivil STK eylemleri, Nokta Dergisi, emekli subaylarla ilişkilendirilen çeteler ve e-muhtıra.

Bu koşullar altında teorik olarak iktidar olan AKP’nin tam olarak hangi konuda, hangi sınırlar içinde , neye muktedir olduğunu bilmek zordu.

4 Eylül tarihli Zaman gazetesinde Gaziosmanpaşa Üniversitesi öğretim üyesi Yard. Doç. Dr. Bekir Berat Özipek AKP’ye yönelik kaliteli bir eleştiri kaleme almış :

“ Hükümetin siyasi iradesinin kırılmasında Şemdinli bir dönüm noktası oldu. Şemdinli Olayı’yla ilgili olarak, “Hırsız evin içindeyse…” diyen bürokratın görevden alınması, iddianamesinden dolayı Savcı Ferhat Sarıkaya’nın Adalet Bakanlığı eliyle Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na şikayet edilerek cezalandırılmasının sağlanması, asker bürokratların suçüstü halinde dahi gözaltına alınmamasına ilişkin düzenleme, önceki yıllarda iyileştirilen mevzuatın tekrar eski haline doğru geriletilmesi gibi uygulamalar, artık sorunun “olumlu adım atamama” sorunu olmaktan çıkıp “olumsuz adım atma” sorunu haline geldiğini gösteriyordu. Hükümeti yıkmayı hedefleyen derin çetelerin faaliyetleri, milliyetçi bir söylem üzerinden bazı merkezlerce yürütülen psikolojik mücadele amaçlı propagandaların toplumsallaştırılması çabaları ve Hrant Dink’in katledilmesi örneğinde yaygınlaştırılan paranoyanın teröre dönüşmesi, bu sürece damgasını vurdu. Nokta Dergisi bu süreçte basıldı. Reformların durma noktasına geldiği bu aşamada hükümet artık 301’i kaldırmaktan değil değiştirmekten söz ediyor, din ve vicdan özgürlüğü ile Kürt sorununu telaffuz edemiyordu. Gerilemenin finali, sivil haklar bakımından ciddi sorunlar içeren Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu ile geldi. Bu aynı zamanda hükümetin imzasını taşıyan son önemli yasal düzenlemeydi.”

Örneklerle desteklenen bu yazının 5 Eylülde yayınlanan ikinci bölümü ise hükümet programını ve kabineyi detaylı biçimde eleştiriyor. AKP hükümetinin nasıl eleştirilmesi gerektiği konusunda da bilgi vermesi açısından oldukça dikkate değer bu iki yazı :

“Şimdi en azından, bakanlığı döneminde zekasını ve birikimini reformların özgürlükçü yönlerini ustaca tırpanlamak için kullanan, reformların amaçladığı değişimin tahakkuk etmemesi için -iradî veya gayri iradî- gizli bir direnç odağı olan bir “Adalet” Bakanı yok. Onun yerine bakan olan Mehmet Ali Şahin’in başörtüsü için “yüzde iki buçuğun sorunu” diyen kişi olması, adalet ve özgürlük adına heyecan verici olmasa da, ilki kadar umut kırıcı olmayabilir. Öte yandan Cemil Çiçek’in “insan haklarından sorumlu bakan” olması adeta soğuk bir şaka gibi ve hükümetin bu konuda samimiyetini tartışmaya açıyor.”

MUHALEFET NEREDE?
Ne yazık ki bu tür eleştirileri yapmaları yani daha fazla demokrasi ve adalet istemeleri gereken muhalefet partileri geçmişte çok daha kötü karneler aldıklarından muhalefet görevlerini hakkıyla yerine getiremiyorlar. Zaten onların ne “genetik” yapıları ne de sponsorları da buna müsade etmiyor. Diğer yandan basın da bir anlamda felç olmuş sayılır: AKP’ye özde eleştiri yapabilecek kapasitedeki gazeteciler sayıca çok değil ve bu fikirleri yayınlayabilecek gazeteler yok denecek kadar az. Bazı amigo gazeteciler ise AKP’lilerin hangilerinin eşlerinin başörtülü olduğunu saptamakla o kadar meşguller ki bu partinin gerçek zayıflıklarına ayıracak vakitleri yok şu aralar.

Bu konuda Ahmet Altan’ın 9 nisan 2007’de yazdığı “Zavallı darbeciler…” adlı yazıdaki gözlemleri dikkate değer:

“Peki, bu insanların böylesine yıkmak istedikleri AKP iktidarının gerçekten eleştirilecek bir yanı yok mu ki kavgayı saçma sapan “şeriat gelecek” lafına sıkıştırmaktan bir türlü kurtulamıyorlar?
Zaten AKP karşıtı olanların zavallılığı da bu sorunun cevabında yatıyor.
Onlar AKP’nin eleştirilecek yanlarını eleştiremiyorlar.
Çünkü AKP’nin bütün hatalarını onlar da benimsiyorlar, o hatalar onlara “hata” gibi gözükmüyor.
Şemdinli rezaletini, Van savcısının görevden alınmasını, 301. maddeyi, Adalet Bakanı’nın hukuku zedeleyen çıkışlarını, Avrupa Birliği konusunda ayak sürümesini, Kürt sorununda ciddi açılımlar getirememesini, üniversitedeki aksaklıkları düzeltmeye yanaşmamasını, Seçim Yasasını değiştirmemesini eleştiremiyorlar.
Eleştiremiyorlar çünkü bu hataları destekliyorlar, kendileri iktidara gelirse daha da beterini yapmak istiyorlar.”

Son derecede şaşırtıcı olan bir şey var: Hemen herkes sanki 22 temmuz hiç olmamış gibi “sözde muhalefet” yapmaya devam ediyor. Sol görüşlü insanlarımız Zeki Sezer veya Deniz Baykal’ın yörüngesinden kurtulup gerçek anlamda sol projeler üretebilecek bir parti kuramıyorlar. 22 Temmuz dersini anlayan DTP ve MHP milliyetçi tabanlardan gelen dirence rağmen demokrasiden yana tavır alma çabasındalar. Zira bu dekor değişmezse bir dahaki seçimlerde AKP’nin daha da yüksek oranda oy alacağını görmek için siyaset bilimci olmaya gerek yok. Ekonomik reformları ilerletmiş, işsizliği azaltmış bir AKP ancak tek parti döneminde görünen oranlara tırmanınca ben de bu sayfalarda “ben demiştim”-cilik yaparım artık.

EKONOMİYİ ELEŞTİRMEK

Bireysel haklar ve özgürlükler konusunda ve genel olarak hukuk devleti ilkeleri hakkında AKP’ye yapılabilecek çok eleştiri var. Ancak Ekonomi konusunda AKP’nin uygulamalarına getirilen eleştirileri genellikle niteliksiz buluyorum. Türk gazetelerine göz attığımda aralarında bazı ekonomistlerin, ticaret odası başkanlarının, hatta eski merkez bankası yöneticilerinin bulunduğu köşe yazarları bazı iddialarda bulunuyorlar:
1) AKP’nin övündüğü makroekonomik göstergelerin aldatıcı olduğunu,
2) Bugün kişi başına düşen GSMH’nın 5000 doların çok altında seyrettiğini,
3) Büyümenin ithalattan kaynaklandığını, ithalatın ise borçla yapıldığını,
4) Yabancı bankaların bizden ucuza aldıkları kredileri gene bizim bankalarımıza yatırıp yüksek faiz elde ettiklerini ve bununla bizim bankaları satın aldıklarını söylüyorlar.

RAKAMLARIN GÜVENİLİRLİĞİ

Öncelikle bir hükümetin verdiği rakamların yanlış olduğunu sadece önsezilerine dayanarak iddia etmek “yok abi büyüme hızı o kadar olamaz” demek en hafifinden gayrı ciddidir. Bu rakamlar Dünya bankasının, IMF’nin ve başka kuruluşların rakamlarıyla uyumlu olmadığı takdirde hem iktidar hem de ülke kalıcı prestij kaybına uğrar.

Tarihte örneği de var, avro kullanabilmek için eski yunan hükümeti bazı makroekonomik göstergeler ile oynamıştı. Hâlâ bedelini ödüyorlar.

KİŞİ BAŞINA DÜŞEN GELİR

Yakın zamanda bir ticaret odası başkanının Kanal Türk’deki bir yayında Türk ekonomisinin kötü gittiğini ve kişi başına düşen millî gelirin azaldığını ispatlamak(!) için elmalar ile armutları karıştırdığına tanık oldum. Önce biraz ön bilgi vereyim Wikipedia’dan bir tanım ile :
Milli Gelir hesaplamalarında iki çeşit uygulama vardır:

Cari fiyatlarla : Hesaplamalarda enflasyonun etkisi gözetilmez. Üretilen mal ve hizmetlerin güncel değerleri üzerine hesaplanır.
Sabit fiyatlarla : Baz olarak herhangi bir yıl alınır ve o yıla endeksli enflasyon oranından arındırılmış reel artışlar hesaplanır.

Ülkelerin dünya ekonomisi içindeki paylarını ölçerken cari rakamlarla hesap yapılması normal. Ancak bir Türk ile bir Fransız’ın refah seviyelerini karşılaştırırken rakamları satın alma gücü paritesi kullanarak “düzeltirsiniz”. Bunu yapmazsanız gıdanın, kiranın, giysilerin pahalı olduğu bir ülkeyi olduğundan çok daha zengin gösterir sizin istatistikleriniz. Daha detaylı bilgi için ingilizce tarifine de bakılabilir.

İTHALAT İLE BÜYÜME OLUR MU?

Ekonomist köşe yazarlarından bazıları “büyümenin ithalat sayesinde yapıldığını iddia ettiler. Ben bu stratejiye “AKP’ye kızıyorum, Türkiye’yi yakıyorum” adını verdim. Zira insanın ekonomist olup da GSMH hesabını bilmemesi imkânsız. Hatta üniversitelerin mühendislik ve işletme bölümlerinin birinci senesinde okutulan “Makro ekonomiye giriş” dersini alan herkesin bilmesi gereken bir formül var :

GNP = C + I + G + (X – M) + NR

Burada X – M demek kabaca ihracat eksi ithalat demek. Yani ithalat arttıkça milli gelir azalıyor. İlkokulda öğrenilen çıkarma bilgisi yeterli. Halkı paniğe itip Türkiye’yi yakma arzusu daha büyük olan bazı ekonomistler ithalat vergisinin GSMH’yı arttırdığını iddia edecek kadar da ileri gittiler.

BANKACILAR EKONOMİDEN ANLAR MI?

Teorik olarak ekonomiden anlaması gereken bir insan “Paramızı bize verip faiziyle her şeyimizi alıyorlar” başlıklı bir yazı yazmış. Akıllara zarar iddialarla dolu bu yazıya EkonomiTürk sitesinin verdiği çok matrak bir cevabı herkese tavsiye ederim. İşte bir alıntı :

“Citigroup’un gelip 3 milyar dolara bankanın(Akbank’ın) %20’sini almasına karsı çıkmayı bırakın, altına imza atıyor ve alkış tutuyor. Yaman Toruner ya sigara içip de hastalarına sigara içmeyin sağlığa çok zararlı diyen doktorlar gibi davranıyor, ya da çıkarları bunu gerektirdiği için vatandaşa yalan söylüyor. İsin doğrusunu kendisi de biliyor, biz de biliyoruz, ama vatandaş bilmiyor.”

ADALETSİZ KALKINMA İSTEMİYORUZ

AKP partiye koyduğu isimle iki söz verdi bize: Adalet ve Kalkınma. Kalkınmada sınıfı geçti. Tabi aynı başarının devamını ve daha fazlasını istiyoruz. Türkiye zenginleşsin, ama o zenginlik daha adaletli dağılsın. En alttakiler unutulmasın. Dullar, yetimler, işsizler için asgari önlemler ihdas edilsin. Vahşi kapitalizm istemiyoruz. ABD’nin New Orleans’taki zencileri unuttuğu gibi unutulmasın bizim mağdurlarımız.

Adaleti ise geniş anlamda anlıyoruz elbette, demokrasi, ifade özgürlüğü, hukuk devleti. Burada AKP ikmale kaldı. Bazı engellemelere rağmen AKP’nin ekonomide gösterdiği kararlı ve tutarlı ilerlemeyi adalet konusunda göstermediğini düşünüyoruz.

Eğer AKP’liler bu tabloya bakarak “eh, %50 de hiç fena değil, hem biz halkın karnını doyurduk” diye düşünüyorlarsa aldanıyorlar. Kontratımız A + K idi.

Tek başına K istemiyoruz. Yard. Doç. Dr. Bekir Berat Özipek’in ikinci yazısında çok net belirttiği gibi :

“Zenginleşme, hukuk devletinin tesisiyle birlikte yürümezse, demokrasiyi de kırılgan bir hale getirir. Bunun Türkçesi şudur: Adaleti gereği gibi tesis etmeden kasayı doldurursanız, hırsızın iştahını kabartırsınız. Öyle bir ortamda “millî hislerle” vatanı kurtarmak isteyen de çok olur.”

Eleştirilmeyen kurumlar yozlaşır, yobazlaşır. Eleştiriyi ve özeleştiriyi reddeden CHP’nin içine düştüğü durum AKP’lilere ibret olmalı. AKP’nin ve ülkemizin en çok ihtiyaç duyduğu şey kaliteli bir muhalefet. Ancak her şeyi eleştiren, saldırgan ve hırçın bir muhalefet değil. İyi yapılan şeylerin hakkını teslim eden, eksik yapılanlara da geleceğe dönük, yapıcı eleştiri yapabilen bir muhalefet. Kısaca Türkiye’yi şu veya bu koltuktan daha fazla seven bir muhalefet.

Destekleyici videolar

muhtiralar neden gece gelir? http://youtube.com/watch?v=pzqszUAx2Y0
 
kitlesel karsi koyma refleksi http://youtube.com/watch?v=m8guZ07gdw0
 

… Bu makale ilginizi çektiyse…

Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?

 İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin. 

 

Türkiye bölünür mü?

“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız.  “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin”  demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*)  İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.

 

Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor.  Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

 

Trackback URL

  1. 15 Yorum

  2. Yazan:Haydar Tarih: Eyl 8, 2007 | Reply

    Irak ve Guantanamo’dakilere iskence yapiliyor denildiginde Bush hukumeti “hayir, yapilanlar iskence degildir… kitapta sorgulama şoyle vede boyle yapilir” gibi bir savunma icine girdiler. Fakat hukukun (en azindan kendilerine geldiginde) saygi duyuldugu ABD de bu kaytarma/takiye yapma zihniyeti fazla dayanamadi ve hukuku sundurme islemi sona erdi.

    Nasil yapiliyor bu sundurme islemi?

    Hukukcular bilir, her kanunun bir “lafzi” birde “ruhu” vardir. Yani yazli olan neyse o lafzidir. Ruhu ise, kanun yapici o kanunu yaparkenki maksadi, amacidir.

    Demokrasinin uygulandigi ulkelerde kanunlarin lafzi ve ruhu “sundurmeye” mahal verilmeyecek kadar netlestirilir, detaylanir.
    Turkiye dahil demokrasinin zamani geldiginde neredeyse keyfi uygulandigi ulkelerde ise genelleme halinde birakilirak “hakimin takdirine” dahi birakilir. Tayin ve terfi konusunda devlete gobekten bagli savci-hakimlerin ise ne kadar tarafsiz davranacagi malum. Sonrasinda yuksek mahkemelerde, idare mahkemelerinde vs ugras ugrasabildigin kadar. Erbakan’in tabiriyle “fasa-fiso” dan oteye gitmez.
    Ornegin Hirant Dink cinayetinde veya Ist. Em. Md olen Nijeryali (muhtemel) cinayetinde veya Mardindeki Ugur Kaymaz cinayetinde vs deliller siliniyor, yokediliyor, raporlar duzuluyor, hakim de buna gore karar verip ellerini yikiyor… sonrasinda olay bunu yapanlarin yanina kar kaliyor.
    ***

    Toplumdan bir tepki gelmeyip, hatta sadece “iyi olmus” diyenlerin seslerinin duyuldugundan dolayi kendi kendimize kavrulup gidiyoruz… taaaki sana bana sira gelene kadar. Fakat o zamanda digerleri tepki gostermiyor ve keyif sahiplerinin isleri tikirinda gidiyor.

    Bu hukuksuzluk bir-iki yuzyil oncesinde pek kimsenin umrunda degildi. Bugun artik dunya global, kucuk bir koy kadar birbirine girmis durumda. Turkiye ile irtibati olan ulkeler, firmalar, uluslararasi orgutler bu durumlari degerlendirerek ona gore yatirim, ithalat, ihracat, kredi vs politikalarini belirliyorlar.

    Dogru durust adalet sistemi, seffaf ekonomisi, sorumlu-hesap verir devlet yapisi olmayan ulkeler yatirim yapilacagi zaman en son akla gelen ulke olmak zorunda kalir. Yatirimin, guvenirligin, kredinin kit oldugu ulkelerde issizlikte, refah seviyeside bundan etkilenir.
    Surekli insan haklari ihlalerini, hukuksuzlugunu, saibeli devlet icraatlerini hergun gazetelerde okuyan diger ulke sakinleride uzerinde “Made in Turkey” yazan urune yaklasirken icine sindirememesi esittir Turkiyenin daha az ihracati demektir, daha az yatirim demektir, daha az/pahali kredi demektir.
    ***

    Iktidarda 5 yilini yasayan AKP nin onunde simdi iki yol var.
    Statuko yada yenilik.
    ANAP statukoyu tercih etmisti. Simdi mikroskop ile arasan dahi bulunamayan bir parti oldu.
    AKP mi?… valla kendileri bilir!

    Gelelim Sayin Mehmet Yilmaz’in sorusuna?
    AKP elestirilirmi?
    Hayir!
    Elestirmek icin gonul bagin olmasi gerekir. Ornegin BJK, GS, FB, MHP ve tabaninin oyle bir gonul bagi vardir.
    AKP nin ise yok.
    Elestirmeye firsat kalmadan ANAP gibi tuz buz olur.
    Bilin bakalim buna en cok sevinenler kim olur?

  3. Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Eyl 8, 2007 | Reply

    Tamamina katilmasam da TÜSiAD’in uyarilarini nitelikli ve gerekli buluyorum :

    “……..
    ÇOĞU KONU HÜKÜMET PROGRAMINDA YOK

    Yalçındağ, konuşmasında şu görüşlere yer verdi:
    “Bütün bu saydığımız unsurlar, ekonomi politikalarının yeniden ve çok yönlü biçimde ele alınması gerektiğini gösteriyor. Bu yüzden, “yaptıklarımız, yapacaklarımızın teminatıdır,ö demek yeni dönemde yeterli olmayacaktır. Buna karşılık, hükümet programına baktığımızda, seçim beyannamesinin gerisinde kaldığını, cesur ve açık olmaktan uzaklaştığını görüyoruz. Seçim beyannamesinde yer verilmiş olan bir dizi önemli ve somut politikaların nedense hükümet programında yer almadığını görüyoruz. Bu dönemde iş dünyası açısından çok önemli olan kayıt dışı ekonomiyle mücadele, finansal piyasalar ve sanayi ile ilgili somut önerilerin, hükümet programında yer almamış olmasına bir anlam veremiyoruz. Demokratik gelişmemizin en önemli unsurlarından biri olarak saydığımız Seçim ve Siyasi Partiler Yasası’nın değiştirilmesi konusunun ise programda hiç yer almamasını anlaşılmaz buluyoruz. …..”

    Tamami için : http://www.stargundem.com/Siyaset/17043.html

  4. Yazan:Haydar Tarih: Eyl 11, 2007 | Reply

    Birkac sene oncesinde kisa bir sure Turkiyede kaldigim sure icerisinde ismi kalsin bir bakanlikta ust duzey yonetici mektep arkadasim sohbetimiz esnasinda yanindaki dosyadan birkac sayfa cikartarak “AB Hakkariye sehrin su aritma tesisleri icin yuzbinlerce Euro bagis yapmayi teklif ediyor. Bu evrak aylardir bir kac yeri dolastiktan sonra bize geldi ve bizde son gune kadar bekletiyoruz. Uzerinde zaman tahditi oldugu icin zaman asimina ugramasi ihtimali oldukca yuksek ve tahmin et biz nasil muamele ile cevap verecegiz…” demistide aklim hayalim durmustu.

    …ve bunu yapan AKP Hukumeti idi. Muhtemelen birileri oyle “tembih” etmisti. Yani sozde iktidar idi. Sozde iktidar demek “gel kardes sen de hazineden sebeplen” demekten farki yok.
    Bu donemde de AKP nin sozde iktidarligina devam edip etmeyecegini gorecegiz.
    ***

    Radikal Gazetesinin 5 Eylul 2007 sayisinda ise sunlar yaziyordu.
    —————
    Baydemir’in raporu: Sekiz büyük proje engellendi

    Diyarbakır Belediye Başkanı Baydemir, 2005’te Başbakan’a sunduğu raporda engellenen projeleri tek tek sıraladı

    “Diyarbakır’a savaş ilan ediyorsanız çok açık ve net söylüyorum Diyarbakır halkı, ben ve arkadaşlarım ilan edilmiş bir savaştan hiçbir zaman kaçmayız. Eğer savaş ilan ediyorsanız biz buradayız, Diyarbakır halkı buradadır, belediye başkanları buradadır acısıyla tatlısıyla insanımızın yanında olduk bundan sonra da yanında olacağız.”
    Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’in önceki gün dile getirdiği bu çok tartışmalı sözler, aslında iki yıllık bir birikimin sonucuydu. Başbakan Tayyip Erdoğan toplu konut anahtar teslim töreni için Diyarbakır’a geldiği 12 Ağustos 2005’te Baydemir de kent ile ilgili hazırladığı raporu kendisine iletmişti. Raporda çözüm önerilerinin yanı sıra, kente yönelik ‘negatif ayrımcılık’ iddiaları da peş peşe sıralanıyordu. İşte 12 Ağustos 2005’te Başbakan Erdoğan’a sunulan Diyarbakır raporunda yer alan eleştiriler:

    Katı Atık Yönetimi Etüt Projesi için Alman Kalkınma Ajansı (KFW) ile 500 bin avroluk hibe anlaşması yapılmış, ancak bu hibe DPT’nin 14.02.2005 tarihli yazısı ile projenin İller Bankası’ndan alınabilecek krediyle yapılabileceği görüşüne dayanılarak reddedilmiştir.

    Dicle Vadisi ıslah edilemedi

    Dicle Vadisi Rehabilitasyonu Etüt Projesi için Türk-İspanyol Ekonomik ve Mali İşbirliği Protokolü kapsamında 350 bin avro hibe sağlanmasına karar verilmesine rağmen, bu proje DPT tarafından 03.04.2005 tarihli yazı ile projenin 2005 yatırım programında olmaması gerekçe gösterilerek reddedilmiştir.

    Diş İmplant Projesi için Güney Kore Büyükelçiliği ve EAID (Avrupa-Asya Diş Hekimliği Akademisi) ile hibe anlaşması yapılmasına rağmen Sağlık Bakanlığı’nın 20.06.2005 tarihli yazısında yabancı hekimlere çalışma izni verilemeyeceği gerekçesiyle bu proje de reddedilmiştir.

    Suriçi Tramvay projesi için Deutsche Bank ile 5 milyon avro (15 yıl vadeli 5 yıl ödemesiz) kredi anlaşması yapılmasına rağmen İller Bankası Genel Müdürlüğü 16.03.2005 tarihli yazısı ile teminat veremeyeceğini bildirmiş ve proje rafa kaldırılmıştır.

    Kentsel Gelişim Projesi, 2005 Türkiye-AB Malî İşbirliği Programı’na sunulmuş ve Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği’nce 9 milyon 926 bin avro hibe sağlanmasına karar verilmesine rağmen, 18.04.2005 tarihli DPT yazısında hibenin 6 milyon avroya indirilmesi ve kalan miktarın diğer illere (Gaziantep, Şanlıurfa ve Erzurum) dağıtılması kararlaştırılmıştır. Ancak diğer illerden proje sunulamadığı için geriye kalan yaklaşık 4 milyon avro hiçbir bölge belediyesine kullandırılmamış; deyim yerindeyse, sağlanan hibe heba olmuştur.

    Aziziye Kentsel Dönüşüm Projesi için Avrupa Konseyi Kalkınma Bankası ile 30 milyon avro kredi anlaşması konusunda görüş birliğine varılmış, ancak yine DPT yatırım programında yer almadığı için resmi anlaşmalar yapılamamıştır.

    Diyar AŞ genelgesi
    Baydemir, Erdoğan’a sunduğu bu rapordan sonuç alamadığı gibi, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne hibe yoluyla devredilen ve kentin kalkınmasında önemli bir işlev yüklenen Diyar AŞ. hakkında dönemin İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu imzalı bir genelgeyle lağvetme kararı alındı. Oysa Diyar AŞ. kurulduktan çok kısa bir süre sonra 330 kişiyi istihdam eder hale gelmiş, geliştirilecek yeni projelerle bin 300 kişilik istihdam hedefine ulaşma yolunda ilerliyordu.

    AB destekli projeye engel
    Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’i sinirlendiren bir başka uygulama kentte kurulmak istenen Katı Atık Entegre Tesisi ile ilgili çıkarılan engeller konusunda yaşandı. Bütün büyükşehirler gibi Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi de vahşi depolama sistemini bırakıp Katı Atık Entegre Tesisi kurmak istedi. Ancak Diyarbakır’ın 22 milyon avroluk projesi, AB’den gelen 400 milyon avroluk hibenin küçük belediyeler için kullanılacağı gerekçesiyle geri çevrildi.

    Radikal 05.09.2007

  5. Yazan:MY Tarih: Eyl 15, 2007 | Reply

      AKP’nin DEMOKRASi havariligine soyunmasi vakit alacak gibi görünüyor

    Yargıtay 8. Ceza Dairesi, ‘Azınlıklar ve Kültürel Haklar Raporu’ ile ilgili davada, eski İnsan Hakları Danışma Kurulu Başkanı Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu ile alt komisyon başkanı Prof. Dr. Baskın Oran’ın ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik’ suçundan beraatlerine ilişkin kararı esastan bozdu.

    Ankara 28. Asliye Ceza Mahkemesi’nin kararına ilişkin temyiz istemini değerlendiren mahkeme, yerel mahkeme kararını oyçokluğuyla bozarak, Kaboğlu ve Oran’ın cezalandırılması gerektiğine hükmetti.

    Baskın Oran’ın kaleme alınan raporun 1 Ekim 2004 tarihindeki İnsan Hakları Danışma Kurulu toplantısında onaylandığı hatırlatılan kararda, raporun uzun bir çalışma süresi sonunda hazırlandığı, düşünülerek, ve bilinçli olarak yapıldığı, gelen yoğun tepkiler üzerine 3 paragrafı çıkartılıp bazı kelimeler ve ifadelerin yumuşatıldığı; ancak rapordaki özün korunduğu kaydedildi. Raporda alt kimlik-üst kimlik tartışmalarının da yapıldığı hatırlatılan kararda, Anayasa’da yer alan ‘Türk milleti’ deyimindeki ‘Türk’ kelimesinin etnik anlamda kullanılmadığı da kaydedildi. Kararda, “Türk milleti kavramı ırka, etnik kökene ve dine dayanmamaktadır. Raporda, alt kimlik-üst kimlik ayrımı yapılmak suretiyle eleştiri ve düşünce özgürlüğü sınırları aşılmış, suçlama niteliği taşıyan ve kamuoyuna açıklanan rapor içeriğiyle toplumsal tehlike boyutlarına ulaşılmıştır.” denildi. Kararda, söz konusu sebeplerle Oran ve Kaboğlu’nun ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik’ suçundan mahkumiyetine karar verilmesi gerektiği ifade edildi. Ankara, aa

  6. Yazan:Haydar Tarih: Eyl 16, 2007 | Reply

    Şemdinli de dik duramayan AKP icraatinin sonuclari… buyrun okuyun.
    —————————————————-

    Şemdinli’yi unutmak ve unutturmak…

    ‘Yargıtay 9. Ceza Dairesi, dün Şemdinli davasıyla ilgili sanık astsubaylar Ali Kaya ve Özcan İldeniz hakkındaki 39 yıl 5 ay 10’ar gün hapis cezası kararını ‘eksik soruşturma’ gerekçesiyle bozdu…

    Davanın temyiz incelemesini sonuçlandıran Yargıtay 9’uncu Ceza Dairesi, Van 3’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nin Kaya ve İldeniz’i ‘adam öldürmek, çete kurmak ve adam öldürmeye teşebbüs’ suçlarından 39 yıl 5 ay 10’ar gün hapse mahkum eden kararını neden bozdu?

    Usul yönünden… Yani… Daire, davaya bakmakla görevli yerel mahkemenin ‘askeri mahkeme’ olması gerektiğine hükmetti.

    ***

    Gerekçe…

    Daire’nin kararı bozma gerekçesinde, sanık astsubaylar Ali Kaya ve Özcan İldeniz’e yüklenen Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 302 ve 316’ıncı maddelerindeki suçların maddi ve manevi unsurları itibariyle oluşmadığı belirtildi.

    Nasıl? Gerekçede ‘Asker olan sanıkların terör örgütünün işlediği suçlarla aynı suçu işlediklerine ilişkin nitelendirme hayal gücünün de ötesinde tamamen varsayımlara dayalı, hukuki değerden yoksun düşünceye dayanmaktadır’ denildi.

    Türkiye Büyük Millet Meclisi Susurluk Komisyon raporu da demek ki ‘hayal gücünün ötesinde…’ Çünkü orada da böyle şeyler var.

    Üniforma var ise ‘terör’ yoktur… Bu hangi ceza maddesinde yazıyor, insan merak ediyor.

    Gerekçede ayrıca, başka bir davada yargılanan itirafçı sanık Veysel Ateş’in dosyasının da Kaya ve İldeniz’in dosyası ile birleştirildikten sonra yerel mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerektiği ifade edildi.

    ***

    Ben, gördüğümüz o görüntülerin bizlere unutturulacağını çok öncelerden söylemiştim.

    Marmara depreminde ölen binlerce insanın suçlusu bulundu mu ki Şemdinli yol alabilsin.

    Gördüklerimizin unutulduğundan habercilerinde kuşkusu var ki haber sitelerinde olayın ne olduğunu yeniden hatırlatmışlar.

    Şunlar yazılı: ‘Şemdinli’de 9 Kasım 2005’te eski PKK’lı Seferi Yılmaz’a ait bir kitabevi bombalanmış, patlamada Mehmet Zahir Korkmaz adlı bir kişi hayatını kaybetmiş, beş kişi yaralanmıştı. Kitabevine bombayı attığı öne sürülen bir kişinin sığındığı otomobil halk tarafından durdurulmuş ve içindeki üç kişi (PKK itirafçısı Veysel Ateş ile astsubaylar Ali Kaya ve Özcan İldeniz) tartaklanarak polise teslim edilmişti. Aynı gün otomobilde keşif yapan savcı ve CHP Hakkari Milletvekili Esat Canan’ın üzerine de ateş açılmış, bir kişi de burada ölmüştü. Ateş açan kişinin uzman çavuş Tanju Çavuş, olayda ölen kişinin de Ali Yılmaz olduğu belirlenmişti.

    Keşif sırasında, astsubaylara ait olduğu belirtilen sivil arabanın bagajında üç Kalaşnikof, el bombaları, resmi evrak ve Hakkari ile ilçelerinin haritası ve bir isim listesi bulunmuştu. Listede bombanın patladığı kitabevinin üzerinin kırmızı kalemle çizildiği belirlenmişti. Olaydan bir gün sonra PKK itirafçısı Veysel Ateş, kitabevine bomba attığı gerekçesiyle tutuklanıp cezaevine konurken, astsubaylar tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştı.’

    ***

    Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tebliğnamesinde, yerel mahkeme kararının eksik soruşturma ve esastan bozulmasını talep etmişti. Yargıtay’da ilgili daire de oy birliğiyle bu talebe uydu. Bakalım, şimdi Van Ceza Mahkemesi ne yapacak. Yargıtay bu davaya askeri mahkemenin bakmasını istemekte.

    Çift başlı yargı gibi bir ucube sistem anlaşılan sivil yargıyı huzursuz etmiyor.

    Siyaseti de etmemişti…

    ***

    Van Ağır Ceza Mahkemesi, Yargıtay’ın kararına uyarsa dosya askeri mahkemeye gidecek. Sonrası muhtemelen çok sürpriz değil.

    ‘Yargıyı hizaya getirmek için bir iki bomba patlattığını açıklayan’ Altay Tokat’a bir şey oldu mu? Olmadı. Başka ‘iyi coçuklara’ neden olsun ki?’ Yukarda özetleyerek aldığım ‘Güle Güle Şemdinli’ başlıklı yazıyı 17 Mayıs da yazmıştım..

    ***

    Önceki gün… Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi, dosyasını Askeri Mahkeme’ye gönderdi. Daha vahimi…

    Haberi star ve Yenişafak dışında hiçbir gazetenin birinci sayfasında görmedim… Zaten gazetelerin çoğunluğunda da bu haber yoktu. Şemdinli usuldan usuldan gitmekte.

    ***

    Hukuk bir bütündür. Ya vardır, ya yoktur.

    ‘Bazen vardır, bazen yoktur’ diye hukuk sistemi olmaz. Hukuk skandallarına aldırmayan bir toplum… Hukuksuzluğu kabul etmiş demektir. Bu, ‘güvenli bir hayat’ sürdürme imkanından da vazgeçmek anlamına gelir.

    Şemdinli’de olanlara ses çıkarmayanlar…

    Neyi kabullendiklerini iyi bilsinler.

    Hukuksuz bir toplumda zorbalık uğursuz bir piyango gibidir.

    Size de çıkabilir.

    MEHMET ALTAN
    http://www.stargazete.com/index.asp?haberID=580

  7. Yazan:EMİNE Tarih: Eyl 16, 2007 | Reply

    BEN KAMUDA CALIŞAN BIRIYIM HUKUMETTEN RAMAZAN VE OKULLARIN AÇILMASI DOLAYISIYKA BEKLENTILERIMZ VARDI NE YAZKKI HIÇ BIR GELIŞME YOK ÇUNKI TAM OLRAK ÇÜKMUŞ DURUMDAYIZ İNSALLH BIZI RAAMAN DOLAYISIYL ABELKI AÇ KALMALARINDAN INSANLARIN AÇ OLDUĞUNU ANLARLAR BILMIYORUM BIZ ÇOCUKLARIMIZI HARÇLARIN BILE BULMAK ÇOK ZORLANIYORUZ
    ILGILAERIN DIKKATINE SAYGILARIMLA

  8. Yazan:Kivanc Tarhan Tarih: Eyl 16, 2007 | Reply

    Şemdinli olaylarında AKP’den ya da hükümetten ne bekleniyordu tam anlamış değilim. Hükümetin yagıya müdahale etmemesi daha doğru değil mi?

  9. Yazan:Haydar Tarih: Eyl 17, 2007 | Reply

    Danistay saldirisi, Cumhuriyet Gazetesine Saldiri, Vatansever Kuvvetler Guc Birligi uyelerinin isleri, baglantilari nasil ortaya cikartildi. Nasil kamuoyuna nakledildi. Nasil savcilar hareket etti, Bakanlik nasil muamele yapti. Nasil takip edildi ise benzeri seyler yapilir… Mecliste konu detaylari ile tartisilaabilirdi.
    Bazi kiseler meclise gelmiyosa kamuoyu olusturunca gelmek durumunda kalirlardi.

    Meclis yasa yapan organdir ve ayni zamanda Referandumdan sonra en buyuk yargi organidir.
    AKP Hukumeti mecliste agirlikli olarak iktidar partisi idi ve tum meseleyi seffafliga ulastirabilirdi.
    Batik bankalarin uzerine ADiL OLARAK gidince kimse birsey diyebildimi?

    Fakat Semdinliye gelince sessiz kalip, obur tarafa bakmayi tercih etti. Savcisina bile sahip cikmadi.

    Hukuk sistemi “arzu edince isletilen bir sistem” degildir.

  10. Yazan:Didem Tarih: Eyl 18, 2007 | Reply

    ilaç lobileri çok güçlü dünyada. Anlasilan su ki AKP hükümeti de buna direnememis :

    İlaç firmasının doktora verdiği ‘hediye’ etikmiş!

    Sağlık Bakanlığı Teftiş Kurulu, ilaç firmalarından maddî yardım alarak görevlerini kötüye kullandıkları ileri sürülen doktorlar hakkında, tartışılacak bir rapor hazırladı.

    Memurlar için 1 YTL bile rüşvet kapsamına girerken, bazı şirketlerin kendi ilaçlarını yazan doktorları Avrupa’ya tatile göndermesi, doğum günü partisi düzenleyerek masraflarını karşılaması ‘etik’ bulundu. Tartışma, Roche ilaç firmasına yapılan operasyondan sonra gündeme geldi. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, reçeteye yazdıkları ilaç karşılığında yardım aldığı anlaşılan doktorlarla ilgili Sağlık Bakanlığı’na suç duyurusunda bulundu. Bunun üzerine Türkiye’nin değişik yörelerinde görevli birçok doktor hakkında tahkikat başlatan Teftiş Kurulu, 7 klasörlük bir rapor hazırladı. İlaç mümessillerinden hediye ve maddî yardım alınmasını ‘ahlakî’ olarak değerlendiren kurul, ‘doktorlar hakkında soruşturma açılmasına gerek olmadığı’ kanaatine vardı.

    İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturması tamamlanan ve yargılaması devam eden Roche ilaç firmasıyla ilgili Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığı, şirket çalışanlarının yazışmalarını içeren e-mail kayıtlarını inceleyerek Sağlık Bakanlığı’na suç ihbarında bulundu. Sağlık Bakanlığı Teftiş Kurulu, yapılan ihbarlar sonucu Türkiye’nin değişik illerindeki hastanelerde görevli doktorlarla ilgili idari tahkikat başlattı. Konya Meram Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Van Yüksek İntisas Hastanesi, Eskişehir Yunus Emre, Mardin, Kars, Gaziantep, İslahiye, Antalya, Kastamonu, Afyonkarahisar, Karaman, Sinop, Ordu, Amasya, Trabzon, Kırıkkale, Tunceli, Şanlıurfa, Adıyaman, Polatlı, Balıkesir, Bilecik, Bursa Eskişehir, Kırklareli, Kütahya ve Tekirdağ Devlet Hastaneleri’nde görevli olduğu tespit edilen doktorlar, bazı eczacı ve sağlık ocağı çalışanları hakkında yapılan incelemeler 7 klasörlük raporda toplandı.

    Bakanlık teftiş kurulunun hazırladığı raporda Ankara Numune Hastanesinde görevli Doç. Dr. Ü.S. için ihtiyacı doğrultusunda Roche firması tarafından 1,4 milyar lira değerinde hastane yönetiminin bilgisi dışında bilgisayar verildiği, Doç. Dr. S.D’ye 971 milyon liralık dolap yaptırıldığı, 1 milyar lira değerinde modem internet bağlantısı sağlandığı, Roche firmasının da katkısıyla 79 bin dolar ödenerek Azerbaycan’da düzenlenen bir sempozyuma gidiş geliş biletlerinin ve konaklama ücretlerinin karşılandığı belirtilirken bu yardımlarda herhangi bir usulsüzlük olmadığı “Söz konusu işlemlerin Kamu Görevlileri Etik Davranış İlkeleri ve Başvuru Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğe aykırı olmadığı bu yönetmelik hükümlerine göre söz konusu yardımların kuruma bağış olduğu ve hediye alma kapsamı dışında tutulması gerektiği” sonucuna varılıyor.

    Raporun sonuç bölümünde doktorlara Roche firması çalışanları aracılığıyla yapılan yardımların mevzuat hükümlerine uygun olduğu belirtiliyor. Teftiş Kurulu Başkanlığı, bu nedenle doktorlar hakkında soruşturma açılmasına gerek olmadığını vurguluyor. Geçtiğimiz günlerde Danıştay 1. Dairesi, ilaç firmasından maddi destek alarak bu firmanın ilaçlarını reçetelendirdiği gerekçesiyle Çukurova Üniversitesi’nde görevli 5 öğretim üyesinin yargılanmasına karar vermişti.

    Roche İlaç Sanayi ve Müstahzarları A.Ş.’ye yapılan operasyonda ele geçirilen mail kayıtlarını araştıran İstanbul Emniyeti, hazırladığı inceleme tutanağının ‘genel değerlendirme’ kısmında; “Roche ilaç firmasının insanlığa Sağlık Hizmeti vermekten ziyade, piyasada daha çok hasta oluşturup daha çok ilaç satmayı ve sadece para kazanmayı amaç edindiği ve bu amaç doğrultusunda da her türlü yöntem ve metodu çekinmeden pervasızca uyguladığı anlaşılmıştır.” deniliyor.

    Roche davası dosyasında doktorlara ait ilginç faturalar

    Dr. A.S.’ye ait Paris kurs ücreti: 2,9 milyar TL

    Dr. S.D.’ye ait fatura: 9,9 milyar TL

    Kayseri Hilton Oteli konaklama ve yemek faturası: 3,7 milyar TL

    Erzurum SSK Hastanesi’ne dizüstü bilgisayar bedeli: 2.314.266.164 TL

    Tıbbi derneklere yardım bedeli: 33 milyar TL

    Dr. C.Y.’ye ait Venedik konaklama bedeli: 3.125.140.000 TL

    Dr. F.S.D.’ye 40 adet hepatit hastası kazandırması nedeniyle: 20.113.189.600 TL

    Prof. Dr. N.T.’nin (Diyarbakır) doğum günü yemek bedeli: 880 milyon TL

  11. Yazan:MY Tarih: Eyl 19, 2007 | Reply

    Düsünceler sitesinde dehset bir haber var,

    http://www.dusunceler.org/guncel/2007/09/18/yuh-artik

    Galiba AKP’yi bir süre daha elestiremeyecegiz …

  12. Yazan:Sinem Tarih: Eyl 27, 2007 | Reply

    En ciddi tehdit ve tehlike liberal demokrasidir…
    Cumhuriyet rejimini hedef almış bulunan en büyük tehlike ve tehdidin ne şeriatçılıktan ne de bölücülükten geldiğini nihayet saptamış bulunuyoruz.
    Bu tehdidin adı “liberal demokrasi”dir ve başı görüldüğü her yerde ezilmelidir.

    Türk toplumunun anayasal bir demokrasiye sahip olması ve bu anayasanın “Kuvvetler ayrılığı”nı esas alması, kabul edilebilecek bir durum değildir.

    “Hukukun üstünlüğü” de, temel hakların ve özgürlüklerin üstün değerler olarak kabul edilmesi de, bizim “rejim”imizi sarsar, çürütür.

    Haklı rekabete dayalı serbest pazar ekonomisi, “devletçilik”in anti-tezi olduğu için kabul edilemez.

    Laiklik, din ile devletin ayrı olması değil, devletin dinin efendisi olmasıdır. Laikliği “vicdan ve inanç özgürlüğü” biçiminde anlayan liberal demokrasi, elbet de reddedilmelidir.

    Her çeşit otoriter ve totaliter düzenin karşısında bulunmak ve “ideolojik devlet”in yanlış olduğunu söylemek, doğrudan “rejim”in değişmesini istemek değil midir?

     

    Çok ileri gidiyorlar

     

    Liberal demokratlar, bu söylediklerimizi savunmakla da kalmıyorlar.

    Seçim sonuçlarına saygılı olmak gerektiğini ileri sürmeye kadar da dayandırıyorlar hezeyanlarını. TBMM’de yeterli çoğunluğa sahip olan siyasi partilerin, yasa ve anayasa yapmak ve hatta cumhurbaşkanı seçmek gibi hakları olduğunu bile iddia ediyorlar.

    Bununla da kalmıyorlar.

    Başı açık olanlar gibi başı kapalı olan kadınların da eğitim hakkından eşit biçimde yararlanmalı gerektiğini savunuyorlar.

    Devletin millete değil milletin devlete hizmet etmesi gerektiğini söylüyorlar.

    Birey merkezli bir dünya istiyorlar.

    Bütün bunlar yetmezmiş gibi Avrupa Birliği ile entegrasyonu destekliyorlar ve “Kopenhag Kriterleri”nin Türkiye’de üst değerler olarak benimsenmesini savunuyorlar.

    “Liberal demokrasi” nasıl Sovyetler Birliği’nde veya İran’ın Humeynici teokrasisinde reddedildiyse, bizde de reddedilmelidir.

    Taliban Afganistan’ı veya Suudi Arabistan mı, yoksa Saddam Irak’ı mı liberal demokratlara hayat hakkı tanıdılar ki, biz bunları kabullenelim.

    Biz “Batılı” olmak istiyoruz ama ne İngiltere, ne Fransa, ne de İskandinav ülkeleri bize model olamaz. Batı sadece liberal demokrasiden mi ibaret? Batı’da Hitler de var, Mussolini de, Franco da, Salazar da var. Ayrıca Çavuşesku olmasaydı Romanya, Jivkov olmasaydı Bulgaristan şimdi Avrupa Birliği üyesi olabilirler miydi? Yunanistan’ı “Albaylar Cuntası” çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırmadı mı?

     

    Pazarları asla

     

    Açık ve seçik koyalım meseleyi ortaya.

    Bu liberal demokratlar, Türkiye’nin gelişmiş, uygar dünya ile kaynaşmış, hukukun üstün, idarenin şeffaf olduğu bir ülke konumunda bulunmasını hayal ediyorlar. AK Parti iktidarını da bu yönde ilerlemesi, Avrupa Birliği’ne uyum çalışmalarını hızlandırması için baskı altında tutuyorlar.

    Bu nasıl kabul edilebilir ki?

    Bu liberal demokratlar yüzünden AK Parti’nin gizli emelleri perdeleniyor. Bu nedenle rahat rahat “darbe istiyoruz” bile diyemiyoruz.

    Bunlar adımızı “demokrasi düşmanı”na çıkardılar.

    Bu noktada  “Biz kimiz” diye sorarsanız, buna da cevap verelim:

    – Biz Ertuğrul Özkök ve arkadaşlarıyız. Biz haftanın altı günü Ankaralı, pazar günleri de dünyalı olmaya çalışanlarız. Hafta arası liberal demokratları, pazar günleri de şarap markalarını listeleriz. Biz “Pazarları asla” şarkısını söyleyenlerdeniz. Haftada bir gün Batılı olabiliriz.

  13. Yazan:Haydar Tarih: Eyl 28, 2007 | Reply

    Londrada polis adamin birini “karanlik” bir tertip/suc atma kasti turu isler yaparken yakalamis. Teror lafi dillerde ya, olay hemen basin tarafindan duyulup nakledilmis. Fakat birkac saat sonra bu adam saliverilmis bir daha bulana ask olsun.
    Ertesi gun Polis teskilatinin basindaki Genel Mudure (?) gazeteciler o adam gizli servistenmydi turunden sorular soruyor fakat memur dogrudan cevap vermiyor; inceliyoruz, henuz belli degil gibi kacamak cevaplar veriyor.

    Daha sonra Home Office (icisleri) Bakanina soruyorlar, bakan “evet, inceleme baslattik” deyip net cevabi veriyor.

    Bir memur ve bir siyasi yetkili arasindaki fark bu kadar net.
    ***

    27 Eylul Persembe aksami Basbakan Erdogan PBS televizyonunun en onemli programlarindan biri olan Charlie Rose’a konuktu.
    Ekonomi haric tum sorulara kacamak cevap verdi… tipki bir memur gibi, tipki kitapta ne yaziyorsa gibi. Seyredenler yanlis birsey soylese acaba ona birisi hesap filanmi soracak izlenimi edindiler.

    Ronald Reagan dan, Mandela’ya, Chirac dan Dalay Lama’ya, Putin den Ahmedinicad’a kadar yuzlerce dunyanin en agir toplarinin ciktigi ve herkesin gozu uzerinde oldugu bu programlara cikma kardesim!

    Seyredenler kiyaslamayi biliyor kardesim!

    Puan kazandigini zannederken tersine puan kaybediyorsun kardesim!

  14. Yazan:Muhammed Ali Tarih: Eyl 28, 2007 | Reply

     ESER KARAKAS soruyor

    1- Bir hukuk devletinde idarenin her türlü tasarrufunun, mesela Yüksek Askeri Şura kararlarının, yargısal denetime açılmasından yana mısınız?

    2- Vatandaşın ödediği her kuruş verginin kamu harcaması olarak yine yurttaşlara dönerken eksiksiz, istisnasız, askeri harcamaların tümünün, fonlar dahil, TBMM ve Sayıştay denetimine açılmasına itirazınız var mı?

    3- 1982 Anayasası’nda kendine geniş bir alan bulan ‘çift başlı yargı sistemi’nin (156. ve 157. maddeler), disiplin suçları dışında ortadan kaldırılmasını savunuyor musunuz?

    4- Milli Güvenlik Kurulu’nun anayasal statüsünü ve anayasada yazdığı biçimiyle bu Kurul’un görüşlerini TBMM’nin içinden çıkan Bakanlar Kurulu’na ‘bildirmesi’ni demokratik bir hukuk devleti ile bağdaştırıyor musunuz?

    5- Siyasal Partiler Kanunu’nun 89. maddesinde ifade edildiği gibi, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın genel idare içindeki yerini tartışmaya açan partilerin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması (SPK 89) size demokratik bir hukuk devletinde normal geliyor mu?

    6- Türkiye’de hálá, Cumhuriyet’in 84. senesinde vatandaşlık kavramının hukuksal bir temele oturtulmamış olması, anayasal vatandaşlık kavramından bu kadar uzak olmamız sizce doğal bir konu mu?; 2006 Eylül’ünde Sezer’in Cumhurbaşkanlığı sırasında Rum ve Ermeni vakıflarının Cumhurbaşkanlığı DDK Raporu’nda ‘yabancı vakıf’ olarak tanımlanmasını bariz bir ırkçılık olarak tanımlıyor musunuz?

    7-Yükseköğretim Kanunu’nun dördüncü maddesinde, tanım ve etimolojik (kelime bilim) olarak en evrensel kurum olan üniversitelerde öğretimin ‘ATATÜRK ilkeleri doğrultusunda’ yapılmasına yönelik direktif gözünüzü, kulağınızı, mantığınızı rahatsız ediyor mu?

    8-2007 Türkiye’sinde yedi-sekiz yaşında çocuklara her sabah ‘Varlığım Türk varlığına armağan olsun’ gibi eski Yunan sunak-kurban ayinlerini çağrıştıran bir andın tekrarlatılması sizce çağdaş yurttaşlık kavramı ile bağdaşıyor mu?

    9-Türkiye’nin en anlamlı orta vade hedefini 2023 senesinde BM İnsani Kalkınma sıralamasında ilk kırka girmesi olarak (Cumhuriyet’in 84. senesinde 92. sıradayız) tanımlıyor musunuz?

    10- AB tam üyelik hedefimizi de 9. sorudaki hedefe ulaşmak için zorunlu görüyor musunuz?

     

    http://www.stargazete.com/index.asp?haberID=29596

     

  15. Yazan:Haydar Tarih: Eyl 29, 2007 | Reply

    Sayin Muhammed Ali nin naklettigi sorulari yarin Bodrumda yakaladiginiz bir turiste sorun… nereli oldugu onemli degil.

    Adamlar birakin cevap vermeyi, size inanmayabilirler… ama Turkiye o kadar namli ve mimli ki akillarina olabilirlik ihtimalini getirirler.
    ***
    ***

    Ha, bu arada; benim favori ulkem Mayanmardaki protestolar siddetle bastirilmis.

    Bir soru:
    HANGi TARAFTAN OLDUGUNUZU SORGULAMAK VE TURKIYEDE GECMISTE/HALIHAZIRDA OLUP BITENLERLE KIYASLAMAK AKLINAZA GELiYORMU?

  16. Yazan:snowqueen Tarih: May 1, 2008 | Reply

    AKP’nin özgürlükçü tavrının nasıl bir halüsinasyon olduğu, devlete eklemlendiğini, üstüne de faşizmin dik alasına denk geldiği kaç kere söylendi kimbilir.

    Bugün 1 Mayıs ve ekranda gördüğümüz görüntüler bunun en büyük kanıtı. AKP’yle flört eden liberaller de bu polis-devlet konseptinin
    tamamlayıcısı bir parçası olacaktır.

  1. 6 Trackback(s)

  2. Oca 27, 2008: AKP’nin şubat karnesi ve Ergenekon destanı : Derin Düşünce
  3. Şub 26, 2008: Amerikan bombasına Türkçe yazı : Derin Düşünce
  4. Tem 14, 2008: Ergenekon iddianamesi hukuka uygun mu? : Derin Düşünce
  5. Tem 16, 2008: Şu kaplaşmadan kurtulalım mı? : Derin Düşünce
  6. Tem 23, 2008: Şu kamplaşmadan kurtulalım mı? | SiyarGrup™
  7. Haz 8, 2011: Yapay gündem – Gerçek gündem : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin