RSS Feed for This Post

Yeni Patronunuz Çindistanlı Olacak !

  shangai_gd.JPG

Mehmet Yılmaz

Özet

İnsanlığın üçte biri Çin’de ve Hindistan’da yaşıyor. Son otuz yıl içinde Dünya ekonomisinin yapısını değiştirecek önemde ilerlemeler kaydetti bu iki ülke. Ne var ki Avrupa gibi Türkiye’de de birçok aydın olayları “ekonomik milliyetçilik” gözlüğünden okumaya devam ediyor. Bu iki yeni devin ortaya çıkışı Türkiye için bazı fırsatlar ve tehditler doğuracak. Ancak henüz “ olgunlaşma” aşamasına erişmemiş bu ekonomilerin iç yapılarını, zayıf yanlarını ve çalışma yöntemlerini yakından tanımak ülkemiz için birinci derecede önem taşıyor. Devletçilik denen hatalı yolu terk ettikten sonra hızla yükselen iki yeni süper gücün geçmiş hatalarına hatta bugünkü eksikliklerine bakıldığında Türkiye ile ortak yönleri çok. 30 milyar dolara yaklaşan cirosu ve istihdam ettiği 224 bin elemanıyla Dünya’nın en büyük demir-çelik firması Mittal’in hint kökenli olması bir rastlantı değil. IBM’in PC bölümünü satın alarak Dünya’nın en büyük PC üreticisi haline gelen Lenovo firmasının Çinli oluşu da. Sadece 2006’da Çin ve Hint kökenli firmalar özellikle Avrupa ve Amerikalı firmaları satın almak için 38 milyar dolar harcadılar. Bir karşılaştırma yapmak gerekirse  GAP’ın maliyetinin 32 milyar dolar, BTC boru hattının 3.6 milyar dolar veya Türkiye’nin 2006 savunma bütçesinin 9 milyara yaklaştığı hatırlatılabilir.

İmdat! Hintliler Geliyor!

26 ocak 2006’da Dünya’nın en büyük demir-çelik firmalarından biri olan Fransız Arcelor’un patronu Guy Dollé Kanadalı Dofasco firmasının satın alınma işlemlerini bitirmek üzereydi. Aynı gün Mittal’in genel müdürü Hintli Lakshmi N. Mittal ise gene Arcelor’u satın almak için Aleni Pay Alım Teklifini (Takeover Bid) açıklıyordu. Fransa’da yoğun tepkilere sebep oldu bu teklif. Nasil olurdu da bir Hint firması bir Fransız endüstri devini yutardı? Hükümet uyuyor muydu? Aslında Hint firması Mittal 2004’ten beri Dünya’nın en büyük çelik üreticisi olmuştu. Ama her nedense 2004’te Mittal’in American Steel Group’u satın alması Avrupa’da kimsenin dikkatini çekmemişti. 6 mart 2006’da Le Figaro’da yayınlanan “Hisse Senetleri ve Ekonomik Milliyetçilik” başlıklı yazısında Yves Thréard şaşırtıcı bilgiler veriyordu: Fransa’da halkın %69’u devlet müdahalesinden yanaydı, yani devlet yabancı firmalarin Fransız firmalarını satın almasına engel olmalıydı. Mittal Arcelor’u almak isteyince kıyameti koparan ekonomik milliyetçiler her nedense (!) elektronik eşya alanında faaliyet gösteren Fransız Legrand firmasının Çinli rakibi Shidean’nin sermayesinin %51’ini ele geçirmesine ses çıkarmadılar. Shidean’ın Çin’deki konut elektronik güvenlik sistemleri (alarm, video) piyasasının lideri olduğu da hesaba katılırsa 60 ülkede 26 bin kişi çalıştıran fransız devinin Çin pazarına girişi daha da iyi anlaşılabilir.

Devletçilik Bir Devleti Geriletir mi?

İlk bakışta milli ekonomilerin çarpıştığı bir arena izlenimi verse de işin iç yüzü oldukça farklı: Ne Arcelor o kadar Fransız ne de Mittal o kadar Hint. Arcelor hisse senetleri CAC40’ta işlem görse de genel merkezi Lüksemburg’da. Mittal ise 1995’ten beri Londra’da faaliyet gösteriyor. Gene de Hint Ticaret Bakanı Kamal Nath 16 Şubat 2006’da devreye giriyor ve Avrupa Birliği Ticaret Komiserini müdahale edilmemesi için uyarıyor. Rahmetli Turgut Özal 1982’de Sümerbank’ı kastederek “devlet basma üretmez” dediğinde yer yerinden oynamıştı Türkiye’de. Evet, belediyelerin Tanzim Mağazaları kanalıyla et ve peynir sattığı bir ülkede devlet şeker fabrikası da işletebilir, neden olmasın? Hadisenin garipliğine bakın ki Mittal firmasının parmak ısırtan yükselişi gerçekte Hindistan sınırlarının dışında gerçekleşmiş, Lakshmi N. Mittal 1976’dan 2004’e kadar Hindistan’a ayak basmamıştı. Neden mi? Çünkü 1970’lerde demir-çelik sektörü devlete ayrılmış, özel sektöre kapalıydı. Mittal ailesi Endonezya başta olmak üzere Meksika, Kanada, Almanya, Kazakistan, Irlanda, Romanya, Güney Afrika, Cezayir ve ABD’ye yatırımlar yaptı. En son Arcelor atağı ile de AB’ye. 1980’lere kadar Türkiye ile aynı ekonomik hastalıklardan özellikle de devletçilikten muzdarip tek ülke Hindistan değil. Soğuk Savaş döneminde Çin Mao Zedong liderliğinde Sovyet Rusya ile bir “ittifak ve karşılıklı yardım” anlaşması imzalıyor 14 şubat 1950’de. Aynı dönemde Moskova’da eğitim görmüş olan Mahalanobis Hindistan’ın ekonomisinin yüksek gümrük duvarları arkasında devlet eliyle planlanması için görevlendiriliyor.

Devletçiliğin Terk Edilmesi

Bu ideolojik hatadan dönmeye Çin 1978’de Hindistan ise 1991’de başlıyor. Her iki ülkenin ekonomisi tıpkı bugün Türkiye’de olduğu gibi çok küçük işletmelerden oluşuyor. Çin’de bunun başlıca sebebi Mao’nun “ileri sıçrama” projesinden kaynaklanan “üretim ve tüketim merkezlerini birbirlerine yakın tutma” prensibi. Bu nedenle küçük köy ve kasabaların ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde atölyeler ve fabrikalar kurulmuş. Bir örnek vermek gerekirse Çin’de çimento imâl eden 8000 fabrika bulunduğunu ve Dünya’nın geri kalan kısmında 1500 çimento fabrikası olduğunu söyleyebiliriz. Elbette bu denli küçük işletmelerin teknolojik araştırmalara, kalite kontrole, çevre korumaya, yön-eyleme eğilmeleri söz konusu değildi. Hindistan’a baktığımızda ise küçük aile işletmelerinin devlet sübvansiyonlarıyla korunduğunu ve tekstil, otomobil yan sanayi ve gıda gibi pek çok sektörün neredeyse tamamının 10 kişiyi aşmayan işletmelerden oluştuğunu görüyoruz. Ne Hindistan ne de Çin henüz bu “atomize“ olmuş yapıdan kurtulabilmiş durumdalar. Türkiye’nin de muzdarip olduğu bu sorun hem kaynakların verimli kullanılmasını engelliyor hem de büyük altyapı yatırımlarının potansiyel getirisini azaltıyor. Dış ticaret açığı bu denli önemli olan ülkemizin şüphesiz büyük ve kurumsallaşmış yeni bir ekonomik yapıya ihtiyacı var.

Boks Maçı mı Yoksa Ortaklık mı?

Bugün gelinen noktada Çin’in veya Hindistan’in 1980’lerdeki “Japon Mucizesi”ni gerçekleştirmeleri söz konusu değil. Meselâ 2004’teki üretimi 90 bin araç olan SAIC Chery Automotive (Çin) veya gene 2004 kapasitesi 100 bin araç olan Telco (Hindistan) gibi firmaların Avrupalı rakiplerini korkutmaları için henüz erken. Zaten olayın salt rekabet boyutuna bakmak, “ekonomik milliyetçilik” gözlüğünün tozlu camlarından okumak bize fazla bir şey getirmiyor. Bu iki ülkenin yükselişi Batı’ya rağmen değil Batı sayesinde oldu. Meselâ elektronik ve telekomünikasyon alanındaki üretimin %70’i yabancı sermaye ile yapıldı. Daha az endüstrileşmiş olan Hindistan 1980’lerden itibaren yüzünü hizmet sektörüne özellikle de bilgi-işleme çevirmişti. Bu alanda pazarın %20’sini elinde tutan Hindistan’ın bu sektördeki ihracat hacminin üçte ikisini ABD ile gerçekleştirdiğini de hatırlamakta fayda var. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Meselâ Çin’in ihracatının %90’ı başka ülkelerden gelen yarı mamul ve hammadde ithalatına bağımlı . Ancak elbette iki dev bu noktada durmak istemiyorlar. Genellikle taşeronluk ilişkisiyle başlayan anlaşmalar önce joint-venture şeklini alıyor, sonunda da lisansıyla, teknolojisiyle bir Hint veya Çin firması çıkıyor ortaya. Örneğin ünlü Üç Boğaz Barajı’nın inşası için gereken dev türbinlerin (700 MW) teknolojisine sahip Siemens, General Electric gibi çok az firma bulunuyordu pazarda. Çin’in açtığı ihalenin şartları arasında normalde asla kabul edilemeyecek olan teknoloji transferi de vardı. Ancak Çin projenin büyüklüğünden kaynaklanan avantajı çok iyi kullandı ve Dünya’da hâlihazırda kurulmuş türbinlerin %60’ını temsil eden bu satın alma karşısında istediği teknolojileri elde etti, hatta 2005’te barajın ikinci kısmının neredeyse tamamını Çinli mühendisler bitirdi. Çin Avrupalı Airbus firmasıyla da aynı biçimde pazarlık etti. 150 uçak alımı karşılığında Airbus firması montajın bir kısmının Çin’de, Çinli mühendis ve teknisyenlerce yapılmasını kabul etti. Belki de on yıla kadar Airbus’a rakip ve daha ucuz bir Çin malı yolcu uçağı çıkabilir ortaya.

Türkiye ve Çindistan

Uluslararası ticareti Kurtuluş Savaşı zanneden devletçi zihniyet ülkemize büyük zaman kaybettirdi. Hâlâ bazı köşe yazarlarının “Eyvah! Filan bankayı yunanlılar aldı!” diye felaket tellallığı yapması 2007’de kabul edilemez. Türkiye’nin refahı üretilen mal ve hizmetler gibi sermayenin de Dünya ekonomisine tam entegrasyonundan geçiyor.
Türkiye elbette Çin veya Hindistan’ın büyüklüğüne sahip değil, bilimsel araştırmalarda da henüz onların 30 yıl önceki uyanışı bizde başlamadı. Ancak Avrupa’ya ve enerji kaynaklarına yakınlık gibi kartlar var elinde ülkemizin. Bunun yanında bazı ihalelere komşuları ve Karadeniz ülkeleri ile birlikte girerek mesela nükleer enerji alanındaki teknoloji açığını kapatabilir, tıpkı Çin’in Airbus ihalesinde yaptığı gibi. 1980’lerin ucuz emek cenneti Türkiye’nin iş adamları ve siyasetçileri artık başlarını gömdükleri kumlardan çıkarıyor ve yüzlerini katma değeri yüksek alanlara çeviriyorlar. Geleceğin süper güçleri Çin ve Hindistan’ı yakından takip etmekte fayda var, çünkü bu iki ülke gerek sorunları gerekse buldukları çözümleri ile bizi aydınlatmaya devam edecek gibi görünüyor.

 

Tarih şaşırmaktır

Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir… Buradan indirebilirsiniz. 

 

Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var.  Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.

 

Kendi ülkesini işgal eden ordu

Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Beceriksiz ordular disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler.  İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek  KORKU PROPAGANDASI yaparlar. Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.

 Gazetecilik Neden Dibe Vurdu?

Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu?  Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk…  Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…

Buradan indirebilirsiniz.

 Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.

 

Trackback URL

  1. 13 Yorum

  2. Yazan:Fatih Tarih: Nis 2, 2007 | Reply

    Devletçilik Türkiye için Cumhuriyetin ilk dönemlerinde kalkınması için gerekliydi.Ancak halen bunun sürdürülmesi mantıksız.Devlet sadece denetim gerçekleştirmeliydi.Çin ve Hindistan verdiğiniz örnek örnek ülkelerden.
    Geçmişte Sayın Özal’ın girişimleri ve doğu bloğu hayata geçirilebilseydi Avrupa bloğuna girmek için bu kadar uğraşmaz belkide Çin ve Hindistan gibi ülkelerin ekonomik gelişiminden bu derece çekinmemize gerek kalmayacaktı.

  3. Yazan:Keskin1 Tarih: Nis 3, 2007 | Reply

     

    Bu zihin açıcı yazınız ve verdiğiniz bilgiler için teşekkürler.

  4. Yazan:Mehmet Tarih: Nis 4, 2007 | Reply

    Sevgili yorumcular, katkilariniz için tesekkürler.

    Bugün NTV’de EkoDiyalog adli programi izledim (Karabük’te)
    Gümrük birligi üzerine çekinceleri olan is adamlarina verilen
    güzel bir yanit verildi : Bir kaç ay içinde AB ile ihracat-ithalat
    farki kapaniyor, Türkiye kârli hale geçecek.
    Kendimize güvenmemiz gerek,
    Türkiye neden AB ülkeleri kadar kaliteli mal yapmasin? Yeterki
    esit rekabet kosullarinda kosalim.

    Devletçilik ilkesini bugün sag olsaydi Atatürk bile reddederdi herhalde.
    CHP gibi tozlu ilkelerin arkasinda saklanan dünyayi okuyamayan
    gruplar ise 1930 model çözümlere simsiki yapisiyorlar.

    Dostlukla

  5. Yazan:Mehmet Edebali Tarih: Nis 5, 2007 | Reply

    Dolu dolu yazınız için teşekkürler.
    Kemal Derviş’in güzel! bir sözü geldi aklıma:
    “Bugün yeniden doğsam, yine ‘ekonomist’ olmak isterdim.”
    Dünya üzerinde “siyasal istikrar ve nüfuz-nüfus-güçlü ekonomi” birbirini tamamlayan “ağır” parametreler.
    Ama biliyoruz ki bugün bunların en ağırı güçlü ve istikrarlı bir ekonomidir.
    Yazınızda belirttiğiniz üzere Çin’i bugünden süper güç ilan etmemizdeki en büyük etken de sahip olduğu güçlü ve istikrarlı ekonomisidir.
    Dün Suriye’de, belki Lübnan’da, Irak’ta, Azerbaycan’da, Orta Asya’da açıkça gördük ki Nuh Gönültaş’ın güzel deyimiyle tarih ve mensubu olduğumuz medeniyet bizi eteklerimizden çekiyor.
    Bu coğrafyada Türkiye ayakta kalacaksa, Adriyatik’ten Çin’e (ne olduğunu anlayan da anlamayan da kullanır oldu ya…:), Afrika’ya büyük bir hamleyle atağa geçmemiz gerekiyor.
    Bugün artan diplomatik trafik güzel yarınların umut ışığı…
    Ancak…
    Bundan sonrasında Türkiye’den daha fazla şey beklenecek, daha fazla şey istenecek.
    Orta Asya yeniden yapılanırken kredi dağıtan bir Türkiye’yi hayal etsenize…
    Ama olacak, hepsi olacak inşaallah.
    Son Söz: “Sevgili okuyucularım! Devletin altın yumurtlayan kurumları bir bir satılıyor! İhaleler parti yandaşlarına! Özelleştir gitsin Yahudiye Yunanlıya! Sizden öncekiler akılsız mıydı?!” (E.Çölaşan)
    🙂
    Muhabbetle…

  6. Yazan:Mehmet Tarih: Nis 6, 2007 | Reply

    Mehmet Bey,

    E.Çölaşan’in yorumunda simgelesen anlayis insani üzüyor. Tabi bir halkin yeniliklerden korkmasi normal, insan dogasi. Ama¨herseyin farkinda olan köse yazarlari, YÖK baskani Teziç veya Deniz Baykal gibi insanlar “madem AKP’ye bir sey yapamiyoruz, kriz baslatip Türkiye’yi batiralim da hükümet degissin” deyince VATAN HAINLERI diye bagirmak geliyor içimden. Keske muhalefet partileri daha iyi projeler gelistirseler de AKP’den daha çok oy alsalar.

    Türkiye’den baska kaç ülke GSMH’sini 4 yilda ikiye katlamistir? Ama dediginiz gibi yol uzun ve her yeni basamak bir öncekinden daha zor olabilir. Erdogan’in ilân ettigi 1013’te kisi basina 10 bin dolarlik Türkiye hartik bir hayal olmaktan çikti. Tabi nihaî hedef 20 bin dolarin üzerinde olmali ki hem tarihten gelen liderlik
    rolümüzü hakkiyla oynayabilelim, hem de ABD dahil herkese karsi
    haklarimizi koruyabilelim.

    Genelde AKP’yi takdir ettigimiz halde elestitilecek yönlerini gördük ve tenkid ettik diger forumlarda. Ama bu ne büyük seviyesizliktir ki bir insanin bel fitigiyla, esinin bas örtüsüyle ugrasiyorlar. Aslinda beceriksizliklerini ve körlüklerini ilân ediyorlar.

    Neyse… ALLAH büyüktür…

    Muhabbetle

  7. Yazan:Mehmet Tarih: Nis 20, 2007 | Reply

    Gene bu konuda Eser Karakas’in Türkiye’ye dönük bir yorumu

    http://www.zaman.com.tr/webapp-tr/haber.do?haberno=522673

    ve Mustafa Akyol’un degerlendirmesi için :

    http://www.mustafaakyol.org/archives/2007/04/kemalistler_kapitalizmi_neden_sevmez.php

  8. Yazan:kamil Tarih: May 9, 2007 | Reply

    yahu siz ve yazılarınızı okuduğumd derin düşünce yerine derin bir iğrenme yaşamaktayım maalesef.
    Ancak şunuda öğrenmek isteğimi normal karşılamanızı dilerim.Sizler ya yatırımları olan işverenler olmalısınız ya da çıkarları işverenlerle birebir örtüşen mutlu azınlıklardan olmalısınız.

  9. Yazan:VolkanS Tarih: May 9, 2007 | Reply

    oldukça öğretici bir yazı.

    yazıyı farketmemi sağlayan kamile teşekkür ediyorum

  10. Yazan:Mehmet Tarih: May 10, 2007 | Reply

    Sagolun Volkan Bey,

    Sebepler alemi iste, Kamil Bey sagolsun. Eger kendisine “derin bir iğrenme yaşamaktayım” dedirten seyin de ne oldugunu yazarsa tartisabiliriz belki.

    “Zit düsünceler bizim için rahmettir.” (SAV)

    Muhabbetle

  11. Yazan:Kıvanç Tarhan Tarih: May 12, 2007 | Reply

    Benim en son patronum Hindistan’lıydı, şimdiki ise Çinli. Ama ikisi de Amerikan vatandaşı.

  12. Yazan:dilara Tarih: Tem 16, 2007 | Reply

    mehmet bey çok teşekkür ediyorum yazılarınızı takip ediyorum, vede çok faydalı buluyorum. Bu siteyi öneren ve tanışmama vesile olan sevgili arkadaşım Muharrem beyede ayrıca teşekkür ediyorum.
    muhabbetle…

  13. Yazan:muhammed Tarih: Oca 2, 2008 | Reply

    vaktiyle 1997 yılında erbakan hükümeti döneminde s- mobil sistemi , d-8, ağır sanayi hamlesi gibi büyük hamleler yapıldı.bunlar bugüne kadar devam edebilseydi .ondan sonraki hükümetler devam ettirebilseydi.şu an türkiyede işsizlik kalmayacaktı teknolojiyi satar hale gelebilecekti ve avrupa kapılarında sürünmeyecek kendi birliğimizi kuracaktık bugün bunları yapmada geç kalmadık ama şuurlu yöneticilerin bunları düşünmesi lazım…

  14. Yazan:Barış Tarih: Oca 7, 2008 | Reply

    Mehmet Bey,

    E.Çölaşan ile başlayan yazınıza bir yorum yapacağım.
    Baykal ,Teziç ya da bunlar gibi düşünen insanlara VATAN HAİNİ diyemezsiniz biraz haksızlık olur ilk önce kimlerin VATAN HAİNİ olduğunu iyi anlamalısınız bu ülkeyi yabancı şirketlere satan dini sömürerek cahil halktan oy toplayan ekonomi iyimiş havası verip dış ticaret açığına değinmeyen bir hükümetin üst yöneticileri olmasın VATAN HAİNİ.kişi başına düşen milli geliri ikiye katladık filan yorumlarına ben kanmıyorum şahsen ABD ninde GSMH 40 000 küsür dolardaydı en son ama sadece New Yorkta 3 milyon kişi açlığa direniyor, evsiz ve sokakta yaşıyor.Her yılda milyarderler kervanına bazıları ekleniyor.Bir ülkede 1 kişi bile açsa ya da açıksa o ülkenin değil 40 000, 150 000 dolar kişi başı milli geliride olsa o ülkenin hükümetini insandan saymam çünkü insanlar birbirine destek olan toplu yaşayan sadece kendini düşünmeyen toplumun her tabakasını düşünen varlıklardır.tabi insan olamayan yani düşünemeyen hükümetlerden olsa olsa emperyalist zenginlerin çıkarını düşünen köpekler olur bizim gibi ülkelerde onların maşası olur.
    işte maşacının sözleri ve videosu… Dini sömürerek ülkeyi bömeye çalışanların halini görün.

    http://doguperincek.gen.tr/20060929.html

  1. 5 Trackback(s)

  2. May 19, 2007: Derin Düşünce » Müslümanların iç hastalıkları ve Neo-Cahiliyye devrinin sonu
  3. Ağu 4, 2007: Good Bye Atatürk : Derin Düşünce
  4. Tem 4, 2009: Müslümanların iç hastalıkları « Düşünüyorum o halde yokum!
  5. Eyl 11, 2009: Müslümanların iç hastalıkları! « Besir Eymen
  6. Kas 11, 2012: Yeni Patronunuz Çindistanlı Olacak!

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin