RSS Feed for This Post

Kadınlar Halk Fırkası [Nezihe Muhittin’den, Suna Vidinli’ye Siyasette Kadın eli]

Ece Arı

Milletvekili adaylarını incelediğimizde, ve bu listeleri geçmiş yıllardaki listeler ile kıyasladığımızda, “kadın aday” sayısının çok daha fazla olduğunu görebiliyoruz..

Partilerin bu fazlalığı, kadınların hayrına mı; yoksa, kendilerine dönecek, oy, su, elektrik hatrına mı tercih ettiklerini de, yine zaman gösterecek..

Benim asıl değinmek istediğim, parti yönetimlerinin, bu adayları seçerken, “olmazsa olmaz” olarak gözettikleri nitelikler. Yani mecliste görmek istediğimiz kadın vekillerin, donanımlarının nasıl olması gerektiği..

Bu bağlamda, şu an mevcut görünen kadın vekil adaylarını, biraz mercek altına aldığımızda,, en çok konuşulan isimlerden birinin Suna Vidinli olduğunu görüyoruz..

1979 doğumlu olan Vidinli’nin ismi, “Demokrat Parti ve AK parti bu kızı paylaşamıyor” şeklinde ve sanki Unkapanı piyasasına yeni bir isim çıkacakmış gibi yapılan, yaldızlı tanıtım haberleriyle gündeme gelmişti..

“Ne var bu kızda bu kadar” diye merak edip baktığımızda ise, hiç de yabana atılamayacak kadar, yıldızlı pekiyilerle dolu, övgüyü hak eden, sıra dışı bir CV ile karşılaşıyoruz….

Suna Hanım, Üsküdar Amerikan Koleji ni bitirdikten sonra Georgetown Üniversitesi’nde siyaset bilimi okur. Harvard Üniversitesi’nde Orta Doğu üzerine master yapar, İngilizce, İtalyanca, Arapça bilir, Birleşmiş Milletler’de ve CNN International New York bürosunda stajyer olarak çalışır ve bir yarı yıl tatilinde Türkiye’ye gelip, Televizyonda Reha Muhtar’ın Ateş Hattı programında “Ermeni Soykırımı”nın tartışıldığı programa katılıp, Fransız parlamenter François Rochebloine ağzının payını verir. Hatta bu tartışması, gitar dersi aldığı ermeni hocasının da göğsünü kabartır..

İşte ne olduysa o programdan sonra olur ve Suna Vidinli tüm dikkatleri üzerine çeker…Fatih Altaylı elinden tutar, Kanal D nin dış haberler editörlüğünü yapmaya başlar…

Ve aradan yıllar geçtikten sonra da, iki partinin paylaşamadığı aday olarak haber olur..

Gayet parlak bir CV ile DP listelerinden, Samsun’dan 1. sırada milletvekili adayı olan Vidinli ismine şehri tanımadığı gerekçesiyle itirazlar olur fakat, Ağar sözünü tutar, 1 .sırayı ona verir..

[Tıpkı iş dünyasında olduğu gibi, “erkek olsun da , çamurdan olsun” mantalitesi zannediyorum burada da etkili olmuştur. Çünkü çoğu erkek vekil adayı da, seçim bölgelerinde ikamet etmiyor. Bu demek değildir ki , Vidinli meclise girerse, çok başarılı olacak ve kendisine güvenen partisinin yüzünü kara çıkartmayacak. Bunu ancak zaman göstereceği için, şimdiden bir şeyler söylemek hata olur. Ama, aynı CV ile Samsun dışında yaşayan erkek vekil adayına kimsenin pek ses çıkartmayacağına da nerdeyse eminim.]

Vidinli’yi ilginç kılan bir başka anekdot ise benim açımdan daha dikkat çekici.

21 yaşında iken, Harvard’da Merve KAVAKÇI ile yaşadığı tatsız diyalog…

Bu diyaloğa dair bir açıklama yapma gereği de duydu, çünkü sözkonusu tartışma, şu anda Vakit gazetesi yazarı olan Merve hanım tarafından değil ama, aynı gazetenin bir diğer yazarı Hasan Karakaya tarafından, aleyhine olacak şekilde lanse edildi..

DP’den değil de, AKP’den aday olsaydı, başörtüsü üzerine girdiği bu sert tartışma, mutlaka muhafazakar tabanı rahatsız edebilirdi, o ayrı konu..

Ama asıl önemli olan, meclise ‘demokrat’ sıfatıyla girmeye niyetlenen bu genç hanımın, mecliste temsili mümkün olmayan, başörtülü kadınların, gaspedilen haklarını, ne derece sahiplenebileceği ve soruna hangi çerçeveden bakabileceği..

İşte bu noktada, insan bir “Ah!” çekip, Şebnem Kısaparmak’ın bile 1. sıradan aday olup, girmesi muhtemel olan bu mecliste, Ayşe Böhürler’in bulunamayacak olmasına, ister istemez hayıflanıyor..

2007 yi biraz kenara bırakıp, 1920 li yıllara döndüğümüzde ise, henüz boyalı medyamız, temiz(!!) tv’lerimiz yokken, ve benzer bir parti şu anda ortaya çıksa, tüm gündemi değiştirip, ezberleri bozabilecek kadar şaşırtıcı olabilecekken, silinip gitmiş bir oluşumla karşılaşıyoruz:

KADINLAR HALK FIRKASI..

Evet, belki çoğumuzun zaman zaman aklımıza geldiği halde, “olmaz öyle şey” diyerek, dile getirmediğimiz, yada feminist damgası yiyerek horlanmasını muhtemel gördüğümüz, bir parti isminden bahsediyorum. 16 Haziran 1923 de kurulan, Mustafa Kemal’ i bile şaşırtan bu oluşuma, valilik tarafından kadınların siyasi temsili mümkün olmadığı gerekçesiyle, faaliyet izni verilmemiş..

Bizim gibi, demokrasiyi henüz tam manasıyla özümseyememiş ülkelerde, sadece kadınlardan müteşekkil bir partiye, ne kadar ihtiyaç vardır, tartışılabilir.

Fakat o yıllarda, böyle bir oluşuma liderlik edebilmiş, cesur yürek Nezihe Muhittin’i, allayıp pullayıp reklam edecek, destek olacak medya patronları da yokken, ve toplum olarak çok daha mutahassıp bir sosyal yapı mevcut iken, isim olarak da olsa, ortaya çıkabilmiş olması, insanı ister istemez şaşkına çeviriyor..

Hasılı, kendi adıma, muzip hayaller kurmadan edemiyorum..

Nezihe Muhittin, 2007 Türkiye’sinde yaşasaydı, ve 22 Temmuz seçimlerinde böyle bir parti ile yarışa girip, meclisteki sandalyelerin yarısını kapsaydı, hele bir de kabineyi kurup, Çankaya ya da kadın cumhurbaşkanı çıkartsaydı, değmeyin keyfime.

Ortalık güllük gülistanlık olur, Genelkurmayımız da rahat ederdi, Hudson Enstitüsü de..

Üstüne üstlük, istisnasız herkes, gece gündüz meclis tv izlerdi..

Ne gülüyorsunuz, fena mı olurdu yani?

… Bu makale ilginizi çekitiyse…

Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları

Suzan Başarslan’ın dediği gibi “kadına dair söylenmesi gereken ne  kadar söz varsa erkeğin söylediği” bir dünya bu. Sadece söz mü? Yaşama hakkı bile. Bugün Çin’de ve Hindistan’da yüzbinlerce kız bebek daha doğmadan ultrason ile ana karnında görülüp yok ediliyor. Erkeklerin güç mücadelesinde kadınlar eziliyor. Cumartesi anası oluyor, cezaevlerinin önünde sıra bekleyen, şehit tabutlarının üzerinde ağlayan oluyor.  Şampuan veya otomobil satarken bedenini kullandıran, arka planda, silik, soyunan, tüketen, “figüran”… Kadınlara özne olma hakkını vermeyen erkekler mi yoksa bu hakkı alamayan kadınlar mı? Kadınlıklarını kaybetmeden, erkekleşmeden var olabilecek mi birgün kadınlar? 96 sayfalık bu kitapta Kadın’a ait kavgaları ve Kadın’ın kimlik arayışını sorguluyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

 

 Kadın hakları ve Kemalizm

 “Kemalizm Türk kadınına özgürlük verdi” gibi sloganlarla düşünmeye daha doğrusu ezberlemeye itildiği için sık sık  şaşırmaya mahkûm bir kuşak bizimki. Tarihi, belgeleri, siyasî söylemleri ve sloganları aklın imtihanına tabi tutan herkes hayretler içinde kalıyor. “İyi de biz bunu bunca sene nasıl yuttuk?” diye sormaktan alamıyoruz kendimizi.  Kemalist düşüncenin, çağdaşlığın ve Atatürk devrimlerinin yılmaz bekçisi “çağdaş Türk kadını’nın sesi” Cumhuriyet Gazetesi’nin başyazarı olan Yunus Nadi kadınların siyasete atılmasına nasıl tepki vermiş meselâ?  “Havva’nın kızları, Meclis’e girip yılın manto modasını tartışacak”  Kadınlar Halk Fırkası kapatılınca yerine Türk Kadınlar Birliği kurulmuş. O da kapatılınca Cumhuriyet Gazetesi’nde şu başlık atılmış:  “Türk Kadınlar Birliği kapatıldı, fesat çıkaran hatun kişilere haddi bildirildi.” Derin Düşünce Fikir Platformu yakasını resmî tarihten kurtarmak isteyen okurlarına ezber bozan bir kitap öneriyor : Kadın hakları ve Kemalizm ilişkisine alternatif bir bakış

 

 

Trackback URL

  1. 55 Yorum

  2. Yazan:compir Tarih: Haz 23, 2007 | Reply

    Ece Hanim,
    Hayal gücünüzün oldukça geniş olduğundan şüphemiz yok. Ancak günümüz Türkiyesi’nde esasen tüm yeryüzünde kadınların hala birer cinsel obje olarak kullanıldığı, hatta pek çok ülkede hala kadın ticaretinin akıl almaz boyutlara geldiği ve beraberinde tüketen toplumların tüketici konumuna kadını getirip bir nevi kadın’ın asıl durması gereken asil mevkiiyi unutturduğunu hatırlatmak istedim. Artık batılı toplumlarda kadın-erkek adeta eşitmişcesine hareket ediliyor, ama ne yazık kı kadın hep kendini erkeğin bulunduğu yere koymaya çalıştıkça değerini kaybediyor, kadınlığından geriye eser kalmıyor. Sizce, kadın mecliste ya da bir başka yerde kendini göstererk aslında bireysel çıkarlarına hizmet mi ediyordur yoksa tüm kadınlar adına bir rüştünü ispatlama sevdası peşinde mi koşmaktadır?
    Sayg.

  3. Yazan:BetuL Tarih: Haz 23, 2007 | Reply

    : )))

    hic fena olmaz diyorum. hatta cok iyi olur. “kadin eli degince hersey nasil degisiyooor” pecete reklami olmaktan cikar.

    da.. biz insan olmadan once sucu bucu olmayi seven bi millet olarak kadinlikta bulusabilir miyiz? cevap pek icacici gorunmuyor. ozellikle kadin derneklerine bakarsak her biri bir gorusun uzantisi ya da destekliyor, ikisi de degilse nolursa olsun birbaska kadina yapilan haksizliga ses cikaririm diyemiyor.

    zor dostum zor : )

  4. Yazan:Ece Tarih: Haz 23, 2007 | Reply

    Sevgili Betül,

    Tansu hanım’ın eli de kadın eliydi gerçi, ama nedense pek birşey değişmedi..
    Yani kadın(!!) var, kadın var:))

    Şaka bir yana,
    Benim mecliste görmek istediğim, ve çoğu erkek vekili cebinden çıkartabileceğine inandığım, pek çok nitelikli kadın var..
    Gülay Göktürk, Perihan Mağden, Kezban Hatemi, Nuray Mert, Ayşe Böhürler bu isimlerden sadece birkaçı..

    Bıyıklı eylemlere imza atan kadın kuruluşlarının samimiyetine ise inanmıyorum..
    Senin de belirttiğin gibi, tüm kadın meselelerine sahip çıkmayıp taraflı olduktan sonra, kıymeti yok!

    sevgiler..

  5. Yazan:Ece Arı Tarih: Haz 23, 2007 | Reply

    Compir bey,

    Hayal gücünüzün oldukça geniş olduğundan şüphemiz yok. Ancak günümüz Türkiyesi’nde esasen tüm yeryüzünde kadınların hala birer cinsel obje olarak kullanıldığı, hatta pek çok ülkede hala kadın ticaretinin akıl almaz boyutlara geldiği ve beraberinde tüketen toplumların tüketici konumuna kadını getirip bir nevi kadın’ın asıl durması gereken asil mevkiiyi unutturduğunu hatırlatmak istedim.

    “Asil mevki” olarak kastınızdan, annelik mevkini anlıyorum, doğru mudur?
    Peki mecliste, annelerin yada ev hanımlarının da haklarını gözeten, kollayan ve bu yönde iyileştirici çaba sarfededecek “anne vekiller” olması yanlış mıdır?
    Öte yandan, herkes vekil olacak diye birşey yok ki!

    Artık batılı toplumlarda kadın-erkek adeta eşitmişcesine hareket ediliyor, ama ne yazık kı kadın hep kendini erkeğin bulunduğu yere koymaya çalıştıkça değerini kaybediyor, kadınlığından geriye eser kalmıyor. Sizce, kadın mecliste ya da bir başka yerde kendini göstererk aslında bireysel çıkarlarına hizmet mi ediyordur yoksa tüm kadınlar adına bir rüştünü ispatlama sevdası peşinde mi koşmaktadır?

    Aslında zor bir soru sormuşsunuz:)
    Bence, kadın erkek eşittir, fakat, aynı değildir..
    AYNILAŞTIRMA çabası ile, EŞİTLEME çabası bence farklı şeyler..
    Meclisi erkek mekanı olarak görüp, orada kadınların bulunmasını reddediyorsanız, bunun gerekçesini öğrenmek isterim..
    Şahsi?
    Dini?
    Etik?
    Şahsi gerekçenize saygı duyarım, ama diğer gerekçelerinize verebilecek cevaplarım hazır:)

    “Rüşdünü ispatlamak” kaygısına değinmişsiniz, kısmen haklı olabilirsiniz, kadınlar çoğu konuda olduğu gibi, siyasette de görmezden gelindiler..
    Şimdiye kadar kendilerine şans verilmiş kadın vekiller de, malesef vitrin süsü olmaktan öteye gidemediler..
    İşte bu yüzden, adaylar belirlenirken, gözetilmesi gereken niteliklerin nasıl olması gerektiğine dikkat çekmek istedim..
    Suna Vidinli nin CV si nin yaldızları acaba yeterli olacak mı,yoksa samimiyet ve çalışkanlık gibi, kişisel nitelikler daha mı önemlidir…
    Cinsel partner olmaktan daha öte vasıfları olan kadınların, beyninden ve birikimlerinden mutlaka faydalanılmalı diye düşünüyorum..

    saygılarımla..

  6. Yazan:Ece Arı Tarih: Haz 23, 2007 | Reply

    Compir bey,

    Hayal gücünüzün oldukça geniş olduğundan şüphemiz yok. Ancak günümüz Türkiyesi’nde esasen tüm yeryüzünde kadınların hala birer cinsel obje olarak kullanıldığı, hatta pek çok ülkede hala kadın ticaretinin akıl almaz boyutlara geldiği ve beraberinde tüketen toplumların tüketici konumuna kadını getirip bir nevi kadın’ın asıl durması gereken asil mevkiiyi unutturduğunu hatırlatmak istedim.

    “Asil mevki” olarak kastınızdan, annelik mevkini anlıyorum, doğru mudur?
    Peki mecliste, annelerin yada ev hanımlarının da haklarını gözeten, kollayan ve bu yönde iyileştirici çaba sarfededecek “anne vekiller” olması yanlış mıdır?
    Öte yandan, herkes vekil olacak diye birşey yok ki!

    Artık batılı toplumlarda kadın-erkek adeta eşitmişcesine hareket ediliyor, ama ne yazık kı kadın hep kendini erkeğin bulunduğu yere koymaya çalıştıkça değerini kaybediyor, kadınlığından geriye eser kalmıyor. Sizce, kadın mecliste ya da bir başka yerde kendini göstererk aslında bireysel çıkarlarına hizmet mi ediyordur yoksa tüm kadınlar adına bir rüştünü ispatlama sevdası peşinde mi koşmaktadır?

    Aslında zor bir soru sormuşsunuz:)
    Bence, kadın erkek eşittir, fakat, aynı değildir..
    AYNILAŞTIRMA çabası ile, EŞİTLEME çabası bence farklı şeyler..
    Meclisi erkek mekanı olarak görüp, orada kadınların bulunmasını reddediyorsanız, bunun gerekçesini öğrenmek isterim..
    Şahsi?
    Dini?
    Etik?
    Şahsi gerekçenize saygı duyarım, ama diğer gerekçelerinize verebilecek cevaplarım hazır:)

    “Rüşdünü ispatlamak” kaygısına değinmişsiniz, kısmen haklı olabilirsiniz, kadınlar çoğu konuda olduğu gibi, siyasette de görmezden gelindiler..
    Şimdiye kadar kendilerine şans verilmiş kadın vekiller de, malesef vitrin süsü olmaktan öteye gidemediler..
    İşte bu yüzden, adaylar belirlenirken, gözetilmesi gereken niteliklerin nasıl olması gerektiğine dikkat çekmek istedim..
    Suna Vidinli nin CV si nin yaldızları acaba yeterli olacak mı,yoksa samimiyet ve çalışkanlık gibi, kişisel nitelikler daha mı önemlidir…
    Cinsel partner olmaktan daha öte vasıfları olan kadınların, beyninden ve birikimlerinden mutlaka faydalanılmalı diye düşünüyorum..

    saygılarımla..

  7. Yazan:compir Tarih: Haz 23, 2007 | Reply

    Ece Hanim,
    kaygilarinizi anliyor ve saygi duyuyorum. Az da olsa yanlis anlasildigim kanaatineyim. soyle ki: Calisan kadin aile hayati adina toplum hayati adina aslinda bir kayiptir. Kadinin birey olarak çalışamayacağı ya da giriştiği işlerin üstesinden gelemeyeceği anlamında değil, bilakis çalışma düzeninde yerini alan kadının toplumun diğer mekanizmalarında açtığı kapanmaz yaraya temas etmeye çalışmıştım.
    Kadının yeri evidir gibi dar bir sınırlamaya da gönlüm razı değil ancak modern toplumlarda sevgisiz büyüyen, bencil yaşamayı öğrenen ve anneden alacağını pek çok insani değerden yoksun nesillerin ortaya çıkmasında kadın’ın yokluğunun neden olduğunu göz ardı edemeyiz.
    Korkuyorum ki, kadın daha fazla vitrine çıktıkça zihinlerdeki makamı da bir o kadar yara alıyor ve kadınlar karşımıza anneliklerinden çok diğer hasletleriyle çıkıyorlar.
    Peki bunlardan ne kadarı gerçekten annelik mesleği yerine edindiği diğer meslekte bize ve topluma fayda şeklinde geri dönebiliyorlar?
    sayg.

  8. Yazan:Emre Şahin Tarih: Haz 23, 2007 | Reply

    🙂

    Ece hanım,

    Aslında sizin istediğiniz türden cümleleri nasıl kuracağımı biliyorum, “meclis’te daha fazla kadın olmalı, demokrasimiz gelişmeli, serpilmeli ve bunun için de kadınlar da en iyi şekilde temsil edilmeli…” tarzı cümleler… Genelde dikkat ederseniz hep “-meli”, “-malı” diye biter böyleleri 🙂

    Ancak gerçek şudur: Türkiye’de kadınlar da, erkekler de hakettiklerini yaşamaktadırlar. Milyon tane -meli, -malı cümlesi yazsam da bunu değiştiremem. O sebeple bu konularda bana daha doğru gelen yaklaşım insanların neden oldukları durumda olduklarını kavramaya çalışmaktır.

    Kadınlar neden siyasete ilgisizdirler? Kadınlar neden eğitimlerini aksatmaktadırlar? Kadınlar neden dış görünüşlerine daha fazla önem vermektedirler? Kadınlar neden kadındır da, erkek değildir? Kadınlar neden tüm toplumu ilgilendirecek, benim daha iyi bir erkek, kendilerinin de daha iyi kadın olmasına yarayacak siyaset geliştirmekten uzaktırlar? Kadınlar neden matematikle daha az ilgilidirler? İlh.

    Bir de, eğer sorarsanız, ben de kadınlarla erkekler arasında bir eşitliğe inanmam. İnsanlar arasında da eşitliğe inanmam, adalete inanırım. Erkeklerle kadınlar arasında, erkek ve kadın oldukları için (zihinsel, bedensel vs. anlamlarda) farklar mevcuttur ve kimsenin bu farklara yokmuş gibi yapıp, yine de kadınlara faydalı olacağına inanmam.

    En sonda da: insanların ne istediğine dikkat etmek lazımdır. Kadınlar gerçekten siyaset yapmak istiyorlar mı? Yoksa mutlu olmak mı istiyorlar? Kadınlar gerçekten mecliste temsil edilmek istiyorlar mı? Yoksa bazıları kadınlıktan başka söyleyecek sözleri olmadığı için kadınların siyaset yapmak istediğini düşünmekten haz mı alıyor?

    Ece hanım, kainatın kuralları cinsiyete göre değişmez; ben bir elmayı yere bıraktığımda, bir kadının bıraktığından daha hızlı düşmez. Bir bilim, yönetim, işletme, siyaset, düşünce veya mühendislik problemi, çözen insanın cinsiyetine göre değişmez. Bir kadın bazı şeyleri yapamıyorsa, burada sadece yapamadığını söyleyen erkekler değil, o kuralı öyle koyan tabiat da “suçlu”dur…

    Baki selam.

  9. Yazan:a.esin Tarih: Haz 23, 2007 | Reply

    Ece hanım sağolsun [zihnine sağlık], daha önce sadece kulak dolgunluğum olan “Kadınlar Halk Fırkası”ndan bahsetmiş. Bilmediğim ve belki de ilgilenmediğim için ısınamadığım, pek kulaç atmak istemediğim sular bunlar… Sanırım, hayat[ım], beni politikadan uzak tuttuğu için onun üzerinde derin analizlere hiç gitmedim. Futbol kadar bile bilmem.

    Ama yine de genel anlamda şunu söyleyebilirim: Bilim olsun, sanat olsun, din olsun, siyaset olsun yaşamın her alanına ait her sorunun cevabını mevcut paradigmada tıkılıp kalarak bulmaya çalıştığımızda muhtemel kısırdöngü[-ler] içinde kendi kuyruğunu kovalayan kedilere dönüyoruz.

    Mevcut siyasal (ve bununla ilintili ‘sosyal’) paradigmada, ve daha genel perspektifte modern dünyada, kadın sadece bir “erkek olmayan” mıdır? Kadın/erkek, sadece cinsel bir tanımlama mıdır, yoksa eşyaya-evrene farklı bakış, biçimlendiriş ve anlamlandırışın psikolojik nüvelerini (C.G. JUNG’un deyimiyle “anima-animus” arketipleri) ifade ediş midir? Mevcut paradigma, kadının kadın oluşuna dair, “cinsiyet-ötesi” özgün bir fikir olarak bize ne söyler?

    Biz, sadece bir cinsiyet tanımlaması olarak mı kadının her alanda elinin olmasını istiyoruz yoksa merhametin-şefkatin-ilginin-duygusal boyutun-yaratıcılığın-bütünselliğin sembolize edildiği ‘feminen’ bir boyutun paradigmayı parçalamasını mı düşünüyoruz? Eğer öyleyse, tartışmanın seyri çok farklı bir düzleme taşınır, XX–XY kromozomlarının mücadelesine indirgenmez.

    Ve aslında, en nihayetinde, bu mevcut sosyo-politik paradigma, dünyaya ve insana nasıl ve hangi açıdan, neye yönelik ve neye yönelterek bakar, sorusu…

    Saygılarımla,

  10. Yazan:zihni örer Tarih: Haz 23, 2007 | Reply

    Ece Hanım, ()
    “Kadın Halk Partisi” başlığıyla, Türk toplumunun azgın yarasına parmak basarken, ayrıntıların, aslında daha özgür tartışılamayacağı gibi bir endişe taşımaktayım.
    Konu, kadınların meclise girip-girmemesi olarak ele alınırsa, asıl sorunu ıskalamış olacağız!
    Kadını tarihlerin yorgun savaşçısı olarak görmek zorundayız. Savaşma gücünü kendinde bulamayan, hep edilgenliğe mahkum olan kadersiz savaşçı.. “Adı bu yüzden yok” belki de…

    Mustafa Kemal’in tepeden hediye ettiği temel haklarla savaştırılan kadınlar, aslında bindiği dalı kesmiş olduklarının farkında bile değiller.
    Nüfusumuzun yarısı olan kadınların en az %80’i, ve bu yüzdeye “şefkat tahakkümlü” baskı kriterleri, 600 yıllık Osmanlı teokratik (yarı din) yönetiminin kültür empozesi, günümüze nerdeyse kalıp olarak taşınmıştır.
    Bu durum aslında yalnızca bize has bir durum da değildir.

    Eski Yunan’dan bugüne, kadına yöneltilen suçlamaların hepsinde neden bunca ortak nokta bulunduğunu anlamak kolaydır: kadının içinde bulunduğu durum, birtakım yüzeysel değişikliklere rağmen, hep aynı kalmıştır ve kadının «kişiliği» dediğimiz şeyi oluşturan da işe bu durumdur: kadın «dünya kurulalı beri içinde taşıdığı niteliklerin, içkinliğin kurbanıdır», kadının özünde yadsımacılık vardır, kadın ihtiyatlı ve eli sıkıdır, kadında doğruluk ve titizlik kavramı yoktur, kadın ahlak nedir bilmez, kadın en aşağılık anlamda çıkarcıdır, kadın yalancıdır, oyuncudur, hep kendini düşünür… Bütün bu sözlerde doğru bir yan vardır.
    Yalnız, bütün bu davranışlar kadının hormonlarından gelmediği gibi, beyin hücrelerine doğmadan kazınmış da değildir: bunların hepsi, birer kalıp halinde, içinde bulunduğu durum tarafından yaratılmıştır*Simone de Beauvoir-kadın bağımsızlığa doğru./

    Evet, dinlerin “kadın değerleri”, bu koyu paragrafı dikkate almadığından, son yüz yılın insan haklarıyla savaş durumuna düşmekten kurtulamamıştır.

    Bu koşulları dikkate almayan kadın millet vekili olsa ne olur, olmasa ne olur.
    Çok komik bulduğum Merve Kavakçı’nın kobay olarak türbana endekslenen “savaşı”, özellikle kadınların hangi gaspedilmiş tarihsel haklarını dile getirmiştir?

    Örnek, A. Arman röportajı:
    İnsan neden örtünmeyi ister ya da siz neden istediniz?

    – Bu sizin eğiliminiz, arayışlarınız. Biz 12 Eylül öncesi çocuklarıyız, hepimizde var bu: Bir yere tutunmak, sorularımıza cevap bulmak…/F.K.Barbarosoğlu

    tutunmak.. Ama pamuk ipliğine…

    Simone de Beauvoir’ tariten günümüze biçimlendirilmiş kadını şöyle analiz ediyor:
    Erkeğin akıl yürütmeleri, kadının yaşadığı somut ger çeğe uymaz.Ve erkeklerin egemen olduğu dünyada, hiç
    bir şey yapmayan, hiçbir tasarıyı uygulayamayan, düşüncesi düşten ayrılmadığı için doğru nedir bilmez kadın.
    İşi gücü imge ve sözcüklerdir: bunun
    için de, en çelişik savları rahatça kabul eder; nasıl olsa
    etkisi dışında kalan bir alandaki gizleri açığa çıkarmaya
    uğraşmaz; bu konuda korkunç derecede belirsiz bilgilerle
    yetinir: partileri, düşünceleri, yerleri, insanları olayları
    birbirine karıştırır,kafasın içi tam bir panayır yeridir.
    Ama zaten oraya anlık getirmek, dünya sorunlarını
    say- açık seçik görmek onun işi değildir: ona, erkek yetkesini
    kabul etmeyi öğretmişlerdir; bunun için de, kendi hesabına eleştirmekten, inceleyip yargılamaktan vazgeçmiştir.
    Bu konuda, bir üst tabakanın eline bırakmıştır kendini.
    Onun için de, erkek dünyası, aşkın, mutlak bir gerçeklik
    gibidir gözünde.
    Frazer: «Erkekler tanrıları yaratır kadınlar –
    bunlara tapar» der. Erkekler kendi yarattıkları putlar önünde tam bir inançla diz çökemezler: kadınlarsa yaşam yolunda o ulu heykellerden birine rastladılar mı
    bunları hangi elin yarattığını düşünmeden, uslu uslu ye-re kapanırlar. Özellikle, Düzen’in Hak’kın bir önderde canlanmasından hoşlanırlar.

    “Kocaya itaat, evinin kadını, eksik etek, eksik akıl, yarım miras, yarım şahitlik…” anlayışına karşı savaşmayan kadın modeli, ancak, modern dedkleri kapitalizmin vitrinlerine, klasikleri de örtünün altına gizlenebilir. Oradan, kaste alınmışları tekrarlar durular.
    Tıpkı suna vidinliler
    Ve

    ayşe böhürler gibi…

  11. Yazan:Mehmet Yilmaz Tarih: Haz 24, 2007 | Reply

    Bu güzel yaziyi okurken aklima Demet Bilge Ergün’ün Radikal’de okudugum bir röprtaji geldi. AKP’nin 22 temmuzda neden %40’in üzerinde oy alacagini da (gizlice) açiklayan bir yazi bu 🙂

    Demet Bilge Ergün Bagcilar’daki parti merkezlerine tebdil-i kiyafet gitmis ve çok çarpici bilgilerle geri dönmüstü. Altan Öymen’in kisace özetledigi hadise su:

    “….
    Ergün özellikle kadin kollari üzerinde durmustu. Röportaj ekibinin baslangiçtaki kararina uygun olarak, yaptigi ziyaretlerde gazeteci oldugunu belli etmemisti. ‘Kararsiz’ bir ‘seçmen’ oldugunu söylemisti. Bu zaten gerçege aykiri degildi. Ergün, partileri birbiriyle karsilastirmak için soracagi sorulari o sifatiyla da sorabilirdi.
    Sordu, cevaplarini aldi. Yazdigi röportajda su saptamalari yapti:
    1- Gittigi parti ilçe merkezlerinden ikisinin kapisi kapaliydi. Binadaki komsu bürolardan aldigi bilgiye göre, birine üç gündür gelen giden olmamisti. Bu zaten, postacinin getirip kapi araligina sikistirdigi davetiye zarflarindan da anlasiliyordu.
    Kapisi kapali öteki merkezin sorumlusu da, komsularina birkaç gün için köyüne gidecegini bildirmisti.
    2- Demet Bilge Ergün öteki partilerden ikisinde, kendisiyle görüsmeye vakit ayirabilecek birer görevli bulmustu. Ama ikisi de erkekti. Kadin kolunu sordugunda birinden “Kadin kolumuz var” cevabini aldi ama, o kolda görevli olan kimseye ulasma imkânini bulamadi.
    Öteki parti merkezlerinden birinde, kadin kolu için bir ‘görevli’ bulundugu, ama ilçeye gelmedigi, bir digerinde de ‘kol’un feshedilmis oldugu bildirildi.
    3- Bagcilar’daki partilerden sadece birinde (AKP’de) kadin kolu üyelerini görebildi. Onlar bir toplanti halindeydi. Ama toplantilarini bitirdikten sonra Ergün’le mesgul oldular. Bazisinin basi kapali, bazisininki açikti. Içlerinden biri, ayni zamanda Ar-Ge (Arastirma-gelistirme) bölümü baskaniydi. Ergün’e kendi kartini ve telefon numarasini verdi.

    Röprtaji nette bulamadim ama Öymen’in yazisinin tamami için :
    http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=221948

    Ece Hanim’i bu hizli giris için tebrik ediyor, DD hayatinda basarilar diliyorum 🙂

    Muhabbetle

  12. Yazan:Ece Tarih: Haz 24, 2007 | Reply

    Compir bey,

    Calisan kadin aile hayati adina toplum hayati adina aslinda bir kayiptir. Kadinin birey olarak çalışamayacağı ya da giriştiği işlerin üstesinden gelemeyeceği anlamında değil, bilakis çalışma düzeninde yerini alan kadının toplumun diğer mekanizmalarında açtığı kapanmaz yaraya temas etmeye çalışmıştım.

    Çocuk yetiştirmeyi tercih eden ve kendini evine, ailesine adayan,günlük olarak kuaförüne gidip, kadın günlerinde vakit geçirmeyi seven kadınları, zorla alıp, illaki ülke ekonomisine katkıda bulunacaksın diyemeyiz elbette..
    Ama okuyup, meslek sahibi olup, “ben hem anneliği hem iş hayatımı birlikte yürütebilirim” diyen kabiliyetli kadınları da “sadece anne olmalısın” dayatmasıyla, eve mahkum edemeyiz..
    Örnek:
    http://www.akut.org.tr/Default.aspx?tabid=250&ItemID=737

    Kadının yeri evidir gibi dar bir sınırlamaya da gönlüm razı değil ancak modern toplumlarda sevgisiz büyüyen, bencil yaşamayı öğrenen ve anneden alacağını pek çok insani değerden yoksun nesillerin ortaya çıkmasında kadın’ın yokluğunun neden olduğunu göz ardı edemeyiz.

    Haklısınız…
    Ama modernizmin yükünü sadece annenin omuzlarına havale etmekte haksızlık olmaz mı?
    Çocuğu eğitmek ve her anlamda gerekli ve yeterli donanımlara sahip kılabilmek için, eğitimli bir anne daha faydalı olmaz mı…
    Bebeklik dönemini anneyle birlikte geçirdikten sonra, okula başladığında annenin çalışıyor olması, çocuğun kişisel gelişimini çok çok olumsuz etkilemez diye zannediyorum..
    Evde oturan her anne de “ideal annelik” yapıyor diyemeyiz ayrıca..

    Korkuyorum ki, kadın daha fazla vitrine çıktıkça zihinlerdeki makamı da bir o kadar yara alıyor ve kadınlar karşımıza anneliklerinden çok diğer hasletleriyle çıkıyorlar.

    Kadının zihinlerdeki makamını yaralayan, çalışması değil, onun etinden sütünden tüyünden faydalanıp, sizlerin hormon zaaflarınızdan faydalanıp, reklam ve pazarlama aracı olarak kullanan kapitalist düzendir..
    Suna Vidinli nin reklam edilmesi de buna benzer ..
    Böylesine sizin gibi ben de karşıyım..
    Ama gayet naif bir ilkokul öğretmeni yada bir akademisyen için de, vitrine çıkıyor, kadınlık yara alıyor diye kısır düşünemeyiz..

    Peki bunlardan ne kadarı gerçekten annelik mesleği yerine edindiği diğer meslekte bize ve topluma fayda şeklinde geri dönebiliyorlar?

    Nasıl ki her erkek, babalığı becerebilecek ve mükemmel bir baba olacak diye yaratılmamışsa, her kadın da mükemmel anne ve eş olacak diye yaratılmamış..
    Fıtratlar farklı farklı..
    Şimdi buraya çok başarılı olmuş, düzinelerce kadın ismi sıralayabiliriz..

    Bir ZEYNO BARAN mesela:P

    saygılarımla..

  13. Yazan:Ece Tarih: Haz 24, 2007 | Reply

    Emre bey,

    Aslında sizin istediğiniz türden cümleleri nasıl kuracağımı biliyorum, “meclis’te daha fazla kadın olmalı, demokrasimiz gelişmeli, serpilmeli ve bunun için de kadınlar da en iyi şekilde temsil edilmeli…” tarzı cümleler… Genelde dikkat ederseniz hep “-meli”, “-malı” diye biter böyleleri 🙂

    Yok yok, ben artık büyüdüm, “politikacı” dilinden hoşlanmıyorum..:))
    Realist ifadeler kullanmanız daha makbuldür..

    Ancak gerçek şudur: Türkiye’de kadınlar da, erkekler de hakettiklerini yaşamaktadırlar. Milyon tane -meli, -malı cümlesi yazsam da bunu değiştiremem. O sebeple bu konularda bana daha doğru gelen yaklaşım insanların neden oldukları durumda olduklarını kavramaya çalışmaktır

    Ama biraz haksızlık etmiş olmuyor musunuz..
    Kadınların mevcut halinden, kendilerinden ziyade, onlar üzerinde hak iddiası olan[baba, ağabey, eş..] erkekler sorumlu değiller mi biraz da..
    [Yukarıda Compir bey in yazdıkları az çok buna delildir..]
    Ben bir erkeğin okuması yada çalışması konusunda, kısıtlama hakkına sahip değilken, ebeveyn erkekler yada eşler, kadınların hakettiği yaşamın sınırlarını çizebiliyorlar..
    2007 yılında, GÜNEYDOĞU da hala “Haydi kızlar okula kampanyası” diye, bir kampanya mevcutsa, ve kızların okula gönderilmesi için babaların iknası için çaba harcanıyorsa, kendi hayatı üzerinde konuşma ve karar hakkı olmayan kızları sorumlu tutmaya hakkımız yok diye düşünüyorum..

    Kadınlar neden siyasete ilgisizdirler?

    Sağ beyin sol beyin meselesi:)

    Kadınlar neden eğitimlerini aksatmaktadırlar?

    Yukarıda yazdım, kadınlar genelde mahrum ediliyorlar..
    Yoksa babalar destek olduğu sürece ve zeka düzeyi yeterliyse niye aksatsın ki!

    Kadınlar neden dış görünüşlerine daha fazla önem vermektedirler?

    :))
    Vermesinler tamam…Kabul mü?
    Sizin yüzünüzden veriyorlar..

    Kadınlar neden kadındır da, erkek değildir?

    pardon??:))

    Kadınlar neden tüm toplumu ilgilendirecek, benim daha iyi bir erkek, kendilerinin de daha iyi kadın olmasına yarayacak siyaset geliştirmekten uzaktırlar?

    Yine kadınlar mı suçlu oldu..
    Şu an sistem sizin elinizde, dümen de sizin elinizde..
    Kadınlara şans verin diyoruz..Kaliteli kadın beyinlerinden faydalanalım diyoruz..
    Siz burada faydalanmayınca, elin gavuru HUDSON ENSTİTÜSÜ ne alıp faydalanıyor işte!

    Kadınlar neden matematikle daha az ilgilidirler? İlh.

    Mühendis olduğum için, gına gelene kadar matematikle içiçe oldum hep..
    O yüzden bu tezine katılmıyorum:)
    Bilkent teki kızlar duymasın sizi:)

    Bir de, eğer sorarsanız, ben de kadınlarla erkekler arasında bir eşitliğe inanmam. İnsanlar arasında da eşitliğe inanmam, adalete inanırım.

    Aynı şey değil midir..

    Erkeklerle kadınlar arasında, erkek ve kadın oldukları için (zihinsel, bedensel vs. anlamlarda) farklar mevcuttur ve kimsenin bu farklara yokmuş gibi yapıp, yine de kadınlara faydalı olacağına inanmam.

    Bunları inkar etmiyoruz ki..
    AYNI değiliz ama, EŞİT [eş sözcüğünden türeme..] olabiliriz..
    Bedensel ve zihinsel farklarımızı da faydaya dönüştürebiliriz..Puzzle gibi..
    Kadın illa ki , taş ocağında çalışamaz..Yada kanalizasyon işinde..
    Ben daha ziyade beyin gücünden faydalanılmasını savunuyorum..

    En sonda da: insanların ne istediğine dikkat etmek lazımdır. Kadınlar gerçekten siyaset yapmak istiyorlar mı? Yoksa mutlu olmak mı istiyorlar? Kadınlar gerçekten mecliste temsil edilmek istiyorlar mı? Yoksa bazıları kadınlıktan başka söyleyecek sözleri olmadığı için kadınların siyaset yapmak istediğini düşünmekten haz mı alıyor?

    Kadın erkek hepimiz, mevcut koşulların düzelmesini ve daha güzel, daha müreffeh bir ülkede uyanmak istiyoruz..
    Kadınlar en azından, kocasının oy verdiği partiye oy verirken bile biraz tereddüt etseler yeterli..
    Daha ileri siyaset yapmak isteyenlere de git çocuk doğur anne ol, elinin hamuruyla mecliste işin ne denilmesin..
    İran meclisindeki kadın sayısına bir bakılsın…

    Ece hanım, kainatın kuralları cinsiyete göre değişmez; ben bir elmayı yere bıraktığımda, bir kadının bıraktığından daha hızlı düşmez. Bir bilim, yönetim, işletme, siyaset, düşünce veya mühendislik problemi, çözen insanın cinsiyetine göre değişmez.

    Her erkek sizin gibi düşünmüyor işte:)

    Bir kadın bazı şeyleri yapamıyorsa, burada sadece yapamadığını söyleyen erkekler değil, o kuralı öyle koyan tabiat da “suçlu”dur…

    Her erkeğin beyni quantum fizikçisi olmak için yeterli değilse, her kadının beyni de siyasetçi olmak için yeterli değildir..
    KABUL..
    Ama yeterli olanların yoluna lütfen taş konulmasın..Mesele budur:)

    saygılarımla..

    Baki selam.

  14. Yazan:ceren Tarih: Haz 24, 2007 | Reply

    Ececiğim,

    Yüreğine,aklına ,kalemine sağlık bitanem.

    Derin Düşünce ailesindeki bu ilk, ama son olmayacağına inandığım yazılarında yaşının birçoğumuzdan küçük olmasına rağmen,hayata dair endişelerini,toplumsal hayatta bir hanım olarak yaşadığın avantaj veya dezevantajlarını,her şeyden önemlisi,Allah ‘ın huzurunda kul olarak taşıdığın kaygılarını en güzel şekilde dile getireceğine,paylaşacağına inanıyorum.

    Kadınların mecliste çoğunlukta olması meselesinde ben şu şekilde düşünüyorum.Aslında “kadınların çoğunlukta olması” düşüncesi bile bir bakıma zihinlerde yatan erkek-kadın ayrımının bir tezahürü değil midir?

    Şunu merak edip kendi kendime soruyorum, Parti liderleri,yazında verdiğin örnekteki gibi ilk sıraları kadın adaylara ayrırken ,acaba gerçekte hangi kaygılarla bunu yapmaktalar?

    Ya da hanımlar bir şekilde buna talip olurken ,asıl niyetleri nedir?
    Elbette kişilerin kalplerini açıp,gerçek niyetlerini bilmemiz mümkün değil.
    Ancak zaman içerisinde yaptıkları icraatlarında bunu bir dereceye kadar görebiliriz.Elbette bu arada da insan ömründen en az 4-5 yıl geçmiş olacak.

    Bir başka sorun,eğer bir kadınının yaşadığı sorunların,kendi hemcinsi tarafından daha iyi anlaşılabileceği,dolayısıyla dile getirebileceği düşünülüyorsa (ki bu bir dereceye kadar doğru olabilir)vekil olarak seçilecek kadınların, toplumun mümkün olan her kesimininden ,her düşünceden olan kişilerden oluşması gerekmez mi?Ama şimdiye kadar yaşanan acı tecrübeler bunun mümkün olmadığını bize defalarca göstermiştir.

    Ececiğim,
    Hani kendi bloğunda dünyadaki 3 yalana dair küçük bir köşen var.Ben bunlardan (en azından şimdilik)iki tanesinin yalan olduğunu düşünüyor ve bunlardan birisi olan Demokrasi nin başka ülkeler için bilemem ,ama bizim ülkemiz için,özü itibariyle değil ancak ,uygulamadaki durumuna bakarak, açıkçası seçimlerin sonucu her ne olursa olsun,çok bir şey değiştirmeyeceğine inanıyorum.

    Kişilerin kendi durumlarını sorgulamadıkları,yapılan her şeyin meşru bir kılıf bulduğu,dünyalık kaygıların
    ,ahiret inancının ve kaygısının önüne geçtiği,farklı düşüncede olanlara karşı duyulan öfkemizin ve hoşgörüsüzlüğümüzün had safhaya ulaştığı bir ortamda ,seçimlerin de ,velik olarak seçilecek bireylerin de ne derece etkili olacağı konusunda ciddi
    endişelerim var.
    Hatta bu seçimde hiçbir partiye oy vermemeyi bile düşünüyorum.
    Ama
    sonra,bu davranışıma rağmen,seçim sonucunda hangi parti ya da partiler seçilirse seçilsin,bu ülkede yaşayan bir birey olarak bundan etkleceğim aklıma geliyor ve eli mecbur ,ehven-i şer diyerek birisinde karar kılmak zorunda kalıyorum.

    Son olarak kendi
    adıma düşüncemi söyleyecek olursam,
    kadın ve erkeğin birbirlerin hasmı olduğu anlayışı yerine,yardımcısı olduğu düşüncesi zihnimize yerleşmediği,yaptığımız her işte,bir ahiret inancı kaygısı olmadığı,eğer böyle bir inanç taşımıyorsak en azından adalet,mefhumunu içimizde hissetmediğimiz ,insan olarak eşit olduğumuz ve dünyada en az bizim kadar yaşama hakkına sahip bir başkalarının da olduğu gerçeğini
    içimize sindiremediğimiz oranda ne kadın vekillerinin meclisteki sayısı
    ,ne de seçilecek herhangi partinin sorunlara çözüm olacağına inanmıyorum.

    En içten sevgi ve dualarımla….CEREN

  15. Yazan:Ece Tarih: Haz 24, 2007 | Reply

    Abdullah bey,

    Ece hanım sağolsun [zihnine sağlık], daha önce sadece kulak dolgunluğum olan “Kadınlar Halk Fırkası”ndan bahsetmiş. Bilmediğim ve belki de ilgilenmediğim için ısınamadığım, pek kulaç atmak istemediğim sular bunlar… Sanırım, hayat[ım], beni politikadan uzak tuttuğu için onun üzerinde derin analizlere hiç gitmedim. Futbol kadar bile bilmem.

    Asıl sizin zihninize sağlık..:)
    Değerli yorumunuzla ufkumu açtınız..

    “KADINLAR HALK FIRKASI” beni cidden şaşırttı, çünkü daha önce duymuş değildim..Türk feminizminin temel taşlarının Duygu Asena tarafından değil,Nezihe Muhittin tarafından atıldığını öğrenmiş oldum:)
    [belirteyim, asla feminist değilim..]
    Politika aslında kulaç atılacak kadar berrak bir deniz değil..Bakteri ve mikrop dolu..
    Ben de konuya biraz muzipçe yaklaşıp, kadınlar belki temizleyebilir diye bir ümitle, yaklaştım meseleye..

    Ama yine de genel anlamda şunu söyleyebilirim: Bilim olsun, sanat olsun, din olsun, siyaset olsun yaşamın her alanına ait her sorunun cevabını mevcut paradigmada tıkılıp kalarak bulmaya çalıştığımızda muhtemel kısırdöngü[-ler] içinde kendi kuyruğunu kovalayan kedilere dönüyoruz

    Çok haklısınız..
    Özellikle dini konularda, aynen tanımladığınız kedilerden farkımız kalmıyor..

    Mevcut siyasal (ve bununla ilintili ’sosyal’) paradigmada, ve daha genel perspektifte modern dünyada, kadın sadece bir “erkek olmayan” mıdır? Kadın/erkek, sadece cinsel bir tanımlama mıdır, yoksa eşyaya-evrene farklı bakış, biçimlendiriş ve anlamlandırışın psikolojik nüvelerini (C.G. JUNG’un deyimiyle “anima-animus” arketipleri) ifade ediş midir? Mevcut paradigma, kadının kadın oluşuna dair, “cinsiyet-ötesi” özgün bir fikir olarak bize ne söyler?

    Üzerine kitap yazılabilecek bir açılım getirmişsiniz..
    Cemil Meriç in kadın tanımını okuyalım …
    http://www.cemilmeric.net/arsiv/meric4/eserleri/kirkambar2/index.htm

    Bu yazıdan, kadının asıl görevinin annelik olduğu tezini çıkartabiliriz ama, Cemil Meriç in, Sosyoloji Profesörü bir kızı var:)[üstelik de anne..]

    Biz, sadece bir cinsiyet tanımlaması olarak mı kadının her alanda elinin olmasını istiyoruz yoksa merhametin-şefkatin-ilginin-duygusal boyutun-yaratıcılığın-bütünselliğin sembolize edildiği ‘feminen’ bir boyutun paradigmayı parçalamasını mı düşünüyoruz? Eğer öyleyse, tartışmanın seyri çok farklı bir düzleme taşınır, XX–XY kromozomlarının mücadelesine indirgenmez.

    Kendi adıma, XY kromozomlular çekilsin, biraz da biz yönetelim demiyorum:)
    Bazı alanlarda, yükü birlikte omuzlayabiliriz diyorum..
    Örneğin Milli Savunma Bakanı nın yada Genelkurmay Başkanının erkek olması daha evladır..
    İlla kadın olsun diye lüzumsuz ve faydasız bir diretmeyle sistemi tıkamaya gerek yok..

    Ve aslında, en nihayetinde, bu mevcut sosyo-politik paradigma, dünyaya ve insana nasıl ve hangi açıdan, neye yönelik ve neye yönelterek bakar, sorusu…

    Kadın denilince, zihinlerde canlanan görüntüyü, cinsel obje olmaktan biraz uzaklaştırıp, “insan” kimliğini ön plana çıkartabilirsek; sonrasında, erkeklerin şişirilmiş egolarını da biraz törpüleyebilirsek, “insan olmak” eşit paydasında ama birbirini tamamlayanlar olarak, belki, yoldaş, arkadaş, eş olarak daha çekilebilir bir hayata yelken açabiliriz..

    sevgi ve saygılarımla..

  16. Yazan:Ece Tarih: Haz 24, 2007 | Reply

    Sevgili Optio,

    Nezihe Muhittin ´in 2007 de yasamis olmasini istedim birden ….Aslinda hicte fena olmazdi …

    Partinin adı da günün şartlarına uygun olarak,
    TAP olurdu..[Türk Amazonları Partisi:))]

    Bence bir gün hersey degisicek …Üstelik bu degisiklikte seninde cok büyük payin olucagini düsünüyorum …sahsen ben , en cok seni görmek isterim mecliste …neden olmasin ? 🙂

    Reha Muhtar ın programına Fransız vekil çıkmasını bekliyorum, çıktıkları anda pataklarsam, bir dahaki seçimlerde liste başıyım:))
    Suna Vidinli den neyim eksik dimi ama:P

    Ayse Böhürler hakkinda cok fazla bilgim yoktu acikcasi , ama röportajlarini okudugum kadariyla cok samimi oldugunu düsünüyorum

    Kanal 7 de pek çok programın yapımcılığını ve yönetmenliğini yaptı..
    Çok hanımefendi ve dolu dolu bir hanım..
    AKP de kurucu üye olmasına rağmen, Tayyip Erdoğan a kafa tutabildi..[milliyetçilikle ilgili..]
    Şu an köşesini takip ediyorum, tavsiye ederim..

    Dedigin gibi , Suna Vidinli degilde , herhangi biri , bir erkek olmus olsaydi liste basi , kesinlikle katiliyorum ki o zaman nerden geldigi , sehri taniyip tanimadigi önemli olmayacakti kimse icin ….

    Malesef çoğu kadın bile, kadınlara güvenmiyor optio..
    Dişçisinin, jinekoloğunun, kuaförünün bile ERKEK olmasından yana tercih kullanıyor..
    Hal böyleyken, erkeklerin güvenmemesi çok doğal..Zamanla aşılacaktır bu güven sorunu inşallah..

    Sevgilerimle

  17. Yazan:blue Tarih: Haz 24, 2007 | Reply

    Meclisteki kadın oranı açısından fecaat arzediyoruz. Şu listeye bakın:
    http://www.ipu.org/wmn-e/classif.htm

    Yeni meclisin bile çok yetersiz olacağını düşünüyorum. Bu işler, kadınlara başkalarının seçilme hakkı veya koltuk ‘bahşetmesiyle’ olmuyor hanımefendiler…

  18. Yazan:Hasan C Tarih: Haz 24, 2007 | Reply

    Bir- Suna olayı; medya adamı rezil de eder, vezir de özdeyişinin güzel bir tezahürüdür.
    İki – Kadın henüz ne evine ne de sokaklara hakim. Dolayısıyla da meclis cephesinde daha yıllarca ” vitrin malzemesi ” olarak kullanılmaya mahkum.
    Üç – KAdın merkezli bir parti neden kurulmaz, anlayamıyorum. ECE !!! Bak bu fikrimi iyi düşün, yönetiminin kadın ağırlıklı olduğu bir parti kur, oy kullanmayı unutmuş olmama rağmen sizin partinize oy vereceğim.

  19. Yazan:Hatice Tarih: Haz 24, 2007 | Reply

    Ececim,

    Canim yeni sayfandan geldim buraya. Cok vaktim yok ama eline, zihnine saglik demeden gecmek istemedim.

    Bir de şunu söyleyeceğim; kadın partisi kurma fikri bana çok gereksiz geldi açıkçası. Yani ne yarıştırıyoruz ki? Eğer siyasi yeterliliğin olduğunu düşünüyorsan bunu topluma kabul ettir ve vitrin süsünden başka bir şey olarak hazır partilerde görev al. Bu ne kadar zorsa kadın egemen bir partinin meclise girmesi de o kadar zor bence. Hayallerini bölmek istemezdim ama böyle 🙂 Hoş girse bile girmemiş halinden fazla neyimiz olacak? Morçatılar azalır mı? Başlarını örten kızlar okula girebilir mi? Psikolojik ve cinsel tacize uğranmayan çalışma ortamları yaratılabilir mi? Falan filan..

    Şahsi kanaatim Türkiye’de kadının sonradan girdiği her alanda tahakküm hudutlarının erkekler tarafından belirlenmiş olduğu yönünde. AKP lutfedecek de bir bakanlık verecek kadına, CHP lutfedecek de sandalye ayıracak vs. Halbuki tabanda kadınlar nasıl çırpınıyorlar partileri için! Tırnağımızla kazıyarak almıyoruz hiçbir şeyi. Çıkar hesabına “Veriyorlar..” Yoksa Şebnem Kısaparmak’ın vekil adaylığı başka nasıl açıklanır ki?

    Bu arada yazı üslubunu beğendim. Işık var azizim sende :))

    Sevgiler,

  20. Yazan:Haydar Tarih: Haz 24, 2007 | Reply

    Bu günkü anlamda kadinlarin erkeklerle esit haklara sahip olmasi yolundaki verdigi mucadelenin temelinde 8 Mart 1857 de New Yorktaki konfeksiyon ve tekstil fabrikalarında calisan 40 bin iscinin kötu calisma kosullari ve dusuk ucrete karsi giristigi grevle baslamasi var. Polisin saldirdigi fabrikalarda cikan yanginda 129 kadin isci yanarak olmüstü. Avrupali kadinlar bu olaydan alinan dersi ulkelerindeki parlamentolara tasidilar, orgutlendiler, ve mucadeleyi uluslararasi arenada daha da yukselterek once 1975 yilinin BM de “Dunya Kadinlar Yili” olarak kutlanmasini sagladilar. Daha sonrada 8 Mart’in tum dunyada “Kadinlar Gunu” olarak kutlanmasini gerceklestirerek dunyada kadin ve sorunlarini tartismaya acmayi basarabildiler.

    Tam 150 senedir surdurulen bu mucadeleye ragmen kadin-erkek arasindaki esitsizlik hala sosyal-kulturel-ekonomik ucurum olarak devam edegelmis, zaman zaman ise cesitli ideolojik akimlar tarafindan somurulmustur.
    ***

    Okudugumuz cesitli literatur, hatta carpik bilimsel kaynaklarda, tabiattaki disi kuşun mutevazi, gosterissiz, sakin ve edilgen, fakat erkek kuşun ise aksine gosterisli ve dominant oldugu soylenir; boylece erkekler dunyasi parametrelerindeki yasam tarzinin ilahi bir tasarim oldugu yada doganin boyle bir duzen kurdugu iddia edilir.
    Gercekte ise bu tevazunun sebepleri cok daha derindedir. Disi kuş; hareket etme kaabiliyetinden yoksun yavrulari kamuflaj etme ve koruma ihtiyacindan dolayi daha goze batmaz olmak ve yuvaya yakin yasamak zorundadir.

    Bu tabiat kanunu kadin icin de ayni sekilde gecerlidir. Annelik duygusu geregi, bir erkege gore daha az manevra yetenegi olan kadin ve cocuklar –erkek tarihi- boyunca en kolay hedef olmuslar, her turlu bedensel ve zihinsel saldiriya maruz kalmislardir. Gunumuzdeki Darfur olaylarinda daga cikip kurtulan erkege karsin cocuklarindan ayrilamayip geride kalan kadinin caresizligi ve izdirabi bunun en guzel ornegidir.
    ***

    Ozellikle birkac bin yil oncesinden itibaren insanlarin köy-sehir gibi sosyal komplekslerde yasamaya baslamasi pekcok yeni kurallarin olusmasina sebep olmustur. Bu sosyal olgulardan birisi de birarada, yanyana yasamanin geregi olan mulkiyet alani (territory) duygusunun karmasiklasmasidir. Malum oldugu uzere mulkiyet ‘erkekce’ bir duygu olup korunmasi, sahiplenilmesi gereken kavramlari, kimseleri, nesneleri icerir… arazi, ev, esyalar ve icindeki kimseler buna dahildir.
    Iste koy-sehir yasamina adimini atan kadin, o gunden itibaren kendi dunyasini erkeklerin dunyasina terketmek zorunda kalmis, genel anlamda, cogu cografyalarda, 1850 li yillara kadar o dunyanin mahkumu olarak yasamistir.
    Bu hal, kadin ve cocuklar icin bir yandan avantajlar sagladigi halde bir yandanda sosyal hastaliklara sebep olmustur. O gunden sonra kadin ve cocuklar daima baski altinda tutulmus, birakin kendi yasamlari hakkinda kararlar almayi, kendi bedenleri ile ilgili kararlari bile veremez duruma dusmuslerdir.
    ***

    Erkeklerden zeka olarak hicte asagi olmayan kadinlar, bu “erkekce” sosyal strukturun olusturdugu hayat tarzi ve KADIN DUNYASININ DOGAL RITMI ikilemi icerisinde on binlerce yildir ruhsal ve entellektuel izdiraplar cektikleri yetmiyormus gibi birde bu “erkekce” dunyadaki sorunlardan en cok zarar goren kesimi olusturmuslardir. Dayak yiyen kadindan, eve mahkum olana, tecavuze ugrayanindan, okula gonderilmeyenine, carsafa sokulandan tore kurbani yapilanina, yonetici yapilmayanindan, bedeni satilanlara kadar binlerce cesit “erkek dunyasi” hastaliginin magduru olan kadinlar daha cok caba sarfederek bu hastaliktan kendilerini siyirmali ve dunyayi “erkek dunyasi” halinden “insanlik dunyasi” haline getirmelidir.
    ***

    Milliyet, din, devlet, mulkiyet vs yerine insani, bireyi merkeze yerlestiren demokrasi kadin esitligini realize eden tek platformdur.

  21. Yazan:anselmo Tarih: Haz 24, 2007 | Reply

    bir ara “şehla gözlü bu kız”, “yok bee basbayağı şaşı işte” tartışmalarıyla gündemde olan suna vidinli’yi ilk kez geçen aylarda papa’nın türkiye ziyareti sırasında televizyonda görmüştüm. dp’nin -gerçekleşmesi çok zor bir ihtimal olsa da- barajı geçip meclise girmesi durumunda etkileyici hitap tarzıyla özellikle genç bekar ‘mebus’ları etkileyeceği bir ihtimal olarak çok uzakta değildir;)

    fakat politikaya soyunanların türkiye/dünya politik arenasına kadın da olsalar erkek ipiyle inmeleri ne farkedecek ki? dedirtiyor: “ne farkedecek bacım?”

    oturdukları yerden dünyaya kadın gözüyle bakabilecekler mi? kadın duyarlılığını yansıtabilecekler mi? ola ki kadın gözüyle bakmayı denediler yerlerinden kalkabilecek, daha ileriye gidebilecekler mi?

    fatma hanım, kendisine muhtemelen dayatılacak “erkek fatma” rolünü mü benimseyecek yoksa fatma olarak kalabilecek mi? yakın politik tarihin sözde kadın’ları demir leydi margaret thatcher, türk politik hayatının trafik kazası çiller ve dominant condi hemcinslerini temsil edebilmişler miydi?

    belki sorun bu kişilerin kadın veya erkek olması değil, politika denen şeyin artık “insani” olmamasıdır. politika denen şey tekrar insani sınırlar içine girdiğinde zaten muhatabımızın kadın veya erkek olması bir şeyi değiştirmeyecek.

    yoksa elbette onları toplumsal hayatın her alanında; doktor, mimar, mühendis, milletvekili, vali, teknik direktör, yönetmen, müdür, bilgisayar programcısı, şair ve vinç operatörü, otrobüs şoförü olarak görmeye kimsenin itirazı olmaz. -tabi kimse beni mutfağa girmeye zorlamayacaksa;) galiba bu da ayrı bir tartışma konusudur-

  22. Yazan:anselmo Tarih: Haz 24, 2007 | Reply

    bir ara “şehla gözlü bu kız”, “yok bee basbayağı şaşı işte” tartışmalarıyla gündemde olan suna vidinli’yi ilk kez geçen aylarda papa’nın türkiye ziyareti sırasında televizyonda görmüştüm. dp’nin -gerçekleşmesi çok zor bir ihtimal olsa da- barajı geçip meclise girmesi durumunda etkileyici hitap tarzıyla özellikle genç bekar ‘mebus’ları etkileyeceği bir ihtimal olarak çok uzakta değildir;)

    fakat politikaya soyunanların türkiye/dünya politik arenasına kadın da olsalar erkek ipiyle inmeleri ne farkedecek ki dedirtiyor: “ne farkedecek bacım?”

    oturdukları yerden dünyaya kadın gözüyle bakabilecekler mi? kadın duyarlılığını yansıtabilecekler mi? ola ki kadın gözüyle bakmayı denediler yerlerinden kalkabilecek, daha ileriye gidebilecekler mi?

    fatma hanım, kendisine muhtemelen dayatılacak “erkek fatma” rolünü mü benimseyecek yoksa fatma olarak kalabilecek mi? yakın politik tarihin sözde kadın’ları demir leydi margaret thatcher, türk politik hayatının trafik kazası çiller ve dominant condi hemcinslerini temsil edebilmişler miydi?

    belki sorun bu kişilerin kadın veya erkek olması değil, politika denen şeyin artık “insani” olmamasıdır. politika denen şey tekrar insani sınırlar içine girdiğinde zaten muhatabımızın kadın veya erkek olması bir şeyi değiştirmeyecek.

    yoksa elbette onları toplumsal hayatın her alanında; doktor, mimar, mühendis, milletvekili, vali, teknik direktör, yönetmen, müdür, bilgisayar programcısı, şair, vinç operatörü, otobüs şoförü olarak görmeye kimsenin itirazı olmaz. -tabi kimse beni mutfağa girmeye zorlamayacaksa;) galiba bu da ayrı bir tartışma konusudur-

  23. Yazan:Emre Şahin Tarih: Haz 24, 2007 | Reply

    Aslında sizin istediğiniz türden cümleleri nasıl kuracağımı biliyorum, “meclis’te daha fazla kadın olmalı, demokrasimiz gelişmeli, serpilmeli ve bunun için de kadınlar da en iyi şekilde temsil edilmeli…” tarzı cümleler… Genelde dikkat ederseniz hep “-meli”, “-malı” diye biter böyleleri 🙂

    Yok yok, ben artık büyüdüm, “politikacı” dilinden hoşlanmıyorum..:))
    Realist ifadeler kullanmanız daha makbuldür..

    🙂

    Ancak gerçek şudur: Türkiye’de kadınlar da, erkekler de hakettiklerini yaşamaktadırlar. Milyon tane -meli, -malı cümlesi yazsam da bunu değiştiremem. O sebeple bu konularda bana daha doğru gelen yaklaşım insanların neden oldukları durumda olduklarını kavramaya çalışmaktır

    Ama biraz haksızlık etmiş olmuyor musunuz..

    Tek tek insanlar için haksızlıktan sözedebilirsiniz (ben bunda da pek emin değilim) ancak insanların geneli hakettikleri şekilde yaşamaktadırlar. Kadınlar da, kendilerine eziyet edecek erkeklere meyyaldirler bir çok durumda, kısacası.

    Kadınların mevcut halinden, kendilerinden ziyade, onlar üzerinde hak iddiası olan[baba, ağabey, eş..] erkekler sorumlu değiller mi biraz da..
    [Yukarıda Compir bey in yazdıkları az çok buna delildir..]

    Neticede o erkekler de uzaydan gelmiyorlar, anneleri yetiştiriyor, etraflarındaki kadınlardan öğreniyorlar… Böyle bir sorumluluk zinciri yarattığınızda, herkesin “benim ailem, toplumum böyle istedi de böyle oldum” deme hakkı olur, bu da Adem babaya kadar gider. (O da kendi yanlışının sorumluluğunu eşine atabilir, o da zaten şeytan dediydi der, şeytan da “zaten beni Allah bu iş için yaratmıştı” der… Allah ne der bilmiyorum, orası gayba giriyor. ;))

    Kadınlar kadınlığı erkeklerden değil, kadınlardan öğreniyorlar. Buna erkeklerin zaaflarını istismar etmek de, koca bulup keyfine bakmak da, kadınlarla ilişkilendirilebilecek bir sürü şey de dahil…

    Ben bir erkeğin okuması yada çalışması konusunda, kısıtlama hakkına sahip değilken, ebeveyn erkekler yada eşler, kadınların hakettiği yaşamın sınırlarını çizebiliyorlar..

    İşin sadece bir yönüne bakıyorsunuz. Her zorluk bir kolaylıkla gelir. Buradaki tavrın bir kısıtlama olması, kadın çalışmak istiyorsa, okumak istiyorsa geçerlidir. Eğer “normal” olan kadının çalışmaması ve okumamasıysa böyle bir kısıtlama mevcut değildir.

    Kaçırdığınız şey sanırım şu: Her kültür kendi içinde tutarlı bir bütün oluşturur. Gidip o “kısıtlama”yı yapan erkeklere sorduğunuzda da, kendi dünya anlayışları açısından doğru bir şey yaptıklarını görürsünüz. O erkekleri o kültürde yetiştiren, mesela “elalem ne der oğlum?” diyen anneleri mevcuttur hepsinin ve kültür -kadın, erkek- hepsinin kültürüdür.

    2007 yılında, GÜNEYDOĞU da hala “Haydi kızlar okula kampanyası” diye, bir kampanya mevcutsa, ve kızların okula gönderilmesi için babaların iknası için çaba harcanıyorsa, kendi hayatı üzerinde konuşma ve karar hakkı olmayan kızları sorumlu tutmaya hakkımız yok diye düşünüyorum..

    O babalara sordunuz mu neden göndermek istemiyorlar kızlarını? Köyün oğlanlarıyla aynı sınıfta oturması ayıp karşılandığı içindir belki? Köy yerinde laf olduğu içindir? Başlarını açmak zorunda oldukları içindir? Belki babalar içinde yaşadıkları dünyayı savunmaya çalışıyorlardır, kızlarının okuyup da kendilerini beğenmez olmasından korkuyolardır? Kocaya kaçmasından korkuyorlardır?

    Kimsenin tek başına “kızlar okusun”a karşı çıkacağını sanmıyorum. Ancak buradaki mesele çok defa konunun “okumak”la kalmıyor olması. Bizim köylüye ve onun tarihi kültürüne bakışımız çok defa “oryantalist” bir bakış ve onlara kendi kültürleri içinde gelişmekten ziyade, şehirlilerin kültürüne adapte (daha doğrusu asimile) olmayı dayatıyoruz. O babalar kızlarının “daha iyi kız” olmasını istemediğinden veya eğitim istemediğinden değil, sunulan eğitimi istemediğinden öyle davranıyorlar.

    Şöyle bir düşünün, bu köylerde sadece kızlara yönelik eğitim veren, başörtülü gidilebilecek, hem (bugünkünden daha hafif) derslerini, hem ev işlerini, hem Kur’an okumayı, hem anadilini, hem günlük hayatta lazım olacak şeyleri öğreten bir takım okullar olsa, o babalar yine kızlarını okula göndermez mi? Hem kızların okula devam etmesinin yolu da böylece açılmaz mı? Bir defa sisteme girdiğinde, devam etmesi kolaydır…

    Tabi burada insanın “bizim hayatımız, anlayışımız daha doğru, biz daha medeniyiz, o halde onların da bizim gibi medenileşmesi gerek” demesi mümkün, o halde farkediyoruz ki mesele “kızlar” değil, “kültür”. O zaman da, kusura bakmayın, benim için Batı kültüründen mülhem bir “eşitlik” de, o babaların “kız kısmısı evinde oturur”u da aynı derecede yetersiz.

    Kadınlar neden siyasete ilgisizdirler?

    Sağ beyin sol beyin meselesi:)

    Neden ki? Siyaset genelde lafla yapılır, kadın da laf konusunda erkekten ilerdedir.

    Kadınlar neden eğitimlerini aksatmaktadırlar?

    Yukarıda yazdım, kadınlar genelde mahrum ediliyorlar..
    Yoksa babalar destek olduğu sürece ve zeka düzeyi yeterliyse niye aksatsın ki!

    Buradaki konu sadece babalar değil. Ben babaların (ve anaların) destek olup da, kızların ilgilenmediği daha çok durum olduğunu düşünüyorum. Erkeklere “engel olmayın” demek kolay. Ancak kadınlara “daha çok çalışın” diyen kimse yok.

    Kadınlar neden dış görünüşlerine daha fazla önem vermektedirler?

    :))
    Vermesinler tamam…Kabul mü?
    Sizin yüzünüzden veriyorlar..

    🙂

    Ben bunun tabii olduğunu düşünüyorum. Kadının kendine özen göstermesi, beğenilmek istemesi, bunu duymak istemesi vs. doğal şeyler.

    Kadınlar neden kadındır da, erkek değildir?

    pardon??:))

    Bu sorunun da sebebi bu doğallık. Kadının kendine has bir yaratılışı olduğunu inkar mı edeceğiz? Onlardan erkek mi yapacağız? Bir kadına “sen kendi güzelliğinle ilgilenme, beyninle yer al hayatta” mı diyeceksiniz? O zaman bu kadına kadınlığını inkar ettirmek değil mi?

    Hangi insan evladı sadece akıldan veya beyinden ibarettir?

    Kadınlar neden tüm toplumu ilgilendirecek, benim daha iyi bir erkek, kendilerinin de daha iyi kadın olmasına yarayacak siyaset geliştirmekten uzaktırlar?

    Yine kadınlar mı suçlu oldu..
    Şu an sistem sizin elinizde, dümen de sizin elinizde..
    Kadınlara şans verin diyoruz..Kaliteli kadın beyinlerinden faydalanalım diyoruz..
    Siz burada faydalanmayınca, elin gavuru HUDSON ENSTİTÜSÜ ne alıp faydalanıyor işte!

    Kadınlar suçlu değil, yine de eğer kadınları kurtarmaya çalışıyorsanız, erkekleri de kurtarmanız gerekir. Sadece birini kurtaramazsınız. Erkeğin kadınsız, kadının erkeksiz anlamı yoktur. Daha iyi kadınlar için daha iyi erkekler, daha iyi erkekler için de daha iyi kadınlar gerekir. Tencere-kapak meselesi… Sadece tencereleri genişletemezsiniz, kapakları da genişletmek gerekir.

    İsteyen kadınlar zaten erkekleri de yönetir, istedikleri yere de gelirler. Padişah olamayabilirler ama padişahları parmaklarında oynatabilirler. Çoğu evde kadının sözü geçer, ancak farklı şekillerde “hüküm” sürerler, erkeğin “hükmü” gösteriştedir ve yüzeydedir, yine de bir çok kadın neyi nasıl yaptıracağını bilir.

    Meselemiz kadının aklından, bilgisinden, yeteneğinden istifade etmekse, bulduğum zaman kaçırmam, kimsenin kaçıracağını da sanmıyorum. Yine de dünyanın -ve erkeklerin ve hayatın- nasıl işlediğinden habersiz bir takım “fikirler” geliştirip, sonra da bunların neden gözönüne alınmadığını düşünmekte de fayda olabilir.

    Kadınlar neden matematikle daha az ilgilidirler? İlh.

    Mühendis olduğum için, gına gelene kadar matematikle içiçe oldum hep..
    O yüzden bu tezine katılmıyorum:)
    Bilkent teki kızlar duymasın sizi:)

    Bende matematikçilerin hayatını anlatan bir kitap var: “Men of Mathematics” adında. “Okumak”la, “matematik yapmak” arasında ciddi bir fark vardır. (Kendi mesleğim için aşağıda biraz yazdım.)

    Cinsiyete bağlı zihni farklılık hakkında yapılmış araştırmalar, genelde kadınlar dil konusunda daha iyi, uzamsal/matematiksel zekada daha kötü olduklarını söylüyor. (Ayrıca mesela kadınlar gece daha iyi görürken, erkekler gündüz daha iyi görür. Şimdi “benim tanıdığım bir erkek kör var” diyebilirsiniz tabii, benim de gözüm bozuk da, bu ayrı mesele…) Tek tek kişiler bunun dışına çıkabilirler, ancak “genel”den bahsederken tek tek kişileri ele almak pek uygun olmaz.

    Erkekler yapmaya, kadınlar konuşmaya meyillidir. Eşitlik adına bir kadına konuşamayacağı bir iş ortamı sunmak, mesela, bir erkeği (Allah korusun) “karı dırdırı” içine atmak gibidir… vs. (Biraz eski ama ben bunlara şu kitaptan baktım, ama Internet’tede bir şeyler var.)

    Bir de, eğer sorarsanız, ben de kadınlarla erkekler arasında bir eşitliğe inanmam. İnsanlar arasında da eşitliğe inanmam, adalete inanırım.

    Aynı şey değil midir..

    Şöyle bir örnek vereyim: İki insana eşit davranmak içlerinde bulundukları şartları gözönüne almadan davranmaktır. Adil olmaksa, her insanın (ve durumun) farklı şartlara sahip olabileceğini kabul etmektir.

    Açıklayıcı bir örnek olması açısından, bir kadına dönemsel rahatsızlıkları gözönüne alınmadan sınav vs. tarihi vermek eşitliktir, gözönüne alır, onun bir erkek olmadığını düşünür de, öyle ayarlar (veya kadınlara böyle bir “bahane” hakkı) verirseniz, adil olmaya çalışmış olursunuz.

    Bir tenis maçında kadınla erkeği karşı karşıya getirmek eşitliktir, ancak kadının zayıflığını gözönüne alıp böyle bir müsabakanın adil olmadığını söylerseniz, daha doğru yapmış olursunuz. Onun için “karma” spor takımlar pek yoktur.

    “Eşitlik”ten aynı şeyi anlamıyor olabiliriz, ancak ben kadına kadın gibi davranmanın, onun erkeklerden daha iyi yerler olabileceğini kabul ederken, daha kötü yerler olabileceğini de kabul etmenin adil olduğuna inanırım.

    Erkeklerle kadınlar arasında, erkek ve kadın oldukları için (zihinsel, bedensel vs. anlamlarda) farklar mevcuttur ve kimsenin bu farklara yokmuş gibi yapıp, yine de kadınlara faydalı olacağına inanmam.

    Bunları inkar etmiyoruz ki..
    AYNI değiliz ama, EŞİT [eş sözcüğünden türeme..] olabiliriz..
    Bedensel ve zihinsel farklarımızı da faydaya dönüştürebiliriz..Puzzle gibi..
    Kadın illa ki , taş ocağında çalışamaz..Yada kanalizasyon işinde..
    Ben daha ziyade beyin gücünden faydalanılmasını savunuyorum..

    Kafkasya’ya gittiğimde, bütün belediye işçilerinin kadın olduğunu anlattılar. Turuncu tulumları içinde ellerinde kazma kürek parklarda çalışıyorlardı. Kadınlar maden işçiliği de yapar, erkeklerin yapabileceği her işi de yapabilir. Ancak mesele “güzel yapmak” ve “uygunluk”sa: Suyu bidonla da içebilirsiniz, bardakla da içebilirsiniz, takdir sizindir.

    Kadınlarda sadece bedensel değil, zihni farklar da mevcuttur. Misalen kadınların aynı anda iki işi birden yapmaları daha çok kazaya sebep verir, tek işi ise daha dikkatli yaparlar. (Örgü örerken konuşmak buna dahil mi bilmiyorum 😉 ) Arabaları daha kötü kullanmalarının sebebi de, bahsedildiği gibi uzamsal zekalarının daha az gelişmiş olmasıdır. (Araba sürerken cep telefonuyla konuşan bir kadını görürsem, erkek gördüğümden daha hızlı uzaklaşırım etrafından, kadın düşmanı olmak, eşitlik şehidi olmaktan evla olabilir.)

    “Eşit”i, “eş”ten türetmiyorum, iki eş, birbirine eşit olmayabilir. (Genellikle değildir.) Aynılıktan neyi kasdettiğinizi bilmem, ancak neticede hiç bir iki şey mutlak olarak aynı değildir zaten. (Bundan sonrası felsefeye -ve bir ölçüde doktora konuma- giriyor, çok merak ediyorsanız yazınız.)

    En sonda da: insanların ne istediğine dikkat etmek lazımdır. Kadınlar gerçekten siyaset yapmak istiyorlar mı? Yoksa mutlu olmak mı istiyorlar? Kadınlar gerçekten mecliste temsil edilmek istiyorlar mı? Yoksa bazıları kadınlıktan başka söyleyecek sözleri olmadığı için kadınların siyaset yapmak istediğini düşünmekten haz mı alıyor?

    Kadın erkek hepimiz, mevcut koşulların düzelmesini ve daha güzel, daha müreffeh bir ülkede uyanmak istiyoruz..
    Kadınlar en azından, kocasının oy verdiği partiye oy verirken bile biraz tereddüt etseler yeterli..
    Daha ileri siyaset yapmak isteyenlere de git çocuk doğur anne ol, elinin hamuruyla mecliste işin ne denilmesin..
    İran meclisindeki kadın sayısına bir bakılsın…

    Aslında günlük siyasetle ilgilenmiyorum. Oy vermiyorum, kadınların mecliste olmasının da benim hayatımda ne gibi bir değişiklik yapabileceğini çözebilmiş değilim. Eğer bir kadın bu ülke için bir şeyler yapacaksa, zaten bunu kadınlığıyla değil, başka hasletleriyle yapacaktır. Milletvekili olmak isteyen yeterince kadın olduğunda, yeterince kadın vekil de olacaktır.

    Ece hanım, kainatın kuralları cinsiyete göre değişmez; ben bir elmayı yere bıraktığımda, bir kadının bıraktığından daha hızlı düşmez. Bir bilim, yönetim, işletme, siyaset, düşünce veya mühendislik problemi, çözen insanın cinsiyetine göre değişmez.

    Her erkek sizin gibi düşünmüyor işte:)

    Öyle düşünmeyen erkeklerin verebileceği çok örnek var. Sizin “falanca var” diyerek gösterdiğiniz olumlu bir örneğe, bir erkek “1000 tane filanca var” şeklinde bir itirazda bulunabilir.

    Bir kadın bazı şeyleri yapamıyorsa, burada sadece yapamadığını söyleyen erkekler değil, o kuralı öyle koyan tabiat da “suçlu”dur…

    Her erkeğin beyni quantum fizikçisi olmak için yeterli değilse, her kadının beyni de siyasetçi olmak için yeterli değildir..
    KABUL..
    Ama yeterli olanların yoluna lütfen taş konulmasın..Mesele budur:)

    Ben sizin bu yazının aslında anlattığınız Samsun’daki liste hadisesini bilmiyorum. Onun için de günlük siyasete dair fazla bir yorum yapamam.

    Yine de kadınlarla ilgili genel fikrimin kadınları tanıdığım ölçüde olumsuzlaştığını söyleyebilirim. Asistanlığımın sağladığı bir gözlem imkanı da oldu. Teknik konularda, bilhassa kendi mesleğimde, (Grace Hopper, Ada Augusta gibi birkaç isim dışında) kadınların pek bir katkısı yoktur. Bunun sadece “engelleyen erkek”le açıklanamayacağını da biliyorum. Etrafımda o şabalak üniversite sınavında (benden de) hayli yüksek puanlar almış bir çok kadın olduğu halde benim kadar aşkla program yazan bir kadın henüz görmedim. (Erkek vardır, benden daha iyisi de mevcut olabilir.) “Akademisyenlik” veya “öğretmenlik”ten bahsetmiyorum, bir işi dersi olmadığı halde, sonunda sınav kazanmayacağı halde güzel yapmaktan duyulan hazdan bahsediyorum ve bu konuda kadınların erkeklerden bir farkı olduğunu söyleyebilecek -veya bu konuda bir önyargı geliştirecek- kadar tecrübem oldu.

    Mesela girin bugün bilgisayarla ilgili ciddi bir e-mail grubuna (mesela emacs’in, linux’un vs. geliştirme gruplarına), göreceğiniz isimlerin herhalde %95’i (belki daha fazlası) erkektir. Neticede bu erkeklerin yetiştiği toplumda kadınların da isterlerse bunları öğrenme imkanı var ve bu konu aslında desteklenen de bir konu. (Misalen geçen sene bizim bölümden University of Maryland’e aynı derecedeki bir kızla bir erkekten kız olanı girebildiği halde, erkek olanı “yeterli kontenjan olmadığı” için giremedi, kız kotası varmış.) Ben de kızların daha iyi bilgisayar “mühendisi” olmasını isterim, mesleğimde bir çok erkek de bu konuda hemfikirdir herhalde. Yine de daha sosyal alanlarla, mesela psikoloji, sosyoloji, edebiyat vs. alanlarla karşılaştırdığımızda, teknik işlerde kadınların daha zorlandığını düşünüyorum. (O sebeple iyi program yazan erkek nadirse, iyi program yazan kız da hayalden ibarettir. ;)) (Kendimden biliyorum, kızlar program yazmayı değil, yazdırmayı daha iyi biliyorlar ;))

    Siyaset de böyle bir konu olabilir. Çok farklı etkenler rol oynar. Bugün ben istesem de milletvekili olamam, beni kimse tanımaz, harcayacak param yoktur, çevrem yoktur, o kadar yalan söyleyemem, seçmen denen insanların karşısına çıkıp “sizin hayatınızı biz kurtarırız” diyemem, çünkü seçmenlerin hayatlarını kurtarmaları için yapmaları gereken beni seçmeleri değil, daha çok çalışmalarıdır. Sizin için mebusluk bir sembol olabilir, yine de bir insanın milletvekili olmasının ona hiç bir değer katmayacağını düşünürüm. Bir kadının iyi bir kadın (ve insan) olmasından başka değer ölçüsü yoktur, bu iyiliğe çocuklarını iyi yetiştirmekten, mesleğinde iyi olmaya pek çok kriter girebilir; iyi siyasetçi olmak da bunlardan sadece biri ve bence önemsiz biridir.

    Bir kadının siyaset gibi ilgilenmediği ve zaten umurunda olmayan bir konuda kocasına sorup oy vermesi bana gayet doğal geliyor. Erkek de eve alınacak koltuk takımının rengi gibi (aslında insanın kime oy verdiğinden daha önemli) pek çok konuyu eşine bırakabilir. Burada kalkıp, “ey erkek, hakkını ara, ne demek bu işleri eşine bırakmak” mı diyeceğiz?

    Ha diyorsunuz ki: Evin dışında eğlence daha çok, kime oy verdiğimiz, koltuk takımının renginden daha önemli, biz de daha çok görünmek, eğlenmek, çalışmak istiyoruz. Erkeklerin dünyası o kadar da güzel bir yer değildir, eşitlik konusunda söylenenler de sadece yarım doğrular olabilir, dikkat edin…

    Postscript: Tekrar okuduktan sonra bu tartışmayı bundan daha ileri götürmekten sıkılacağımı farkettim. Bu konularda havanda su dövmeyi pek sevmiyorum, söylenecek yeni bir şey pek yok; başka konularda, nadiren de olsa, havan patlıyor, iyi oluyor. Bu konuların şahsa mahsus konular olduğunu, ortalıkta konuşulmasının pek anlamlı olmadığını düşünürüm. O sebeple ne cevap verirseniz verin, neticede haklı olduğunuzu baştan kabul ediyorum. “Daha çok kadın milletvekili olmalıdır, kadınların önündeki engeller kaldırılmalıdır, hatta meclise sadece kadınlar girmelidir… Ya Ya Ya, Şa Şa Şa, Hatun Takım Çok Yaşa!” :p

  24. Yazan:Emre Şahin Tarih: Haz 24, 2007 | Reply

    Aslında sizin istediğiniz türden cümleleri nasıl kuracağımı biliyorum, “meclis’te daha fazla kadın olmalı, demokrasimiz gelişmeli, serpilmeli ve bunun için de kadınlar da en iyi şekilde temsil edilmeli…” tarzı cümleler… Genelde dikkat ederseniz hep “-meli”, “-malı” diye biter böyleleri 🙂

    Yok yok, ben artık büyüdüm, “politikacı” dilinden hoşlanmıyorum..:))
    Realist ifadeler kullanmanız daha makbuldür..

    🙂



    Ancak gerçek şudur: Türkiye’de kadınlar da, erkekler de hakettiklerini yaşamaktadırlar. Milyon tane -meli, -malı cümlesi yazsam da bunu değiştiremem. O sebeple bu konularda bana daha doğru gelen yaklaşım insanların neden oldukları durumda olduklarını kavramaya çalışmaktır

    Ama biraz haksızlık etmiş olmuyor musunuz..

    Tek tek insanlar için haksızlıktan sözedebilirsiniz (ben bunda da pek emin değilim) ancak insanların geneli hakettikleri şekilde yaşamaktadırlar. Kadınlar da, kendilerine eziyet edecek erkeklere meyyaldirler bir çok durumda, kısacası.


    Kadınların mevcut halinden, kendilerinden ziyade, onlar üzerinde hak iddiası olan[baba, ağabey, eş..] erkekler sorumlu değiller mi biraz da..
    [Yukarıda Compir bey in yazdıkları az çok buna delildir..]

    Neticede o erkekler de uzaydan gelmiyorlar, anneleri yetiştiriyor, etraflarındaki kadınlardan öğreniyorlar… Böyle bir sorumluluk zinciri yarattığınızda, herkesin “benim ailem, toplumum böyle istedi de böyle oldum” deme hakkı olur, bu da Adem babaya kadar gider. (O da kendi yanlışının sorumluluğunu eşine atabilir, o da zaten şeytan dediydi der, şeytan da “zaten beni Allah bu iş için yaratmıştı” der… Allah ne der bilmiyorum, orası gayba giriyor. ;))

    Kadınlar kadınlığı erkeklerden değil, kadınlardan öğreniyorlar. Buna erkeklerin zaaflarını istismar etmek de, koca bulup keyfine bakmak da, kadınlarla ilişkilendirilebilecek bir sürü şey de dahil…


    Ben bir erkeğin okuması yada çalışması konusunda, kısıtlama hakkına sahip değilken, ebeveyn erkekler yada eşler, kadınların hakettiği yaşamın sınırlarını çizebiliyorlar..

    İşin sadece bir yönüne bakıyorsunuz. Her zorluk bir kolaylıkla gelir. Buradaki tavrın bir kısıtlama olması, kadın çalışmak istiyorsa, okumak istiyorsa geçerlidir. Eğer “normal” olan kadının çalışmaması ve okumamasıysa böyle bir kısıtlama mevcut değildir.

    Kaçırdığınız şey sanırım şu: Her kültür kendi içinde tutarlı bir bütün oluşturur. Gidip o “kısıtlama”yı yapan erkeklere sorduğunuzda da, kendi dünya anlayışları açısından doğru bir şey yaptıklarını görürsünüz. O erkekleri o kültürde yetiştiren, mesela “elalem ne der oğlum?” diyen anneleri mevcuttur hepsinin ve kültür -kadın, erkek- hepsinin kültürüdür.


    2007 yılında, GÜNEYDOĞU da hala “Haydi kızlar okula kampanyası” diye, bir kampanya mevcutsa, ve kızların okula gönderilmesi için babaların iknası için çaba harcanıyorsa, kendi hayatı üzerinde konuşma ve karar hakkı olmayan kızları sorumlu tutmaya hakkımız yok diye düşünüyorum..

    O babalara sordunuz mu neden göndermek istemiyorlar kızlarını? Köyün oğlanlarıyla aynı sınıfta oturması ayıp karşılandığı içindir belki? Köy yerinde laf olduğu içindir? Başlarını açmak zorunda oldukları içindir? Belki babalar içinde yaşadıkları dünyayı savunmaya çalışıyorlardır, kızlarının okuyup da kendilerini beğenmez olmasından korkuyolardır? Kocaya kaçmasından korkuyorlardır?

    Kimsenin tek başına “kızlar okusun”a karşı çıkacağını sanmıyorum. Ancak buradaki mesele çok defa konunun “okumak”la kalmıyor olması. Bizim köylüye ve onun tarihi kültürüne bakışımız çok defa “oryantalist” bir bakış ve onlara kendi kültürleri içinde gelişmekten ziyade, şehirlilerin kültürüne adapte (daha doğrusu asimile) olmayı dayatıyoruz. O babalar kızlarının “daha iyi kız” olmasını istemediğinden veya eğitim istemediğinden değil, sunulan eğitimi istemediğinden öyle davranıyorlar.

    Şöyle bir düşünün, bu köylerde sadece kızlara yönelik eğitim veren, başörtülü gidilebilecek, hem (bugünkünden daha hafif) derslerini, hem ev işlerini, hem Kur’an okumayı, hem anadilini, hem günlük hayatta lazım olacak şeyleri öğreten bir takım okullar olsa, o babalar yine kızlarını okula göndermez mi? Hem kızların okula devam etmesinin yolu da böylece açılmaz mı? Bir defa sisteme girdiğinde, devam etmesi kolaydır…

    Tabi burada insanın “bizim hayatımız, anlayışımız daha doğru, biz daha medeniyiz, o halde onların da bizim gibi medenileşmesi gerek” demesi mümkün, o halde farkediyoruz ki mesele “kızlar” değil, “kültür”. O zaman da, kusura bakmayın, benim için Batı kültüründen mülhem bir “eşitlik” de, o babaların “kız kısmısı evinde oturur”u da aynı derecede yetersiz.


    Kadınlar neden siyasete ilgisizdirler?

    Sağ beyin sol beyin meselesi:)

    Neden ki? Siyaset genelde lafla yapılır, kadın da laf konusunda erkekten ilerdedir.


    Kadınlar neden eğitimlerini aksatmaktadırlar?

    Yukarıda yazdım, kadınlar genelde mahrum ediliyorlar..
    Yoksa babalar destek olduğu sürece ve zeka düzeyi yeterliyse niye aksatsın ki!

    Buradaki konu sadece babalar değil. Ben babaların (ve anaların) destek olup da, kızların ilgilenmediği daha çok durum olduğunu düşünüyorum. Erkeklere “engel olmayın” demek kolay. Ancak kadınlara “daha çok çalışın” diyen kimse yok.


    Kadınlar neden dış görünüşlerine daha fazla önem vermektedirler?

    :))
    Vermesinler tamam…Kabul mü?
    Sizin yüzünüzden veriyorlar..

    🙂

    Ben bunun tabii olduğunu düşünüyorum. Kadının kendine özen göstermesi, beğenilmek istemesi, bunu duymak istemesi vs. doğal şeyler.


    Kadınlar neden kadındır da, erkek değildir?

    pardon??:))

    Bu sorunun da sebebi bu doğallık. Kadının kendine has bir yaratılışı olduğunu inkar mı edeceğiz? Onlardan erkek mi yapacağız? Bir kadına “sen kendi güzelliğinle ilgilenme, beyninle yer al hayatta” mı diyeceksiniz? O zaman bu kadına kadınlığını inkar ettirmek değil mi?

    Hangi insan evladı sadece akıldan veya beyinden ibarettir?


    Kadınlar neden tüm toplumu ilgilendirecek, benim daha iyi bir erkek, kendilerinin de daha iyi kadın olmasına yarayacak siyaset geliştirmekten uzaktırlar?

    Yine kadınlar mı suçlu oldu..
    Şu an sistem sizin elinizde, dümen de sizin elinizde..
    Kadınlara şans verin diyoruz..Kaliteli kadın beyinlerinden faydalanalım diyoruz..
    Siz burada faydalanmayınca, elin gavuru HUDSON ENSTİTÜSÜ ne alıp faydalanıyor işte!

    Kadınlar suçlu değil, yine de eğer kadınları kurtarmaya çalışıyorsanız, erkekleri de kurtarmanız gerekir. Sadece birini kurtaramazsınız. Erkeğin kadınsız, kadının erkeksiz anlamı yoktur. Daha iyi kadınlar için daha iyi erkekler, daha iyi erkekler için de daha iyi kadınlar gerekir. Tencere-kapak meselesi… Sadece tencereleri genişletemezsiniz, kapakları da genişletmek gerekir.

    İsteyen kadınlar zaten erkekleri de yönetir, istedikleri yere de gelirler. Padişah olamayabilirler ama padişahları parmaklarında oynatabilirler. Çoğu evde kadının sözü geçer, ancak farklı şekillerde “hüküm” sürerler, erkeğin “hükmü” gösteriştedir ve yüzeydedir, yine de bir çok kadın neyi nasıl yaptıracağını bilir.

    Meselemiz kadının aklından, bilgisinden, yeteneğinden istifade etmekse, bulduğum zaman kaçırmam, kimsenin kaçıracağını da sanmıyorum. Yine de dünyanın -ve erkeklerin ve hayatın- nasıl işlediğinden habersiz bir takım “fikirler” geliştirip, sonra da bunların neden gözönüne alınmadığını düşünmekte de fayda olabilir.


    Kadınlar neden matematikle daha az ilgilidirler? İlh.

    Mühendis olduğum için, gına gelene kadar matematikle içiçe oldum hep..
    O yüzden bu tezine katılmıyorum:)
    Bilkent teki kızlar duymasın sizi:)

    Bende matematikçilerin hayatını anlatan bir kitap var: “Men of Mathematics” adında. “Okumak”la, “matematik yapmak” arasında ciddi bir fark vardır. (Kendi mesleğim için aşağıda biraz yazdım.)

    Cinsiyete bağlı zihni farklılık hakkında yapılmış araştırmalar, genelde kadınlar dil konusunda daha iyi, uzamsal/matematiksel zekada daha kötü olduklarını söylüyor. (Ayrıca mesela kadınlar gece daha iyi görürken, erkekler gündüz daha iyi görür. Şimdi “benim tanıdığım bir erkek kör var” diyebilirsiniz tabii, benim de gözüm bozuk da, bu ayrı mesele…) Tek tek kişiler bunun dışına çıkabilirler, ancak “genel”den bahsederken tek tek kişileri ele almak pek uygun olmaz.

    Erkekler yapmaya, kadınlar konuşmaya meyillidir. Eşitlik adına bir kadına konuşamayacağı bir iş ortamı sunmak, mesela, bir erkeği (Allah korusun) “karı dırdırı” içine atmak gibidir… vs. (Biraz eski ama ben bunlara Pierce Howard’ın “The Owner’s Manual for the Brain” isimli kitabından baktım, ama Internet’te de bir şeyler bulursunuz. (Link vermiştim ama linkli yorumlar yayınlanmıyor sanırım.))


    Bir de, eğer sorarsanız, ben de kadınlarla erkekler arasında bir eşitliğe inanmam. İnsanlar arasında da eşitliğe inanmam, adalete inanırım.

    Aynı şey değil midir..

    Şöyle bir örnek vereyim: İki insana eşit davranmak içlerinde bulundukları şartları gözönüne almadan davranmaktır. Adil olmaksa, her insanın (ve durumun) farklı şartlara sahip olabileceğini kabul etmektir.

    Açıklayıcı bir örnek olması açısından, bir kadına dönemsel rahatsızlıkları gözönüne alınmadan sınav vs. tarihi vermek eşitliktir, gözönüne alır, onun bir erkek olmadığını düşünür de, öyle ayarlar (veya kadınlara böyle bir “bahane” hakkı) verirseniz, adil olmaya çalışmış olursunuz.

    Bir tenis maçında kadınla erkeği karşı karşıya getirmek eşitliktir, ancak kadının zayıflığını gözönüne alıp böyle bir müsabakanın adil olmadığını söylerseniz, daha doğru yapmış olursunuz. Onun için “karma” spor takımlar pek yoktur.

    “Eşitlik”ten aynı şeyi anlamıyor olabiliriz, ancak ben kadına kadın gibi davranmanın, onun erkeklerden daha iyi yerler olabileceğini kabul ederken, daha kötü yerler olabileceğini de kabul etmenin adil olduğuna inanırım.


    Erkeklerle kadınlar arasında, erkek ve kadın oldukları için (zihinsel, bedensel vs. anlamlarda) farklar mevcuttur ve kimsenin bu farklara yokmuş gibi yapıp, yine de kadınlara faydalı olacağına inanmam.

    Bunları inkar etmiyoruz ki..
    AYNI değiliz ama, EŞİT [eş sözcüğünden türeme..] olabiliriz..
    Bedensel ve zihinsel farklarımızı da faydaya dönüştürebiliriz..Puzzle gibi..
    Kadın illa ki , taş ocağında çalışamaz..Yada kanalizasyon işinde..
    Ben daha ziyade beyin gücünden faydalanılmasını savunuyorum..

    Kafkasya’ya gittiğimde, bütün belediye işçilerinin kadın olduğunu anlattılar. Turuncu tulumları içinde ellerinde kazma kürek parklarda çalışıyorlardı. Kadınlar maden işçiliği de yapar, erkeklerin yapabileceği her işi de yapabilir. Ancak mesele “güzel yapmak” ve “uygunluk”sa: Suyu bidonla da içebilirsiniz, bardakla da içebilirsiniz, takdir sizindir.

    Kadınlarda sadece bedensel değil, zihni farklar da mevcuttur. Misalen kadınların aynı anda iki işi birden yapmaları daha çok kazaya sebep verir, tek işi ise daha dikkatli yaparlar. (Örgü örerken konuşmak buna dahil mi bilmiyorum 😉 ) Arabaları daha kötü kullanmalarının sebebi de, bahsedildiği gibi uzamsal zekalarının daha az gelişmiş olmasıdır. (Araba sürerken cep telefonuyla konuşan bir kadını görürsem, erkek gördüğümden daha hızlı uzaklaşırım etrafından, kadın düşmanı olmak, eşitlik şehidi olmaktan evla olabilir.)

    “Eşit”i, “eş”ten türetmiyorum, iki eş, birbirine eşit olmayabilir. (Genellikle değildir.) Aynılıktan neyi kasdettiğinizi bilmem, ancak neticede hiç bir iki şey mutlak olarak aynı değildir zaten. (Bundan sonrası felsefeye -ve bir ölçüde doktora konuma- giriyor, çok merak ediyorsanız yazınız.)


    En sonda da: insanların ne istediğine dikkat etmek lazımdır. Kadınlar gerçekten siyaset yapmak istiyorlar mı? Yoksa mutlu olmak mı istiyorlar? Kadınlar gerçekten mecliste temsil edilmek istiyorlar mı? Yoksa bazıları kadınlıktan başka söyleyecek sözleri olmadığı için kadınların siyaset yapmak istediğini düşünmekten haz mı alıyor?

    Kadın erkek hepimiz, mevcut koşulların düzelmesini ve daha güzel, daha müreffeh bir ülkede uyanmak istiyoruz..
    Kadınlar en azından, kocasının oy verdiği partiye oy verirken bile biraz tereddüt etseler yeterli..
    Daha ileri siyaset yapmak isteyenlere de git çocuk doğur anne ol, elinin hamuruyla mecliste işin ne denilmesin..
    İran meclisindeki kadın sayısına bir bakılsın…

    Aslında günlük siyasetle ilgilenmiyorum. Oy vermiyorum, kadınların mecliste olmasının da benim hayatımda ne gibi bir değişiklik yapabileceğini çözebilmiş değilim. Eğer bir kadın bu ülke için bir şeyler yapacaksa, zaten bunu kadınlığıyla değil, başka hasletleriyle yapacaktır. Milletvekili olmak isteyen yeterince kadın olduğunda, yeterince kadın vekil de olacaktır.


    Ece hanım, kainatın kuralları cinsiyete göre değişmez; ben bir elmayı yere bıraktığımda, bir kadının bıraktığından daha hızlı düşmez. Bir bilim, yönetim, işletme, siyaset, düşünce veya mühendislik problemi, çözen insanın cinsiyetine göre değişmez.

    Her erkek sizin gibi düşünmüyor işte:)

    Öyle düşünmeyen erkeklerin verebileceği çok örnek var. Sizin “falanca var” diyerek gösterdiğiniz olumlu bir örneğe, bir erkek “1000 tane filanca var” şeklinde bir itirazda bulunabilir.


    Bir kadın bazı şeyleri yapamıyorsa, burada sadece yapamadığını söyleyen erkekler değil, o kuralı öyle koyan tabiat da “suçlu”dur…

    Her erkeğin beyni quantum fizikçisi olmak için yeterli değilse, her kadının beyni de siyasetçi olmak için yeterli değildir..
    KABUL..
    Ama yeterli olanların yoluna lütfen taş konulmasın..Mesele budur:)

    Ben sizin bu yazının aslında anlattığınız Samsun’daki liste hadisesini bilmiyorum. Onun için de günlük siyasete dair fazla bir yorum yapamam.

    Yine de kadınlarla ilgili genel fikrimin kadınları tanıdığım ölçüde olumsuzlaştığını söyleyebilirim. Asistanlığımın sağladığı bir gözlem imkanı da oldu. Teknik konularda, bilhassa kendi mesleğimde, (Grace Hopper, Ada Augusta gibi birkaç isim dışında) kadınların pek bir katkısı yoktur. Bunun sadece “engelleyen erkek”le açıklanamayacağını da biliyorum. Etrafımda o şabalak üniversite sınavında (benden de) hayli yüksek puanlar almış bir çok kadın olduğu halde benim kadar aşkla program yazan bir kadın henüz görmedim. (Erkeklerde benden daha iyisi de mevcuttur.) “Akademisyenlik” veya “öğretmenlik”ten bahsetmiyorum, bir işi dersi olmadığı halde, sonunda sınav kazanmayacağı halde güzel yapmaktan duyulan hazdan bahsediyorum ve bu konuda kadınların erkeklerden bir farkı olduğunu söyleyebilecek -veya bu konuda bir önyargı geliştirecek- kadar tecrübem oldu.

    Mesela girin bugün bilgisayarla ilgili ciddi bir e-mail grubuna (mesela emacs’in, linux’un vs. geliştirme gruplarına), göreceğiniz isimlerin herhalde %95’i (belki daha fazlası) erkektir. Neticede bu erkeklerin yetiştiği toplumda kadınların da isterlerse bunları öğrenme imkanı var ve bu konu aslında desteklenen de bir konu. (Misalen geçen sene bizim bölümden University of Maryland’e aynı derecedeki bir kızla bir erkekten kız olanı girebildiği halde, erkek olanı “yeterli kontenjan olmadığı” için giremedi, kız kotası varmış.) Ben de kızların daha iyi bilgisayar “mühendisi” olmasını isterim, mesleğimde bir çok erkek de bu konuda hemfikirdir herhalde. Yine de daha sosyal alanlarla, mesela psikoloji, sosyoloji, edebiyat vs. alanlarla karşılaştırdığımızda, teknik işlerde kadınların daha zorlandığını düşünüyorum. (O sebeple iyi program yazan erkek nadirse, iyi program yazan kız da hayalden ibarettir. ;)) (Kendimden biliyorum, kızlar program yazmayı değil, yazdırmayı daha iyi biliyorlar ;))

    Siyaset de böyle bir konu olabilir. Çok farklı etkenler rol oynar. Bugün ben istesem de milletvekili olamam, beni kimse tanımaz, harcayacak param yoktur, çevrem yoktur, o kadar yalan söyleyemem, seçmen denen insanların karşısına çıkıp “sizin hayatınızı biz kurtarırız” diyemem, çünkü seçmenlerin hayatlarını kurtarmaları için yapmaları gereken beni seçmeleri değil, daha çok çalışmalarıdır. Sizin için mebusluk bir sembol olabilir, yine de bir insanın milletvekili olmasının ona hiç bir değer katmayacağını düşünürüm. Bir kadının iyi bir kadın (ve insan) olmasından başka değer ölçüsü yoktur, bu iyiliğe çocuklarını iyi yetiştirmekten, mesleğinde iyi olmaya pek çok kriter girebilir; iyi siyasetçi olmak da bunlardan sadece biri ve bence önemsiz biridir.

    Bir kadının siyaset gibi ilgilenmediği ve zaten umurunda olmayan bir konuda kocasına sorup oy vermesi bana gayet doğal geliyor. Erkek de eve alınacak koltuk takımının rengi gibi (aslında insanın kime oy verdiğinden daha önemli) pek çok konuyu eşine bırakabilir. Burada kalkıp, “ey erkek, hakkını ara, ne demek bu işleri eşine bırakmak” mı diyeceğiz?

    Ha diyorsunuz ki: Evin dışında eğlence daha çok, kime oy verdiğimiz, koltuk takımının renginden daha önemli, biz de daha çok görünmek, eğlenmek, çalışmak istiyoruz. Erkeklerin dünyası o kadar da güzel bir yer değildir, eşitlik konusunda söylenenler de sadece yarım doğrular olabilir, dikkat edin…

    Postscript: Tekrar okuduktan sonra bu tartışmayı bundan daha ileri götürmekten sıkılacağımı farkettim. Bu konularda havanda su dövmeyi pek sevmiyorum, söylenecek yeni bir şey pek yok; başka konularda, nadiren de olsa, havan patlıyor, iyi oluyor. Bu konuların şahsa mahsus konular olduğunu, ortalıkta konuşulmasının pek anlamlı olmadığını düşünürüm. O sebeple ne cevap verirseniz verin, neticede haklı olduğunuzu baştan kabul ediyorum. “Daha çok kadın milletvekili olmalıdır, kadınların önündeki engeller kaldırılmalıdır, hatta meclise sadece kadınlar girmelidir… Ya Ya Ya, Şa Şa Şa, Hatun Takım Çok Yaşa!” :p

  25. Yazan:T. Suat Demren Tarih: Haz 25, 2007 | Reply

    Şimdi, bu kadim tartışma konusuna girmeye hiç niyetim yok, baştan söyleyeyim. 🙂

    Yorumları okudum, Emre bey’in düşüncelerinin çoğunluğuna katıldığımı söyleyeyim sadece.

    Son bilimsel bulgulardan hareketle kadın – erkek farklılığına ilişkin olarak yazılmış, yine aynı bağlamda Batı’da ki eşitlik feminizminin nasıl giderek farklılık feminizmine döndüğünü anlatan uzun bir makaleyi işlemiştimir yazımda.

    Değişen Dünyada Feminizm başlıklı yazı okunursa, Emre Bey’in söyledikleri şeyler ile dikkat çekmek istediği yön daha iyi anlaşılabilir kanaatindeyim.

    Bu yazıyı Derin Düşünce’de yayınlayacaktım fakat bir türlü firsat olmamıştı bu tartışma vesilesiyle yayınlamak gerek.

    Çünkü gerçekten yapılan araştırmalar kadın ile erkeğin farklı olduğunu, eşit değil eş olduğunu, yani birbirlerini tamamladığını gösteriyor.

    Batı’da Radikal Feminist akımların teorisyenleri bunu farketmiş ve bu alanda bir dönüşüm var şu anda; yani eşitlik feminizminden farklılık feminizmine geçiş..

    Ece’nin yazısına cevap gibi değil ama genel olarak konuya ilşkin olduğundan az sonra yayınlayacağım yazıyı 🙂

    Selamlar.

  26. Yazan:Ece Tarih: Haz 25, 2007 | Reply

    Zihni bey,

    Değerli katkınız için çok teşekkür ederim..:)

    Yalnız, bütün bu davranışlar kadının hormonlarından gelmediği gibi, beyin hücrelerine doğmadan kazınmış da değildir: bunların hepsi, birer kalıp halinde, içinde bulunduğu durum tarafından yaratılmıştır*Simone de Beauvoir-kadın bağımsızlığa doğru

    Evet, dinlerin “kadın değerleri”, bu koyu paragrafı dikkate almadığından, son yüz yılın insan haklarıyla savaş durumuna düşmekten kurtulamamıştır.

    Dinler genellemesini bir kenara bırakıp, islamiyeti baz alırsak;
    müslüman kadının, islam öncesi dönemdeki kadından farklı olarak, yüceltildiğini ve daha önce sözkonusu olmayan pek çok hakkının da teslim edildiğini görüyoruz..

    Daha sonraki dönemlerde, bu haklarından mahrum edildiyse, bunun suçlusu islam değil, belki islamCIlardır..
    Sizin de hemfikir olacağımıza emin olduğum şu ki;
    kadını kapitalizm kadar aşağılayan ve pespaye haline getiren hiç bir sistem yoktur zannediyorum..
    En son şu meşhur mayo reklamı olayında din eksenli yaygara koparıldığında, ses çıkartması gereken pek çok kadın kuruluşunun gıkı çıkmadı..!!

    Bu koşulları dikkate almayan kadın millet vekili olsa ne olur, olmasa ne olur.
    Çok komik bulduğum Merve Kavakçı’nın kobay olarak türbana endekslenen “savaşı”, özellikle kadınların hangi gaspedilmiş tarihsel haklarını dile getirmiştir?

    Merve hanım eksenli olmasın..
    Olayı başörtülü kadınlar üzerinden ele alalım..
    Mecliste bulunmak istemeleri niçin tehlikelidir?
    Defalarca dile getirdim, o kürsüye çıkabilen nice türbanlı(!!) erkek var iken, kadın üzerinden yaygara koparılması ne kadar adildir?

    Ayrıca, bir kısım kadınlar özgürlüğü hakediyor, bir kısım kadınlar haketmiyor demek, adil bir özgürlük anlayışı olabilir mi?
    İşte ben demokrasiye inancımı [bu ülkedeki..] bu yüzden yitirdim..
    sevgi ve saygılarımla..

  27. Yazan:Ece Tarih: Haz 25, 2007 | Reply

    Canım Ceren ciğim,
    Öncelikle verdiğin destek ve değerli katkıların için teşekkür ederim..

    Hani kendi bloğunda dünyadaki 3 yalana dair küçük bir köşen var.Ben bunlardan (en azından şimdilik)iki tanesinin yalan olduğunu düşünüyor ve bunlardan birisi olan Demokrasi nin başka ülkeler için bilemem ,ama bizim ülkemiz için,özü itibariyle değil ancak ,uygulamadaki durumuna bakarak, açıkçası seçimlerin sonucu her ne olursa olsun,çok bir şey değiştirmeyeceğine inanıyorum.

    demişsin..

    Demokrasi ye teoride tabi ki inanıyorum..
    Fakat pratikte varolabileceğini olan inancımı da malesef yavaş yavaş kaybediyorum..:(
    Özellikle 367 komedisinde sonra, Van Savcısının görevden alınmasından ve Şemdinli olaylarından sonra, hukuğa olan inancımı ve güvenimi de yitirdim..
    Belki dünyanın en büyük 4 yalanı diye düzeltme yapmalıyım:(
    *darwinizm
    *demokrasi
    *hukuk
    *ve aşk…

    en içten sevgilerimle..

  28. Yazan:zihni örer Tarih: Haz 25, 2007 | Reply

    “Kadın Halk Fırkası” başlığının, “özgür kadın-tutuklu kadın” kavramına sürüklemesi kaçınılmazdır.
    Burada, politikaya girmesi gereken kadın sayısını gözlemlerken, yukarıda dediğim gibi, içinde bulunduğumuz sömürü sisteminin tıkanıklığını açmaya çalışma çabasından öteye gitmeyeceğini söylemeye çalışmıştım.
    Bunu söylerken, kadının bu günkü dışlanan niteliklerinin, tarihteki cinsiyet ayrımcılığından kaynaklandığını demiştim.

    Buradaki tartışmalarda görülüyor ki, kadına, tarihin yüklediği bu “statüko kilitli” misyonun korunma çabası sürmektedir. Buradaki arkadaşların yaklaşımlarının ise, biçimsel mantığın algısından öteye geçemediğini görüyorum. Oysa, diyalektik yaklaşımla, kadını bu günlere taşıyan değerlerin nedenleri üzerine yürünmesi gerektiğini saptayabiliriz.

    İnsan haklarındaki kazanımlar, insanların örgütlenebildiği güç ölçüsünde kabul görmüştür. Öyle bir güç ki, geriye doğru gidildikçe, popüler güç olarak, “pazu” önde olduğundan, kadınların neden arka planda kaldıkları anlaşılmaktadır.
    Sanayileşmeyle birlikte, reklam sektörü ve iş yeri monotonluğunu dikkate alan iş yeri sahipleri, kadınların da vitrine çıkması gerektiğini düşünmüş olmalı ki, kadınları (en azından iş yeri yolunda) D vitamini alır duruma getirmişlerdir.
    Alınan bu D vitamini, ve bürodaki yaptıkları işin erkekten aşağı kalmaz yanını keşfettiklerinde, beyinde hangi dürtüleri kışkırttıysa, 1940’lı yıllardan sonra, feminist hareketi başlatma gereğini duymuşlardır.
    Feminist harekete katıl(a)mayan kadınlar ise, erkek karşısında hileli eylemleri sürdürmeyi tercih etmiştir.
    “zorbalığın bulunduğu her yerde, iki yüzlülük vardır; yasak ve kaçakçılık, aşk ile ticaretin ayrılmaz öğeleridir” diyor düşünür.
    Bir de, tamamen statükoya eğilen kadın türleri vardır ki, onlar adına fazla söze gerek duymuyorum (şimdilik).
    Yorumcuların, günümüz kadınının erkeğe eşit olmadığını anlatmaya çabalarken, bir de EŞİTLİK kavramındaki anlaşılmazlığın öne çıktığını görmekteyiz.

    Kadın erkekten zayıftır, kadın erkekten daha iyi program yapamaz, kadın erkekten daha hızlı koşamaz, kadın….. gibi yaklaşımlara şaşmamak elde değil!
    Eşitlikten anladığımız şey, fiziksel, duygusal, zekasal, eylemsel, bilimsel…vs kapasiteler (asla) değildir. Neden bu kısır yaklaşımlara tenezzül ederler anlamış değilim.
    Kadın-erkek eşitliğinden kastedilen şey, cinsiyet farkından dolayı, temel insan haklarının eşitlenmesi anlayışıdır.
    Buradaki yorumcuların diliyle gidersek, bir kadın bir başka kadına da eşit değildir. Bir erkek çocuktan bir kadın, fiziksel ve kültürel olarak daha fazla yeteneklere sahip olabilir. Bir erkek bir başka erkekten, ya da bir kadın birçok erkekten daha fazla yeteneklere sahip olabilir.
    Bu eşitsizlikten dolayı, temel haklardan mahrum edilen erkek çocuk veya yetişkin bir erkek görülmüş müdür?
    Evet görülmüştür. Ama farklı kulvarda görülmüştür. Kapitalizm, kadınlarını tamamını, erkeklerin de daha çok ahmaklarını sömürmüştür.

    Sevgili Suat dostumun “değişen dünyada feminizm” başlıklı yazısına biraz göz gezdirdim ama, yazı uzun olduğundan, sonunu alamadım. Bu yüzden yorumlamaya gerek duymadım.
    Elbette, düşünceler, kendini yenileyerek, asıl amacın İNSAN ONURUNU kurtarmaya yönelik olduğunu düşünüyoruz.
    Bu yüzden, feminizm hareketini, insan hakları kapsamından daha özel bir yeri olduğundan dikkate almaktayım. Çünkü, buradaki değerlendirmelerden de görüldüğü gibi, kadına sadece “kadın cinsiyeti” ayırımının sürdüğünü düşünüyorum.
    sevgi ve selamlar.

  29. Yazan:knz Tarih: Haz 26, 2007 | Reply

    ece hanım 🙂

    Ne üzücü ki , bizi feministlik yapmmaıza rus ve amerkalı kadınlar uzayda mekik kenetleyerek gerek bırakmadılar.

    allah için onlar o güne kadar iyi ter döktüler.
    ne demiş şair; ayinesi iştir kişin lafa bakılmaz.

    biz de tembel tembel o kapıdan girdik.
    yok galiba cumhuriyet ilan ettiler, vay tazminat fermanı mıydı artık bilem,
    bizler içeri itildik.

    valla da oy kullanabilirsin, billahi de hukuk okuyabilirsin dediler .
    aa sahi mi ? yaa falan dedik., amerika’da tıp okuyan bi kadın varmış madem dedik..

    yoksa artık biz konuşur duurduki tek başına yola çıkar mı ? ehliyet almak caiz mi diye ? oy kullanmakta erkek işi olablirdi yani.

    ben zihni beyle aranıza girmek istemiyorum. konuya devam edin 🙂

    Ayşa Böhler, Ayşa Armanla röportajında ben pembe giymem demişti.
    Ben enetellektüel düzeyinin bu görüşünden bir fazla olduuğunu düşünmüyorum.

    ececim izlenimlerde yazını görmemiştim, yazı yazdım., çok zarifsin çok teşekkür ederim., siz söyeyin ben sitemi falan silerim. o kadar hırsım yok yani
    🙂

  30. Yazan:zihni örer Tarih: Haz 26, 2007 | Reply

    Ece Hanım’a cevap
    Zihni bey,
    Değerli katkınız için çok teşekkür ederim..:)

    Rica ederim efendim, taraftarım pek olmaz da, yine de yeşillik (kızıllık mı yoksa) olsun dedim).
    Dinler genellemesini bir kenara bırakıp, islamiyeti baz alırsak;
    müslüman kadının, islam öncesi dönemdeki kadından farklı olarak, yüceltildiğini ve daha önce sözkonusu olmayan pek çok hakkının da teslim edildiğini görüyoruz..

    Haklısın galiba İslam dini o zaman bir devrim gerçekleştirmişti ama, daha sonra yerinde saymasının sorumluları kim ise, onları arıyoruz.
    Daha sonraki dönemlerde, bu haklarından mahrum edildiyse, bunun suçlusu islam değil, belki islamCIlardır..
    Burası tamamen “arap saçı”. İyi niyetinize de saygım sonsuzdur. Ama, 6-7 asırlık karmaşıklığın sorumlusu, bulunamadığına göre, dinde reform yapabilecek güçlü beyinler de ortalıkta görülmediğine göre….?

    Sizin de hemfikir olacağımıza emin olduğum şu ki;
    kadını kapitalizm kadar aşağılayan ve pespaye haline getiren hiç bir sistem yoktur zannediyorum..

    Evet, ama Dinleri de kapitalizm ile özdeşleştirdiklerinde, (ki öyle yapıyorlar) durum ne olacak!
    En son şu meşhur mayo reklamı olayında din eksenli yaygara koparıldığında, ses çıkartması gereken pek çok kadın kuruluşunun gıkı çıkmadı..!!
    Konu mayo ve türban gibi giysileri aşmalıdır kadın haklarının erkeğe eşitlenmesi için.
    Aşklar neden “sancılı ve de sonlu” oluyor dersin?
    Kadın güçsüzlüğü değil, güçlülüğün içinde kendinden kaçmak değil, kendini bulabilmek; varolmaktan istifa etmek değil, varlığını olumlamak üzere sevebildiği gün aşk, hem kadın, hem de erkek için korkunç bir tehlike olmaktan çıkıp, bir yaşam kaynağı haline gelecektir demiş yazar.
    Merve hanım eksenli olmasın..
    Olayı başörtülü kadınlar üzerinden ele alalım..
    Mecliste bulunmak istemeleri niçin tehlikelidir?
    Defalarca dile getirdim, o kürsüye çıkabilen nice türbanlı(!!) erkek var iken, kadın üzerinden yaygara koparılması ne kadar adildir?

    türbanlı erkek dediğin zaman, hak veriyorum sana.
    Ayrıca, bir kısım kadınlar özgürlüğü hakediyor, bir kısım kadınlar haketmiyor demek, adil bir özgürlük anlayışı olabilir mi?
    Bu yaklaşım çok çarpıcı geldi bana. Belki ilk kez, bu konudaki düşüncemi daha da olgunlaştırdım burada. Yani, “modern” dediğimiz kadın kapitalizmin vitrin süsü olarak algılandığı halde dikkat çekmiyorsa ve milletvekilliği sorgulanmıyorsa, TÜRBANLI KADINLARIN DA milletvekilliği sorgulanmamalıdır.
    Sorgulanması gereken şey, kapitalizmin hangi fırsat ve kurumları kullanarak, insanları nasıl sömürdüğünü de-şifre etmektir.

    İşte ben demokrasiye inancımı [bu ülkedeki..] bu yüzden yitirdim..
    “Kullanmayanın demokrasisini kullanırlar” bunu biliyoruz değil mi? Rönesans ve reformlar burada işe yarayacaktı….
    sevgi ve saygılarımla..
    Aynen (iki katıyla) Sevgili Ece

  31. Yazan:Ece Tarih: Haz 26, 2007 | Reply

    Hasan Bey Hocam,

    KAdın merkezli bir parti neden kurulmaz, anlayamıyorum. ECE !!! Bak bu fikrimi iyi düşün, yönetiminin kadın ağırlıklı olduğu bir parti kur, oy kullanmayı unutmuş olmama rağmen sizin partinize oy vereceğim.

    Beni kışkırttınız ve sanal da olsa böyle bir partiyi kurup, tüzüğünü, programını hazırladım..
    Şimdi PPS olarak düzenlenmesi yapılıyor:))
    Buradan elinize ulaşacak sanırım…Oylarınızı bekliyoruz..İktidar olursak, KNZ hanımı da köşke çıkartacağız..:P

    saygılar..

  32. Yazan:Ece Tarih: Haz 26, 2007 | Reply

    Zihni bey,

    Bu yaklaşım çok çarpıcı geldi bana. Belki ilk kez, bu konudaki düşüncemi daha da olgunlaştırdım burada. Yani, “modern” dediğimiz kadın kapitalizmin vitrin süsü olarak algılandığı halde dikkat çekmiyorsa ve milletvekilliği sorgulanmıyorsa, TÜRBANLI KADINLARIN DA milletvekilliği sorgulanmamalıdır.
    Sorgulanması gereken şey, kapitalizmin hangi fırsat ve kurumları kullanarak, insanları nasıl sömürdüğünü de-şifre etmektir.

    Ben size bunu söylettirdim ya, artık gözlerim açık gitmez:)

    [Suat bey in yazısına da dokunmalısınız..Asıl konu orada yazılı..]

  33. Yazan:mehmetik Tarih: Haz 27, 2007 | Reply

    Suna Vidinlinin agzindan bir de burdan okuyun. Bakalim ne demis.
    http://www.aksam.com.tr/haber.asp?a=80311,12

    Linkteki yazida baslikta nasil verilmis “Harvard’lıyım ama modern muhafazakarım.” BU cumleden ne anlarsiniz? Harvard iyi bir yer. Ileri bir universite. Ama orda MUHAFAZAKARLIK pek sokmez. Yani Harvard Radikal solun kalesiymis de bizim haberimiz yokmus. Aman aman. BU baslik kizcagizin agzindan alinmamis roportaji yapan bayanin isguzerligi.
    Bir bayan politikaci nutuk cekerken “ben Turk kadinini temsil ediyorum” dedigi anda kulak kesilirim. Bakalim kadinlare icin ne diyor derim. Benim icin tek kriter vardir. Turkiyede Kadinlarin din dil irk dusunce ayrimina tabi tutulmamasi butun kadinlara firsat esitligi verilmesi. Tabii firsat esitligi din dil ayrimi derken aklimda hep tek bir kriter vardir : Basortulu Hanimlar. Ne diyorsun kardesim sen basortulu hanimlar icin? Onlara ne vaat ediyorsun? 17 Yildir siyaseti yakinen takip etmeye calisirim 5 yillik rusya donemim haric. Bu sure icinde basortusu ile ilgili o kadar bayatlamis o kadar kabak tadi veren zirvalar soylendi ki yeni bir sey soyleyemeyen bildik teraneleri temcit pilavi gibi siralayanlari bir kalemde sildim. Suna Vidinli Modern MUhafazakar olmak iddiasinda. Bende bunun sakat bir tanim oldugunu cunku omurgasizlik koktugunu iddia ediyorum. Neye dayanarak mi? Buyrun Vidinli hanim kendisi soylesin “Bu (Basortusu) konunun çok politize olduğunu düşünüyorum. Takan da takmayan da bu ülkenin insanı. Ancak bu sorunu şu anda çözemezsiniz, çünkü ortam çok gergin. Başörtüsü üzerinden kutuplaşma var.” Aha bitmistir! Yeni bir sey soylemiyor. Ne zaman cozulebilir sorusuna ise “Ortam yumuşadıktan, gerilim düştükten sonra.” diye cevap veriyor. Yani demek istiyor ki “ben cok akilliyim ey basortulu Turk halki! size gelince, siz cok gerizekalisiniz. size 20 yildir tekrarlanan teraneyi soyluyorum. ‘Ortam yumuşadıktan, gerilim düştükten sonra.’ diyorum ve siz de bu dolmayi yutuyorsunuz.” Benzer argumani kim soylemisti 2002 seciminden once? Deniz Baykal! NOKTA!
    “Basortululere firsat esitligi! Hemen simdi! Hic bir mazeretin ardina siginmadan” demeyen birisi ne MODERNDIR ne de MUHAFAZAKAR. ya nedir? Bildigimiz kokmus politikaci!
    BU arada ey ahali bu HARVARDli olmaya prim vermeyin yahu. Ben dunyada gorup gorebileceginiz en tembel ama en tembel insan olduguma yemin edebilirim. Olaganustu bir zekaya sahip oldugumu da soyleyemeyecegim. Ha tabii endustri meslek lisesi mezunu oldugumu da ekliyeyim. Yani background dahi sakat. Butun bu tembellik ve siradanlikla ve sakat backgroundla Amerikada ismi lazim degil Kalbur ustu bir universitede doktora yapiyorum. Azicik zeki azicik caliskan herkes amerikada ortalamanin bayagi ustunde bir universiteye kapagi atabilir. Oyle abartilacak bir durum yok! Su amerikan universitelerinden mezun oldum tribine girenlere prim vermeyin.
    BU arada Ece iyi bir yazi olmus. Tebrik ederim. Biraz daha siksan kendini demek akademik kalitesi yuksek bir makale yazabileceksin.

  34. Yazan:mehmetik Tarih: Haz 27, 2007 | Reply

    BU arada kadinlarin meclise girmelerinin bir sey degistirecegini sanmiyorum. Bir fark yatacaka mental yetkinlige sahip degiller. Olanlarda organize olamiyorlar. Turkiyede kadin aydin olarak insanlarin aklina hala (bende dahil) Turkan Saylan geliyorsa ortada hastalikli bir durum var demektir. Turkiyede aydin kadin olmanin yolu Turkan Saylanlasmaktan yani DISCRIMINATORY ve dahi BAGNAZ bir ruh/dusunce dunyasina sahip olmaktan geciyorsa o meclisin tamami kadin olsa hic bir sey degismeyecek bildigimiz kokusmus politika tarzi oldugu gibi surecektir.

    Kadinin ozgurlesmesi? Kanun ile veya aydinlanma felsefesinin gayri tabii bir sekilde enjekte edilmesi ile olmaz. BURJUVALASMAKLA olur. Zihni Orer e tas atayim buradan :)))

  35. Yazan:mustafa Tarih: Haz 27, 2007 | Reply

    ‘Kadınlar meclise girmeli’ derken, kadın sanki ‘siyasi bir kategori’ gibi sunuluyor. Bu ise, kadın haklarını savunurken, kadınlara haksızlık etmek gibi bir şey. Yani, kadınların tek tip düşündüğünü söylemek gibi bir şey. ‘Kadın olmak siyasi bir duruşu tarif etmeye yetmez.’ Sanki bütün kadınlar tek bir eğilim gösteriyorlar. Bu bağlamda ‘kadınlar meclise girmeli’ söylemi bile bana doğru gelmiyor. Yani, bu bir siyasi kategori midir? ‘kadın olmak..’ Aslında, işin temelinde bu ayrıma girmek yanlış.

    Nuray Mert, bir yazısında bunu şöyle belirtmişti; ‘benim yadırgadığım kadınların şu veya bu konuda farklı düşünmesi değil. Tam tersine, ben farklılıkların altını çizmeye çalışıyorum. Bu farklılıklar varken, yokmuş, kadın olmak siyasi bir ortak eksen oluşturmaya yetermiş gibi davranmanın çelişkisine dikkat çekmeye gayret ediyorum.’

    ve devam ediyor Nuray Mert..

    ‘Yine, tekrar edeyim, kabul edilmesi zor olan, siyasetin temeli, fikir, görüş, tutum ayrılıklarıyken, cinsiyet gibi bir kategoriyi ‘siyasi’ kategori olarak algılamak. Hemen ‘Biyolojik cinsiyet değil, ‘toplumsal cinsiyet’ten (gender) bahsediyoruz’ demeye kalkmayın. Biliyoruz ve artık ‘gender’ meselesini bilmeyen okur yazar kalmadı. Bu kavram kadınların topumsal, tarihsel serüveni ve konumu hakkında değerlendirmeler açısından son derece zihin-ufuk açıcı ancak, ‘kadın’ı siyasal kategori olarak tarif etmeye yetmiyor. Dahası, ‘gender’ kavramını dahi, biraz zorladığınızda, kadın konusunu, bir yandan ‘özcü’lüğe (essensialism), diğer yandan, ondan kaçarken, toplumsal belirlenmeciliğe savrulan, tuhaf bir çıkmaz sokağa sürüklüyor. Feminizm çalışan kadın arkadaşlarımız bu tartışmaları iyi bilirler, öyle değil mi?’

    http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=216934

  36. Yazan:Ece Tarih: Haz 27, 2007 | Reply

    Kararsız Türk halkını, parti çatımız altında birleşmeye davet ediyorum:)

    Bu ülkeyi bizden başkası kurtaramaz(!!)

    Parti Programımız, ekteki pps dosyada ayrıntılı olarak sunulmuştur..P

    saygılarımızla..

    KADINLAR HALK FIRKASI PARTİ PROGRAMI:)

    http://www.4shared.com/file/18720545/dbb75c34/KADINLAR_HALK_FIRKASI_2007.html

  37. Yazan:zihni örer Tarih: Haz 27, 2007 | Reply

    Kadinin ozgurlesmesi? Kanun ile veya aydinlanma felsefesinin gayri tabii bir sekilde enjekte edilmesi ile olmaz. BURJUVALASMAKLA olur. Zihni Orer e tas atayim buradan :)))

    Sevgili mehmet(Ç)ik,
    BURJUVALAŞMAKLa gelecek özgürlük(!), başkalarının köleleşmesine bağlı olduğundan, bu yaratılan (ya da hak edilen) özgürlük değil, transfer ya da vakumlu özgürlüktür(!)
    Bu ünlem şudur:köle sahibi olan her efendi, her şeyden önce vijdanının esiridir. Ama dışa öyle yansıtmaz. Hastalıklı halini farklı gösterme çabaları, makam ve para egemenliği tutkusuyla dışa vurur.

    Oysa asıl özgürlük, “bireyin kendi kendisinin efendisi olabilmesidir”./epectefus

    Bir gün, “taş” yerine “gül” atacağın günü bekliyorum:))

  38. Yazan:knz Tarih: Haz 28, 2007 | Reply

    Turkiyede kadin aydin olarak insanlarin aklina hala (bende dahil) Turkan Saylan geliyorsa ortada hastalikli bir durum var demektir

    herkesin kendine göre olumsuz bir kadın örneği varsa yandık;
    türkiye’de aydın mı var ? diyelim o halde,.
    kuş gribinin tahlikesinin kim farkında ? gittiler manisa’da kuş enstitüsünü kapatıılar, siz öyle bir ülkede yaşıyorsunuz.

    emre bey demiş

    Bir kadın bazı şeyleri yapamıyorsa, burada sadece yapamadığını söyleyen erkekler değil, o kuralı öyle koyan tabiat da “suçlu”dur

    fakat kadınların bazı şeyleri yapamaması zaman içinde değişkenlik gösteriyor.

    kuveytte milletvekili olamıyorlar, oy kullanmaları yeni birşey.
    suudi arabistanda yanlarında bir erkek olmadan seyahat edemiyor, ehliyet alamıyorlar.,

    bunu tabiat mı söylüyor ?

    ya allaha kabat bulursunuz, ya tabiata.
    Tarihte kadın matematikçilere çok sık rastlanmıyor. Nedeni, elbette kadınların erkeklerden daha az zeki olduğundan değil. Toplumsal baskı ve erkek hákimiyeti, kadınları tarih boyunca hep matematik dışına atmış.

    Sofya Kovalevskaya ilk matemetik doktorudur. Ülkesinde bu doktorayı kabul ettiremez. lord byronun kızı takma isimle matematik kitabı yazar. ( burjuva olmak bile yetmez çok zaman)

    hayır, kadının hep önceliği bebek olduğu için tercihini yeteneklerinden yana kullanmadı, isterse yapardı . lord byronun kızı herhalde kısmeti kapanmasın diye takma ad kullanmıştır 🙂 Yapay ortamlarda insanlar doğal davranamıyor.
    Onun için ilk önyargı yıkan kadınlar hep burjuva olmuş. mehmetçik bu yüzden bu örenği veriyor olmalı.

    1849 Elizabeth Blackwell Birleşik Devletler’in ilk kadın doktoru olur., olur ama nasıl olur. ,

    ama heryerde gerkeçler benzerdir;

    kadın doktorların ne bu mevkiyi küçülttüklerini ne de amfilerde ve laboratuarlarda ahlaka aykırı davranışlarda bulunduklarını söylerler,.. tıp ciddi birşeydir derler,
    insan hayatı tehlikeye atılamaz derler, nafile derler…

    Almanya’nın ilk kadın doktoru seksen dört yaşında Berlin’de ölür. “Hayır, dünya beni beklemedi,” der ölümünden kısa bir süre önce. “İnsanların bana güvenmesi için kanıtlar sunmak zorunda kaldım. Doğru olan buydu. Kim dünyaya yeni bir şey getirmek istiyorsa, önce bunun doğruluğunu, insanların buna ihtiyacı olduğunu, kendisinin de bu davayı savunduğunu kanıtlamak zorundadır.

    yaaa gelelim uzamsal zekaya,.

    Beyin kapasitesi %100. Eğer bir avantajın varsa diğerinden kaybediyorsun.
    mesela biz körlere özürlü diyoruz, ama bizler dokunmaya özürlü olduğumuzu
    unutuyoruz. tabiatta herşey bütüncüldür.Matematik dahi tabiatın dışında değil.

    Kluxkaln mantığı ile bakarsak zenciler matemetiğe katkıda bulunmadıkları için
    tabiat suçludur., zenciler bunu kabullenmelidir.

    hayır ne tabiat suçlu, ne de allah.

    biz onların zekasından daha yararlanamadık.

    heyyyy , insanlık yarım kapasite çalışıyor.,..

    çalış ece çalı.. insanlık motoruna gaz ver…

    yok burjuva yetmez, hiçbirzaman sahip olamayacağımz yıldızlarla dolu gökyüzü..
    insanlığın değişmeyen hayalleridir motorumuz.

    Üniversiteye gidebilmek için Almanya’ya taşınmak üzere olan genç bir bilim adamıyla evlenir. Genç bilimci Vladimir Kovalevski’dir. İkisi de Heidelberg Universitesi’nde kendi ilgi alanlarında çalışmaya başlarlar. Kovalevskaya 1874 yılında Göttingen Üniversitesi’nden matematik doktorası alır. Dünyada ilk kez bir kadın, matematik alanında doktora almıştır. Bu dönemde artık yalnızca iyi bir matematikçi değil, Kovalevskaya Avrupa’da kadın haklarının da yılmaz savunucusudur.

  39. Yazan:knz Tarih: Haz 28, 2007 | Reply

    alıntıları silmeyi unutmuşum.,
    ben erkek baskısı yüzünden kadınlar geri kaldı demiyorum., silmeyi unuttuğum alıntı o. basma kalıp bir söz o.

    belki kadınlar en çok kadınları engelledi( muzmin anonim görüşü) erkek baskısı var tabi ama ortada onlar gözüktüğü için böyle deniyor.

    ama daha doğrusu bir kadının çekilmesi gönüllü bir tercihti. çocuğa kim bakacaktı ? / sanayi devrimi kozadan çıkma zaman geldi dedi. ve çıktılar. olay
    budur.

    neticede, insanlık yarım kapasite şu veya bu sebepten bu yy la geldi. ,

    çok eksik kaldı dünyaa çok..

    üstelik zamanımız az kaldı., dünyayı kadınlar değil, kadın dayanışması kurtracak..
    fakat erkekler kadınlara karşı dayanışma içinde olmamalı ,..
    delikanlılık budur 🙂
    eşitlik yok adalet var sözü her ne demekse 🙂

  40. Yazan:kelebek etkisi Tarih: Haz 29, 2007 | Reply

    Kabuklu yollarda düşürdü
    Tutunamayan giysilerini
    Kabuksuz istiridyeler gibi
    İncileri dökülmedi

    Yer dibinde aranırken
    Göz içi, burun ucu
    Doğru söz saklanırken
    Aklın dili senfoni

    Giyinemedi mevsimine göre
    Yazı kışa yeğlemedi
    Kah üşüdü, kah pişti
    Ne yerindi, ne gerindi

    Bal yapmak zor iş
    Arı olmak görünmezlik gibi

    Annesi hep prensesim derdi
    Onunsa bir dileği
    Bir gün
    Bağırmalıydı biri

    Kraliçe Arı !
    Kraliçe Çıplak !

  41. Yazan:ırmak Tarih: Tem 1, 2007 | Reply

    merhaba ece,

    yoğun meşguliyetlerim nedeniyle ancak gelebildim. öncelikle bu sayfadaki kalem ve fikir yolculuğun hayırlı olsun.

    doğrusunu söylemek gerekirse ececim, siyasi konuları konuşmayı çok sevmiyorum. siyasetin bir bilim dalı olduğunu düşünüyorum ve bu konuyu en iyi siyaset bilimcilerin konuşabilceğini sanıyorum..böyleyken, benim siyasi konular hakkında konuşma selahiyetimin var olmadığını öteden beri kabul ederim.

    kadınlar meclise girdiğinde, türkiye’nin bu sıkıntıları hala devam eder mi, bu kaotik ortam biraz daha ferahlar mı bilmem ama, kadınların siyasete girmesini sonuna kadar destekliyorum ve siyasi haklarını kullanmaları gerektiğine inanıyorum. bir ümit deyip denemek lazım bence..güneş çıkmayacakmış gibi yaşamanın anlamı yok.

    diğer yandan, kadının salt cinsel bir obje olmadığını kanıtlamak, kadın-erkek eşitliğinin sağlanması, hukuk alanında erkeklere tanınan hakların kadınlara da verildiğini ispat etmek , kadının aslında öyle çok da zayıf bir varlık olmadığını dile getirmek adına kadınların siyasi alanda da etkin bir konuma sahip olması gerektiğini savunuyorum.

  42. Yazan:emito Tarih: Tem 21, 2007 | Reply

    ece hanım ,
    keşke dediğiniz gibi olsa da bayan milletvekillerimiz çok olsa tabi ben de milletvekili olsam ne kadar güzel olur.Lütfen ece hanım yanlış anlamayın ben de o bayanlardan siyaset öğrenmek isterdim.
    İşin şakası bir yana Ece hanım şunu söylemeden edemeyeceğim.Suna Vidinli’nin tartıştığı kişi fransız milletvekilidi bayanlara karşı pek de saygısı olmayan biri nerden çıkarttığınız diye sorarsınız.Bakınız ilk fransız bayan milletvekili ile Türk bayan milletvekili ne zaman çıkmış.Ve bu kimin zamanında olmuş.
    Ancak bayan milletvekilinden önce toplumda kadın anlayışı değişmesi gerekiyor…
    1)Yarın seçim yapılacak acaba kaç bayan kocasının lafını dinleyecek ve eşinin istediği partiye oy atacak…Siz bayan milletvekili sayısının artmasını istiyorsunuz.Çok doğru ama gerçek demokrasi olmadan bayan milletvekili sayısının artışı çok zor…(bu arada Sokrates’in dediği gibi gerçek demokrasi yoktur)
    2)Ece hanım,bir baba kızını okula göndermiyor(bulunduğum yerde onlarca var)babaya soruyorum neden göndermiyorsun diyorum.’hocam dinen günah diyor’ tamam düşüncesine saygı gösteriyorum.daha sonra oğlu esrar içiyor,içki kullanıyor…Abi oğlun bunları yapıyor diyorum ‘hoca o erkek ona günah olmaz diyor’…
    Aslında işin özü biz dinen cahil insanlarız.Dinimizi kullanıyorlar.halka gerçek dini öğretmiyorlar
    Ece hanım,sizin gibi değerli birinin milletvekili olmasını istemezdim.Sizler çevrenizi,toplumu eğitmeniz gerekiyor.Dinimizi öğretmeniz gerekiyor.Yani ülke olarak daha çok fırın ekmek yemek gerekiyor…
    saygılarımla aslında çok yazmak istiyorum ama…

  43. Yazan:Ece Tarih: Tem 22, 2007 | Reply

    emito,
    I’m aware of the irony!
    [unfortunately,that does not answer my questions!]

  44. Yazan:blue Tarih: Tem 23, 2007 | Reply

    Suna Vidinli vekil olamadı ama kadın milletvekili sayısı %4’ten %10’a çıktı. Bu da güzel ama hala yetersiz. Necla Arat ve Nur Serter’i hariç tutarsak kadın vekillerimiz oldukça kaliteli.
    AKP, son 4 yılda kadın haklarının iyileştirilmesi için çok önemli adımlar attı. Bakalım önümüzdeki dönem nasıl geçecek?
    Ne zaman Emito gibi tipler kadınların vekilliğini bile “cinsel dürtü düzlemi”nde değerlendirmekten kurtulur, o zaman işlerin düzeldiğini anlarız.
    bayan milletvekili çok olsaymış da o da milletvekili olsaymış. hohohohoo !

  45. Yazan:emito Tarih: Tem 23, 2007 | Reply

    blue sen nerede yaşıyorsun.hiç ironiden anlamazmısın.ben ece hanım gibi kişilerin milletvekili olmasını istemiyorum.Çünkü kadın haklarının sadece meclisten korunacağına inanmıyorum.Türkiyenin batısında 35-70 yaş arası kadın okuma yazma bilmeyenlerin oranının % 40 olduğu bir ülkede,Kocaeli gibi bir ilde lise okumayanların(kız-dini nedenlerden dolayı okutulmayan) oranı %20 ise ben de ece hanım gibi aydın kişileri mecliste görmek istemediğimi söyledim.Osman Yağmurdereli ile aynı koltukları paylaşmasını istemiyorum bunu da biraz ironik olarak ifade ettim.Blue diğer konudaki mağlubiyetini burada farklı boyuta döküyor ama malesef…
    kadın hakları için önce eğitim , bence ece hanım siz bu konuda adım atmanız gerekiyor.Saygılarımla…

  46. Yazan:blue Tarih: Tem 23, 2007 | Reply

    Emito çok doğru bir noktaya parmak basmışsın. Kadınlara yaklaşım konusu elbette meclise bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir. Hatta kadınların meclise girmemesi ve bu işi erkek milletvekillerine bırakması elzemdir. Toplumsal çözüm de ailelerin kendi içinde halletmesi gereken bir konudur. Bu konuda meclis ne yapabilir ki, kültürü değiştirecek hali yok ya. Herşeyin başı eğitim. Kadınları eğitirsek belki eğitimin ne kadar önemli bir şey olduğunu anlatabiliriz onlara. Okuma yazma oranını arttırmak için de okuma ve yazmayı öğretmek iyi bir çözüm sağlayabilir. Hem okuma yazma oranını arttırırsak kadınların eğitim materyallerine ulaşımı da artacağından yakın dövüş tekniklerini ilgili kitaplardan öğrenip koca baskısına ve namus cinayetlerine karşı koyabilir. Meclis ‘Haydi kızlar okula’ gibi boş kampanyalar yerine ‘Haydi herkes kendi işine’ kampanyaları düzenlemeli ve çayıra salıp, Mevla’nın kayırması için dua etmelidir.
    Okan Bayülgen’in dediği gibi ‘özlem siyasette yeni’… ve de İbrahim Tatlıses’in dediği gibi ‘kadınlar bir güldür’. Ve de su gelir güldür güldür, gel de emito beni güldür.
    Ve Alanis Morisette’in “Ironic” şarkısında tarif ettiği gibi:
    Life has a funny way of sneaking up on you
    Life has a funny, funny way of helping you out

    Hope so,
    blue

  47. Yazan:emito Tarih: Tem 23, 2007 | Reply

    blue(bay elzem),ironi yapmıyacağım ama asıl komik sensin,ben ironi yapmıştım ama anlıyamadığın için kılıçımı(kalemimi)çekiyorum.sıkı tutun sana hüsran olmasın…
    …TBMM’ne 23.dönem milletvekillerini görünce ben de işi ironiye döktüm(Osman Yağmurdereli başta olmak üzere)şimdi ciddiyim…
    …biraz Türkiyedeki kadınların genel durumundan bahsedeceğim.
    – Kadınların yüzde 20’si okuma-yazma bilmiyor ve yüzde 39’u da işsiz
    – İş gücündeki kadınların yüzde 56.8’i tarım sektöründe ücretsiz aile işçisi olarak çalışırken, yüzde 14.4’ü sanayide, yüzde 28.8’i hizmet sektöründe çalışıyor. İş gücüne katılan kadınların yüzde 69.2’sini yüksek okul ve fakülte mezunu kadınlar oluşturuyor
    -Kadınlar ayni işi yaptıkları halde, erkeklerden daha düşük ücret alıyor. Kamuda görev yapan 2 milyon 197 bin memurun yüzde 33’ü kadın
    -Dışişleri Bakanlığında 187 büyükelçiden sadece 8’i kadın
    -İçişleri Bakanlığı’nda 573 vali ve yardımcısının tamamı erkek. Polis teşkilatında çalışan kadınların ise sadece yüzde 3.7’si emniyet müdürü konumunda.
    -Üniversitelerde 500 dekandan 49’u, 79 rektörden sadece 3’ü kadın. Yüksek öğretimde 67 bin 880 öğretim elemanından yüzde 35.9’u kadın. kadın profesörlerin oranı ise yüzde 25’i buluyor.
    -Cumhuriyet tarihinde sadece bir kadın başbakanımız oldu. Türkiye’de ki 44 siyasi partiden sadece ikisinin genel başkanı kadın.
    -Kadınların yüzde 97’si şiddete maruz kalıyor.
    -Aile içi suçların yüzde 87’si kadınlara karşı işleniyor.
    -Aile içinde kadınların yüzde 34’ünde fiziksel, yüzde 53’ünde ise sözlü şiddet görülüyor.
    Bay blue biz bu listeyi daha da uzatabiliriz…Ama uzatmayacağım asıl konu TBMM üyesi bayanlar.Sıkı tutun…
    Yunanca’da “demos” (halk) ve “krates” (iktidar,otorite) sözcüklerinin oluşturduğu demokratia (halk iktidarı, halk otoritesi) yani demokrasi hiçbir cinsel, etnik, dinsel, bölgesel, sınıfsal ayrıma tabi tutulmadan halkın halk ile beraber, halk için, temel hukuk kuralları içerisinde, hukuka uygun bir şekilde halkın kendisini yönetmesidir. Eğer demokrasi ayrımcılığı bünyesinde barındırıyor ise, demokrasinin anlamı halk iktidarı olsa bile bu demokrasi olamaz. Çünkü gerçek demokrasi her türlü ayrımcılığı dışlamıştır.
    Sonuç :Demokrasilerde cinsel ayrımcılık içeren yasa ve uygulamalar yoktur. Bu nedenledir ki, Kadınları temel insani haklarından mahrum eden, kadınları erkeklerden farklı kabul eden, eşit kabul etmeyen, harem selamlık uygulamasını isteyen, onların çağdaş, özgür kimlik kazanmasını istemeyen her türlü düşünceye karşı durulmalıdır.
    Toplumlar hangi dilden, dinden, ırktan, inançtan, renkten, sosyal sınıftan olurlarsa olsunlar, hangi kutsallık adına olursa olsun, hangi modernite adına olursa olsun, kadına yönelik bir baskı, insan haklarına, demokrasiye, insan olma onuruna yapılan bir baskıdır.Düşünsel ve ahlaksal olarakta topluma biçim veren kadın şiirde, romanda, müzikte, resimde, tiyatroda hasılı estetiğin hüküm sürdüğü güzel sanatların tüm dallarında ve yine üretimde, tüm sektörlerin her türlü yönetim kademelerinde ve de siyasetin her kademesinde yok sayılır ise, geriye ne kalır? Eğer bu alanlarda, bir hiç ise kadın, hiç sayıldığı bir yaşamda, geriye sadece ilkel, gerici bir kabile toplumu kalır.
    Bir ülkede; üretimde, özel ve kamusal sektörlerin her türlü yönetim kademelerinde, yine siyasetin her kademesinde temsil edilen kadınların sayısı arttıkça, kadınlar toplumsal yaşamda daha etkin rol üstlendikçe, o ülkenin bilimde, teknolojide, sanatta, ekonomide, siyasette ilerlemesi daha hızlı olur. O toplumlar çağdaşlaşma sürecini daha hızlı yakalarlar.Eşitlik temelinde temel insani hakların kadınlardan esirgenmemesi, temsilde önlerinin açılması, herkesin insani ve demokratik görevi olmalıdır. Demokrat toplumlar kadınları özgür olan toplumlardır.
    Biz demokrat bir ülkemiyiz,
    3 Mart 1924 tarihinde Tevhidi Tedrisat Kanunu çıkmış yıl 2007 durum nasıl? ne değişti? Yıl 2007 kadınlarda okuma – yazma bilmeme oranı %21 , ve ortalama tahsil durumu 5. sınıf terk(genel eğitim durumu;6.sınıf terk)ne kadar hazin tablo…
    17 Şubat 1926 yılında kabul edilen Türk Medeni Kanunu ile kadınlarımız bir kısım yasal haklarına kavuşmuşlardır. Bu kanun ile erkeğin çok sayıda kadın ile evlenmesi yasaklanmıştır. Yine erken yaşlardaki evlilikler de yasal düzenlemeye alınmış ve evlilik müessesesinin oluşturulmasında bir takım kurallar getirilerek, yasa ile resmi nikah esas alınmıştır.1926’dan günümüze ne değişti;yine doğuda erken evlilik,yine töre kurbanı bayanlar,yine imam nikahıyla evlilik…
    Ülkemizde kadınlara ; 1930 yılında belediye seçimlerine, 1933 yılında muhtarlık ve ihtiyar heyetine, 5 Aralık 1934 yılında da milletvekili seçme ve seçilme hakkı verilmiştir.Almanya’da 1918 yılında kadına seçme ve seçilme hakkı verilmiş, İtalya’da 1943 yılında kadın mecliste temsil edilmiş, Japonya’da 1950, İsviçre’de ise 1971 yılında ancak kadınlar parlamentoda temsil edilmeye başlanmışlardır. Oysa ülkemizde, kadınlarımız seçme ve seçilme haklarını nerede ise Cumhuriyet’in doğuşu ile birlikte kazanmalarına rağmen, bizden çok çok sonra haklarına kavuşan ülkelerdeki kadınlar, şuan da siyasette, parlamentoda, hayatın her alanında bizden daha çok sayıda temsil edilmektedirler…
    İş yaşamına ilk kez 1897’de “ücretli işçi” olarak giren kadınlara, 1913 yılında da “devlet memuru” olma hakkı verildi. İlk kadın belediye başkanı Müfide İlhan 1950’de Mersin’den seçilirken, ilk kadın bakan Türkan Akyol 1971’de, ilk kadın vali Lale Aytaman 1991’de atandı. İlk kadın başbakan Tansu Çiller, 1993’te hükümet kurdu…
    -1935 yılında yapılan milletvekili seçimlerinde 395 parlamenter ile temsil edilen parlamentoya 18 kadın parlamenter, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne (TBMM) girme başarısını yakalamıştır. 1935 yılında TBMM’de kadınların temsil oranı %4,5 ‘dur.1935-1946 tarihleri arasında yaşanılan ‘tek parti dönemi’nde gerçekleştirilen üç seçimde kadınların sayısında belirli bir artış görülmektedir. 1935’te 18, 1939’da 16, 1943’te 16 ve 1946’da 9 kadın milletvekili parlamentoya girmiştir.
    1934- 23 Temmuz 2007 tarihleri arasında 9067 milletvekili meclise girmiş ve bunlardan sadece 231’i(son seçimi 48 olarak aldım) bayan milletvekilidir.Türkiye’de 2004 yerel seçimlerinde 3228 belediye başkanı seçilirken, bunların sadece 22 tanesi kadındır. Yerel yönetimlerde kadınların temsil oranı binde 77 ‘dir.
    Evet kısaca Türk kadınını tanıdık ;BAY BLUE VE SAYIN ECE HANIM;
    Ben Ece hanımın milletvekili olma durumunu niye mi ironikleştirdim.Cevabı…
    Bir ülke düşünün ki bu kadar kadın sorunları var ve bu kadın sorunlarını çözecek bayan milletvekili yerine Osman Yağmurdereli gibi kişiler milletvekili oluyor hem de muhafazakar gözüken bir partiden(Osman Yağmurdereli’nin yarış atı sahibi olduğunu biliyormusunuz)… ben emito olarak da ece hanım gibi kişilerin yazıların okuyup ,aydın kadınlarımızı tanıyacağım da buna üzülmeyeceğim.Üzüntümü ironikleştirdim.Yanlış anlaşıldısam özür dilerim.
    bay blue seviye çok düşük.Ben İngilizce bilmiyorum.Ama başka diller biliyorum ama değmez sana fransızca,İtalyanca ve bilumum dillerde cevap vermek…Ancak ibrahim tatlıses ve Okan Bayülgen ismini duyunca dayanamadım yine…biraz yükseltmek gerekiyor bazı şeyleri…

    Kadın söğüt gibidir, sert rüzgârlara dayanan, eğilir bükülen, ama asla kırılmayan.
    Kadın ırmak gibidir, yatağında usulca akan, doğaya güzellik katan.
    Bazende sel olup akan.
    Kadın rüzgâr gibidir, bazen ılık bir meltem, bazen kasırga olup esen…
    Kadın deniz gibidir; bazen sonsuz bir huzurla ayaklarınıza serilen, bazen
    İri dalgalarla fırtına yaratan…
    Kadın kedi gibidir, sevildiğinde size kul köle olan…
    Kadın kaplan gibidir, sevdikleri adına her zorluğa göğüs geren…
    Kadın yağmur gibidir… Gözyaşlarıyla yıkayan, toprağa bereket taşıyan.
    Kadın toprak gibidir. Siz ona bakmasanız da daima bir şeyler veren…
    Kadın çiçek gibidir. Yerini sevdiğinde, sevildiğini bildiğinde her gün yeniden açan…

    Kimi derki kadın
    Uzun kış gecelerinde yatmak içindir.
    Kimi derki kadın
    yeşil harman yerinde
    dokuz zilli köçek gibi oynatmak içindir.
    Kimi derki ayalımdır
    boynumda taşıdığım vebalimdir…
    Kimi derki hamur yoğuran
    kimi derki çocuk doğuran,
    Ne o, ne bu, ne köçek, ne ayyal, ne vebal
    o benim kollarım, bacaklarım, başımdır,
    yavrum, annem, eşim, kardeşim
    hayat arkadaşımdır…

    Nazım Hikmet Ran
    Saygılarımla…

  48. Yazan:blue Tarih: Tem 24, 2007 | Reply

    Sayın emito,

    Kadınlar konusunda iyi edebiyat yapılıyor. Ne yazık ki Cumhuriyet tarihi boyunca kadın hakları konusunda dişe dokunur bir gelişme sağlanamadı. Bunun sebebinin, 1935’te hükümet emriyle kapatılan Türk Kadınlar Birliği ile Türkiye’de feminizm’in önünün kesilmesi olduğu söylenebilir. Kadınlara seçme ve seçilme hakkı, söylendiği gibi bahşedilmiş bir hak değil, söke söke alınmış bir haktır.
    Okuyun biraz ezberleriniz bozulsun bakalım:
    http://www.mustafaarmagan.com/yaziGoster.php?yaziNO=1071
    ESI’ın “İkinci Kadın Devrimi. Feminizm, İslam ve Türkiye Demokrasisinin Olgunlaşması” başlıklı raporuna göre son 4 yılda kadın hakları konusunda inanılmaz bir iyileşme gözleniyor.
    Linkteki raporu okumanızı ve kadın hakları nedir, ne menem bir şeydir, nasıl korunur öğrenmeye gayret göstermenizi tavsiye ederim:
    http://www.esiweb.org/index.php?lang=tr&id=156&document_ID=91
    S’il vous plait…

  49. Yazan:emito Tarih: Tem 24, 2007 | Reply

    Sayın blue,

    Ben edebiyat yapmadım.Sadece bana yaptığın hakarete bilimsel cevap yazdım.Bunlar ezber değil gerçekler(kadınları sadece cinsel obje olarak gördüğümü söylüyordun.Türk kadın gelişimini çok iyi araştırdım) Gerçek rakamlarla,ben ESI gibi kuruluşların hazırladığı raporlara inanmıyorum.Kuruluş yapıları çok farklı, onlarda senin gibi objektif…(pardon objektif programını çok izlemişler)Bolulu Hüsamettin herhalde bayan…
    wexen gyunder oft kıu…

  50. Yazan:emito Tarih: Tem 24, 2007 | Reply

    sayın blue,
    Yine ukalasınız kendinizi çok bilen biri olarak görüyorsunuz.Kadın haklarının ne olduğunu siz öğrenin benim bilgim bana yeter…
    Kadın haklarının yanında biraz da görgü ve nezaket konusunda da kitap okumanızı tavsiye ediyorum.Gerçi bu işler okumakla da olmaz da neyse…

  51. Yazan:Ece Tarih: Tem 25, 2007 | Reply

    ben de ece hanım gibi aydın kişileri mecliste görmek istemediğimi söyledim.Osman Yağmurdereli ile aynı koltukları paylaşmasını istemiyorum bunu da biraz ironik olarak ifade ettim

    Sn emito,
    Meclise aydın kadınlar girmesin de, Tuba Özay mı girsin?

    Benim orada görmek istediğim nice kadın var, beyni ile, birikimi ile, çalışkanlığı ile katkılarının çoğu erkek vekilden daha fazla olacağına emin olduğum..

    Ama herşey zamanla düzelecektir..
    Alev Alatlı gibi, Ayşe Böhürler, Gülay Göktürk, Nuray Mert gibi kadınlar yine yetişecekler ve ülke geleceğini belirlemede, söz sahibi olmaya talip olacaklardır..
    Kadınlar meclise, sadece KADIN HAKLARINI iyileştirmek maksatlı girmek durumunda değiller..
    Onun için ayrılmış, tek bir bakanlık halihazırda zaten var..
    ***
    Yazdıklarınızın ironi olduğunu söylediğiniz için, hakkımdaki “AYDIN” sıfatını da ironi olarak değerlendiriyorum..
    Ayrıca,meclise girmek gibi bir niyetim yok, zaten bazı nedenlerden dolayı onlar da beni almazlar!
    ***
    Blue beye sarfettiğiniz kelimeler ise üslup açısından hiç hoş değil!
    saygılar

  52. Yazan:emito Tarih: Tem 25, 2007 | Reply

    Sayın ece hanım;
    Anlaşamadığımız bir konu var ben kadın milletvekillerinin daha çok olmasını istiyorum.Uganda da bile meclisin % 17 olduğu,Ruanda’nın en fazla kadın milletvekili olan üç meclisten biri olduğu dünyada Türkiyede de meclisin büyük kısmının bayan olmasını istiyorum ve bunu canı gönülden istiyorum.Ancak bulunduğumuz sitedeki hava ve sizin düşünceleriniz AKP yanlısı olduğunuz görünüyor.AKP dışarıdan muhafazakar bir parti gözüküyor ve böyle bir partide Osman Yağmurdereli gibi adamların(yarış atı sahibine) ne işi var? Bu mecliste bu tip adamlar var ama bayanlar çok az benim kızgınlığım buradan kaynaklanıyor ve bundan dolayı işi ironikleştirdim…
    Sizin hakkınızdaki düşüncem kesinlikle doğru sizi aydın biri olarak görüyorum(burada tek eksiklik – aynı eksiklik sitede de var,bazı düşüncelere çok bağlısınız)Sizin gibi bayanlara ihtiyacımız var.Gerçekten sizleri mecliste görmek istiyorum.Engeliniz herhalde başörtünüz.İnanıyorum ki bir gün meclise kapalı bayanlarda girecek…
    Tabi ki kadın haklarını savunmayacaksınız.yanlış anladınız herhalde…
    Blue bir bey değil bence bir bayan…
    Şunu unutmayın ki Ece hanım karşınızdaki kişi hangi düşünceye sahip olursa olsun karşınızdakini küçük görmeyeceksiniz blue(*) bunu yapıyor.ben de ona göre cevap veriyorum…
    saygılarımla…

  53. Yazan:blue Tarih: Tem 25, 2007 | Reply

    emito,

    Öyle bire karşı 5 kişi mertlik olmaz. Teker teker gelin :))
    Yanlış anlaşıldıysam özür dilerim. Ben sizi değil, fikirlerinizi küçük görüyorum.
    Kürt sorunu konusunda kitap okuma alışkanlığınız yoksa şu linklerdeki makaleleri okumanızı öneriyorum:

    http://www.mustafaakyol.org/arsiv/2005/11/turkler_kurtler_ve_osmanlilar.php

    http://www.mustafaakyol.org/arsiv/2006/04/su_cilgin_kurtler.php

    http://www.mustafaakyol.org/arsiv/2004/10/kurtler_azinlik_olmayi_lozan_doneminde_reddettiler.php

    Ayrıca şu linkleri okumanız da faydalı olur inancındayım, vakit bulabilirseniz:
    http://www.derinsular.com/ansiklopedi/2007/02/bireysel_haklar_tarihimiz_9.php
    http://www.derinsular.com/altbeyin/2006/10/milli_egitimden_nefret_etmek_1.php
    http://www.derinsular.com/altbeyin/2006/10/milli_egitimden_nefret_etmek_3.php

  54. Yazan:emito Tarih: Tem 25, 2007 | Reply

    ben tek kişiğim, diğerleri tatile çıktı.ben de kitap yazıyorum…
    Eğer bir kişinin fikrini küçük görüyorsan kendisini de küçük görmüş olursun…
    ‘İnsanları birleştiren ,duygular;ayıran,fikirlerdir’
    ‘belirli sabit fikirlere kapılmış olanlar,tasvip etmedikleri şeyleri savunmaya mahkumdur’ Marcus Cicero
    ‘Önce fikirlere çatarız,başarısız olursak,sonra da insanlara…’ Montaigne
    ‘Sizinkilere,aykırı fikirleriyle sizi kızdıranlara düşman kesilmeyin.Hayatınıza canlılık ve hayat veren onlardır’ Rebbeca Burris
    önerileriniz için teşekkür ederim.
    Kürt sorunu hakkında yeterince bilgim var…

  55. Yazan:emito Tarih: Tem 25, 2007 | Reply

    yolculukları sırasında bir genç kızı sırtına alıp ırmağın öbür kıyısına geçiren dervişe, arkadaşı günler boyu sitem eder: “sen nasıl olur da bir kızı sırtına alırsın?” der de der. sonunda derviş dayanamaz: “ben kızı ırmağın beri yakasında sırtımdan indirdim; sen günlerdir kızı kafanda taşıyorsun; kafandan indir artık şu kızı…” der. ırmağın bu kıyısına kadardı bizim işimiz; seçim oldu ve bitti. kardeşliğimizi siyasal taraftarlığa endekslemedik çok şükür. siyasi tercihimizi kutsallaştırmadık; kimseyi de hatasız ve kusursuz ilan etmedik. benim çoktan sırtımdan indirdiğim şeyi, hala kafalarından indiremeyen kardeşlerimize muhabbetlerimi gönderiyorum. kafanıza yük etmeyin partileri …
    senai demirci

  56. Yazan:ORHAN AY Tarih: Ara 3, 2007 | Reply

    ece hanım hocamız bizi 3 kişilik 2 guruba ayırdı. bana türkiyede kadınların ve erkeklerin eşitolmadığını savunmam isteniyor fakat diğer gurup ise eşitliğin olduğunu idda ediyor. benim onları yenmem için bana bazı örnekler göstere bilir misin bi e postayla yollayabilir misin ? please … sizin düşüncelerinizede katılıyorum bu arada

  1. 1 Trackback(s)

  2. Oca 31, 2009: Kemalistin Yeni Afyonu : AliyeFobi : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin