RSS Feed for This Post

PDF kitap indir

Bu sayfadaki kitaplar okurlarımıza armağanımızdır. Serbestçe paylaşabilirsiniz.

Edebiyat, Sinema, Siyaset, Sanat tarihi, Mimarî, Ateizm, Kemalizm, İslâm, Kadın hakları, Feminizm, Tarih, Felsefe… Bugün 100’e yakın kitap var. Yakında yenileri eklenecek, bu sayfayı takip edin… 

Birleşik Dünya İmparatorluğu

Hayatta kalmak için ülkemizin bağımsızlığını küresel şirketlere mi transfer ediyoruz? George Orwell’in 1984 penceresinden Corona Virüs salgını, küresel diktatörlük tehlikesi, kaybedilen hak ve hürriyetlerimiz… Fikir dünyamızı kontrol etmek isteyen diktatörlerin geçmişte kaldığını söyleyebilir miyiz? “Google bulamadıysa o şey yoktur” diyen bir slogan vardı; hatırlayacaksınız. Bugün Google’ın ilk 10 cevabı, Gerçek’in eş anlamlısı oldu neredeyse. (Bkz. Gerçek sonrası / Post-Truth / Post-vérité / عصر ما بعد الحقيقة)

Google, CNN, BBC, Twitter, FaceBook gibi birkaç firma adeta bir gerçek(!) tedarik karteline dönüştü. Ama 1984, bir kehanet romanı değil. Nedir? İnsan tabiatındaki güç tutkusu ile teknolojik bürokrasinin birleşmesinden doğacak siyasî sistemlerin başarılı bir tasavvuru. George Orwell inandığı değerler uğruna bedel ödemiş bir yazar. Dahası, yazdığı her şey hayatında yaşadığı bir tecrübenin izi: Uğradığı ihanetler, aldandığı sosyalizm ütopyası, kendine “solcu” diyenlerin faşistliği ile gelen düş kırıklıkları… Bunlar Orwell’in Hayvan Çiftliği’nde ve 1984’ünde karşımıza kâh bir domuz olarak çıkıyor; kâh “2+2=4” demeyi yasaklayan bir polis memuru… Buradan indirebilirsiniz.

Kitap Tanıtan Kitap 8

2015 senesinde Google arama motorunun yapay zekâsı, zencilerle gorilleri karıştırdığında çoğumuz bunu basit bir programlama hatası olduğunu ve firmanın uzman programcıları tarafından halledileceğini düşündük. Oysa yapay zekâ tarafından teröristlerle karıştırıldığı için uçağa alınmayan, ülkesine dönemeyen, işe giremeyen yahut işten atılan insanların sayısı hızla artıyor. Big Data, yapay zekâ ve diğer bilgi teknolojileri şuursuz ellerde birer kitle imha silahına dönüşmekte. İşte Kitap Tanıtan Kitap 8’in kapak konusu da bu: Cathy O’Neil’in harika kitabı Weapons of Math Destruction.

Başka kimler var 80 sayfalık bu kitapta? John Steinbeck, Tolstoy, Dostoyevsky, Arthur Schopenhauer, Virginia Woolf, Ignacio Ramonet… 13 yazarın 13 eseri üzerine yazılmış uzun kitap sohbetlerinin yanısıra, felsefe ve edebi eserlere, fikriyata bakışınızı değiştirecek, size yeni ufuklar açacak üç makale. Kitap Tanıtan Kitap 8,  yaz tatilinde hangi kitapları okuyacağınıza karar verirken işinize yarayacak bir yol haritası… Buradan indirebilirsiniz.

Fikir Kırıntıları–8

Sosyal medya mesajlarımızı derlediğimiz kitapların 8cisi yayında. Konu başlıkları şöyle:

  1. Şirket kuranlara tavsiyeler
  2. ABD biyolojik bir savaş için hazırlık mı yapıyor?
  3. Corona Virüs, ekonomik neticeler, FED ve Borsa
  4. Çin’in Yeni İpek Yolu, askeri bir proje mi?
  5. Stalin Raporu: Nikita Kruşçev CIA ve MOSSAD’ı nasıl kullandı?
  6. Corona Virüs ve Çin’deki salgın hastalık
  7. KGB’nin kayıp hazinesi…
  8. Hitler’in Türkiye’yi işgal planı ve Müslümanların Hitler’e bakışı
  9. ABD insanları nasıl köpekleştirir? Türkiye’yi korumak için ne yapmalı?
  10. Hafızamız nasıl siliniyor? Gerçeklerin yerine yalanları kim yazıyor?
  11. Evlenme ve boşanma üzerine…
  12. Yeni ipek yolu projesi
  13. Salgın Hastalık Tahvilleri: Milyonların ölümünden zengin olmak

Buradan indirebilirsiniz.

Futbol ve Siyaset

Clausewitz “Savaş siyasetin alternatifi değil, başka araçlarla devamıdır” diyordu. İnsanlığın kapitalizm ile kimliksizleştiği 21ci yüzyılda futbol siyasetin farklı araçlarla devamı haline geldi. Demokratik, faşist yahut sosyalist hiçbir siyasî rejim, futbolu görmezden gelmiyor. Açık yahut gizli, her siyasî partinin, liderin ve rejimin bir “futbol politikası” var.

  • Neden diğer spor dalları değil de futbol?
  • Futbol yoluyla savaş ve iç savaş nasıl çıkartılır?
  • Hükümet darbesi yapmak için futbol nasıl kullanılır?

Elinizdeki e-kitap, tarihten örnekler vererek bu sorulara cevap arıyor. Teorik değil tersine somut olaylara ve görsellere dayalı, sosyal medya formatında bir anlatım. Buradan indirebilirsiniz.

Fikir Kırıntıları-7

Bu kitap, Fikir Kırıntıları-7, Derin Düşünce’nin sosyal medyada paylaştığı mesajları kitaplaştıran derlemelerin yedincisi. Gayemiz, dayatılan sahte gündemlerden kaynaklanan ufuk daralmasını engellemek, merak uyandırmak ve okurlarımızı araştırmaya teşvik etmek. Fikir Kırıntıları-7’nın sorguladığı 21 konu şöyle:

  1. 4 başkan öldüren muz cumhuriyeti ABD’nin sindirim sistemi nasıl çalışır?
  2. Sivil nükleer riskler
  3. Rus derin devleti nedir ve nasıl çalışır?
  4. F-35 savaş uçağına ve Amerika’ya ne kadar güvenebiliriz?
  5. Sinemada siyasî propaganda nasıl yapılır?
  6. Alman derin devleti neden Almanya’ya hizmet etmiyor?
  7. Kore savaşı hakkında çok bilinen yalanlar ve az bilinen gerçekler…
  8. İsveç bir ileri demokrasi midir yoksa işgal altında bir sömürge mi?
  9. Fransa’nın Suudi Arabistan’a sattığı biyolojik silah laboratuarının Yemen’deki salgın hastalıklarla ilgisi ne?
  10. Putinizm, küresel sermaye ve Rus savunma refleksi
  11. F-35 gerçekten hayalet mi? Görünmezlik nedir ve nasıl çalışır? “görünmez” denen uçak nasıl görüldü ve vuruldu?
  12. Doğal gazı savaş sebebi haline getiren sebepler nelerdir?
  13. 2ci dünya savaşında temelleri atılan küresel sistem: Hitler, dolar ve altın
  14. Amerika’nın virüsle sivillere saldırdığı gün…
  15. İngilizlerin Fransa yüzünden 9 gemi kaybettiği savaş
  16. Silah Ticareti: Ambargo nasıl delinir? Kimyasal ve biyolojik silah nasıl el altından satılır? Soykırım yapan diktatörlere gizli yardım nasıl gönderilir?
  17. Amerika’nın Fransızları laboratuvar faresi gibi öldürdüğü gün…
  18. İtalyan mafyası Avrupa Birliği fonlarına nasıl el koydu?
  19. Uluslararası silah ticareti nasıl çalışır?
  20. İnsanları kullanan bencil manipülatörler kimdir?
  21. ABD’de gerçekleşmiş bir darbe girişimi

Kitabı PDF formatında indirmek için buraya tıklayın.

Fikir Kırıntıları-6

Elinizdeki bu kitap, Derin Düşünce’nin sosyal medyada paylaştığı mesajları kitaplaştıran çalışmaların altıncısı. (Buradan indirebilirsiniz) Maksadımız, iş hayatındaki uzmanlaşmadan kaynaklanan ufuk daralmasını engellemek, merak uyandırmak ve okurlarımızı araştırmaya teşvik etmek. Kısacası, bahsettiğimiz konuları derinleştirmek isteyenler makale ve kitap okuyarak kendilerini geliştirmeye devam etmeliler. Fikir Kırıntıları-6’nın sorguladığı meseleler şunlar:

  1. Savunma enerji sektöründeki stratejik şirketlerimiz güvende mi?
  2. Türkiye neden uçak motoru yapamıyor?
  3. Neden Kürtler hedefteydi? Yeni bir Halepçe olur mu?
  4. Uygurlar için ne yapılabilir?
  5. Banka nedir; nasıl çalışır; nasıl çalışmalıdır?
  6. S-400 füzesi, ABD darbelerini engellemek için kullanılabilir mi?
  7. ABD bir hukuk devleti midir?
  8. Gerçekler hakikaten var mıdır?
  9. 3cü dünya savaşı: Ne zaman başlar? Kaç yıl sürer? Nasıl biter?
  10. Vatikan’ın kaç parası var? Nerede saklı? Vatikan bu parayla ne yapıyor?
  11. Bireysel silahlanma Türkiye’ye uyar mı?
  12. Frankenstein ve Marx
  13. Nobel ekonomi ödülü mü yoksa soytarılık mı?
  14. Abdülhamid neden Osmanlı’nın çöküşünü engelleyemedi?
  15. Geleceğin savaşları neye benzeyecek?
  16. Savaşan robotlar askerlerin yerini alacak mı?
  17. Amerika nükleer silahlarına sahip çıkamıyor
  18. Veri politikası
  19. Ruhr Kızılordusu ve Alman işçi isyanı

Buradan indirebilirsiniz.

Fikir Kırıntıları-5

Sosyal medyaya en çok yöneltilen eleştirilerin başında yalan haberlerin yayılması ve kısa mesajlar yüzünden fikirlerin sloganlaşması geliyor. Haklı mı bu eleştiriler? Gerçekte “ana akım” denen gazete ve televizyon kanalları, sosyal medya fenomenlerinden daha dürüst değiller. Çünkü patronların veya arkalarındaki ulus-devletlerin propagandasını yapıyorlar. Bunların yalan haberden yakınmaları bile yalan. Gerçekte, yalan tekelini kaybetmiş olmanın üzüntüsü içindeler.

Gelelim ikinci eleştiriye. Siyasî, ekonomik ve hukukî sorunlar 5-10 kelimeye, birkaç görsele sıkışıp kalıyor. Bu doğru. Ancak sosyal medyanın “hafifliği” ve sür’ati sayesinde resmî tarih ve resmî ideoloji kolaylıkla tartışmaya açılabiliyor. Burada elbette sloganların ve uydurma komplo teorilerinin girdabına kapılma riski var. Evet… Elinizdeki bu kitap, Fikir Kırıntıları-5, Derin Düşünce’nin sosyal medyada paylaştığı mesajları kitaplaştıran çalışmaların beşincisi. Az önce bahsettiğimiz tehlikelerden yani yalan haber, sloganlaşma ve paranoyak teorilerden korunmak için çok sayıda kitap ve makale tavsiye ettik. Eğer sosyal medya mesajları gerçeğin kendisi gibi değil bir sorgulama fırsatı gibi kullanılırsa kemikleşmiş korkular ve önyargılar bir çırpıda yokedilebilir. Bizim de amacımız bu zaten. Kısacası, bahsettiğimiz konuları derinleştirmek isteyenler makale ve kitap okuyarak kendilerini geliştirmeye devam etmeliler. Fikir Kırıntıları-5’in sorguladığı meseleler şunlar (Buradan indirebilirsiniz):

  1. Algı operasyonu nedir?
  2. Çocuklara tecavüz önlenebilir mi?
  3. Türkiye’nin algı operasyonlarında gol yemesinin sebebi parasızlık değil vizyonsuz ve çapsız bürokratlardır.
  4. Casus kurtarma operasyonu nasıl yapılır?
  5. İnterpol bir suç örgütüne mi dönüşüyor?
  6. Ateşin haberini almak ile yanına oturup ısınmak arasındaki fark nedir?
  7. Kur’an’ı herkes kendi aklıyla anlayabilir mi?
  8. Devletler neden terör örgütlerinin para hareketlerini takip edemiyor?
  9. Rabıta nedir?
  10. Endüstri 4.0 ile Bilgi Teknolojileri Endüstriyi Tahakküm Altına Alabilir
  11. İslâmî devlet olur mu?
  12. Yurt dışında okumaya veya çalışmaya gerçekten hazır mısınız?
  13. Recep Tayyip Erdoğan ve Ak Parti üzerine dobra dobra
  14. Yapay Zekâ: Tehditler ve Fırsatlar
  15. Ölümsüzlük üzerine…
  16. Tarihî propaganda ve ideolojik çarpıtmalardan nasıl korunalım?
  17. Çevik yazılımda 9 tuzak ve 9 çözüm
  18. Artık doktorun gözünde hasta değil müşterisin!
  19. Benzinli arabadan elektrikliye geçerken… Fırsatlar ve tehditler…

Kemalist Eğitimin Zararları

Dikkat Kitap: Kemalist Eğitimin Zararları“3 tarafı deniz, 4 tarafı düşmana çevrili cennet vatan” paranoyası neden üretildi? Çağdaş ve laik Türkiye’nin evlâdı, Kavala yahut Halep’te yatan dedesinin mezarına bile pasaportla gidecekti. Eskiden vali gönderilen yerlere şimdi büyük elçi atanıyordu. Churchill’in dediği gibi “iki petrol kuyusunun etrafına sınır çizen” İngiliz, bir gecede ülkeler icad edilmişti. Ama Kemalist millî(!) eğitimin iğdiş ettiği beyinler bunu sorgulamaktan aciz. Körfez ülkeleri, Basra yolunun, İsrail, Doğu Akdeniz’in petrol tıpası olacaktı. Türkiye hem Rusya’nın güneye doğru genişlemesini engelleyecek hem de Bakü petrolünün Avrupa’ya ulaşıp fiyat kırmasına mani olacaktı. Diğer yandan Lazkiye ve Hayfa’dan dünya piyasalarına erişen Musul ve Kerkük petrolü bir gün pekâlâ Türkiye’den geçip İskenderun’a akabilirdi ve bu da Londra için büyük bir risk unsuruydu.

Kısacası, Britanya için gerçek tehdit güçlü bir ordu veya zengin devletler değil Türklerin uyanıp kim olduklarını hatırlamalarıydı. Şu halde dünya petrollerinin %60’ına çökmüş, Afika ve Asya’yı sömüren İngilizler için yapılacak tek bir şey vardı: Kullanışlı aptallar yetiştirecek bir eğitim sistemi kurmak ve bunu Türklere “millî eğitim” diye yutturmak.

Eğitimle ilgili sorunlarımız nasıl düzelir? Yahut birgün düzelir mi? Elinizdeki bu kitapta Ufuk Coşkun Kemalist eğitimin sorunlarına işaret etmekle kalmıyor, bir yandan çözümler önerirken bir yandan da millî eğitimin ideolojik, tarihi ve kültürel arka planını gözler önüne seriyor. Milat Gazetesi yazarı, bolgepostasi.com Genel Yayın Yönetmeni Ufuk Coşkun’u televizyondaki tartışma programlarından ve eğitim konulu çalışmalarından tanıyorsunuz. Bizzat eğitim dünyasının sorunlarını içeriden yaşayan Coşkun aynı zamanda “Kürdüm Doğruyum Çalışkanım” ve “Yeni Sömürgecilik ve Bağımsız Sivil Toplum Kültürü” kitaplarının da yazarı. Ufuk Coşkun’un “Kemalist Eğitimin Zararları” adlı kitabını buradan indirebilirsiniz.

Petrol kandan ağırdır

(Son güncelleme: 4cü sürüm, 12 Ocak 2019)

Petrolün fiyatının 50$ üzerinde kalması için yılda ortalama 75.000 insanın ölmesi gerekiyor. Süveyş kanalının Mısır tarafından kamulaştırılması, petrol krizleri, 6 sün savaşı, İran-Irak savaşı, Irak’ın işgali ve Suriye… İnsan kanıyla para basan bu makine 50 senedir asker, sivil, kadın çocuk demeden insan öğütmeye devam ediyor. Nasıl? 1ci Dünya Savaşı tarihteki ilk küresel karbon savaşı oldu. Kömürle beslenen fabrikalar kömür ve petrolle işleyen makineler ürettiler ve insanın öldürme kapasitesini binlerle çarptılar. Ama makineler savaşta insanın yerini almadı. Bunun yerine daha çok insanı daha hızlı şekilde cepheye göndermek için kullanıldı. Cepheler genişledi ve muharebeler uzadı. Alman-Fransız sınırındaki zengin kömür yataklarından İslâmistan’daki petrol kuyularına uzanan savaşta insanlar karbon için öldüler, öldürdüler. Petrolcüler, kömürcüleri yendi. Endüstrileşen savaş sadece savaş makinelerinin değil üretim, sevk ve idare kapasitelerinin de savaşıydı. Elinizdeki 55 sayfalık bu e-kitap şu sorunun cevabıdır: İnsan kanıyla para basan bu makine nasıl çalışıyor? Buradan indirebilirsiniz.

Savaş Meydanda Değil Masada Kazanılır

Dünya ticaretinin %80’i denizden yapılıyor. Ülkelerin hayatta kalması yani gıda ve enerji tedariki için deniz yollarına erişmeleri şart. Panama, Süveyş, Malaka ve Cebelitarık gibi bütün stratejik noktalar ABD, Britanya ve Fransa’nın kontrolünde. Bu üç devlet istedikleri ülkenin ekonomisini petrolsüz ve dövizsiz bırakıp boğabilecek bir güce sahip.(Bkz. Petro-dolar sistemi)

Komplo teorisi mi? Değil, her şey ortada: Akademisyenler, amiraller, bakanlar ve diplomatlar, doktrinlerini açık açık yazmışlar ve yazdıklarını harfiyen tatbik etmişler: Alfred Mahan, Halford Mackinder, Nicholas Spykman, Zbigniew Brzezinski, Edward Luttwak, Samuel Huntington, Joseph Nye, David Peraeus, Henry Kissinger… Jeopolitiğin bu ünlü isimleri, İngilizlerin ve Amerikalıların dünyaya sürekli hükmetmesi için neler yapılması gerektiğini her ortamda açıkça ifade etmişler. Tabi bu tahakküme bir takım kılıflar uydurulmuş: Önce Hristiyanlık, sonra üstün(!) beyaz ırk ve nihayet serbest ticaretle demokrasi adına verilen bir mücadele gibi gösterilmiş. Yani sınır tanımayan Anglo-Saxon şiddetine, ideolojik meşruiyet zeminleri ihdas edilmiş. Ama değişen ideolojilere ve teknolojinin ilerlemesine rağmen 150 yıldır değişmeyen jeopolitik sabitler var. 21 harita ve 11 makaleden oluşan bu kitap, Anglo-Saxon hakimiyetini mümkün kılan şartları ve Avrasya’nın kurtuluş yollarını sorguluyor. Coğrafî engellerden ekomik savaş araçlarına ve psikolojik harbe kadar… Kitabı buradan indirebilirsiniz.

Fikir Kırıntıları-4

İslâm coğrafyasında sürüp giden petrol savaşları deniz yollarından ayrı düşünülebilir mi? Sudan petrolünü Çin’e taşıyan yol Yemen ve Malaka boğazından geçiyor. İran ve Arap petrolünü Avrupa’ya taşıyan yol ise Mısır’daki Süveyş kanalından. Akdenizi’in Atlantik kapısı olan Cebelitarık ve Pasifik’i Altantik’e bağlayan Panama da aynı “uygarların” kontrolünde. Bütün deniz yollarını kontrol eden bu ülkeler hem Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde veto hakkına sahipler hem de dünyadaki silahların %90’ını üretip satıyorlar. Ve aynı ülkeler sürekli dünya barışı ve özgürlük için çalıştıklarını söylüyorlar! Kendisini dünyanın mâliki gibi gören bu “uygarlığın” önüne çıkan liderler öldürülüyor, ülkeler işgal ediliyor, hükümetler darbe ile, halklar ise terörle “terbiye” ediliyor. Evet… Bu konulara odaklanan Fikir Kırıntıları serisinin 4cü kitabını ilginize sunuyoruz. Konu başlıkları şöyle:

  1. Bazı çocuklar çikolatadan nefret eder!
  2. Lityum savaşları başladı!
  3. Savaşsızlık, barış değildir!
  4. Bilimsellik aklın emaresidir; bilimcilik ise akılsızlığın!
  5. Denizlere hâkim olanlar nasıl dünyaya hâkim oldular?
  6. Modern savaşlarda neden insan değersizleşiyor?
  7. Teröre karşı sıradan vatandaşların yapabilecekleri 3 şey

“Fikir Kırıntıları-4” adlı e-kitabı buradan indirebilirsiniz.

Derin Savaş

Savaş bir şiddet hareketidir ve bu bilkuvve (potansiyel) şiddetin sınırı yoktur. İnsanlık olarak sürekli savaşmıyorsak bunun sebebi yüksek ahlâkımız(!) değil menfaatlerimizdir. Ancak savaşı sonuçlarından tecrid ederek, sağlıklı bir şekide düşünmek kolay değil. Çünkü yol açtığı ölümler ve maddî zarar o kadar büyük ki her ne pahasına olursa olsun kaçınmak gereken bir anormallik veya uluslararası ilişkilerde bir aksama gibi görünüyor. Oysa her savaşsızlık hâli barış değil; geçici bir ateşkesten ibaret. (Bkz. Barış / Sulh / Peace / Paix / صلح / سلام ) Meselâ iki dünya savaşı arasındaki 1918-1939 dönemine kim “barış” diyebilir? Üstelik her ne pahasına olursa olsun savaştan kaçan bir lider, düşmanlarının ölçüsüz şantajına çanak tutmuş olmaz mı? Adolf Hitler’e akıl almaz ödünler veren Birleşik Krallık Başbakanı Neville Chamberlain gibi savaştan kaçmak için “her pahayı” ödemek, üstelik sonunda yine de savaşmak zorunda kalmak iyi bir strateji mi? Ölmenin değil yaşamanın tesadüf olduğu  savaşta asker, sağdaki yahut soldaki sipere koşarken serbesttir. Belki de en güvenli siperi, bir robot veya bir hayvan, insandan daha iyi seçebilir. Ama insan, vatanı için ileri atılmakla nefsi için geri kaçmak husunda özgürdür. İşte savaşın neticesi üzerinde çok ağır basabilen insanlık faktörü tam buradadır. (Bkz. Hayvan Serbesttir, İnsan Özgürdür…) Savaş, bütün sosyal bilimcileri zorlamış bir saha. Elinizdeki bu kitap, savaşın mekanik ve insanî veçhelerini en dengeli şekilde işleyen müelliflerden biri olan Prusyalı General Carl von Clausewitz’in fikirlerinden istifade ederek yazılmış bir deneme. Teknolojik ilerlemenin eskitemediği ilkeleri bugünün savaş şartlarında değerlendirdik: Strateji, taktik, cesaret, savaşta aklın önemi ve sınırları… Buradan indirebilirsiniz.

Fikir Kırıntıları-3

fikir-kirintilari-3-kapakArtık gazeteler okurlarıyla, TV kanalları seyircileriyle rekabet halinde. Kimilerine göre Donald Trump bile seçimi sosyal medya sayesinde kazandı. Rakibi Hilary Clinton, Başkan Obama, hatta CNN, FOX gibi kanallar sürekli sosyal medyadan yayılan “yalan haberlerden” (fake news) yakınıyorlar. Belki de yalan haberden değil yalan tekelini kaybetmekten rahatsız oldular? Gerçek ne olursa olsun teknoloji eskiden bir oligarşiye ait olan medya gücünü -bir parça da olsa- sıradan insanların eline verdi. Sosyal medya elbette ırkçılık, iftira ve hakaretin yayılması için uygun bir zemin ama “haber” ve “bilgi” ve bunlara ait yorumları herkesin erişebileceği bir noktaya getirmesi açısından ilginç. Fikir Kırıntıları-3 Derin Düşünce’nin sosyal medyada paylaştığı mesajları kitaplaştıran bir çalışma. Yayına girdiği günden beri Fikir Kırıntıları-1 ve Fikir Kırıntıları-2’nin gördüğü ilgi bize yine cesaret ve güç verdi. Tabi her zamanki gibi konuları derinleştirmek isteyenler için makale ve kitap da tavsiye ettik. “Fikir Kırıntıları-3” adlı e-kitabı buradan indirebilirsiniz.

Rönesans’ın Kara Kitabıronesans-kara-kitap-kapak

Rönesans sanatın yeniden doğuşu değil ölümü oldu… ve daha bir çok şeyin! Rönesans’ın fikir dünyamızda açtığı yaralar bugün dahi kapanmış değil. Maddenin mânâyı tahakküm aldığı, adına “Aydınlanma” dediğimiz karanlık çağların miladı hiç şüphesiz bu dönem. Güzel ahlâk ile güzel sanatın irtibatının kopuşudur Rönesans. Bu kopuş yüzündendir ki insanlık sadece sanatta değil siyaset, bilim, felsefe, iktisatta lâdini dünya görüşünü Hakikat’in yerine koydu. Sonradan bütün dünyaya dayatılacak olan Avrupa sanatı Rönesans’tan itibaren bilimselleşti. Anatomi, optik, matematik kuralları ve özellikle de merkezî perspektif sanatta insanî ifade imkânını sınırladı. Sömürgeciliği, dünya savaşlarını ve insanları homo-economicus zanneden ideolojileri doğuran işte bu zihniyet oldu. İnsanlık asırlardır hapsolduğu Rönesansçı perspektiften kurtulabilir; kurtulmalıdır da. Bu kurtuluşun neticeleri ise sadece sanatla sınırlı kalmayacak, ahlâkî, siyasî, felsefî tekâmüllere kapı açacaktır. Rönesans’ın Kara Kitabı bu kurtuluşa katkıda bulunmak amacıyla yazıldı. Başta Pavel Florenski ve Erwin Panofsky olmak üzere George Orwell, Juhani Pallasmaa, Michel Foucault, Ahmed Yüksel Özemre, Zygmunt Bauman, Stanley Kubrick, Cemil Meriç, Henri Lefebvre, Lucien Lévy-Bruhl, Rasim Özdenören, Mircea Eliade, René Guénon gibi sanatçı ve düşünürlerin eserlerinden ve iki değerli araştırmacımızın, Ozan Avcı ile Gönül Eda Özgül’ün makalelerinden istifade edildi. Buradan indirebilirsiniz.

Derin Medeniyetderin-medeniyet

Nedir medeniyet? Opera? Demokrasi? Parklar ve bahçelerle süslü şehirler? Metro? Asansör? Modern çağın karanlık dehlizlerinde kaybolan bizler için medeniyet, teknoloji ve kültür mefhumlarını birbirinden ayırdetmek zor ama şurası kesin: Hiroşima, Gazze ve Halep’te şehirleri (medineleri) haritadan silen Batı’ya “medenî” diyenler büyük bir suç işliyorlar. Zira katil bir insanı bir kere öldürür ama katile “katil” demeyenler içlerindeki insanlığı, vicdanı öldürmüş olurlar. (Vicdan / Conscious / Conscience / ضمير) Evet… Kimileri adaletle hükmedilmiş mülkler bıraktılar geriye; kimileriyse kan ve göz yaşıyla, kul hakkıyla çimentosu karılmış duvarlar, piramitler, kuleler. Elinizdeki bu kitap şu veya bu medeniyeti anlatma değil medeniyet mefhumunun derinlerine inme derdinde. İnsanlar arasındaki münasebetleri yani muhabbet, merhamet, adalet, ticaret ve şiddeti yönetebilme gücü açısından medeniyet mefhumuna yeni bir bakış açısı teklif ediyor. Miras olarak köprü bırakanlarla duvar bırakanları tefrik etmeye yarayacak bir bakış açısı. Buradan indirebilirsiniz.

fikir-kirintilari-2Bir kez daha sosyal medyada paylaştığımız mesajları kitaplaştırdık. Yayına girdiği günden beri Fikir Kırıntıları-1 o kadar çok ilgi gördü ki biz de yeni e-kitabı ilginize sunmak için elimizden geleni yaptık… Ve her zamanki gibi konuları derinleştirmek isteyenler için ise makaleler ve kitaplar da tavsiye ettik. Fikir Kırıntıları-2’nin konuları şöyle: Taktik ve Strateji, Enerji, Vatikanizm, Gündem Zehirlenmesi, İslâm Sanatı, Kanlı Fotoğraf Yayma, 1 Mayıs, Amigo-Tarihçi, Futbol, mafya, uyuşturucu, fuhuş ve terör, Namaz illâ namaz, Müslümanlarda içe kapanma ve dışa açılma, Neden okuyalım? Ne okuyalım? Nasıl okuyalım?, Ekonomistler neden ekonomiden anlamaz?, Münâfıkûn ve Siyaset-i Nebevî, Sosyal Medya, Gurbet, Çirkin Şehir, Devrim, Yeni PKK ve “Private Security”, Şifalı ottan zehir yapma, Kadına Karşı Şiddet, Liberalizm, Gerçeği görme, Çalışan kadın, Suriye, Tasavvuf, Hollywood-Pentagon, Beyin yıkama ve psikolojik harp. Buradan indirebilirsiniz.

Fikir Kırıntıları – 1fikir-kirintilari

140 karakterle derdini anlatabilenlerden misiniz? Kısa mesajlar, FaceBook’taki özlü sözler, Twitter’da kısaltıldıkça sloganlaşan fikirler… Tabi insanlar sözü uzatmanın yeni yollarını buldular: Video, caps, … Ancak kısa söz her zaman derinlikten mahrum olmakla eş anlamlı değil. Az sözle çok ama çok derin mânâlar da aktarılabilir. Kısa sözün hikmeti dışarıdan aktarılan, alimden cahile verilen yeni bir şey değil. Meselê ârifin irfanıyla agâh olunması; dinleyende bilkuvve (potansiyel) olarak  bulunan güzelliklerin uyandırılması, bilfiil (aktif) hale geçirilmesi. Bunun için “dinleyen anlatandan “ârif olsa gerek” buyurmuş büyükler. Biz de Twitter’da paylaştığımız kısa mesajları konularına göre tasnif edip kitaplaştırdık, ilginize sunduk. Eğitimden Türk soluna, ekonomik krizlerden petrol savaşlarına, ölüm korkusundan küresel ısınmaya kadar çok farklı konularda aforizmalar… Konuları derinleştirmek isteyenler için ise makaleler ve kitaplar da tavsiye ettik. Buradan indirebilirsiniz.

Kitap tanıtan kitap 7kitap-tanitan-kitap-7 - kucuk

Kitap tanıtan kitapların 7cisine damgasını vuran düşünür Susan Sontag oldu. 1977’de yayınladığı “Fotoğraf Üzerine” isimli cesur kitaptan bahseden 4 makale ile başlıyoruz. Mehmet Özbey’in kaleminden eskimeyen bir kitabı ziyaret edeceğiz sonra: Yüzyıllık Yalnızlık (Gabriel Garcia Marquez) Değerli yazarlarımızdan Mehmet Salih Demir ve Mustafacan Özdemir tek bir kitaba ve tek bir yazara odaklı kitap sohbetlerinden farklı makaleler hazırladılar. Bunlar kavram ve/veya olaylara odaklı, birden fazla kitaptan ve müelliften istifade eden çalışmalar: Terör, vicdan, modernleşme, bilim felsefesi (Kuhn, Heidegger, Derrida, Gadamer, Dilthey, Mach, Baudrillard, Toulmin) … Suzan Nur Başarslan’ın yazdığı Türk romanının tarihçesi ve Seksenli Yıllarda Türk Romanı Ve Post Modern Eğilimler de bu kategoriye dahil edilebilir. Bunların  yanısıra yazar kadar hatta bazen daha fazla ünlenmiş kitaplara adanmış makaleleri de yine bu sayıda bulacaksınız: Zeytindağı (Falih Rıfkı Atay), Hayy Bin Yakzan (İbn-i Tufeyl), Körleşme (Elias Canetti), Taşrada Düğün Hazırlıkları (Franz Kafka). Kitap tanıtan Kitap 7’nin daha önceki sayılardan bir diğer farkı da Georg Simmel’e adanmış iki makale içermesi. Karl Marx ve Max Weber arasındaki kayıp halka olarak nitelenen Simmel’in “Büyük şehir ve zihinsel yaşam” (Die Großstädte und das Geistesleben, 1903) isimli özgün çalışmasından bahsettiğimiz makaleler kitabın sonunda. Buradan indirebilirsiniz. Önceki kitap sohbetleri:

Derin Lügat 10.0

Yeni sürümlere dair not: Eski sürümleri indirip okumuş olanların işini kolaylaştırmak için kelimelerin sırasını değiştirmiyoruz. Yani her yeni sürümde okumaya kaldığınız yerden devam edebilirsiniz.

  • 10cu sürümdeki yeni kelimeler: Nobel Ekonomi Ödülü, Sıfır tolerans, Işık, Feminizm, Moda, Tüketim, “Şimdi” mefhumu.
  • 9cu sürümdeki yeni kelimeler: Tarihin Sonu, Beyin Göçü, Kölelik, İnsanlık, Maske, Vermek.
  • 8ci sürüme eklenen yeni terimler: Fetih, Estetizasyon, Rönesans, Amerika’nın keşfi, Çelişki, Mecazî aşk, Big Data, Nobel Barış Ödülü, Allah korkusu, İnsan Kaynakları, Gaflet, Batı, Objektif Bilgi.
  • 7ci sürüme eklenen yeni terimler: Uluslararası adalet, Az gelişmiş ülke, Hoşgörü, Kabz, Büyüme, Gerçek sonrası, Realpolitik, Kaos.
  • 6cı sürüme eklenen yeni terimler: Demokrasi, Muhafazakârlık, Kuvvetler ayrılığı, İnovasyon, İlerleme, Erken – Geç.
  • 5ci sürüme eklenen yeni terimler: Hissiyat – Maneviyat, Tanrı Parçacığı, Bâkî, Kelime, Cehalet, Mürşid, Evvel, Büyük Patlama.
  • 4cü sürüme eklenen yeni terimler: Paraklitos, Hudud, Ehliyet, Zâhir ve Batın, Barış, Unutmak.
  • 3cü sürüme eklenen yeni terimler: Eksen Kayması, Bilgi toplumu, Zamanda Yolculuk, Ateist , Yokluk , Çağdaş, Gurbet, Kader.

İnsanlık neredeyse 4 asırdır “ilerleme” adını verdiği müthiş bir gerileme içinde. Tarihteki en kanlı savaşlar, sömürüler, soykırımlar, toplama kampları, atom bombaları, kimyasal ve biyolojik silahlar hep Batı’nın “ilerlemesiyle” yayıldı dünyaya. En korkunç barbarlıkları yapanlar hep “uygar” ülkeler.  Her şeyin fiyatını bilen ama hiçbir şeyin değerini bilmeyen bu insanlar nereden çıktı? Yoksa kelimelerimizi mi kaybettik? “Aydınlanma ile büyük bir karanlığa gömüldü Avrupa. Vatikan’ın yobazlığından kaçarken pozitivist dogmaların bataklığında kayboldu. “Yeniden doğuş” (Rönesans) hareketi sanatın ölüm fermanı oldu: Zira optik, matematik, anatomi kuralları dayatıldı sanat dünyasına. Sanat bilimselleşti, objektif ve totaliter bir kisveye büründü. Kimse parçalamadı dünyayı “Birleşmiş” Milletler kadar. Güvenliğimiz için en büyük tehdit her barış projesine veto koyan BM “Güvenlik” Konseyi değil mi? Daimi üyesi olan 5 ülke dünyadaki silahların neredeyse tamamını üretip satıyor. “Evrensel” insan hakları bildirisi değil güneş sisteminde, sadece ABD’deki zencilerin haklarını bile korumaktan aciz. Bu kavram karmaşası içinde Aşk kelimesi cinsel münasebetle eş anlamlı oldu: ing. To make love, fr. Faire l’amour… Önce Batı, sonra bütün insanlık akıl (reason) ile zekânın (intelligence) da aynı şey olduğunu sanmışlar. Oysa akıl iyi-kötü veya güzel-çirkin gibi ayrımı yaparken zekâ problem çözer; bir faydayı elde etmek ya da bir tehditten kurtulmak için kullanılır. Bir saniyede 100.000 insanı ve sayısız ağacı, böceği, kediyi, köpeği oldürecek olan atom bombasını yapmak zekâ ister ama onu Hiroşima üzerine atmamak için akıl gerekir. İster Batı’yı suçlayalım, ister kendimizi, kelimelerle ilgili bir sorunumuz var: İşaret etmeleri gereken mânâların tam tersini gösterdikleri müddetçe sağlıklı düşünmeye engel oluyorlar. Çözüm ürettiğimizi sandığımız yerlerde yeni sorunlara sebep oluyoruz. Dünyayı düzeltmeye başlamak için en uygun yer lisanımız değil mi? Kayıp kelimelerin izini sürmek için yazdığımız Derin Lügat’ı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Edward Hopper’ı okumak

hopper-kapakAmerikalı ressam Edward Hopper sadece Amerika’nın değil bütün Batı kültürünün en önemli ressamlarından biri. Hopper ile Batı resmi asırlardan beri ilk defa kısır ekol savaşlarını, soyut resim / figüratif resim gibi ölü doğmuş dikotomileri aşma fırsatı yakaladı.

Bu bağlamda, perspektif, ışık, gölge vb tercihleri aşan Hopper’ın yeni bir şey yaptığını savunuyoruz: Hopper Rönesans’tan beri can çekişen figüratif resme yeni bir soluk verdi. Tezimiz budur. Bu lisan-ı sûreti tahlil etmek için sadece Hopper’dan etkilenen diCorcia gibi fotoğrafçıları değil ondan beslenen Hitchcock, Jarmusch, Lynch gibi sinema yönetmenlerini, romancıları da kitabımıza dahil ettik. Diğer yandan Hopper’ın tutkuyla okuduğu filozoflardan yani Henry David Thoreau ve Ralph Waldo Emerson’dan da istifade ettik. Elinizdeki bu kitap Hopper tablolarına aceleyle örtülen melankoli ve yalnızlık örtüsünü kaldırmak için yazıldı. Hopper’a bakmak değil Hopper’ı okumak için. Buradan indirebilirsiniz.

Senin tanrın çok mu yüksekte?

senin-tanrin-cok-mu-yuksekteGüzel olan ne varsa İnsan’ı maddî varoluşun, bilimsel determinizmin ötesine geçirecek bir vasıta. Sevgilinin bir anlık gülüşü, ay ışığının sudaki yansıması, bir bülbülün ötüşü ya da ağaçları kaplayan bahar çiçekleri… Dinî inancımız ne olursa olsun hiç birimiz güzelliklere kayıtsız kalamıyoruz. Etrafımızı saran güzelliklerde bizi bizden alan, yeme – içme – barınma gibi nefsanî dertlerden kurtarıp daha “üstlere, yukarılara” çıkaran bir şey var. Baş harfi büyük yazılmak üzere Güzel’lik sadece İnsan’a hitab ediyor ve bize aşkın/ müteâl/ transandan olan bir mesaj veriyor: “Sen insansın, homo-economicus değilsin”. İşte bu yüzden “kutsal” dediğimiz sanat bu anlayışın ve hissedişin giriş kapısı olmuş binlerce yıldır. Tapınaklar, ikonalar, heykeller insanları inanmaya çağırmış. Ancak inancı ne olursa olsun bütün “kutsal sanatların” iki zıt yola ayrıldığını, hatta fikren çatıştığını da görüyoruz:

  • Tanrı’ya benzetme yoluyla yaklaşmak: Teşbihî/ natüralist/ taklitçi sanat,
  • Tanrı’yı eşyadan soyutlama yoluyla yaklaşmak: Tenzihî/ mücerred sanat.

Kim haklı? Hangi sanat daha güzel? Hangi sanatçının gerçekleri Hakikat’e daha yakın? Bu çetrefilli yolda kendimize muhteşem bir rehber bulduk: Titus Burckhardt hem sanat tarihi hem de Yahudilik, Hristiyanlık, İslâm, Budizm, Taoizm üzerine yıllar süren çalışmalar yapmış son derecede kıymetli bir zât. Asrımızın kaygılarıyla Burckhardt okyanusuna daldık ve keşfettiğimiz incileri sizinle paylaştık. Buradan indirebilirsiniz.

Öteki Sinemanın Çocuklarıoteki-sinemanin-cocuklari

Yakında sinemanın bir endüstri değil sanat olduğuna kimseyi inandıramayacağız. Zira “Sinema Endüstrisi” silindir gibi her şeyi ezip geçiyor. Sinema ürünleşiyor. Reklâm bütçesi, türev ürünlerin satışı derken insanlar otomobil üretir gibi film ÜRETMEYE başladılar. Belki en acısı da “sinema tekniği” öne çıkarken sinema sanatının unutulması. Fakat hâlâ “iyi bir film” ile çok satan bir sabun veya gazozun farkını bilenler de var. Çok şükür hâlâ ustalar kârlı projeler yerine güzel filmler yapmaya çalışıyorlar. Derin Düşünce yazarları da “İnsan’sız Sinema Olur mu?” kitabından sonra yeni bir sinema kitabını daha okurlarımıza sunuyorlar. “Öteki Sinemanın Çocukları” adlı bu kitap 15 yönetmenle buluşmanın en kolay yolu: Marziyeh Meshkini, Ingmar Bergman, Jodaeiye Nader Az Simen, Frank Capra, Dong Hyeuk Hwang, Andrey Rublyov, Sanjay Leela Bhansali, Erden Kıral… Buradan indirebilirsiniz.

kitap-tanitan-kitap-6

Kitap Tanıtan Kitap 6

Bir varmış, bir yokmuş. Mehtaplı bir eylül gecesinde Ay’a bir merdiven dayamışlar. Alimler, yazarlar, şairler ve filozoflar bir bir yukarı çıkıp oturmuşlar. Hem Doğu’dan hem de Batı’dan büyük isimler gelmiş: Lev Nikolayeviç Tolstoy, René Guénon, Turgut Cansever, El Muhasibi, Şeyh-i Ekber, Cemil Meriç, Arthur Schopenauer, Ahmet Hamdi Tanpınar, Mahmud Sâmi Ramazanoğlu, Mahmut Erol Kılıç… Sadece bir kaç yer boş kalmış. Konuklar demişler ki “ başka yazar çağırmayalım, bu son sandalyeler bizim kitabımızı okuyacacak insanlara ayrılsın”. Evet… Kitap sohbetlerinden oluşan derlemelerimizin altıncısıyla karşınızdayız. Buradan indirebilirsiniz. Önceki kitap sohbetleri:

sen-insansinSen insansın, homo-economicus değilsin!

Avusturyalı romancı Robert Musil’in başyapıtı Niteliksiz AdamJames Joyce‘un Ulysses ve Marcel Proust‘un Geçmiş Zaman Peşinde adlı eserleriyle birlikte 20ci asır Batı edebiyatının temel taşlarından biri. Bu devasa romanın bitmemiş olması ise son derecede manidar. Zira romanın konusunu teşkil eden meseleler bugün de güncelliğini koruyor.  Biz “modernler” teknolojiyle şekillenen modern dünyada giderek kayboluyoruz. İnsan’a has nitelikleri makinelere, bürokrasiye ve piyasaya aktardıkça geriye niteliksiz bir Ben’lik kalıyor. İstatistiksel bir yaratık derekesine düşen İnsan artık sadece kendine verilen rolleri oynayabildiği kadar saygı görüyor: Vatandaş, müşteri, işçi, asker…

Makinelerin dişli çarkları arasında kaybettiğimiz İnsan’ı Niteliksiz Adam’ın sayfalarında arıyoruz; dünya edebiyatının en önemli eserlerinden birinde. Çünkü bilimsel ya da ekonomik düşünce kalıplarına sığmayan, müteâl / aşkın bir İnsan tasavvuruna ihtiyacımız var. Homo-economicus ya da homo-scientificus değil. Aradığımız, sorumluluk şuuruyla yaşayan hür İnsan.Buradan indirebilirsiniz.

tezyin_kapak-150Gözle dinlenen müzik: Tezyin

Batı sanatı her hangi bir konuyu “güzel” anlatır. Bir kadın, batan güneş, tabakta duran meyvalar… İslâm sanatının ise konusu Güzellik’tir. Bunun için tezyin, hat, ebru… hatta İslâm mimarîsi dahi soyuttur, mücerred sanattır.

Derrida, Burckhardt, Florenski ve Panofski’nin isabetle söylediği gibi Batılı sanatçı doğayı taklid ettiği için, merkezi perspektif ve anatomi kurallarının hakim olduğu figüratif eserler ihdas eder. Bu taklitçi eserler ise seyircinin ruhunu değil benliğini, nefsini uyandırır. Zira kâmil sanat tabiatı taklid etmez. Sanat fırça tutan elin, tasavvur eden aklın, resme bakan gözün secdesidir. Tekâmül eden sanatçı (haşa) boyacı değil bir imamdır artık. Her fırça darbesi tekbir gibidir. Zahirde basit motiflerin tekrarıyla oluşan görsel musiki ile seyircilerin ruhu öylesine agâh olur ki kalpler kanatlanıverir. Müslüman sanatçı bu yüzden tezyin, hat, ebru gibi mücerred sanatı tercih eder. Güzel eşyaları değil Güzel’i anlatmak derdindedir. Çünkü ne sanatçının enaniyet iddiası ne de seyircinin BEN’liği makbul değildir. Görünene bakıp Görünmez’i okumaktır murad; O’nun güzelliği ile coşan kalp göğüs kafesinden kurtulup sonsuzluğa kanat açar.

Tezyinî nağmeleri gözlerimizle işitmek için yazıldı bu e-kitap. John locke gibi bir “tabula rasa” yapmak için değil Hz. İbrahim (as) gibi “la ilahe” diyebilmek için. Buradan indirebilirsiniz.

Kaybedenler Klübü: Anti-demokratik bir muhalefetin kısa tarihi

T.C. kurulurken Hitler, Mussolini ve Stalin başrolleri paylaşıyordu. İki dünya savaşının ortalığı kasıp kavurduğu o korkunç yıllarda “bizim” Cumhuriyet gazetesi’nin faşizme ve faşistlere övgüler yağdırması bir rastlantı mıdır? Kemalistlerin ilâhı olan Atatürk’ün emriyle 80.000 Alevî Kürd’ün Dersim’de katledilmesi, Kur’an’ın, ezanın yasaklanması, imamların, alimlerin idam edilmesi, Kürtleri, Hristiyanları ve Yahudileri hedef alan zulümler de yine Atatürk ve onu ilahlaştıranlar tarafından yapılmadı mı?

Bu ağır mirasa sahip bir CHP ve Türk solu şimdilerde “İslâmî” olduğu iddia edilen bir cemaat ile, Fethullah Gülen’in ekibiyle ittifak içinde. Yobaz laiklerin, yasakların kurbanı olduklarını, baskı gördüklerini iddia ediyor bu insanlar. Ama bir yandan da alenen İslâm düşmanlığı yapan her türlü harekete hatta İsrail’e bile destek vermekten çekinmiyorlar. Tuttukları yol İslâm’dan daha çok bir ideolojiye benziyor: Gülenizm. Millî istihbarattan dershanelere, dış politikadan bankalara kadar her konuda dertleri var. Ama Filistin’de, Doğu Türkistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Arakan’da zulüm gören Müslümanları dert etmiyorlar. Acayip…

Türk solu, CHP ve Fethullah Bey… Nereden geldiler? Nereye gidiyorlar? Elinizdeki bu kitap meseleyi tarihsel bir perspektifte ele almayı amaçlıyor.Buradan indirebilirsiniz.

freud-kapakGurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”

Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığı sorgulamak için iyi bir fırsat… Sigmund Freud gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmişlik hissini anlatan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor. Bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada. Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi,  buz dağının görünen ucu mudur? Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

fethullah-gulen-kapakFethullah Gülen’i iyi bilirdik

(Son güncelleme: 5inci sürüm, 11 Ağustos 2016)

Türkçe Olimpiyatlarını ve Türk okullarını sevmiştik. Gözü yaşlı vaizin Amerika’da yaşamasına alışmıştık. 1980 öncesinde komünizme karşı CIA ile işbirliği yapmasına “taktik” demiştik. Fethullah Gülen aleyhine açılan davalardan birinin iddianamesinde “pozitivist felsefeye karşı olmak” ile suçlanıyordu. Biz de karşıydık pozitivizme. Sonra bir gün… Mavi Marmara! Doğu Akdeniz’de, uluslararası sularda oyuncak ve gıda taşıyan bir gemi saldırıya uğradı. Masum ve silahsız insanlar öldü. Psikopat bir devletti bunu yapan. İsraillileri hapsettiği korku duvarları Filistin’i hapseden beton duvarlardan daha yüksekti. Ama Fethullah Gülen İsrail’den izin alınması gerektiğini söyledi. Bu terörist devletten “otorite” diye bahsediyordu. Gülen’e göre İsrail Doğu Akdeniz’in efendisiydi, uluslararası sularda bile masum sivilleri öldürme hakkına sahipti. Gülen cemaati dünya ile uğraşmaktan ahirete vakit ayıramıyordu. Gülen cemaati bir cemaatten başka herşeye benziyordu. 15 Temmuz gecesi yaşadığımız darbe girişiminde yaşadıklarımızla birlikte değerlendirince can acıtan bir soru kendini dayatıyor bize: Fethullah Gülen ve kurmayları bizi baştan beri kandırdı mı? Yoksa “küçük eller” dediğimiz masum insanların teşkilâtı sonradan mı kokuştu?  Kitabı buradan indirebilirsiniz.

Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdıryitik

Afganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir? Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” içinBuradan indirebilirsiniz.

İslâm’da Mimar ve Şehir

Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor. Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmak olabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.

Kürtlerin Tarihi Üzerine

kapak_kurt-tarihi-uzerine80 seneden beri Kürtlerin tarihi isyan ve terörle özdeşleşti. Son yıllarda ise ilk defa hemen her kesimden insanın desteklediği bir barış süreci başladı. Bu süreç kendi başına tarihi bir anlama sahip elbette. Yine de büyüyen umutların, atılan adımların sağlam olması ve geleceğe yöne vermesi için yaşananlar ile Kürtlerin tarihi arasında bir köprü kurulması gerek. Dahası Türkiye dışındaki etnik terör tecrübelerinden, sosyal barış projelerinden yararlanmak elzem. Bu sebeple, Kemal Burkay, Hasan Cemal, İsmail Beşikçi, Mustafa Akyol kadar Alain Touraine, Johan Galtung, Paddy Woodworth ve Gandhi’den de istifa ettik bu kitabı hazırlarken. Umuyoruz ki güncel tartışmaları ve gelişmeleri bir kenara koyarak geçmişe kısaca bir göz atmak bugünü daha anlamlı okumamızı sağlayacak. Buradan indirebilirsiniz.

Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?Hükümeti_devirmek_kapak

4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin  fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı. Dünyada da tuhaf şeyler oldu:

  • Türkiye ile neredeyse aynı anda Brezilya’da bir halk(?) ayaklanması başladı.
  • Georges Soros’a ait ekonomi gazeteleri Çin ekonomisi hakkında aşırı kötümser haberler yaydılar.

“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:

  • Türk bankaları neden sermaye düşmanı, anti-kapitalist bir ayaklanmaya destek oldu?
  • Acaba 2008 krizinden sonra kan kaybeden ABD ve Avrupa kaçan sermayeyi geri  çekmeye mi çalışıyor?
  • Brezilya, Çin ve Türkiye Avrupa ve ABD’deki yatırımları çekmenin cezasını mı ödüyor?

Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

kapak_kitap_capulcularÇapulcular” ne istiyor?

Genel seçimler yaklaşırken başladı Taksim Gezi Parkı olayları. İnsanlar öldü, yaralananlar, tutuklananlar oldu. Taksim’deki sanat galerileri bile yağmalandı. Maddî zarar büyük: Yakılan otobüsler, özel araçlar, iş yerleri. Ancak hâlâ isyancıların ne istediğini bilmiyoruz. Taksim Dayanışma Grubu’ndan çelişkili açıklamalar geliyor. Polisi ya da göstericileri suçlamadan önce şunu bilmek gerekiyor: “Çapulcular” ne istiyor? Daha fazla demokrasi? Sosyalizm? Devrim? Darbe? Elinizdeki e-kitap bu sorulara cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

Kendi ülkesini işgal eden ordu

Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Normal bir ordu kaynaklarını emrinde olduğu milletten sağlar… Efendisi olan bu milletin gönüllü katkısıyla silah alır, asker toplar, YABANCI DÜŞMANLA savaşır.

Normal ordular efendilerini yani milleti, o milletin vatanını korurlar ya da ganimet getirebilecekleri ülkeleri işgal ederler. Yine efendilerinin emri ve izniyle yaparlar bunu.

Anormal ordular ise üniformalı eşkıyalardır. Disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler. Üniformalı eşkiyalar ülkenin zenginliklerini tüketirler, geleceğini mahvederler.

Kendisini ülkenin sahibi zanneden üniformalı eşkıyaların hakim olduğu ülkeler yabancı orduların işgali altında gibidir. İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek  KORKU PROPAGANDASI yaparlar.

Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler.

Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.

 Alevilik, Ortak Acılardan Bir Kimlik

Aleviler ızdıraplarda, geçmişin acılarında buluşuyorlar. Dersim, Madımak… Bu isimler anıldığında kırmızı bir düğmeye basılmış gibi bütün farklı Alevilik-LER birleşiyor ve bir tepki geliyor. Hızlı, öngörülebilir ve manipülasyona açık bir tepki bu. Ortada geç-ME-miş bir geçmiş var. Kıymetli yazarımız Cemile Bayraktar’ın dediği gibi “yüzleşilmediği müddetçe de geçmeyecek bu geçmiş” , çıkarılmayı bekleyen bir diken gibi acı vermeye devam edecek. Diğer yandan çok sayıda Alevi kendi atalarına, dedelerine, manevî önderlerine en büyük acıları reva görmüş olanlara büyük bir sadakat ile bağlılar. Yani Kemalistlere ve CHP’ye. Yakın tarihi sorgulamak şöyle dursun ibadethanelerini Atatürk resimleriyle donatıyorlar. Ortak acıların ve siyasî tercihlerin dışında Alevileri birleştirecek bir inanç, bir kültür yok mu? Acaba Aleviler Stockholm sendromundan kurtulabilecekler mi? Elinizdeki kitap bunları sorguluyor. Buradan indirebilirsiniz.

Tiryandafilya, Güneşe “ya doğ, ya da ben doğacağım” diyen güzel!

kapak_Tiryandafilya“… Senden önceki hiçbir kadın tarafımdan böyle sigaya çekilmedi Tiryandafilya. Sen benim tüm aşklarımın  raporusun, tüm aşklarımın hülasası, ana fikrisin Tiryandafilya. Senden öncekiler ya masadan kaçtı ya da onları masadan ben kovdum. Şimdi benim tüm bu kaybolan yıllarımın hesabını vermek de sana kaldı. Sevdiğin başka bir erkek olmasına rağmen bu yola girmen için de seni zerre kadar zorlamadım, bunu da biliyorsun Tiryandafilya. Duvarımın arkasına dolanman için sana elimden gelen tüm kolaylığı gösterdim. Bu asla senin marifetin, el çabukluğun, kahredici, tahrik edici, tahkir ve de tezyif edici dişiliğinle olmadı. Senden önce gidip, tüm kapıların kilidini senin için açan irade bendim. Orada beni çırılçıplak gördüysen benim sayemdedir. Şimdi dürüstçe oynayalım o zaman. Ama unutma Tiryandafilya; ihanet ilgi çekse de hain sevilmez…”

Efraim K‘nın kitabını buradan indirebilirsiniz.

kitap tanitan kitap 5Kitap tanıtan kitap 5

İmkânsız bir buluşma düşleyin: Nietzsche, Montaigne, Chomsky ile Fârâbî ve Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri bir arada. Ama yalnız değiller, hemen yanı başlarına John Berger, Cahit Zarifoğlu, André Gorz , Oğuz Atay, İsmet Özel, Amin Maalouf, Gilbert Achcar, Nevzat Tarhan, Randy Pausch ve daha bir çok aşina olduğumuz yazar, şair, düşünür gelip oturmuş. Bu imkânsız buluşmayı Derin Düşünce sitesinin yazarlarına borçluyuz. Sadık dostlarımız Alper Gürkan, Mustafacan Özdemir, Mehmet Alaca, Mehmet Salih Demir ve en az “eskiler” kadar çalışıp didinen genç yetenekler: Essenza, Esma Serra İlhan, Gülsüm Kavuncu Eryilmaz, Abdülkadir Hacıaraboğlu, Azat Özgür. Kitap tanıtan kitapların beşincisini ilginize sunuyoruz, kitapların dünyasına açılan 23 pencereden bakmak için. Buradan indirebilirsiniz. hamza_yusuf 

Hamza Yusuf ile İslâm’ı anlamak

Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai tarafından yapılan iki tercümeyi içeriyor:

  • Zaytuna Institute’den Hamza Yusuf Hanson’ın 2010 yılı Mayıs’ında Oxford üniversitesinde yaptığı İslâm’da reform konulu konferans,
  • Yine  Hamza Yusuf Hanson’ın Dr.Murata ve Prof.Chittick’in İslam’ın vizyonu isimli eseri üzerine yaptığı konuşma (Bahsedilen kitap, Türkçe’ye de çevrilmiştir.)

Hamza Yusuf Hanson 1960 yılında Amerika’nın Washington Eyaletinde dünyaya geldi; Kuzey California’da büyüdü. 1977 yılında müslüman olduktan sonra on yıl boyunca İslâm coğrafyasında Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Kuzey ve Batı Afrika gibi bölgeleri gezdi. Farklı ülkelerde iyi büyük alimlerden icazet aldı. Hamza Yusuf bu seyahatten sonra ülkesine dönerek Dinler Tarihi ve Sağlık Hizmetleri alanlarında diploma aldı. Dünyanın dört bir tarafında İslâm hakkında konferanslar veren Zaytuna Enstitüsü’nü kurdu. Batıya İslâm’ı sunan, İslâmî ilimlerin ve geleneksel metodlarla eğitimin yeniden canlanmasını amaçlayan Enstitü, dünya çapında üne sahiptir. Shaykh Hamza Yusuf, Fas’ın en prestijli ve en eski Üniversitelerinden birisi olan Karaouine’de ders veren ilk Amerikalı öğretim görevlisi olmuştur. Bunların yanısıra, klasik haline gelmiş geleneksel bazı Arapça metinleri ve şiirleri modern ingilizceye tercüme etmiştir. Halen eşi ve beş çocuğuyla birlikte Kuzey California’da yaşamakta. Buradan indirebilirsiniz.

Organik dinimi geri istiyorum 

organik_dinimi_geri_istiyorum - kcBilim ve teknoloji alanında buluşumuz pek yok ama gün geçmiyor ki din konusunda yeni bir icat çıkmasın. Televizyon karşısında merakla “acaba bugün neler caiz ilan edilecek, neler haram edilecek?” diye merakla bekliyoruz. Bektaşi’ye sormuşlar: “İslam’ın şartı kaçtır?” diye, “Birdir!” demiş. “Hac ve zekatı siz kaldırdınız, oruçla namazı biz kaldırdık, geriye kelime-i şahadet kaldı”. Ben kelime-i şahadetten de emin değilim, her an bir profesör çıkıp “böyle bir şey yoktur, imanın şehadeti mi olur?” diye ortaya çıkabilir. […] İlahiyat profesörlerinin bir büyük zararı da bu oldu. Din’in siyaset gibi, futbol gibi, tartışılacak, insanın bilgisinin olmasa da fikrinin olabileceği bir alan olduğu tevehhümü oluşturdular. Her şeyin kutsallığını bozdular. Artık bacak bacak üstüne atıp çiğ ağzımızla Allah, peygamber ne demek istemiş “muhakeme” yapıyoruz hiç ar duymadan, hepimiz birer küçük şeyhülislam, birer fetva emini… hangi hadis uydurma, hangisi sahih şıp diye gözünden anlayıp ayetleri engin din bilgimizle şerh ediyoruz. Şu muhakemelerin bolluğundan da dini yaşamaya bir türlü sıra gelmiyor. Halbuki bir güzel insanın dediği gibi: “Din öğrenmekle yaşanmaz, yaşandıkça öğrenilir”. Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai’nin kaleme aldığı yazılardan ve tercüme ettiği makalelerden oluşuyor: Hamza Yusuf, Noah Feldman, Charles Townes, Marc Levine ve Karen Armstrong ile İslâm, Hayat ve Bilim üzerine… Buradan indirebilirsiniz.

Banka Ordudan Tehlikelidir!

(Son güncelleme: İkinci sürüm, 27 Ekim 2013)

Bankacılarına söz geçiremeyen batı ülkeleri tıpkı 1980′lerde ordusuna söz geçiremeyen Türkiye’nin durumuna düştüler. Zira bize yansıtılanın aksine, 2008’de Amerikan emlâk sektöründen başlayan kriz öngörülemez bir felaket değildi. Yapılan düpedüz bir piyasa darbesi idi aslında. Tasarlanmış, planlanmış, yürürlüğe konmuş bir operasyon. Bu operasyonu yöneten insanlar daha 1980’lerde Batı adaletinin üzerine çıkmışlardı. Krizi frenleyecek yasal engelleri bir bir kaldırdılar, krizin küreselleşmesini sağlayacak mekanizmaları yine onlar kurdular. Elinizdeki 60 sayfalık bu e-kitap Batı’da demokrasinin gerileme sürecini sorguluyor: Demokrasinin zayıf noktaları nelerdir? Bankalar nasıl oldu da halkın iradesini ayaklar altına alabildiler? “Hukuk devleti” diyerek örnek aldığımız demokratik ülkeler neden bu Piyasa Darbesi‘ne engel olamadılar? Askerî darbelerden yakasını kurtaran Türkiye’de hükümet Piyasa Darbesi ile devrilebilir mi?  Buradan indirebilirsiniz.

Sanat Yoluyla Hakikat Bulunur mu?

İnanmak belki zor ama … eğer sınırsız görme kabiliyetine sahip olsaydık hiç bir şey göremezdik! güneşe dürbünle bakan biri gibi kör olurduk.Gözlerimizin sınırlı oluşu sayesinde görüyoruz dünyayı. Immanuel Kant’ın meşhur bir güvercini vardır, havayı iterek uçar ama havanın direncinden yakınır durur. “Hava olmasaydı daha hızlı uçabilirdim” der. Hakikat’i görmekte zorluk çekmemizin sebebi O’nun gizli olması değil tersine aşikar olmasıdır. Aksi takdirde Hakikat’i içeren, kapsayan ve perdeleyen daha hakikî bir Hakikat olması gerekirdi. İşte bu sebeple Hakikat’i görmek için Bilim’e değil Sanat’a ihtiyacımız var, bilmek için değil bulmak söz konusu olduğu için. Derin Düşünce yazarları Sanat-Hakikat ilişkisi üzerine yazdılar. Buradan indirebilirsiniz.

Kitap tanıtan kitap 4

Alışılagelmiş kitap sunumlarından farklı bir çalışma bu. Neden? Öncelikle kitap tanıtan kitap serisinde tanıtımı yazanlar da tıpkı tanıtılan sanatçı ve filozoflar gibi birer yazar. Bir çoğu profesyonel ve yarı-profesyonel olarak yazı hayatlarını sürdürmekteler. Ek olarak… katkıda bulunan yazarlar eserin güzelliği kadar kendi iç güzelliklerini, kişisel tecrübelerini, eserle ve yazarla tanışma serüvenlerini de ortaya koyuyorlar. Bu bakımdan kitap tanıtan kitap Aktaş, Kafka, Ramazanoğlu veya Kazancakis ile olduğu kadar Başarslan, Gürkan, Becer ve Özdemir ile de tanışmanın veya mevcut dostluğu ilerletmenin güzel bir yolu. Bu 4cü kitapta Yine « ağır » konuklarımız var : Franz Kafka, Cihan Aktaş, Michel Houellebecq, Yıldız Ramazanoğlu, Nikos Kazancakis, Ali Şeriati, Jacques Derrida, Selim İleri, André Gide. 20 farklı kitap, Rusya, Fransa, İran, Almanya ve Türkiye’den 20 yazar. 98 sayfalık bu kitabı, kitap tanıtan kitapların dördüncüsün ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Sosyalizm İslam’a uyar mı? (Tartışma)
Bir yanda zekât üzerinden eşitlikçi bir İslâm yorumu yapan anti-kapitalist Müslümanlar. Diğer tarafta bir türlü iktidar olamayan, sosyalizmi bilmeyen, kemalizmi demokrasi zanneden devletçi, hatta darbe yanlısı bir Türk solu. Türk solu geçmişiyle yüzleşemekten korkuyor. Solcunun solcuyu katlettiği 1 Mayıs 1977 bir tabu. Deniz Gezmiş’in ulusalcı duruşunu da eleştiremiyorlar. Evet… Türk solcuları iktidara yürümek için bir koltuk değneğine muhtaçlar. Peki ya İslâm? Sosyalizm İslâm’a ne kazandırabilir? Sosyalist devletlerin Müslümanlara yaptığı onca eziyetten sonra Müslümanlar sosyalizm ile ittifak yapabilir mi? Derin Düşünce okurları tartıştılar, biz de kitaplaştırdık. Buradan indirebilirsiniz.

Jean-Paul Sartre ile Kaliteli bir Ateizme Doğru

(Son güncelleme: İkinci sürüm, 8 mayıs 2013)

Yokluk var mıdır? Evinizin içini dolduran boşluğu gördünüz mü hiç? Bir türlü gelmeyen şu trenin verdiği sıkıntı ya da sizi habersiz bırakan dostlarınızın sessizliği gerçek değil mi yoksa? Tutulmamış sözler, ödenmemiş borçlar… Yokluk da var aslında “var” dediğimiz şeyler kadar. Ama Yok’un varlığı sadece şuurlu insanlar için gerçektir; gelecekten, birisinden cevap bekleyenler için bir yokluktan, eksiklikten bahsedebiliriz… Artık olmayan gençlik yılları ya da henüz gelmemiş olan yaşlılık da bugünün gerçeği değil mi? Hatırlayan, ümid eden, düş kırıklığını ve gelecek korkusunu tatmış her insan için bir “yokluk” vardır, gerçektir ve bugüne dahildir.

Ateizmin ürettiği en kaliteli metinlerinden biri olan Varlık ve Hiç elinizdeki bu kitabın belkemiğini oluşturuyor. Filozof ve edebiyatçı olan Jean-Paul Sartre hiç şüphesiz Batı felsefesinin köşe taşlarından biridir. Varlık, İnsan, Özgürlük ve Ahlâk tasavvuru üzerine yazdığı eseri tanrısız bir ahlâk teorisi. “Geleneksel” dinler ile göbeğini kesmiş bir “iyi insan” arayışı içinde Sartre. Bu arayışın neticesi ateist emir ve yasaklar değil insan fıtratının önemli bir veçhesi, özgürlük şuuru:

“İnsan özgürdür ve bunun farkındadır; bu farkındalık ile, özgürlük ve sorumluluk şuuruyla yaşamaya mahkûmdur.”

Bu bağlamda Sartre gerçek bir ateist: Tanrı karşıtı değil Tanrı-SIZ. Vicdanın sesini duyma gayretinde. Görünmeyen tanrılar ile kavga etmek yerine “görünürde tanrı yok, biz insan olarak ne yapabiliriz?” diye soruyor. Buradan indirebilirsiniz.

Ey Kapitalizm! Kara Sevdam! / Charles Allen Scarboro

Ne gariptir ki Türkiye’de hemen her kesimden insanı kolaylıkla birleştirebilen bir slogan var: “Kapitalizme Hayır!”. İslâmcı, komünist, ülkücü, Kemalist… Yürüyüşler yapıyorlar. Seminerler düzenliyorlar. “Küresel sermayeye geçit yok!” . İşçilerin sömürülmesinden Afrika’daki açlığa, ortadoğudaki petrol savaşlarından dünyanın kirlenmesine kadar her taşın altından çıkan bir düşman bu. İyi ile kötü arasında bir çizgi çekmek, kötüleri “öteki tarafta” bırakmak… O kadar kolay mı?

“Ah keşke her şey o kadar basit olsaydı. Bütün kötülükleri içi kararmış birileri yapsaydı ve bütün mesele onları bulup yok etmekten ibaret olsaydı. Ne var ki İyi ile Kötü arasındaki çizgi her insanın kalbinden geçiyor. Kim kendi kalbinin bir parçasını yok etmek ister?” (Soljenitsin)

Okuyacağınız bu kitap insanların para ile, tüketim ile kurdukları ilişkiye ışık tutuyor. Charles Allen Scarboro’nun Karl Marx ve Max Weber’in fikirlerinden de isitifade ederek hazırladığı özgün bir çalışma. Scarboro İstanbul’da yaşayan bir Amerikalı. Akademik birikiminin yanı sıra kapitalizmin anavatanından gelmesi, “içimizde yaşayan bir öteki” olması bu kitaba ayrı bir lezzet katıyor. Buradan indirebilirsiniz.

Şiirlerim, Öykülerim / Cemile Bayraktar

İnsan ya zevkten yazar ya dertten yazar. Ama insan bazen dertli olduğunu kendi bile bilmez, derdini ve zevkini kendi yazar ama farkında değildir, derdini de, şevkini de bazen kendi yazmamışçasına, yazdığından okur, insanın kendinde bilmediği yansımıştır yazıya, insan dertten yahut zevkten yazarken herkes kadar kendini okur. İnsan önce kendi için yazar. O vakit yazdığı aynası olur. Buradan indirebilirsiniz.

Kitap tanıtan kitap 3

İnsanları birleştiren, engelleri ortadan kaldıran bir eylem yazmak… ve tabi okumak. Heinrich Böll, Sadık Yalsızuçanlar, Jean-Paul Sartre, Leyla İpekçi, Samuel Beckett, Peyami Safa, Immanuel Wallerstein, Marilyn Monroe veya Baudelaire… Farklı ülkelerde yaşamış, farklı kaygılarla yazmış olsalar da bütün yazarlar bir iz bırakmak, günü gelince başka insanlarca okunmak isterler. Evet… Yazmak vermektir. Kitap tanıtan kitaplarımızın üçüncüsünü ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Söz yıkar şiir imar eder

İncitmeden söylemek istersin ama söz incitir bazen. Ağlatmak istersin bazen ama söz ağlatmaz. Bazen sesini sözle duyurmak istersin ama duyulmaz. Bazen birsindir, bin olmak istersin söz yetmez. Sözün söz; kelimenin kelime olarak kaldığı anlar bazen yetmez, bazen tam aksine düşer, öyle zamanların sihri sadece şiirdir… Tahran’dan, Washington’a; Beyrut’tan, Tokyo’ya; İstanbul’dan Şam’a; Paris’ten Kazablanka’ya; Filistin’den Keşmir’e kadar uzatabilir kollarımızı şiir, tel örgülere, mayınlı topraklara, kırmızı çizgilere mahkûm etmeden beşeri, uzanır uzanabildiğince…Buradan indirebilirsiniz.

Modern Bir Put: Bilim (Tartışma)

Bilimciler herşeyi parçaladıkları için mânâyı kaybediyorlar. Aşk’ı, Korku’yu, Sevinç’i hormonal “fenomenler” sanıyorlar. Hakikat’in tezahürü yok onlar için, sadece tezahür var. Sebebi? Eşya. Eşyanın sebebi? O da eşya(!) Biz buna “pozitivist iman” diyoruz. Çünkü pozitivistlerin bilimsellikle ilişkisi koptu. Bilimsellik değil bilimcilik peşindeler. Bilimi putlaştırdılar. Konuya eğilen yazarımız Mehmet Bahadır her zamanki nazik üslubuyla “kral çıplak” dedi… Dedi ve bir işaret fişeğini daha ateşledi. Sitede en çok yorum alan yazılardan biri oldu bu makale. Fakat sadece içeriği ve yorum sayısıyla değil, yapılan yorumların kalitesiyle de öne geçti bu çalışma. 100′den fazla yorum alan ve aylar süren ilginç bir tartışmaya vesile olan makaleyi altındaki yorumlarla beraber kitaplaştırdık, ilginize sunduk. Buradan indirebilirsiniz.

Liberalizm Demokrasiyi Susturunca

Halkın iradesi liberalizm ile çatışırsa ne olur? 2008’de başlayan ekonomik kriz sürmekte. Eğitim, sağlık ve güvenlik hizmetlerine ayrılan bütçeler kırpılırken batan bankaları kurtarmak için yüz milyarlarca dolar harcanıyor. Alın terinin finans kurumlarına peşkeş çekilmesini istemeyenler protesto ediyor. Ama batılı devletler polis copuyla finans sektörünü savunmaktalar. Ne oldu? Bütün nüfusun binde birini bile temsil etmeyen bankacıların çıkarları geri kalan %99.99’un önüne nasıl geçti? Alıp satma, üretip tüketme özgürlüğü nasıl oldu da halkı finans sektörünün kölesi yaptı? Mal, hizmet ve sermayenin serbest dolaşımı uğruna halkın iradesi çiğnenebilir mi? Okuyacağınız kitap demokrasi ile liberalizmin savaşı üzerinedir. Buradan indirebilirsiniz.

Asimilasyon ile Şiddet Kıskacında Ulusalcı Kürtler (Kitap + Tartışma)

Etnik kökenimiz benliğimizin bir parçası, rengarenk insanlığımızın gerçek bir rengi. Ancak bu renk üzerinden yapılan bir baskı, bu renk “yüzünden” çekilen büyük bir acı sonucu diğer bütün renkler silinebiliyor. Bir başka deyişle IZDIRAPLAR ÜZERİNE YAPAY BİR KİMLİK İNŞA EDİLİYOR. Bir halka yapılabilecek en büyük kötülük bu belki de. Sadece Türk ya da sadece Kürt olmaya mahkûm edilen insanlar giderek insanlıklarını perdeliyorlar. Böylesi halklar ırkçılığa, her türlü şiddet çağrısına kucak açıyorlar. Zira duydukları kin ve nefret onları bıçak gibi bilerken bir yandan da tektipleşiyor, şeyleşiyor. Kürt aydınları kadar Türk aydınlarına da büyük iş düşüyor. İnsan olmadan “Türk” ya da “Kürt” olmanın imkânsızlığını halklarına anlatmak. Okuyacağınız bu kitap aydınların dikkatini tam da bu noktaya çekmek için hazırlandı: Asimilasyon ile şiddet kıskacı içindeki Kürt halkına… Buradan indirebilirsiniz.

Derin MAЯҖ

Etrafınızda “ben solcuyum” diyen kaç kişi var? Birgün Ya da Cumhuriyet Gazetesi, Türk Solu Dergisi okuyan? Yürüyüşlerde Marx, Lenin, Deniz Gezmiş ve Atatürk posterlerini yanyana taşıyan kişileri tanıyor musunuz? İşçi sendikalarında aktif rol oynayan dostlarınız var mı? Bu insanlar hasretle beklediğimiz sol muhalefeti kuramadılar bir türlü. Neden? Marxist ve Marxçı (Marx’a dair ama marxist olmayan) miras ile yüzleşmedi Türk solcuları. Oysa Marx anlaşılmadan hiç bir sol projenin anlaşılmasına da imkân yok. Leninist, Stalinist, Maoist… Hatta Kuzey Avrupa’nın sosyal demokrat modellerini de çözemezsiniz. Marx’ın bıraktığı yerden devam edenleri anlamak için de gerekli bu okuma; dünya soluna bugünkü şeklini veren düşünürleri anlamak için: Rosa Luxemburg, Ernst Thälmann, Georg Lukács, Max Adler, Karl Renner, Otto Bauer, Walter Benjamin, Jürgen Habermas,… Buradan indirebilirsiniz.

Kitap Tanıtan Kitap 2

Kitap tanıtan Kitapların birincisi kadar sevildi, o kadar çok ilgi gördü ki ikincisini yayınlamak için sabırsızlanıyorduk. Yeniden 44 kitap tanıtımıyla geliyoruz karşınıza: Dostoyevski, Sezai Karakoç, Yıldız Ramazanoğlu, Jean Paul Sartre, Amin Maalouf, Taha Akyol, Hasan Cemal, Ali Şeriati, William C. Chittick, Alain Touraine, Muhyiddin İbn Arabi Hazretleri… Farklı asırlar, farklı coğrafyalar, farklı konularla dergi tadında bir kitap… Ortak olan tek şey İnsan belki de? İnsan’ın iç dünyasındaki saklı hazineleri paylaşma muradı…Buradan indirebilirsiniz.

Ölümden Bahseden Kitap

Çocuklarımıza Ölüm’den daha çok bahsetsek ne olur? Meselâ evde besledikleri hayvanların, saksıdaki çiçeklerin ölümü üzerine yorum yapmalarını istesek? Mezarlık ziyaretleri yapsak onlarla birlikte ve sonra ne düşündüklerini, ne hissettiklerini sorsak? Çocuklara ölümden bahsetsek belki daha güzel bir dünya kurulur bizden sonra. Çünkü bugün Ölüm’ü TV’den öğrenmek zorunda kalıyor çocuklar. Gerçekten bir “problem” olan ve çözüm bekleyen kazalar, hastalıklar… Çocuklar ölüm sebepleriyle Ölüm’ün hakikatini ayırd edemiyorlar. Küçülen ailelerden uzaklaşan dedeler ve nineler de bizden “uzakta” ölüyor: Kendi evlerinde, hastahane ya da bakımevlerinde. Doğumlarına tanık olamayan çocuklar bir gün ölme “sırasının” onlara da geleceğini anlayamıyor. Ölümü bekleyen modern insan idam mahkûmu değilse eğer, kısa çöpü çekmekten korkan biri gibi. İstenmeyen bir “büyük ikramiye” ölüm… Bu kitap Ölümden bahsediyor. Ölüm denen o “konuşmayan nasihatçıdan”, o karanlık ışıktan. Kendisini göremediğimiz ama sayesinde hayatımızın karanlık yarısını gördüğümüz ölümün ışığı. Buradan indirebilirsiniz.

İnsan’sız Sinema Olur mu? Elinizdeki bu kitabı Sinema’nın programlanmış ölümüne karşı bir direniş olarak görebilirsiniz. İnsan’dan vaz geçmeye yeltenen, Güzel’i, Sanat’ı,İnsan’ı kâr-zarar tablolarına sıkıştırmaya çalışan endüstriye “Hayır!” demenin nazik bir yolu. Sinema bütün “teknik” karmaşıklığına rağmen insansız olmaz. Sinema insanlar tarafından yine insanlar için yapılan bir sanattır. Derin Düşünce yazarları izledikleri 28 filmi anlattılar. İnsanca bir perspektiften, günlük hayatlarındaki, iç dünyalarındaki yansımalara yer vererek… İran’dan Arjantin’e, Fransa’dan Afganistan’a, Rusya’dan Türkiye’ye uzanan bir yolculukta, İnsan’dan İnsan’a… Umulur ki bu kitap Andrei Tarkovsky, Semih Kaplanoğlu, Mecid Mecidi, Nuri Bilge Ceylan ile buluşmanın farklı bir yolu olsun… Buradan indirebilirsiniz.

Öyküler (Suzan Nur Başarslan)

“…Benim öyküm bir rivayetten ibaret, bu yüzden benden miş’lerle bahsediyor diğerleri. Beni, yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılıyorlar. Sorsalardı bana, derdim ki, beni yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılayanlara, evinden ayrılmayan/ayrılamayan, öyküsünü değil, hayallerini anlatır elbet, ya da masalları. Oysa bilmek yaşamak değildir her zaman, yaşamanın bilmek anlamına gelmeyeceği gibi her daim. Gözlerimde; bir şeyler yaşamış olanların, yaşamadıklarını sandıklarına olan o kendini beğenmiş, o her şeyi bilen bakışına rastlayamazsınız bu yüzden…”

Son romanı Bela’dan da tanıdığınız DD yazarı Suzan Nur Başarslan’ın öykülerini derlediği bu kitabını ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Aydın kimdir? Muhafaza’nın ve Değişim’in kimyası

Aydın konusu gerçekten sorunlu görülüyor. Her ideoloji, her grup kendi liderini, kahramanını aydını ilan ediyor çünkü. Tam da bu sebeple tanımından önce başka bir sıfata daha ihtiyaç duyuluyor: Reformist aydın, muhafazakar aydın, Kürt aydını, Türk aydını, vs.. Kısacası “aydın olmak” hem toprak(toplum) hem de tohum(aydın) gibi üzerinde durulup incelenmesi yazılıp çizilmesi gereken bir kavram. Değişimin adresi kabul edilen Aydın’ın tanımı konusunda muhafazakar olunabilir mi?” 130 sayfalık bu kitapta modernleşme sürecinde Aydın’ı ve Aydınlanma’yı sorgulayan bakış açıları bulacaksınız. Ama teori ile yetinmeyen, fikrin eyleme dönüşmesini, Cumhuriyet’i, demokrasiyi ve sivil itaatsizlik olgusunu da sorgulayan yazılar bunlar. Buradan indirebilirsiniz.

Roman nedir? Nasıl Yazılır?

Roman nedir? Tarif dahi edilmesi zor bir kavram. Sanatçının İnsan’a bakışını, toplumla kurduğu ilişkiyi yansıtır sanat eserleri. Bu sebeple sanat her çağda yeniden icad edilir. Ünlü yazar Heinrich Mann’ın dediği gibi: “Bütün romanların ve hikâyelerin amacı kim olduğumuzu bilmektir, Edebiyatın önemli bir konuma sahip olmasının nedeni, sadece doğanın ve insanlar âleminin ayrıntılarını tek tek açıklaması değil, insanları hep yeni baştan keşfetmesidir.” Değerli yazarımız Suzan Nur Başarslan Roman’ın derinliklerine giden bir seyahate davet ediyor sizi. Zaman’ın kullanımı, olay örgüsü, mekân, dil, üslup ve daha bir çok temel kavram edebiyatın dev isimlerinden örneklerle irdeleniyor. Buradan indirebilirsiniz.

İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında

Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Zaman Nedir?

“…Geçip gitmiş olmasa “geçmiş” zaman olmayacak. Bir şey gelecek olmasa gelecek zaman da olmayacak. Peki nasıl oluyor da geçmiş ve gelecek var olabiliyor? Geçmiş artık yok. Gelecek ise henüz gelmedi. Şimdiki zaman sürekli var ise bu sonsuzluk olmaz mı? ” diyordu Aziz Augustinus. Zira kelimeler yetmiyordu. “Zaman Nedir?” sorusuna cevap verebilmek için kelimelerin ve mantığın gücünün yetmediğı sınırlarda Sanat’tan istifade etmek gerekliydi : Sinema, Resim ve Fotoğraf sanatı imdadımıza koştu. Ama felsefeyi dışlamadık: Kant, Bergson, Heidegger, Hegel, Husserl, Aristoteles… Bilimin Zaman’a bakışına gelince elbette Newton’dan Einstein’a uzandık. Bilimsel zamandan başka, daha insanî ve MUTLAK bir Zaman aradık. Delâilü’l-İ’câzMesnevîMakasıt-ül Felasife Telhis-u Kitab’in Nefs ve Fütuhat-ı Mekiyye gibi eserler Zaman-İnsan ilişkisine bambaşka perspektifler açtı. Zaman’ın kitabını buradan indirebilirsiniz.

Zaman’ı düşünmek, Zaman’ı yazmak

Zaman insanın hissiyatıyla algılayamadığı, bilimsel, düşünsel, hatta psikolojik boyutları olan bir gerçeklik. Zaman yaşadığımız hayatın kendisi. Ama bu kadar önemli olan Zaman ile aramıza mesafe koymak, Zaman’ın dışına çıkıp onu keşfetmek mümkün mü?

Zaman konusundaki bu ilk kitabımızda Derin Düşünce yazarları zor bir işe girişiyorlar: Zaman’ı düşünmek ve Zaman’ı yazmak. Zaman’ın NE? olduğunu sorgulayacağımız ikinci kitaptan önce NASIL? olduğuna baktık bu ilk makalelerde. NE? ve NASIL? soruları Zaman’a bakışımızda ana ekseni oluşturuyor çünkü bilimsel yolla, deney ve gözlemle ilerleyemediğimiz anlarda düşüncenin yardımına Sanat yetişiyor. Buradan indirebilirsiniz.

Tarih şaşırmaktır

Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir… Buradan indirebilirsiniz.

Kitap Tanıtan Kitap 1

Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var. Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.

Gazetecilik Neden Dibe Vurdu?

Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu? Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk… Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…

Buradan indirebilirsiniz.

Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970’lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.

Derin Düşünce nedir?

Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir? Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır 🙂

Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.

Maymunist imanla nereye kadar? (Tartışma)

Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki… Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin epistemolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.

Derin Göz

(Son güncelleme: İkinci sürüm, 6 Nisan 2014)

İnsan gözü daha verimli kullanılabilir mi? Aş, eş ve düşmanı gören Et-Göz’ün yanı sıra Hakikat’i görebilecek bir Derin-Göz açılabilir mi? Sanatçı olmayan insanlar için kestirme bir yol belki de Sanat. Çukurların dibinden dağların zirvesine, Yeryüzü’nden Gökyüzü’ne…Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot, Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca, Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, … Buradan indirebilirsiniz.

Ermeniler ve Türkler

Ermeni kimliği var oldukça 1923 model Türk kimliği bozuk bir makine gibi gıcırdamaya devam edecek. […] Neden bize bu kadar benziyorlar? Pastırması, sucuğu, yaprak dolması, müziğiyle, gelenekleri, ailelerine bağlı oluşlarıyla bir de Türk’ten daha fazla Türk mü onlar? Yoksa bu mu bizi sinir eden? […] Artık Anadolu insanının %100 safkan Türk olmadığını, tersine bütün bu etnik unsurların karışımı ve mirasçısı olduğunu idrak etme vakti gelmedi mi? Artık TEK BİR “BİZ” olduğunu, atalarımızın bir kısmının Kürt, diğer bir kısmının Rum, Gürcü, Arap, hatta ve hatta Ermeni olduğunu idrak etmemiz gerekmiyor mu? Buradan indirin.

Yahudi oldukları için mi zalimler?

İsrail bir çok bakımdan Türkiye’ye benzeyen bir ülke. Paranoyak bir ulus-devlet. “Yoktan var edilmiş bir millet” dört tarafı “düşmanla çevrili” kutsal bir vatanda yaşıyor. Terör tehlikesine karşı ülkenin güvenliği için(?) haklar ve özgürlükler çiğneniyor. Devlet eliyle düşman üretiliyor!

Gidemeyenlerin ülkesi oluyor İsrail… Kendi zulmü altında ezilen, korku içinde yaşayan, dünyasıyla beraber Ahiret’ini de kaybetmiş olan İsrailli zannederim Filistinliden bile daha zavallı bir durumda bu yüzden. Buradan indirebilirsiniz.

Liberalizmin Ak Kitabı

1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın” çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik “millî” okullarda. “Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.

Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitapta liberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Buradan indirin.

Para Yenir mi?

İnsanlık endüstri devriminden bu yana doğayı şekillendirecek güce sahip. Ancak bu şekillendirme gücü yaşamı değil de maddî çıkarları koruyacak biçimde kullanılıyor. Fakir ülkeler, aynı ülke içinde yaşayan fakir insanlar, bitkiler ve hayvanlar “vahşi doğadan” bile daha vahşi bir kirletme özgürlüğünün(!) kurbanı oluyorlar. Gelecek asırda hep beraber keşfedeceğiz paranın yenip yenmeyeceğini. Yok ettiğimiz balıkların yerine Amerikan doları koyup koyamayacağımızı… Buradan indirebilirsiniz.

Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?

İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin.

Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…

“…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…”

Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.

Türkiye bölünür mü?

“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız. “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin” demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*) İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.

Derin İnsan

“Düşümde bir kelebektim. Artık bilmiyorum ne olduğumu. Kelebek düşü görmüş olan bir insan mıyım yoksa insan olduğunu düşleyen bir kelebek mi?” (Zhuangzi, M.Ö. 4.yy)

“Ben” kimdir? İnsan nedir? Hakikat’in ne tarafındayız? Hiç bir şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde nasıl bilebiliriz bunu? Zekâ, mantık ve bilim… Bunlar Hakikat ile aramıza bir duvar örmüş olabilir mi? Freud, Camus, Heidegger, Kierkegaard, Pascal, Bergson, Kant, Nietzsche, Sartre ve Russel’ın yanında Mesnevî’den, Mişkat-ül Envar’dan, Makasıt-ül Felasife’den, Füsus’tan ilham alındı. Hiç bir öğretiye sırt çevrilmedi. Aşık Veysel, Alfred Hitchcock, Maupassant, Hesse, Shyamalan, Arendth, Hume, Dastour, Cyrulnik, Sibony, Zarifian ve daha niceleri parmak izlerini bıraktılar kitabımıza. Buradan indirebilirsiniz.

Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları

Suzan Nur Başarslan’ın dediği gibi “kadına dair söylenmesi gereken ne kadar söz varsa erkeğin söylediği” bir dünya bu. Sadece söz mü? Yaşama hakkı bile. Bugün Çin’de ve Hindistan’da yüzbinlerce kız bebek daha doğmadan ultrason ile ana karnında görülüp yok ediliyor. Erkeklerin güç mücadelesinde kadınlar eziliyor. Cumartesi anası oluyor, cezaevlerinin önünde sıra bekleyen, şehit tabutlarının üzerinde ağlayan oluyor. Şampuan veya otomobil satarken bedenini kullandıran, arka planda, silik, soyunan, tüketen, “figüran”… Kadınlara özne olma hakkını vermeyen erkekler mi yoksa bu hakkı alamayan kadınlar mı? Kadınlıklarını kaybetmeden, erkekleşmeden var olabilecek mi birgün kadınlar? 96 sayfalık bu kitapta Kadın’a ait kavgaları ve Kadın’ın kimlik arayışını sorguluyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor. Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

Amerika Tedavi Edilebilir mi?

Amerikalılar neden bu kadar gaddar? Dünyanın geri kalan kısmında yaşayan insanlara karşı niçin bu denli acımasız?
Bayrak yakmanın ve Amerikan/İsrail mallarını protesto etmenin dışında bir şeyler yapmak gerektiğini düşünenler için yapılmış bu çalışmayı ilginize sunuyoruz.ABD desteği son bulmadan Ortadoğu’nun psikopatı İsrail’in saldırganlığı bitmeyecek ve Ortadoğu’ya huzur gelmeyecek gibi görünüyor. Vietnam’da ve Latin Amerika’da yaşanan katliamlar Ortadoğu’da devam ediyor.

 

musluman-zamanla-imtihan-surum-2Müslüman’ın Zaman’la imtihanı 

(Gözden geçirilmiş 2ci sürüm, 5 Mayıs 2016)

Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 122 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.

Bir pozitivizm eleştirisi

Hayatta en kötü mürşit ilim ve fen olmasın sakın? Eğer Atatürk bir kaç yıl daha yaşasaydı o meşhur sözünü geri alır mıydı acaba?… Ateşi keşfetmeden önceki insanlık ile bugünkü “uygarlığımızı” karşılaştırdığımızda hiç yol almadığımız söylenebilir. Bundan 200 bin yıl önce komşusunun yiyeceğini çalmak için başına taşla vuran neandertal insani ile 2003 yılında Irak in petrolünü çalmak için bir milyon ıraklı sivili öldüren (veya buna seyirci kalan) homo economicus ayni uygarlık seviyesinde. Aralarındaki tek fark kullandıkları silahların teknolojik üstünlüğü. Teknoloji ve bu teknolojinin uygulanmasını mümkün kılan bilimsel buluşlar sıradan insanlar kadar bilim adamlarının da gözlerini kamaştırdı. Bugün karşımıza kâh bilimci (scientist), kâh deneyci (ampirist) olarak çıkan ahlâkî-felsefî bir duruş var. Bu duruş eğitim sistemimize ve resmî ideolojimize öyle derinden işlemiş ki sorgulanması dahi çok sayıda insanı öfkelendirebiliyor, rejimin savunma mekanizmalarını harekete geçirebiliyor. Bilim ve teknolojinin insanlığa otomatik olarak barış getireceğinden şüphe etmek neredeyse bir suç. Buna cüret edenler gericiliklebağnazlıkla suçlanabiliyor. Pozitivizm ve “modern” yaşam üzerine yazılmış makalelerimizin bir derlemesini 75 sayfalık bir kitap halinde sunuyoruz. PDF formatındaki bu kitabı buradan indirebilirsiniz.

“Ötekilere” bakarken (Çeviriler)

“Ötekilerin” gözüyle dünyaya bakabilenler ilerliyor uygarlık yolunda. Geçmişte Bağdat’ı, Kurtuba’yı inşa eden, bugün ise Paris’i, New York’u, yaşatan “öteki” değil mi? Bugün içine kapanan ülkeler yine geriliyor. Dışa açılan, “ötekilerin” bilgisini, birikimini kendine katabilenler ilerliyor. Bu kitabın amacı da “ötekilere” küçük bir pencere açmak. “Almanlar, Amerikalılar, İranlılar, Filistinliler ve İsrailliler dünyada olup bitenlere nasıl bakıyor?” diye sormak. Çeviri metinlere adadığımız 125 sayfalık bu kitapta Ermenistan’dan tasavvufa, İran sinemasından Ateizme, Şeriat’tan Türkiye’deki Hristiyanlara uzanan çok değişik konularda çeviri metinler bulacaksınız. Buradan indirin.

Zorunlu Askerlik Gerekli mi? (Tartışma)

Zorunlu Askerlik bir çok insanımız için bir görev ama aynı zamanda bir çile. Ülkemizi savunmanın daha akıllıca bir yolu yok mu? Bu konuyu yaklaşık bir yıl boyunca tartıştık. Üç makale işaret fişeği görevi yaptı. Yüzlerce okurumuz değişik önerilerde bulundu. Kimileri “aman dokunmayın, böyle çok iyi” derken askerliğini yapmış olan arkadaşlar tecrübelerini paylaştı. Evet, belki de ilk defa bu konu gerçekten muhatabı olanlara yani Türkiye’nin vatandaşlarına soruluyor. Zorunlu askerlik gerekli mi? Bir yıllık kolektif çalışmanın ürünü olan bu 276 sayfalık kitap konuyla ilgili herkes için birinci elden bir bilgi kaynağı. Buradan indirebilirsiniz.

Kadın hakları ve Kemalizm

“Kemalizm Türk kadınına özgürlük verdi” gibi sloganlarla düşünmeye daha doğrusu ezberlemeye itildiği için sık sık şaşırmaya mahkûm bir kuşak bizimki. Tarihi, belgeleri, siyasî söylemleri ve sloganları aklın imtihanına tabi tutan herkes hayretler içinde kalıyor. “İyi de biz bunu bunca sene nasıl yuttuk?” diye sormaktan alamıyoruz kendimizi. Kemalist düşüncenin, çağdaşlığın ve Atatürk devrimlerinin yılmaz bekçisi “çağdaş Türk kadını’nın sesi” Cumhuriyet Gazetesi’nin başyazarı olan Yunus Nadi kadınların siyasete atılmasına nasıl tepki vermiş meselâ? “Havva’nın kızları, Meclis’e girip yılın manto modasını tartışacak” Kadınlar Halk Fırkası kapatılınca yerine Türk Kadınlar Birliği kurulmuş. O da kapatılınca Cumhuriyet Gazetesi’nde şu başlık atılmış: “Türk Kadınlar Birliği kapatıldı, fesat çıkaran hatun kişilere haddi bildirildi.” Derin Düşünce Fikir Platformu yakasını resmî tarihten kurtarmak isteyen okurlarına ezber bozan bir kitap öneriyor : Kadın hakları ve Kemalizm ilişkisine alternatif bir bakış

Türk solu iktidar olur mu?

Kendini « sol » olarak tarif eden hareketler hiç olmadıkları kadar zayıf ve bölünmüş bir tablo çiziyorlar bugün. Türk Solu Dergisi’nin ırkçı söylemlerinden CHP’nin darbe çağrılarına uzanan bir kafa karışıklığı hakim. Muhalefet boşluğunun müzmin bir hastalığa dönüştüğü şu dönemde Türk solu bu boşluğa talip olabilir mi? Daha önce Dikkat Kitap kategorisinde yayınladığımız Pozitivizm Eleştirisi gibi bu kitap da Türkiye’deki sola tarafsız bakan bir çalışma. İyimser görüşler kadar geçmişe dönük ağır eleştiriler de var. İlginize sunduğumuz 82 sayfalık bu kitap Türkiye’deki “sol” grupların sorgulamalarına, projelerine ışık tutmak amacıyla derlenmiş makalelerden oluşuyor. Kitabı buradan indirebilir ve paylaşabilirsiniz. Ele alınan başlıca konular: Solda özgürlükçü hareketler, 68 Kuşağı, Devrimci sol, Kemalizm, ulusalcı sol akımlar, Sol ve İslâm, Cumhuriyet Gazetesi.

Baudolino (Umberto Eco) Suzan Başarslan

Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir. İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın

Türkiye’de ve Dünyada Başörtüsü Raporu-2009/2010

”Türkiye’de ve Dünyada Başörtüsü Raporu-2009/2010″ adlı bu çalışma son iki yıl süresince en çok konuşulup, tartışılan temel sorunlarından biri olarak karşımızda duran başörtüsü yasağına dönük bir dökümantasyon çalışmasıdır. Raporun ana omurgasını, iki yıllık süreçte başörtüsü eksenli yaşanan hak ihlalleri ve buna karşı sergilenen tutumların, davranışların ve tavırların kronolojik bir sırada aktarıldığı almanak tarzı bir arşivleme çalışması oluşturmaktadır. Raporun sadece yasak uygulamalarından ibaret kalmaması; soruna dair gösterilen tepkilerin, politik aktörlerin demeçlerinin ve yasak karşıtı çeşitli etkinliklerin de yer alması; konu etrafında oluşan gündemin ana hatlarıyla aktarılarak, dönemin genel fotoğrafını çerçeveleme kaygısıyladır. Böylece araştırmacılar, bugün ve ileride başörtüsü sorunu etrafında yapacakları çalışmalarda, Türkiye’de ve dünyada başörtüsü sorunu etrafında 2009 ve 2010 yıllarında yaşanan gelişmeleri, oluşan gündemi izleme imkânı bulabileceklerdir. Raporu buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 31 Yorum

  2. Yazan:D.Blue Still Tarih: Şub 19, 2007 | Reply

    ‘Çılgın’ Türklerin çılgınlığının kaynağını maneviyattan başka ne ile açıklayabilirsiniz? Ve ölmeyi kavuşmak bilen insanların karşısında nasıl bir güç durabilir? Anlatılanları dini ve bilimsel diye ayırmak kadar anlamsız bir şey olamaz. Oradaki başarıyı hangi bilimsellikle açıklayacaksınız? Bu zaferde hurafeler olmayacak da nerede hurafe olacak? Çanakkale Zaferi 2×2=5 gibi, yerçekiminin kaldırılması gibi bir olağanüstülüktür. Bilim dışıdır, tabiat yasalarına aykırıdır, aklın alacağı iş değildir. İmanın teknolojiye, kalbin akla karşı zaferidir.
    Burcumun özelliğidir, hurafelere inanmam (oxymoron oldu galiba :)) ama Çanakkale’de İlahi bir inayetten başka bir açıklama olamaz diye düşünüyorum.

  3. Yazan:Talha Can Tarih: Şub 19, 2007 | Reply

    Aslında son paragrafta verdiğiniz alıntının üzerine pek bir şey söyleyebileceğimi düşünmüyorum. Ne için savaşıldığını unutmamamıza yaptığınız vurgu, inançlarım doğrultusunda, bilimsel gerçekler kadar gerçek kudrete inanmam gerektiğini hatırlatıyor. Çanakkale hakkında medyada çıkan mücadeleyi anlamakta zorlanmıyorum, fakat anlamadığım bir şey var, gerçekten niye sadece başörtülüler ve sakallılar olarak nitelendirililenler gidiyor da bunları söyleyenler ve kendi tabirleriyle mensubu sınıflar gitmiyor. Sorun bu değil midir? Çanakkale’yi çok çekici bulmuyorlar mı? Yoksa Çanakkale’nin çekiciliğinin farkında değiller ya da bunu bilimsel görüş adı altında örtbas etmeye çalıştıkları için mi? Mesele basit, Çanakkale, neyin uğrunda savaşıldı ise ziyaretçilere onu hatırlatıyor, ve bazıları da hatırlamak ve insanların hatırlamasından korkuyor.
    Hurafe olarak görülen olayların araştırılmasında yanayım, bazıları efsane olabilir fakat bir çoğu var ki, gerçeklerden daha gerçek. Kalpte şahlanan hislere bakmak gerek, nedir mulaaza? Yoksa 270 kiloyu kemikleri çatırdaya çatırdaya kaldıran bir neferin aynı ağrlığı savaştan sonra kaldıramamasını ne ile açıklayacaksınız? Çanakkale Savaşının olağanüstü durumları içermesi kadar normal olacak olağanüstü bir hali yok mudur?
    Muhabbetle…

  4. Yazan:Ecenaze Tarih: Şub 19, 2007 | Reply

    Geçen yıl Edremit dönüşü Çanakkale ye uğradık..Ve bir kafileye dahil olduk..
    Adını hatırlamıyorum ama, çok meşhur bir rehber varmış, [ağlayarak anlatan, orta yaşlı] onun rehberliğinde gezmeye başladık..

    Bu rehberin izin belgesi olmadığı gerekçesiyle, orada bulunan görevli jandarma tarafından kısa süreli tutuklanması ile gergin başlayan gezimiz; tutanak tutulduktan sonra salıverilip, bize gözyaşları eşliğinde, o mekanlarda yaşanmış olayları anlatmaya başlamasıyla birlikte, özellikle biz hanımların da salya sümük ona eşlik etmesiyle, tam bir dramaya dönüştü..

    Hele hele Alçıtepe ye çıktığımızda bir toplu mezarı[daha doğrusu köylüler tarla açmak için kemikleri toplayıp bir yere öylesine gömmüşler, fakat buraları domuzlar da eşeliyormuş, o yüzden rehberlerimiz olaya el atıp kemikleri toplayıp buraya bir tür toplu mezar yapmışlar] parmaklarıyla çok hafif kazıp çıkarttığı, azı dişi ve kemik parçalarını ellerimize verince sessiz ağlamalarımıza, hüngürdeme efecktleri de ekledik..Sırasıyla ellerimizde gezen azı dişini ve kemik parçacıklarını hayatım boyunca unutmama imkan yok..
    Rehberimiz bize ısrarla “bunlar bizim dedelerimizin kemikleri, okşayabilirsiniz” dedi durdu..
    Ben de hiç korkmadan elime aldım, inceledim..
    Sonra tek tek geri alıp, bir başka kafileye de okşatmak üzere aynı yerlere tekrar gömdü..

    Sargı yerine geldiğimizde anlattığı “ağır yaralı oğlunu en sona bırakıp,akşama kadar kurtulma şansı olan askerlere ameliyat yapan” meşhur doktor hikayesi, akabinde narkozsuz ameliyat sahneleri, ardından bir mehmetçiğimizin bacağının kesilmesi esnasında, sesi çıkmasın diye ağzına tıkılan keçeli sopayı ısırırken can verme sahnesi, ve keçede takılı kalan dişlerinin sayısını da ekleyince annemin üzüntüden tansiyonu düştü..

    Ağlamaktan bitab olmuş bir halde, sıcak, wc kuyruğu, 57. alay ziyareti sonrası otobüslerin yanına tırmanma yürüyüşü derken içimiz dışımıza çıktı..
    Hurafe olarak adlandırılan tüm hikayeleri bir gün içerisinde dinledik..
    Erkeklerin inanıp inanmadıklarını bilemem ama, biz kadınlar taifesinin tamamı olarak rehberimize biat ettik..
    Seyyid Onbaşı hikayesi, bulut hikayesi, rüya hikayesi[Albay Cevat beyin 26 mayın rüyası](*) hepsine inandık..
    Alçı tepe köyünde Salim Mutlu tarafından hazırlanmış özel bir müzeyi gezdik..
    İşte o müzede Çanakkale gerçeği ile yüzleştik..
    Şehitlerimizin ceplerinden çıkan minik Kuran-ı kerimler, havada çarpışmış mermiler,su mataraları, fotoğraflar..Hepsi gerçekti..

    Hepsi orada yaşanmış dehşetli savaşın kanıtlarıydı..Herkesin, özellikle de üniversite gençliğinin mutlaka görmesini tavsiye ediyorum..
    Onca yorgunluk ve üzgünlüğe rağmen,gittiğimize de değdi diye düşünüyorum,..
    Henüz gitme imkanı bulamamış arkadaşlarımıza da,gitmeden evvel mutlaka Çanakkale ye dair kitaplar okuyup sadece rehberin anlatacağı şeylerle yetinMemeleri gerektiğini öğütlüyorum..
    Allah şehitlerimize gani gani rahmet eylesin..

    saygılarımla

    (*)
    ek:
    Rehberimizin anlattığı rüya hadisesi aynen bu şekildeydi
    http://www.ilkadimdergisi.com/188/zaman.htm
    Nusret ile gelen zafer

    Düşman donanmalarının boğazı geçmek için ciddi bir taarruza hazırlandığı haberi alınmıştı. Daha önceden denize döşenen mayınların yerleri, gözetleme uçuşuna çıkan uçaklar tarafından tespit edilmiş ve bu mayınlar imha edilmişti. Miralay Cevat Bey mahzun ve düşünceli bir halde iken aşırı yorgunluğun da tesiriyle uykuya dalmıştı. Rüyasında hatiften bir ses işitti:

    “- Ey Cevat! Sizler Allah Teâlâ’nın yüce kelamına hürmet edersiniz. Bunun için Cenab-ı Hakk’ın yardımını sizinledir. Şu denizin üzerine bir bakıver!”

    Cevat Bey, denize bakınca nurlar arasında “kef” ve “vav” harflerini gördü. Ardından da uyandı. Ertesi gün bir mezarın başında fatiha okurken rüyasındaki sesi bir kez daha işitti:

    “- Ey Cevat! Depolardaki 26 mayını denize döşe!”

    Heyecana kapıldı. Manevi bir muamma ile karşı karşıya idi. Biraz sonra nur yüzlü bir zât ile karşılaştı. Bir sıkıntısının olup olmadığını soran bu zâta başından geçenleri anlattı. O gönül ehli zât ise bu olayları şöyle açıkladı:

    “ – Evladım! Denizin üzerinde gördüğün nur zaferimizin alametidir. “kef” ve “vav” harfleri ebced hesabına göre “26” eder. O halde deponuzdaki 26 mayını denize döşemeniz zaferin en büyük hamlelerinden biri olacaktır.”

    17 Mart akşamı Cevat Bey, Binbaşı Nazmi Bey’i çağırmıştı. Ona çok tehlikeli bir vazife tevdi etti. Bu vazife sonunda ölme ihtimali, sağ kalma ihtimalinden fazla idi. Depodaki 26 mayın, Nusret mayın gemisi ile boğaza dizilecekti. Binbaşı Nazmi Bey, vatan için seve seve ölüme gitmeye hazır olduğunu Cavat Paşa’ya söyledi. Nazmi Bey, Cevat Paşa’yı selamlayarak yanından çıktı. Hemen hazırlıklara başladı. Gece yarısı Nusret mayın gemisi ile boğaza açıldı. Geminin kaptanı Tophaneli Yüzbaşı Hakkı Bey idi. Yüzbaşı Hakkı Bey, iki gün önce kalp krizi geçirmişti. Fakat bu zor vazifeyi bir başkasına emanet etmek istemediği için hasta haliyle de olsa geminin başına geçmişti.

    Büyük bir itina ile mayınlar denize döküldü. Nusret, sessizce gerisin geriye dönecekti. Tam yol ileri emri verilmişti. Bu esnada hiç ummadıkları bir şeyle karşılaştılar; yüz metre önlerine düşen düşman projektörü yavaş yavaş Nusret’e doğru geliyordu. Geceyi gündüze çeviren bu ışığın altına birazdan girecekler ve üzerlerine yağan mermi yağmurları ile delik deşik olacaklardı. Son anlarını yaşadıklarını düşündükleri anda ilahi nusret (yardım), Nusret’e yetişti. Mehmetcik’in siperlerinden çıkan başka bir projektör düşmanınki ile karıştı, kapıştı. Düşman, Mehmetcik’in projektöründen kurtulduğu anda ise Nusret çoktan düşmanın görüş açısından ayrılmıştı. Az sonra Binbaşı Nazmi Bey, Yüzbaşı Hakkı Bey’e geçmiş olsun demek için geldiğinde irkildi. Zira Hakkı Bey’in tekleyen kalbi bu heyecana dayanamamış ve Hakkı Bey şehit olmuştu.

    18 Mart sabahı müttefik devletlerin donanmaları bütün gücü ile taarruza geçtiler. İngilizler zaferden o kadar emindiler ki Churcill, taarruz başlar başlamaz İngiltere Başbakanı’na zafer müjdesini veriyordu. Fakat hiç de planda olmayan şeyler yaşanmaya başladı. Düşmanın devasa zırhlılarının bir kısmı mayınlara çarparak, bir kısmı da Mehmetcik’in külüstür denebilecek toplarının ateşi sonucu isabet alarak ya batıyor, ya da arızalı bir şekilde kaçıyordu. Halbuki taarruzdan önce deniz, gözetleme uçakları ile taranmış ve temiz olduğu rapor edilmişti. Bu uçaklardan denizin 5.5 metre altındaki mayınlar bile kolayca görülebiliyordu.

    O günün akşamında başta İngilizler olmak üzere bütün müttefik kuvvetler şok olmuşlardı. Gözetleme uçağında bulunan ve denizin temiz olduğunu rapor eden binbaşıyı kurşuna dizmişlerdi. Çünkü onlar mayınların esrarlı hikayesini bilememişler, faturayı binbaşıya çıkarmışlardı. Bu esrar, Nusret mayın gemisinin “ilahî nusret” (yardım) ile teyit edilmesiydi…

    Bu zaferin ardından Miralay (Albay) Cevat Bey’e üstün başarısından dolayı “Paşa” unvanı verilmiştir. Cevat Paşa İstiklâl harbi yıllarında da üzerine düşen görevi hakkıyla ifa etmesine rağmen maalesef sonraki yıllarda ismi unutturulmaya çalışılmıştır. Bizler, vefalı olmalı ve yakın tarihimizin gerçek kahramanlarını iyi tanımalıyız.

  5. Yazan:Bekir L. Yildirim Tarih: Şub 19, 2007 | Reply

    Elinize zihininize saglik Istisanisiz her ulusun tarihinde abarmalar, zebginlestirmeler, menkibeler oldugu gibi “revizyonist” ve “idelojik” tarih yazmalar da olmustur.

    Kimdi bilmiyorum “tarih ideolojidir” diyen. Benim hosuma giden afrizma bir Komunist Rus generale ait “we can see our future quite clearly but our history is unpredictable” (gelecegimizi cok berrak olrak goruyoruz ama gecmisimizi tahim etmek biraz guc).

    Tarih bir “exact science” olmadigina gore, ve hal yukrdaki sozledeki gibi yazana, soyleyene gore degistigine gore, tarih tuketricisinin yapabilecegi sey muhtelif alternatif tarihler arasindan aklina n yatkin olanini secmektir kanimca.

    Austin Texas.taki yillarimda orada bir eski agac hatirliyorum. Fazla tarih olmayan bu sehirde birisi bu agacin altinda Robert E. Lee( belki de Stephen F. Austin idi, neyse) bilmem ne anlasmasini imzalamis demis idi. Kimse “yalan tarih, nerden cikardin, simdiye kadar niye kimse soylemedi” falan demedi. Herkes Austin’de eski bir agfacin bu sekilde taclandirilmasinin sehir icin de insanlari icin de “iyi” olcagini dusundu ve agacin ismini “treaty tree” (mutareke agaci) koydular.

    Suna gelmek icin soyluyorum: Bu “dini hurafeler” soylemlerini uretenler, velevki gercekten bazi menkibelerde abartma olsun, neyi amaxcliyorlar acaba.

    “Neyin hurafe olup neyin olmadığı konusunda karar vermeye çalışan medyamızın da bu konudaki samimiyeti tartışmalı. Çanakkale Savaşı’nı anlatan bir çizgi filmde dua eden askeri hurafe , başörtülü, sakallı insanları irtica habercisi olarak gören anlayış, nedense aynı savaşı anlatırken, Truva Destanı’ndan, sahte tanrılardan, Hektorlardan, Achillerden örnek vermekte hiçbir beis görmüyor.”

    Ilk e-postam:

    Sn. Iscen,

    Sizi tanimam; sayfanizi, Canakkale Zaferi (zeferdi degilmi?) ile ilgili linkleri takip ederek tesadufen ulastim. Harcadigim 5-10 dakikada “ne yapmaya calisiyor” sorusuna cevap buldugumu soyleyemem. Anlayabildigim bu milletin yakin tarihinin en buyuk zaferlerinden biri ile gurur duymasindan bir sebeple rahatsizzsiniz. Ozelliklede bu isin maneviyat boyutu sizi cileden cikariyor.

    Ama bu asil gayenizi ortaya cikarmaya yeterli degil; dogrusu bu merakla yanip tutusmuyorum. “tarihi dogru yazmak” gibi bir iddianiz oldugunu gozlemleyebildim, basliklardan, sloganlardan (bu hicte orijinal; degil, herkes bu iddiada) Ama bana bu hic inandirici gemedi. Tarihcimsiniz, degilmisiniz bilmiyorum’ onemli de degil. Fakat belliki bir davaniz var. Diyelimki Turkler bu savasta olenleri yuceltmek icin (ki butun toplumlar bunu yaparlar) birtakim menkibeleri abarttilar, veya birtakim efsaneleri tarih olarak bellediler. Bundan kim zarar gordu? “Tarih” icin adamin biri “iedeolji” demis; bir Rus general da “gelecegimzi cok iyi biliyoruz ama gecmisimiz unpredictable (tahmin edilmesi zor)” demis.
    Dogru anladi isem siz Canakkale tarihi yazanlarin motiflerini sorguluyorsunuz; ve niteliklerini.

    O zaman “sizin derdiniz ne” sorusunu davet ediyorsunuz.
    Bekir L. Yildirim
    ——————————————————-
    Sayýn Yýldýrým,

    Ben de sizi tanýmam… Bu nedenle, yazýlarýmýn sizi niye bu kadar öfkelendirdiðini anlayamadým. Üslubunuza bakýlýrsa, bu mektubunuzu yazmaya itecek kadar sizi sinirlendirmiþ okuduklarýnýz…

    Evet, doðru tahmin etmiþsiniz… Çanakkale Savaþý bir zafer deðildir. Tarih biliminde ‘küçücük bir alanda yaklaþýk 100 bin ölü ve 200 bin yaralý” verilirse, buna zafer denmez… Hele hele, iki gecede 80 bin askerini tereyaðýndan kýl çeker gibi götüren bir düþman karþýsýnda aval aval bakakalmanýn adý, açýkçasý ‘hezimet’tir ama, ölüp gidenlerimizin ruhuna saygýsýzlýk etmiþ olmamak için bu kelimeyi kullanmak istemiyorum…

    Ben tarihçi deðilim; ama yukarýda açýklamaya çalýþtýðým olguyu kavramak için de tarihçi olmak gerekmiyor, sadece okuduklarýný anlayabilmek yetiyor. Eðer biraz okuyup araþtýrmýþ olsaydýnýz, Türkler’in savaþta ölenleri yüceltme gayesiyle hamaseti abarttýðýný söylemek yerine, gelecek kuþaklara yalan ve asýlsýz martavallar býrakarak toplumu uyuþturduklarýný kavrardýnýz…

    Bilindiði gibi (bilmem siz duydunuz mu?) Enver Paþa, Sarýkamýþ’ta 130 bin kiþilik 3. Ordu’yu iþe yaramaz hale getirdikten 4 ay sonra 5. Ordu’yu kurdurmuþ ve Çanakkale’ye yollamýþtýr. Sarýkamýþ hezimetinin de dedikodusu, her ne kadar sýký bir sansür uygulanmýþ olsa da, giderek toplum içinde yayýlmaktadýr. Ýþte, tam bu sýralarda yaþanan Çanakkale savaþý, özellikle deniz savaþý, ardýndan da düþmanýn çekilip gitmesi Enver’e hýzýr gibi yetiþmiþ ve onun büyük tantanalarla bir ‘Zafer’ ilan etmesine yol açmýþtýr…

    Çanakkale’nin ‘Zafer’ olarak söylenegelmesindeki asýl neden budur: Enver’in þahsi propaganda çabasý…

    Yoksa, 80 bin ölü vermiþsiniz, 200 bini de evine yaralý, hasta ve sakat dönmüþ… Böyle bir olayýn ardýndan kim zafer kutlamasý yapabilir? Herhalde, ancak biz Türkler gibi nekrofil milletler… Bu ‘ölenlerimizi yüceltmede abartý’ deðil, tam tersine, ölenlerimize saygýsýzlýkla eþdeðer bir davranýþ sayýlmalýdýr. Oysa, bize 80.000 ölü de yetmemekte ve biz bu sayýyý 253.000’e çýkarmakta yarýþýyoruz… Ne kadar çok ölü verirsek, o kadar büyük bir zafer kazanýldýðýna inanmak, sanýrým ancak bizim gibi milletlere mahsus; cahil, tarihinden haberi olmayan, mankafa ve okuma özürlü… Ama, neden kimsenin Sarýkamýþ olayýna da ‘Zafer’ demediðini anlayamýyorum… Orada da 90 bin askerimizi kara-buza gömmüþtük Ruslarla savaþýrken…

    Bu yazdýklarým, bu eleþtiriler, dönemin subaylarýnýn açýklamalarýnda, yazdýklarýnda, sohbetlerinde vardýr. Ama, siz bunlarý bilmediðiniz için ileri geri yazar çizersiniz. Gerçekleri yazýp konuþan insanlarý da ‘vatan haini’ ilan etmediðiniz kalýr. Diðer yandan, piyasada bolca bulunan hamasi hýrt-hýþýr yayýnlarý hatmeder, bolca kahramanlýk edebiyatý yaparsýnýz…

    Benim hakkýmda bulunduðunuz tek doðru tahmin, ‘Çanakkale savaþý tarihini sorgulamam’… Evet, bunu yapýyorum. Çanakkale savaþýnda yaþadýðýmýz rezillikleri, komuta hatalarýný, yanlýþlýklarý, acemilikleri, çapsýzlýðý herkesin gözüne sokmaya çalýþýyorum. Bunu yapmaya kendimi mecbur hissediyorum; çünkü tam 40 senedir bu konuda okuyup yazýyorum, araþtýrýyorum. Yörede geziyorum, o koca kabristanýn havasýný kokluyorum. Orada topraða karýþmýþ zavallý Mehmetlerin, ‘Biz boþuna mý öldük?’ dediklerini duyuyorum. Orada, baþýndaki çapsýz subayýnýn ‘Hücum’ emrine uyarak kendini feda eden onca genç insana bir vefa borcumuz olduðunu düþünüyorum.

    Nihayetinde ‘Türkün Türke propagandasý’ olmaktan baþka biþey olmayan ‘Çanakkale Zaferi’nin gerçeði artýk anlaþýlmak zorunda… Bugün de ayný o günkü düþmanla boðuþuyor; o günkü düþmanýn bugün de ayný emelleri sürdürdüðünü görüyoruz. Siz bilmemne Rus generalinin sözüne bakmayýn; siz kendi önderiniz M. Kemal’in dediklerine bakýn. Rus generalin aklý kendine, M. Kemal’inki de bize:

    “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan, yapana sadýk kalmazsa, deðiþmeyen hakikat insanlýðý þaþýrtacak bir mahiyet alýr…”

    Çanakkale konusunda da tarih, savaþý yapan M. Kemal’ýn arzusu hilafýna yanlýþ yazýlmýþtýr. Dikkat ederseniz, Atatürk’ün ölümüne kadar hiç böyle bugünkü gibi hamasi kitaplar yazýlmamýþtýr Çanakkale savaþý hakkýnda… Hatta, yazýlanlarda da, mesela bir Nusret hikayesi gibi hikaye anlatýlmaz… Bunlarýn hepsi, sonradan uydurlmuþ, aslý astarý olmayan palavralardýr. Nusret, kendine verilen görevi, týpký benzeri diðer gemiler gibi yapýp dönen bir gemidir. Ama onu Truva Atý’na çeviren bizleriz…

    Necisiniz bir fikrim yok ama, size tavsiyem, bu tür okumalarýnýzý 5-10 dakika ile sýnýrlý tutmayýnýz. Tarih, tuvalette okunacak bir bilim dalý deðildir. Uzun zaman ayýrýp üzerine düþünmenizi gerektirecek bir iþtir.

    Umarým, ‘derdimin ne olduðunu’ kavrayabilmiþsinizdir…

    Sn. Iscen,
    Yok, “derdinizin ne oldugunu” kavrayamadim. Yazdiklariniz bazi yargilarinizi destekleyici argumanlar ama “motif” sorusu ortada. Siz simdi “bilim” mi yapiyorsunuz, bir matematikci gibi, mesafeli “sonucu ne olursa olsun beni ilgilendirmez” kaabilinden?

    Uslubunuzdan bu sonuca varmak cok guc. Tanimdaginiz bir kimseye karsi “sizin ataturkunuz” , “sizin gibiler” daha simdi “kes yapistir” yapmayi gereksiz gordugum bilmem ne tasvifler yapan zihin yapisi ve karakter seviyesindeki zat, bana tarih dersi vermeye kalkiyor.
    Bu ne siddet bu celal sn. gercek arayicisi?

    Bekir L. Yildirim

    O halde, siz iþinize, ben de kendi iþime bayým…

    Bu saatten ve onca yazýdan sonra, bir de size “dert anlatmak” zorunluluðu hissetmiyorum.

    Yetkin Ýþcen
    gazeteci

  6. Yazan:Talha Can Tarih: Şub 19, 2007 | Reply

    Sayın ecenaze, bahsettiğiniz rehber Hasan Hüseyin Maltepe olabilir mi? Kendisi bildiğim en iyi rehberdir. Ağlar, ağlatır. Ama Hasan Bey’in izin belgesi vardır herhalde?

  7. Yazan:Ecenaze Tarih: Şub 19, 2007 | Reply

    Talha bey,
    Adını inanın hiç hatırlamıyorum..Çok kalabalık bir kafileye katılmıştık..
    Sanırım artık onun gibi eski rehberler yerine, yeni rehberler görevlendiriliyormuş..
    Biz o gün çok memnun kaldık..Ne anlattıysa etkilendik, ağladık durduk..

    sayg.

  8. Yazan:yigit Tarih: Şub 20, 2007 | Reply

    http://www.gtmp.gov.tr/sehitarama.asp adresinden çanakkale şehitlerini aratabilirsiniz. memleketinizden kimler gitmiş görebilirsiniz.

  9. Yazan:yigit Tarih: Şub 20, 2007 | Reply

    ayrıca üşenmeyip arayanlar marmara bölgesinin ve iç anadolunun baskın olduğunu görecektir. tekirdağlı olan anneannemin ailesinde bir üst nesildeki erkeklerin çoğu çanakkalede öldüğü için bana süpriz olmadı.

  10. Yazan:yigit Tarih: Şub 20, 2007 | Reply

    rekor sanırım konya nındır.

  11. Yazan:ahmet tunahan Tarih: Şub 20, 2007 | Reply

    1-Çanakkale kahramanlarının yaşadıklarını hurafe olarak nitelendirmek en hafif ifade ile kıskançlıktan başka bir şey değildir.Şayet ortada muhteşem bir ordu ve bu ordunu arşısında günlük sadece tek öğün yiyeceği olna bir ordu var ve bu ordu günün teknolojiisne galip geliyorsa bunun başka anlamı olamaz.
    2-Şu Çılgın Türkler kitabında Vahdettine hain damgası vurulması çılgınca olmuş.

  12. Yazan:D.Blue Still Tarih: Şub 21, 2007 | Reply

    Yaptığınız şey çok önemli. Çanakkale Savaşı’nın ezikliğini içlerinde hala duyan kendi tabirleriyle ‘hırt-ı hışır’ lar vardır, olacaktır. Atalarımızın din, mukaddesat, maneviyat uğrunda akıttıkları kanların hakkını vermek için doğru tarihi çocuklarımıza aktarmak boyun borcumuzdur. Sizler iyi ki varsınız, meydanı bu ittihatçı bozmalarına bırakmıyorsunuz. ‘Din’ kelimesini duymaya dahi tahammülü olmayan insanların, Türk olmaktan, müslüman bir toplum içinde yaşamaktan utanan bu insanların tarihi objektif olarak değerlendirmesini beklemek haksızlık olur. İngiliz tarihçilerinin bakış açısı objektiflik değildir. Savaş topla, tüfekle kazanılmaz. Mükemmel komuta, emre kayıtsız şartsız teslimiyet, ve ordu birimlerine arasındaki uyum ile kazanılır. Bir yenilginin en büyük saikleri iç isyanlar, açlığa, hava şartlarına tahammülsüzlük, komutanlarla askerler arasında kopukluk ve ölüm korkusudur. Maneviyatı olmayan bir orduya siz nasıl “ben size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum !” diyebilirsiniz? İngiliz’e bunu söylerseniz size küfreder, git sen kendin savaş öyleyse der. İngiliz’i yıllarca cephe cephe dolaştıramazsın, Sarıkamış’ta donduramazsın. Çanakkale’de maneviyatın önemi yoktur diyenler bunu bir de kuvvet komutanlarına, ordu mensuplarına, harp uzmanlarına sorsun bakalım nereleriyle gülecekler.
    Çalışmalarınızda başarılar diliyorum, elinize, dilinize kuvvet.

  13. Yazan:Bekir L. Yildirim Tarih: Şub 21, 2007 | Reply

    Mustafa Bey’in sitesindeki bir tartismada “asvasi ancak kaybettim dediginizde kaybedersiniz” mealinde birsey demis idim. Ve Vet-Nam’da ABD’nin 3 miyon insani katledip sadece 55 bin kayip vermesine ragmen savasi kaybettigini, ve bu gun Irak’ta bu oranin nerde ise 1’e 1000 olmasina ragmen Bush-the-Barbarian’in savasi kaybettigini de hatirlatmistim.

    Yetin Iscen ve benzerlerinin kafasina “iman gucu”, Hakli olmanin gucu” gibi kavramlari sokmak cok zor gibi gorunuyor. Onlar savaaslari futbol maclari gibi degerlendiren ruhsuz, hayat suren lesler!

  14. Yazan:Ecenaze Tarih: Şub 21, 2007 | Reply

    İnşallah vakit buldukça okumaya devam edeceğim..
    Bunu bize hiç bir lise tarih kitabında okutmadılar..
    Florance Nightingale hemşirelik yüksek meslek okulumuz varken, Safiye Hüseyin den hiç bahsedilMemesi bence insafsızlık!

    teşekkürler ,
    saygılarımla

  15. Yazan:Özkan Tümer Tarih: Şub 22, 2007 | Reply

    Her kitap ve her yazar hangi konuda olursa olsun bir şekilde “kendi kafasındaki”ni orataya koymaktadır. Öncelikle bunu unutmamalıyız.

    Şu Çılgın Türkler isimli kitap gerçekten okumaya değer bir kitaptır ama içinde yazanlar tamamen tarihi gerçekler değildir, olamaz da zaten. Mustafa Kemal Atatürk ülkeyi kurtuluşa sağ salim götüremeseydi eğer, Osmanlı hükümeti onu vatan hayini olarak idam edecekti!

    Durum tamamen ters dönecekti yani. Şuan Vahidettin Han’ın vatan hayinliğini değil Mustafa Kemal’in vatan hayinliğini tartışıyor olacaktık.

    Benim kişisel fikrim ise tarihin sadece ayrıntıları gizleyip, saklayıp değiştirebileceğidir. Çanakkale Savaşı’nın olmadığını kim söyleyebilir?…

    Saygılar.

  16. Yazan:ahmet Tarih: Şub 22, 2007 | Reply

    Çanakkale’yi anlamak ve anlatmak aslında insan hafzasının alamaycağı bişey…
    nice kitapalr çııktı nice hatıralar yazıldı nice şiirler okundu…
    ama hala o yüce ruhlu insanları ve şehitlerimizi anlatmadık anlayamadık….

    yağan binlerce mermilere karşı sarsılmadan durabilen askerleri ancak iman coşkusuyla anlatabilirz..
    şu bir gerçekki Çanakkale deki o iman kuvvetini saklamaya gerek yok
    çarpıtmaya abartmayada gerek yok
    o topraklara gelin herşeyi size anlatır zaten..

    sayın eczahane hanım
    malaesef safiye hüseyini birçok hemşiremiz bile tanımoyr ama safiye hüseyin hemşirelik meslek yüksekokulu için çalışmalrımız devam ediyor. Çanakkale onsekiz mart üniversitesi hemişrelik yükseokuluna adının verilmesi için gayret ediyoruz inşlallah olur

    saygılarımla

  17. Yazan:levent Tarih: Şub 25, 2007 | Reply

    Sn.Yılmazer, Çanakkale hatırasının önemini yansıtan yazı ve çalışmalarınız için içtenlikle kutlarım.
    Son yıllarda bu konuda milletimizin duyarlığı daha bir artmış gibi ve
    bu duyarlık medyada giderek daha fazla yer bulmakta.
    İlgili bakanlıkların da alanda yaptıkları çalışmalar takdire şayan.
    Tanıtım merkezi ve şehitliklerin düzenlenmiş hali, ilginin hükümet
    düzeyinde de artmış olduğunu gösteriyor. Eski mezbele hal, bu aziz
    hatıraya doğrusu hiç yakışmıyordu. İngiliz, Fransız mezarlarına bakıp
    içimiz eziliyordu, emeği geçenlerden Allah razı olsun.
    Siteniz içinde kutlarım, yazınızdaki adresten ziyaret ettim. Çanakkale
    sıradan bir savaş değil, bir milletin değerlerine kararlılıkla sahip çıkması
    destanı bence. Ve kurtuluş savaşı burada kazanılmıştır diyebiliriz.
    Merhum Akif’in ve tüm şehitlerimizin ruhları şad olsun.
    Devlet eliyle sekülerleşme çabası, Çanakkale önlerinde başka bir
    manada geçit bulamıyor bu kez. Hazımsızlık bu yüzden gibime geliyor,
    yoksa her savaşta çeşitli insanüstü olaylar yaşanmıştır ve anlatılır.
    Beşparmak dağlarındaki tank hala duruyor ve bunun hikayesi de hurafe
    alanına girebilir. Ama gerçek, tankın dağın tepesinde duruyor olması.
    Biz Çanakkale savaşının sonucunda elde ettiğimizi idrak edelim derim.
    Önemli olan bu.
    Saygılar. Levent.

  18. Yazan:Öncü Nesil Tarih: Mar 7, 2007 | Reply

    BUGÜNKÜ (5.3.2007 Tarihli )BİR GAZETENİN MANŞETİ:
    ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ LAİKLİK İÇİN Mİ ÖLDÜ?

    Kurtuluş savaşının bitiş tarihine bakın birde 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre’nin Lozan kentinde imzalanan Lozan antlaşmasına, (23 Ağustos 1923 tarihinde TBMM tarafından onaylandı) birde cumhuriyetin ilan (KURULMADI, ilan edildi) edildiği (29.10.1923), Laikliğin geldiği (5 Şubat 1937), dinin kaldırıldığı (1928) tarihine bakın. Yani 1928 e kadar devletin dini vardı islam dı. 1937 ye kadar laiklik yoktu.

    * Burdan da anlıyoruz ki Kurtuluş savaşında savaşan insanlar islam için şehit oldu Hilafet için şehit oldu, ama sanki laiklik için savaşılmış gibi cumhuriyet için savaşılmış gibi lanse ediliyor bunlar için savaşılsa insanlar şehit olurmu bikere onu düşünün.

    Ayrıca Lozan antlaşması yapıldığı yıllarda Türkiye henüz Cumhuriyet Değildi.
    M.K. Kimi telkinlere kapılarak “Türkiye meşruti monarşi olsun, Yeni padişah benim,
    Meclisde çalışmaya devam etsin” diyebilirdi. (Gerçi CHF nin başına geçip sonrada bu memlekette CHF dediği olur dedi ama ).

    Lozan Türkiyenin rejimiyle ilgili bir antlaşma olmadığı gibi laiklikle ilgili bir kabulde değil.
    Çünkü Laiklik Anayasaya 5 Şubat 1937 de girdi.
    Tekrar söylüyorum 1928 e kadar da devletin dini vardı, anayasal noktada islamdı.

    Lütfen Cumhuriyetten önce bizim için şehit olanların arkasından iftira atmayalım, AYDINLAR BİLE SÖYLESE

  19. Yazan:can Tarih: Mar 13, 2007 | Reply

    bu siteyi yapan insanlar çok iyi düşünmüşler onlara benden aferim

  20. Yazan:Mehmet Kut Tarih: May 22, 2007 | Reply

    Milli Gazete Yazarlarından Saliha Malhun Hanımefendi Safiye Hüseyin Elbi konusun da İsmail Bilgin’in kampanya başlattığını ve destek verilmesi yolunda çok çarpıcı bir yazı kaleme almış. Buraya alıntılıyorum Milli Gazeteden. İlgisiz kalmamalıyız milletçe.

    YARAMIZI SARMAYA SAFİYE HÜSEYİN ELBİ HEMŞİREMİZ GELSİN…

    “İş bu yazı, milletimize ve insanlık âlemine büyük hizmetleri geçmiş “Büyük Türk Hemşiresi Safiye Hüseyin (Elbi) Hanımefendi’nin isminin ülkemde, olmazsa başka bir ülkedeki bir sağlık kuruluşu veya hastaneye verilmesi için milletimiz ve insanlık âlemi içindeki kadirşinas ve hamiyet-perver bütün “münevver”,” film yönetmeni”, “devlet adamı” “sanatkârları” ve dahi “ aziz milletimizi” fert fert bu ulvi vazifeye davet etmek maksadıyla kaleme alınmıştır.”

    Bismihû…
    Milletleri millet yapan ve yaşatan unsurların başında onların dini ve milli bakımdan kıymet kazanmış inançlarına, değerlerine ve geçmişindeki milli ve manevi kıymeti büyük şahsiyetlerine sahip çıkmaları gelir. Bilhassa cemiyetin fertleri için daima kuvvet alma ve gurur duyma kaynağını teşkil eden büyük şahsiyetlerin isimleri, hizmetleri ve isimlerinin milletlerin hafızasında muhakkak surette muhafaza edilmesi şarttır. Her ne suretle olursa olsun bunların yıpratılması, unutulması, ihmal edilmesi cemiyeti çöküntüye sürükler. Tarihin engin derinliklerine doğru bakınca, devrinin maddi şahikasına çıkmış ve fakat manevi değerlerini, atalarını hiçe saydığı için çökmüş nice milletlerin enkazlarına rastlarız.

    Bugün dahi millet ve insanlık âlemi olarak iki yüzyıldan beri süregelen kültürel, ahlaki, siyasi ve iktisadi manada büyük bir irtifa kaybının hafakanlarını yaşamaktayız. Bu irtifa kaybına sebebiyet veren tehlike ve arızaları sezmekle birlikte bunları bertaraf etme noktasında kimimiz zaman, kimimiz irade, kimimiz de medeni cesaretimiz olmadığından mütekabil girişimler yapamıyoruz. Yapsak bile bunlar münferit kaldığından muvaffak olamıyoruz.

    Buna misal olarak Sanat Âlemi. Net. Sitemizin kıymetli ediplerinden romancı ve bir gönül adamı olan İsmail Bilgin Beyefendi’nin uzun zamandır başlattığı “Büyük Türk Hemşiresi Safiye Hüseyin Elbi Hanımefendi’nin” isminin ülkemizdeki bir hastane yahut sağlık kuruluşuna verilmesi yolundaki gayretlerinin netice itibariyle “duyarsızlık ve alakasızlıkla” karşılanmış olmasıdır. Bu son derece düşündürücü ve esef verici bir neticedir. Bunun sebepleri üzerinde millet olarak ciddiyetle durup düşünmemiz iktiza etmektedir.

    Ben bunun sebebini “kolektif şuurumuzun” olmayışına bağlıyorum. İktisadi manada binlerce “kolektif şirket” kurmamıza rağmen özgürlüklerin, sorumlulukların paylaşılması noktasında millet olarak “kolektif bir şuurdan mahrum olduğumuzu düşünüyorum. Hâlbuki birlikte fikir teatisinde bulunma ve güç birliği ederek birçok büyük işlerin üstesinden gelmektir kolektif şuur. Daha nereye kadar zayıflıklarımızı, eli-kolu bağlı olma edebiyatını kutsallaştıracağız kıymetli münevverler? Daha nereye kadar başkalarının aklıyla düşünmeye devam edecek ve cemiyetimize empoze edilen yeteri kadar düşünme ve yeteri kadar hürriyetle aziz milletimizin gözüne ve gönlüne çekilmiş perdelerle cemiyet hayatımızın mahv u perişan olmasına, gelecek nesillerin geçmişlerinden ve tarihlerinden bî haber, yitik ve savruk yaşamalarına göz yumacağız? Ne zamana kadar ve nereye kadar?

    Bu şuurdan yoksun olmamız değil midir bizi millet olarak şuuraltımızın mahzenlerine kapatan? Geçen sene gösterime giren bir uzakdoğu yapımı olan “Hayalet Dünya” isimli film de yönetmen “kolektif şuurdan” mahrum milletlerin şuur altlarındaki hafakanları karabasanları, mahzenleri, hortlakları, korkuları ne de güzel beyazperdeye aksettirmişti. Kolektif şuurdan mahrum toplumların şuur altlarını istila eden korkular zamanla başarısızlıklara, başarısızlıklar da önce kendine sonra da başkalarına güvensizliği beraberinde getirmektedir. Filmin kahramanının sonunda kendisinin çok mel’un bir insan olduğuna inanması, kendini suçlaması cemiyetimizin gidişatına ne de çok benzemektedir. Kendisini bu şekilde suçlayabilen bir insan başkalarını da pek tabii ki hain, casus, katil, hırsız olarak algılamaktadır. Hayatın türlü tecrübeleri için de kimi zaman şuuru yerine gelmiş olsa da bunlarda geç kalmış bir tepkisellikten öteye geçmeyerek kahramanı başka hatalara sürükleyip durmuştur.

    Kolektif şuurdan mahrum bir cemiyetin geldiği nokta pek tabii ki “toplumsal karamsarlıkla” neticelenmektedir. İşte bizim millet ve cemiyet olarak geldiğimiz netice budur. Tıpkı Safiye Hüseyin Elbi gibi evrensel kıymete haiz bir hemşiremizin isminin yaşatılması ve gelecek nesillerin hafızasına aktarılması hususunda cemiyet olarak şuursuz bir tablo arz etmemiz, kendimizin yapacağı bir vazifeyi, kahramanlara ya da Allah’a havale etmeye sevk etmiştir bizleri. Bu hususta parmağımızı dahi oynatmadığımız halde “Efendim ülkemizde “Folarans Naytingel” adında bir ecnebinin ismi büyük bir hastahaneye veriliyor da bizim… vs.” şeklinde kendisi dışındaki her türlü unsuru suçlu kabul ve ilan eden “acuze kadın” psikozundan da toplum olarak bir an önce vazgeçmemiz gerekmektedir. Yapmadığımız işlerin sebeplerini kendi sınırlarımız dışındaki başka amillere atfederek Nesimi’nin deyişiyle “melanet hırkasını” her daim başımıza geçirmek midir hüner? Yetişir artık!…

    Hakkımızda adı konulmamış bir yabancılaşma hissi hâkimdir… Hamlet’in daha ilk sahnesin de ifade ettiği gibi, “Danimarka ülkesin de bir kokuşmuşluk var!” Bu kokuşmuşluk siyasetin maskeli balolarında belagat kozmetikleri sayesin de kapatılmış olsa da, bizler millet olarak bir an evvel kendimize dönmek, milli ve manevi değerlerimize sahip çıkmak zorundadır. “Bir şeyleri” yaparken de evvela “biz” olmalıyız. Çünkü “biz” olursak ancak “bir neticeye” varabiliriz.

    İş bu nokta da İsmail Bilgin Beyefendi’nin adeta kendisini paraladığı Balkan Harbi sırasında başta Hilal-i Ahmer Cemiyeti olmak üzere birçok sağlık kuruluşunda gönüllü hemşirelik yapan, Avrupa’da dahi başarılarıyla isminden takdirle söz ettiren kıymetli hemşiremizin isminin bir hastanemize verilmesi hususun da fert fert üzerimize düşen vazife nedir? Necip Fazıl’ın ifadesiyle “Kim var?” diye sorulduğunda, fert fert “Ben varım diyecek şuurlu sanatkârlar, muharrirler, yönetmenler, tarihçiler, ilim adamları, milli ve mukaddesatına bağlı gençlik nerededir? Halkımızı bir mazoşistlik abidesine çeviren zincirleri kırmamızın zamanı değil midir?

    Türk ve dünya fikriyatına dair okuduğumuz bunca tarih, ilim ve felsefe kitapları, bunca “kültür” dahi bizi zilletten kurtulma çareleri yerine zillete mahkûm argumanlarını başımıza geçirerek mazoşist ve hinduist zihin girdaplarına itiyorsa hala, bu “kültür” dedikleri şey ne ola ki? Dedem Süleyman Şah ve Osman Gazi’ den beri bu türlü ceberutluğu el-hak kabul etmişliğimiz yoktur. “İçimizdeki ahmakların yüzünden bizi helak eder misin Rabbim?” sualine dahi deriz ki: sabrımız ipil ipil serilirken günlere ve gecelere, tüyü bitmemiş yetimin hakkını yiyenler, faiziyle, borsasıyla, kültür emperyalizmiyle bu aziz milleti vuranlar değil de biz niçin hem mağdur, hem mücrim olacakmışız? Yok böyle bir şey… Bizim Rabbimiz Yehova mı ki bize lanetler yağdırsın? Dedem Süleyman Şah’tan beri millet olarak bu topraklarda süfliyyetten insaniyete doğru bir şeref makamına yükselmişken, ne diye Ortaçağ cadıları gibi içimiz de şeytan kovalayacakmışız?

    Gayri kafalarımızı sığınak edindiğimiz kumların altından çıkarma vakti gelmiştir! Her gecenin bir gündüzü, her inişin bir yokuşu vardır. Ve hepsini kuşatan kâinatı ilmek ilmek dokuyan mutlak hakikattir. Dedem Fatih Sultan Mehmet Han, “Fatih”ti. Fatih; açan demek. Gözünü açan, gönlünü açan…

    Lütfen bu “Fetih” ruhuyla açılan cihanın fanusundan yetişen abide şahsiyetlerimizden biri olan ilk hemşiremiz olmakla haiz Safiye Hüseyin (Elbi)Hanımefendi’nin ismini gelecek nesillere ulaştırma yolunda gayret sarf eden, bu yolda bize örneklik teşkil eden kıymetli ve kadirşinas edibimiz İsmail Bilgin Beyefendi’nin çağrısına millet ve insanlık âlemi olarak cavap vermek de gecikmeyelim.
    Zira “Bir bayrak rüzgâr bekliyor…”

    Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) övgüsüne mazhar olmuş bir Fatih’in torunlarından olan, din ve milliyet farkı gözetmeden, bütün yaralıların yarasını sarmış kuvvetli ve şerefli bir kadın, Büyük Türk Hemşiresi Safiye Hüseyin Elbi Hanımefendi’nin muazzez hatırasını yaşatmak sadece bizim değil, bütün insanlık âleminin boynunun borcudur.

    Atamız Gazi Mustafa Kemal Paşa dahi “Beni Türk hekimlerine emanet ediniz” diye sıkı sıkı tembih etmemiş midir?
    Biz dahi deriz ki;
    “Yaralarımızı Sarmaya da “Safiye Hüseyin Elbi Hemşiremiz Gelsin…”

  21. Yazan:yetkin işcen Tarih: Ağu 6, 2007 | Reply

    Değerli moderatör,

    Çanakkale savaşı hakkında bir dergide yayınlanmış yazıya yapılan eleştiriler arasında ismimin kullanıldığını ve bana danışılmadan yazılarımın yayınlandığını farkettim.
    Birkaç sene içinde Çanakkale savaşı uzmanı kesilen onlarca kifayetsiz muhteristen bana bıkkınlık geldiğinden bu tür polemiklere bulaşmak hevesinde değilim.
    Ancak, sizin aracılığınızla gerek bu nevzuhur Çanakkale araştırmacısına gerekse onun ‘hınk’ deyicilerine bir öneri yapmak istiyorum:
    Sadece Çanakkale tarihine sizin gibi ‘maneviyatla’ baktığımız sürece geleceği doğru görmemiz mümkün olmayacak. Bu millet ve ülke, hep maneviyatla bu hale geldi. Ne zaman bilimselliğe dönerse o zaman adam olacak.
    Bu noktayı kavrayabilmeniz için de daha çok fırın ekmek yemeniz gerekiyor…
    Yetkin İŞCEN

  22. Yazan:Ece Tarih: Ağu 7, 2007 | Reply

    Sn İşçen,

    Bu millet ve ülke, hep maneviyatla bu hale geldi. Ne zaman bilimselliğe dönerse o zaman adam olacak.

    Maneviyat ve bilimsellik ne zamandan beri birbirine alternatif oldular?
    Einstein ateist miydi?

    saygılar

  23. Yazan:yetkin işcen Tarih: Ağu 7, 2007 | Reply

    Sevgili Ece,

    Bir yazı yazabilmek kadar, yazılanı anlayabilmek de zeka ister.

    Ben, yazdığım yazımda, bilimselliğin maneviyata ‘alternatif’ olduğunu ifade etmemiştim. Söylemek istediğim, “sadece maneviyatla bir halt yapılamayacağı” idi…

    Bilmem bu kez anlatabildim mi?

    Yetkin İŞCEN

  24. Yazan:yetkin işcen Tarih: Ağu 7, 2007 | Reply

    Ayrıca,

    Birtakım kavramları da anlamlarını bilmeden kullanmamaya dikkat etmelisiniz. Örneğin; ‘Einstein ateist miydi?”
    Evet ateistti… Ama, maneviyatsız bir adam olduğunu ne siz ne de ben iddia edebiliriz. Yeryüzünde, “doğanın karşısındaki güçsüzlüğünü hisseden” her insan gibi, manevi olarak değer verdiği birşeyler vardı muhakkak… Bu ‘birşeyler’in mensubu olduğu dinle veya bir başkasıyla ilgisi olması da gerekmiyor. Ama o, bunları dünyanın gerçeklerinin üzerine asla çıkarmadı, bilimsel gerçeklere gözünü yummadı.

    Maneviyata sarılıp bilime kapanmanın kimseye ve hiçbir millete yarar getirmediğini de tarihten biliyoruz. Bunu tartışmakta hiç yarar görmüyorum.

    Yetkin İŞCEN

  25. Yazan:MY Tarih: Ağu 7, 2007 | Reply

    Sayin Isçen,

    Einstein’in “Dünyamiza Bakis” adli bir kitabini okumustum. Dünya ve insan üzerine denemeler içeren çok güzel ve incecik bir kitapti. Burada yazdiklarindan kendine özgü bir Tanri inanci oldugu kanisina varmistim. Belki su veya bu dine mensub degil ama ateist oldugunu sanmiyorum. Bilmiyorum elinizde kendisinin yaptigi bir açiklama vs var midir?

    Dostlukla

  26. Yazan:Ece Tarih: Ağu 7, 2007 | Reply

    Sn İşçen,

    Ben, yazdığım yazımda, bilimselliğin maneviyata ‘alternatif’ olduğunu ifade etmemiştim. Söylemek istediğim, “sadece maneviyatla bir halt yapılamayacağı” idi…

    Bilmem bu kez anlatabildim mi?

    Tek başına maneviyatla bir halt yapılamaz, haklısınız, fakat, Çanakkale de destan yazdıran insanları, motive eden, dirayetli tutan, soğukkanlı bir şekilde şehadete koşmalarını sağlayan da, ölümün bilimsel tanımı yada tarifi değildi değil mi?

    Einstein konusunda ise tartışmaya gerek yok, çünkü kendisi sıkı bir yahudi teistti..
    Heisenberge söylediği,
    “Tanrı zar atmaz” ifadesini nerde ve niçin söylemiş lütfen bir araştırın derim..

    Bu arada, sitemize hoş geldiniz..
    Biz sizin, diğer konulardaki görüşlerinizi de okumak isteriz..

    saygılarımla

  27. Yazan:emito Tarih: Ağu 10, 2007 | Reply

    Bizler Avrupa Birliğine girmek için elimizden geleni yapıyoruz.Avrupalı parlamenterler Türkiye’ye gelip ziyaret ettiklerinde ‘Türkiye insan hakları bakımından gelişmemiş bir ülke’ diyorlar.
    Çanakkale savaşı maneviyatın doruğa çıktığı bir savaş olmasının yanında aynı zamanda insan hakları bakımından da bir ders olarak aktarılacak bir savaştır.
    Şimdi hangi ülke insan haklarına sahip ülke?Bakalım.Aslında çok uzun yazmak isterim ama;bir iki madde yazacağım,
    BİZ,Savaş yakın siperlerde devam ederken, bir İngiliz asker siperinden çıkıp,Türk siperine doğru koşmaya başlıyor.Türk askerleri siperinden çıkan İngiliz askerini ayaklarından vuruyor.Savaş devam ediyor.Bu sırada ayaklarından vurulan İngiliz asker ingilizce ‘anne’ diye feryat ediyor.Buna dayanamayan Türk askerleri beyaz bir bayrak çekiyorlar(ateşkes) ve yaralı ingiliz askerini alıp,kendi siperlerine götürüyorlar,sonra savaşa devam ediyorlar…
    Ne büyük duygu bu…
    Biz de ne yoktu insan hakları…
    İnsan haklarına sahip olan ingilizler.Sargı yerlerini(hastane)bombaladılar…
    İyi ki müslüman ve Türküm…
    Ancak son zamanlarda inanılmaz bir maneviyat azalması var.Bence bunda da en büyük etken basın…
    İki yıl önce yaptığımız çanakkale gezisinde öğrenciler şehitliğe geldiğimizde otobüsten inerken birbirini ezeceklerdi.Bizlerde çok sevinmiştik.Öğrencilerimiz dedelerine dua edecek diye ama öyle olmadı.Hepsi şehitliğin olduğu yerdeki alış veriş tezgahlarına gidip anne ve babalarına hediye almak için koşmuşlar.Tüm öğretmen arkadaşlar çok üzüldü.
    Bu sene 18 Mart Çanakkale Şehitlerini anma programında çok duygusal bir konuşma yaptım ve hepsini ağlattım.
    Arkadaşlar ,İtilaf devletleri bizim maneviyatımızla geçemedikleri Çanakkaleyi,acaba maneviyatımızı azaltıp tekrar geçmek isteyecekler mi?
    Çocuklarımızda maneviyat malesef azalmakta…

  28. Yazan:blue Tarih: Ağu 10, 2007 | Reply

    Sayın işcen,

    Bilin bakalım şu güzel sözün sahibi kimdir:
    “Dinsiz bilim kördür, bilimsiz din topaldır”

    Evveeet bildiniz, Einstein ! Karayip’lere 3 kişilik bilet kazandınız.İyi yolculuklar !

  29. Yazan:fgxjfsg Tarih: Şub 21, 2008 | Reply

    >sssüüüüpppeeeerrrrrr<

  30. Yazan:Gazi Torun Tarih: Mar 17, 2008 | Reply

    hiç kimsenin maddi, manevi, siyasi çıkar ve beklentileri falan yok.. ama bazı kesimler ( bunlar bu mücadeleyi verdiğimiz düşmanların torunları ) bu zaferi ve arkasındaki (yenemedikleri) manevi kuvveti ve bağlılığı anlatanlar çoğalmasın, anlatan olursa da kimse dinlemesin diye böyle safsatalar uyduruyor. İstiklal Marşımızın her kelimesi maneviyat kokar – şehadet kokar… o şavaşta bire karşı 10 kişi vardı karşımızda, teknik ve silahta ise çok üstündü düşman kuvvetleri… bunu matematikle, fizikle veya bilimle AÇIKLAYAMAZSINIZ!!!

  31. Yazan:bajazet Tarih: Mar 28, 2009 | Reply

    Makale hayli eskidir ama ben yeni okudum.Çanakkale,Çanakkale..Nedir bu çanakkale tutkusu?
    Kimilerine göre Islam dünyasinin kefereye karsi zaferi,kutsal cihad.Kimine göre “büyük türk ulusunun” emperyalizme karsi zaferi.
    Bana göre hiçbiride degil.
    Bir kere çanakkale bir zafer degil hezimettir.Ingiltere için yenilgi,Osmanli içinse hezimettir.

    (Tarihcilere göre) 250 bin sehit verilmis bir savas nasil zafer oluyor? Yesil sariklilarin müdahelesini de sorgulamak gerekir.Tipki Akif’in “Bedir aslanlari ancak bu kadar..” benzetmesi gibi.

    Veyahut baska bir soru:”Büyük türk ulusu” bu savasi ne ugruna yapti.Büyüklügünü kanitlamak içinmi?

    Halbuki bu savas mecca yere bir katliamdan baska birsey degildir.250bin askerimiz Almanlarin keyfi için feda edilmistir.Yani müslüman bir devletin(halifelik) ordusu bir keferenin zaferi için diger kefereyle savasmis.Ayni Kore savasi gibi.Bizim Kore’de ne isimiz vardi mesela.

    Çanakkale Islam’in zaferi olamaz.Ne zamandir islam askerleri kefere tarafindan (alman) komuta edildi?
    Siz Islam tarihinde gögsünde hristiyanlarin haçini tasiyan bir kumandan gördünüzmü?
    Oysa çanakkalede türk ordusunu almanlar yönetiyor,alt kademede olan Enver Pasa gögsünde gururla almanlarin Haç’ini tasiyordu.M.Kemal’in o zamanki resmini görmedim ama mutlaka onunda gögsünde haç vardi.

    Çanakkale almanlari korumak için yapildigindan bir cihat olamaz.

    Bu savasta mutlaka maneviyatin etkisi vardir.Türk askeri ‘ölürsem sehit kalirsam gazi’ düsturuyla canini vermekten korkmamis.Bu bir inanç meselesidir.
    Ama çanakkalenin geçilmemesindeki esas etki türk askerini feda etmekten çekinmeyen,ne pahasina olursa olsun kazanacagiz diye 250 bin vatan evladini topraga veren generalller sayesinde(!) olmustur.Firavunlar Piramitleri nasil insa ettiler? Elbette insan gücüyle,belkide yüzbinlerce insanin canina mal ederek.Almanlar için bunun önemi yoktu tabi.Kendi davalari için mehmetcik canini verecekti.Ama türk generallere ne demeli? M.Kemal “ben size savasmayi degil ölmeyi emrediyorum” dedigini bilmeyen yoktur.

    Düsunebiliyormusunuz 12 milyon nüfuslu bir devlet sadece bir cephede 250 bin sehit veriyor.Bu insanliga vicdana sigacak bir olay degil.
    Yuvarlak bir hesap edelim.12 milyon nüfuslu Osmanli devleti.Diyelim yarisi kadin.Etti 6 milyon erkek(kadin asker olmadigina göre).Bu rakami orantiladigimizda erkeklerin %4 ü çanakkalede ölmüs demektir.

    Yillardir herkes çanakkalede savasan askerimizin kahramanligindan bahsediyor,kitaplar yaziyor,menkilebeler anlatiyor ama bir Allah’in kuluda çikip “yahu biz bu savasi niye yaptik” demiyor.

    Olaylarin nedenleriyle degilde sonuçlariyla ugrasiriz hep.Hiçbir zaman soru sormak aklimiza gelmez.

  32. Yazan:Murad Muradoglu Tarih: Eyl 26, 2012 | Reply

    Yetkin Iscen ! evet seni biraz tanitmak istiyorum…..

    ATESE ve Genelkurmayi , TSK nin can dusmani TARAF gazetesinde pervasizligi ile elestiren bu adamin gozumuzdeki yeri koca bir hictir ! … tek bir kimse tarafindan sevilip sayilmayan , bulundugu her ortamda surekli rahatsizlik cikaran bu sahis Canakkale Savaslari Tarihcesi icin edasiyla kasilip gerinmekten baska ise yaramayip , sadece bir web sitesi sahibidir yayimladigi tek bir kaynakca olabilecek kitabi dahi yoktur ! saygisiz bir uslubla katilmis oldugu cesitli sanal Tarihi sohbet ortamlarinda surekli ariza ve maraza pesindedir ustune gidilip karsi ve gercek bilgi ile mat edildiginde , agzina gelen soylemekten cekineyen asiri kustah ve terbiiye yoksunudur … Arastirmci gazeteciligi ise malum Hurriyet gazetesi icindeki Focus gibi disaridan kopya bir dergide yaptigi yoneticilikten ileri gitmez.

  1. 4 Trackback(s)

  2. Eyl 19, 2008: En çok okunan yazılar : Derin Düşünce
  3. Haz 1, 2009: 101 bin kez okunan yazı için 101 bin kere teşekkür : Derin Düşünce
  4. Tem 13, 2009: Kim bu sömürge valileri? : Derin Düşünce
  5. Oca 12, 2010: En çok okunan ve tartışılan 50 yazı : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin