RSS Feed for This Post

Savaşın Güvercini Barışın Kartalı

M. İkbal Tuna
Pakvizyon.com

Coğrafi keşiflerin başlamasıyla birlikte, bütün yayılmacı devletler, dünya egemenliği için, stratejik ve ekonomik anlam taşıyan bölgeleri sömürge ilan etmişlerdir. Ticaretin yağma kadar karlı olmadığını fark eden sömürgeci ülkeler, doğunun “ vahşi” ve “ anlaşılmaz” olduğu tezinden yola çıkarak işgal girişimlerine başladılar.

İhtişam ve güç gösterisinin en doğal yolu olan emperyalizmle birlikte, İngilizler tarafından işgal edilen yerlerden birisi de Hindistan’dır. Hindistan, İngiliz kapitalizminin en büyük pazarı haline getirilmiştir. İngilizlerin hâkimiyetini ilan ettiği yıllarda Hindistan büyük sıkıntılar içinde çalkalanıyordu. Çünkü sömürgenin devamı niteliğindeki Sanayi Devrimi ile birlikte, halkın en önemli geçim kaynağı olan tarım ve zanaat yerle bir olmuştu. Gittikçe artan yoksulluk ve işgalcilerin kendi kültürlerini dayatmalarına ek olarak, halktan alınan vergilerin gelirden fazla olması, Hinduların dinlerine karşı saygısızlığın artması, tuz üretme, gece sokağa çıkma (hatta bisiklete binme) gibi yasakların getirilmesiyle birlikte 1857 yılında İngilizlere karşı büyük bir ayaklanma olmuş, bu da Hindistan Ulusal Hareketi’nin temellerini atmayı sağlamıştır. Yüz yıla yakın devam eden bu hareketin en önemli temsilcisi ise Mahatma Gandhi’dir.

“Şiddet göstermeme, inancımın birinci maddesidir. Aynı zamanda o, benim itikadımın da son maddesidir.” diyen Hintli pasifist siyasetçi ve düşünce adamı Gandhi, İngiliz sömürgeciliğine karşı Hint milli hareketinin, 1919–1948 yılları arasındaki en önemli lideriydi.

Gandhi’nin Hindistan’da başardığı asıl şey, her bireyi ulusal bağımsızlık mücadelesinin bir öznesi haline getirmek ve askeri başarıdan çok toplumsal başarıyı etken kılmak olmuştur. Gandhi otuz yıl boyunca yaptığı tüm eylemlerde daima şiddetten uzak durmuştur.

Müslümanların Hindistan’ı fethettiği ettiği günden beri, Hindularla Müslümanlar arasında şiddetli çatışmalar olmuş ve bunlar 1909 yılında doruğa ulaşmıştı. Bu kutuplaşma İngiltere’nin Hindistan’daki hâkimiyetini devam ettirebilmesi için büyük olanaklar sağlamıştı. Bu yüzden İngilizler ülkeyi elinde tutmak için bölücü faaliyetlere başvurmuş ve şiddetin doruğuna ulaşan terör faaliyetlerinde bulunmuşlardır.

Hindistan Ulusal Hareketi’nin ortaya çıktığı ilk günden itibaren 1920’lerin sonlarına dek Gandhi’nin uğraşlarıyla Hindular, Müslümanlar ve Sikhler ortak bir çatı altında birleştirilmiş, İngilizlere karşı ortak mücadele verilmişti. İngilizler, Hint toplumundaki bölünmüşlüğü yasal bir statü içinde tutabilmek için ırkçılığı koruyan kanunlar gündeme getirmişleridir. Fakat Gandhi’nin yeni yasaya karşı başlattığı ölüm orucu sebebiyle kanun uygulanamamış hatta tüm Hintlileri eşit sayan bir yasa çıkarılmak zorunda kalınmıştır. Bu ise Gandhi’nin Hindistan halkının tutumu ve İngilizlerin kararları açısından ne derece önemli olduğunun bir göstergesidir.

Ülkenin her yanını dolaşarak milleti örgütleyen Gandhi, yapılan eylemlerin başarılı olabilmesi için dört temel şart öne sürmüştür.

  • Şiddete başvurmamak
  • Greve katılmak istemeyenlere müdahale etmemek
  • Sadaka almayı reddetmek
  • Ne olursa olsun grev başarıya ulaşıncaya dek direnci kaybetmemek.

Hiçbir şiddete başvurmaksızın 150 binin üzerinde kişinin katılımıyla grevler yapılmış, yaşamı pahasına oruç tutanlar çıkmış hatta 1930 yılı sonlarında cezaevindeki tutuklu sayıları 100 bini aşmıştır. Bütün bu hareketlerin amacı özgür ve müreffeh bir toplum olmak içindi. Gandi, emperyalizmden kurtulma ve ulusal kalkınma için ortak, uzlaştırılabilir ve farklı kimliklerin bir arada barınabileceği bir toplum oluşturmaya çalışmış ve farklılıklara tahammül edemeyenleri, karşı tarafları kışkırtanları da cezalandırmaktan (toplum tarafından verilen manevi cezalar) çekinmemiştir. Gandhi farklılıkları bir arada bulundurmaya çalışarak tüm halk tabakasını ortak bir zeminde buluşturmaya çalışmıştır. Bunları yapabilmek içinde toplumun kalkınmasını ve birleşmesini sağlayacak sosyal kurumların inşa edilmesine önem vermiştir. Farklı kültür ve dine mensupların beraber bulunabileceği okullar yaptırmış ve Hindistan dışında bulunan üst kimlikli şahısları da ( öğretmen, avukat, doktor vb.) okullara destek için getirmiştir. Önde gelen avukatlarla işbirliği yapmak suretiyle köylü ve toplumun alt tabakalarının sorunlarına eğilerek onlara bu toplumun bir parçası oldukları hatırlatılmıştır.

Bütün bu direnişler, ölüm oruçları, fedakârlıklar ve teröre bile şiddet kullanmaktan sürekli uzak duran bir kitleye rağmen, Gandhi’nin düşünceleri Hindistan’da düzeni ve birliği sağlamaya yetmemiştir. Zira bir zamanlar Gandhi’nin düşüncelerini benimseyen Kongre Partisi 5 Haziran 1947 yılında 29’a karşı 153 oyla Pakistan projesine onay vermiştir. Pakistan’a verilen onayın sebebi ise Pakistan’ın refahı ve özgürlüğü için bağımsız olması gerektiği değil, radikal milliyetçi kesimin İngilizlerle olan işbirliği sonucunda ülkede kargaşa çıkarıp hem İngilizlerin yararına çalışmak hem de milliyetçi hareketlerle Müslümanlara karşı yıkıcı bir üstünlük sağlamaktı. Ganhi bu kararı “ Otuz yıllık şerefli bir mücadelenin, şerefsiz bir sonucu” olarak değerlendirmiştir. Pakistan’ın ayrılarak ayrı bir Müslüman devlet olması çok derin bir konudur…(Bakınız konu hakkında Derinsular’da iyi bir yazı)

Başından beri Hindularla, Müslümanları bir arada tutmaya çalışan ve bunu İngilizlerin sömürgesinden kurtulmuş bir Hindistan’ın bağımsızlığı için vazgeçilmez olarak gören Gandhi, öyle bir zaman gelmiştir ki, Müslümanlar tarafından Hinduların menfaatçisi olmakla suçlanırken, Hindular tarafından da Müslümanların şiddetine göz yummakla suçlanmış ve hatta “Hindistan Bağımsızlık Düşmanı” ilan edilmiştir.

Gandhi’nin tüm çabalarına rağmen şiddet, çoğunluğu Müslüman olan onbinlerce kişinin ölümüne yol açmıştır. İşin ilginç yanı ise bu şiddetin başını bir zamanlar Gandhi’ye bağlı olan Kongre Partisi yönetiminin radikal milliyetçi grubunun çekmesiydi. Pakistan ile Hindistan arasındaki gerginliği ölüm orucuyla protesto eden Gandhi bir süre sonra radikal milliyetçi grup olan RSS’nin militanları tarafından bir dua esnasında silahla vurularak öldürülmüştür.

Gandhi ve yandaşları ne kadar birlik için mücadele etseler de İngilizler yaklaşık yüzyıllık bir işgalin sonunda, aynen günümüzde Ortadoğu’da, Afrika’da olduğu gibi ardlarında bölünmüş bir ülke, etnik ve dinsel ayrımların yapıldığı bir toplum ve kargaşaların hüküm sürdüğü iki devlet bırakmayı başarmıştır.

 

Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…

 ”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…” 

Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin

 

Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var.  Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.

 

Derin Göz

 Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot,  Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca,  Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …

 (Buradan indirebilirsiniz)

Trackback URL

  1. 2 Yorum

  2. Yazan:fatih demir Tarih: May 10, 2007 | Reply

    Hindistan deyince aklima hep “Indian Committee of the Caliphate” ve Is bankasi geliyor benim… Sonra Is bankasindan beslenen Musluman alerjisi olan bir parti…

    Bugunlerde boyleyim ben.. Her konudan CHP’ye bir yol cikarabiliyorum…

  3. Yazan:büşra Tarih: Nis 15, 2009 | Reply

    bence yukarıdaki yorum çok doğru katılıyorum

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin